Hafta SonuKöşe YazılarıManşetYazarlar

Bunca yoksulluk varken…

0

“Elimde olsa, gökyüzündeki yıldızları çekmeceme kilitleyip, onlara da sahip olmak isterdim.” Bu söz, ABD’li bir iş insanına ait…

Sermaye ve ona sahip olan kapitalist insan, doymak bilmeyen büyüme tutkusunu dizginleyecek hiçbir ahlaki değere sahip değildir. Daha da ötesi sosyolog Ali Şeriati’nin kavramını ödünç alacak olursak, sermayedar bir alinasyona uğrar. Yani sahip olduğu şeyin kendisine dönüşür. O, “ya büyü ya öl” kapitalist motto gereği, sürekli çoğalmak zorunda olan bir paradır artık. İnsanlığını büyük oranda kaybetmiştir. Sermayenin büyümesi pahasına çektirilen acıların hiçbir önemi yoktur. Arada insan olduğunu hatırlar ve vicdanını rahatlatmak için yoksullara küçük yardımlarda bulunur. Bunu da özel milli ve dini günlere denk getirir ki oradan yine bir rânt elde edebilsin. Dahası kendine açılan fakir elleri görmekten, gizliden gizliye bir büyüklük hazzı duyar. Dostoyevski, Karamazov Kardeşler’de, sürekli cömertlik peşinde koşan bir zengin karakteri üzerinden bu durumu çok güzel anlatır. Romanda; yüzlerce sayfa boyunca, insanlara yardımlarda bulunan bu zengin kişinin, serf sahibi olduğunu ve bir serfini döverek öldürdüğü için aslında suçluluk duygusuyla bu yardımları yaptığını okuruz.

Rezilsiniz!

Ülkemiz kapitalistlerinin de para hırsı konusunda hiç kimse eline su dökemez. Bu becerikli gözü dönmüşlerin en son icraatı, günlük yevmiyesini çöpleri ayrıştırarak kazanan çekçekçilerin üç kuruş kazancına el koymak oldu. Geçtiğimiz haftalarda Ümraniye Dudullu Bölgesi’nde birçok geri dönüşüm işçisinin mekânlarına şafak vakti baskınları yapılıp, yüzlerce insan gözaltına alındı. Sanki suç işlemişler gibi… Bu baskınlar şu anlama geliyordu: “ey ülkemin işsizleri ve sığınmacılar size yaşam hakkı yok! Biz öyle cabbar, cevval ve atakan birer sermayedarız ki bu sistemin sahipleri olarak sizin sorunlarınızı çözmediğimiz gibi elinizdeki azıcık ekmek parasını da size yedirtmeyiz.” Bu operasyonlar “çevre kirliliği” bahanesiyle yapıldı. Oysa çekçekçi diye tabir ettiğimiz geri dönüşüm işçileri, kendiliğinden müthiş bir iş başarıyor. Onlar, çöpleri ayrıştırıp, organik olmayan atıkları geri dönüşüme kazandırıyor. Ve böylece hem ekolojik bir faaliyet ortaya çıkarken hem de bir grup yoksul ve mültecinin işsizlik sorunu, az da olsa çözülüyor. Tabii gönül isterdi ki insanların başka güvenlikli ve sağlıklı işleri olsun ve biz de çöplerimizi, belediyelerin gelişmiş teknikleri ve organizasyonlarla kendimiz ayrıştıralım.

Kendisi dışında her şeyle uğraşan insan

Megamakine aşamasına ulaşan yeni uygarlığın ulus devletleri, uzaya çıkma, yeni keşifler yapma inanılmaz aletler icat etme konusunda birbiriyle yarış halinde ve bu konulardaki birçok hayalini gerçekleştirebilirken, yaşadığı gezegendeki en belirgin sorunlar olan yoksulluk, ekolojik kriz ve mültecilik benzeri konulara çözüm üretmekten aciz bir haldedir. Zaten çözüm bulmak için de ciddi bir çaba içerisinde oldukları söylenemez. Örneğin, kuraklık ve küresel ısınma kendisini her geçen gün yakıcı bir biçimde hissettirirken, 1-12 Kasım’da Glasgow’da gerçekleşecek olan COP26 İklim Zirvesi öncesinde fazla beklentiye girmeyin diye uyardılar. Yani, yine makyaj önlemleri konuşacağız demek istiyorlar. Yoksulluk ve pandemi krizi derseniz, küresel çapta bunlara dair de elle tutulur hiçbir önlemleri yok. Şunu çok iyi anlamamız gerekiyor ki umutlarımızı boşuna tüketmeyelim. Verili sistem hiçbir sorunu çözmez ya da çözemez. Çünkü kaynağı kendisi…

Peki bunca kötülük karşısında insan ne yapsın?

Buradan belki, toplumsalı oluşturan bireylerin yaşamanı nasıl kurguladıkları ve neyle uğraştıklarına gitmemiz gerekiyor. Sınıfsallık sadece ekonomik güç veya güçsüzlükle ilgili bir kavram olarak ele alınamaz. Aynı zamanda bir kültürdür. Bir zengin kişi, Marx’ın deyimiyle kendi sınıf intiharını gerçekleştirerek sömürücü burjuva kültürüne sırt çevirebilir. Burada kişinin felsefi bir hesaplaşma yaşaması esastır. Diğer taraftan, ezilen sınıftan olmak peşinen bir başkaldırı veya hak arama kültürü de yaratmaz. Paris Komünü’nün ve Sosyal Ekolojinin öncü filozoflarından Elisee Reclus bu bağlamda Marx ve Bakunin’i eleştirirken haklıydı. Reclus, Marx ve Bakunin’in, “tarihsel maddecilik formunu reddederek, bilincin esas olarak iktisadi faktörler tarafından biçimlendirilmediğini, toplumun bilinç tarafından dönüştürüldüğünü öne sürdü.” [1] Tabii buradan Reclus’un iktisadi koşulları önemsemediği sonucunu çıkarmamalıyız. Bunu bilinç-iktisat ilişkisine verilen aşırı öneme bir eleştiri olarak algılamalıyız. Demek oluyor ki yoksulların da bilinç dönüşümü için sürekli ciddi bir felsefi ve kültürel hesaplaşma içerisinde olması gerekiyor.

Bu bilinç durumuna dikkat çekmek için 17.yüzyılın parlak zekâlarından ve filozoflarından Etienne de la Boetie, “Gönüllü Kulluk Üzerine Söylev” eserinde şöyle seslenir: “Eğer ezilenler, muktedirlerin ayaklarının altına kırmızı halı döşemekten vazgeçerse, sistem kendiliğinden yıkılacaktır.” Boetie, bunu söyleyerek daha 1600’ de aslında sivil itaatsizliğin temellerini atmıştır. Henry David Thoreau da 19.yüzyılın sonlarında kavrama “sivil itaatsizlik” olarak ismini vererek, kendince yol ve yöntemlerle de hayata geçirmiştir.

Bugün yapmamız gereken de tam olarak böyle bir şey. Evet başka türlü bir dünya mümkün ama bu bilinmez bir gelecekte ulaşacağımız bir hayal olmamalı. Hemen şimdi yapabileceğimizi yaparak harekete geçmeliyiz. Örneğin ortaklaşmacı ekonomik ağları genişleterek dayanışmacı bir kültürü çoğaltmalıyız. Kurduğumuz ve büyüttüğümüz kolektiflerle hem kendi tüketimimizi minimize ederken hem de toplumun tüketim alışkanlıklarını sorgulayabilmesi için örnek modeller oluşturmalıyız. Küçük ölçekli de olsa yaptığımız işle siyaset yapıp, söyleyeceğimiz sözün gücünü ve potansiyelini açığa çıkartmalıyız. Yani yalnızca karşı çıkarak değil, istediğimiz yaşamları bugünden oluşturmaya çalışarak görünür olmalıyız. Bu, yalnızlık çeken her bireyin aidiyet sorununu çözecek en güzel adım olacaktır. Nerede aç kalan, nerede barınamayan, nerede sistemden bunalan insan varsa orada olmalıyız. Ortaklaşmacı ekonomik ve sosyal ağlara, kooperatiflere ve kolektiflere katılan her birey, hem sistem tarafından yok sayılan haysiyetini yeniden kazanacak hem de hayata dair sözünü çekinmeden söyleyebilecektir.

*

[1} Peter Marshall, Anarşizmin Tarihi, İmge Kitabevi, syf.486

 

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.