İklim KriziManşet

İklim değişikliği politik bir krizdir, üremeye dair bir kriz değildir

0
Hannibal Hanschke / Reuters

Yeşil Gazete için çeviren: Verda Zincirkıran

İsveçli aktivist Greta Thunberg ve dünyanın dört bir tarafındaki iklim aktivisti gençler, kısa süre içinde çoğalarak büyük adımlar attılar ve dikkatleri bugün yaşadığımız iklim açmazı üzerine çektiler. CBS’in yakın zamanda yaptığı bir ankete göre Amerika’da halkın çoğunluğu, iklim değişikliğine dair endişe duyuyor ve insanların bu acil durum üzerine eğilmelerini istiyorlar.

Ancak gündemde olan başka bir popüler tavsiye daha var: Daha az çocuk yapmak, ki bu, yeni anne-baba olacakların iklim krizine çare olarak inanmak isteyeceği bir şey değil. Çocuk yapmamak, iklim krizine neden olan ana etkenleri alt edecek nitelikte bir çözüm teşkil etmemekle birlikte, sanki bu sorundan onlar sorumluymuş gibi külfetin taşınmasını milenyum kuşağından istemek anlamına geliyor. Ve bu da sadece, fosil yakıt sektörünün ezici gücünün önünü açmaya yarar.

İklim krizini önlemek adına çocuk sahibi olmaktan vazgeçme fikri, iklimi kurtarmak adına bireylerin, daha az enerji tüketen ampulleri kullanmak, güneş panellerinden faydalanmak, daha az et tüketmek veya yüksek verimli araba almak gibi tüketim alışkanlıklarını değiştirmesi için yapılan çağrıdaki söylemlerin bir uzantısı. Bu, yapılabilir ve istenilen toplumsal bir hedef olsa dahi çocuksuz kalarak dünyanın nüfusunu azaltmak için onyılların geçmesi gerekiyor; ancak biz şu anda bile 2030’larda 2 santigrat derece ısınma kritik eşiğine ulaşılmasıyla sonuçlanacak kümülatif karbondioksit emisyon bütçesine denk gelen; dünyanın karbon bütçesini aşmak üzereyiz.

‘İklim krizi kişisel tercihlerle çözülmez’

İklim krizi, kişisel tercihlerden ziyade politikayı ve ekonomiyi de içeren yapısal bir sorundur ve bunu çözmek büyük çaplı politik ve ekonomik değişimleri gerektirecektir.

Bu, nüfusun hiçbir önemi olmadığı anlamına gelmez. Kasım ayında  11.000’den fazla bilim insanının, imza attığı makalede, iklim krizinin en kötü sonuçlarının önüne geçmek için “Her şeyden evvel ekonomik ve nüfus politikalarında köklü dönüşümler” gerektiğini savundu. Konu karbon emisyonu olduğunda, nüfus ile ekonomi birbiriyle sıkı sıkıya ilişkilidir.  Nihayetinde, Dünya’daki karbon emisyonun çoğu zenginler tarafından gerçekleştiriliyor. 2015’te yapılan bir araştırmaya göre, küresel emisyonların yarısından dünya nüfusunun yüzde 10’unun sorumlu olduğu ortaya çıktı. Daha yeni bir araştırma, kendi karbon ayak izlerini azaltmada bilinçli çaba gösteren kişiler arasında bile, emisyon miktarlarının gelir düzeyiyle yakından bağlantılı olduğunu gösterdi. Yani zengin bir aile, bir çocuk daha az yapmaya karar verirse, ailenin karbon emisyonu gerçekten de diğerlerine göre kayda değer miktarda daha düşük olacaktır.

Ancak nüfusa odaklanmak, iklim krizinin tüm yükünü gelişmekte olan ülkelerdeki geçim derdinde olan insanların sırtlarına yüklüyor, ki bu insanlar küresel nüfus artışında bir etken olma eğiliminde olsalar bile küresel iklim krizinin ana etkenleri arasında yer almıyorlar. Mesela Afganistan ve Uganda, nüfus artış oranı en fazla olan ülkeler arasında yer almalarına rağmen, hiç kimse Ugandalıları veya Afganistanlıları iklim krizinden ötürü suçlayamaz. Hiç kimsenin, Amerika’nın yavaşça artan nüfusu için ülkeye göç eden Latin Amerikalıları sorumlu tutamayacağı gibi…  ABD’deki nüfus artışını, daha fazla çocuğu olan yüksek gelirli, yüksek karbon emisyonlu aileler de yönlendirmiyor.

Kişisel tercihlerimiz önemsiz değil, ama tek başlarına yeterli de değil. Bir aile için bir çocuk daha az yapmak daha az karbon emisyonu demek olsa da, Amerika’nın sera gazlarının sebep olduğu emisyon göz önünde bulundurulduğunda, ancak kumsaldaki bir kum tanesi kadar yer tutuyor ve kişi başı ortalama emisyon üzerinde de hiçbir etkisi yok. 2014’e kadar elde edilen verilere göre küresel çapta kişilerin kaç çocuk yaptığından bağımsız olarak karbon emisyon miktarı sabit kaldı.  Yani, her birimiz iklim adına çocuk sahibi olmayı bıraksak bile, bu bizi, Hükümetlerarası İklim Değişimi Paneli‘nin tavsiye ettiği, 2050 yılında sıfır karbon emisyonu hedefine yaklaştırmayacak.

Planlama yetmez, devlet politikaları gerekir

Bilim insanlarının tahminine göre bu yüzyılın sonunda iklim krizi daha fazla fırtına ve tayfun getirecek, deniz seviyeleri 20 ila 30 santimetre arasında yükselecek ve daha fazla yangın ve kuraklık meydana gelecek. En iyi ihtimalle, aile planlaması hizmetini her birey için ulaşılabilir kılmak gibi insan nüfusu odağıyla alınan kararlar, Doğu ve Meksika Körfezi sahillerinin canına okuyan kasırgaları (Sandy ve Katrina gibi) ve Kaliforniya’daki şehirleri silip süpüren muazzam yangınları erteleyebilir. Fakat diğer her şey aynı kalırsa inanılmaz derecede tahrip edici olan bu felaketler meydana gelmeye devam edecek.

Bu yüzden, 350.org ve Sunrise Hareketi gibi iklim odaklı sivil toplum hareketleri, daha az çocuk sahibi olma yerine devletlerin ekonomik büyüme ile karbon emisyonlarını birbirinden ayıran politikalarını teşvik ediyor. Ekonomik büyümeyle karbon emisyonlarının bağlantısı göz önünde bulundurulduğunda, bilim insanları gelişmekte olan ülkelerin olgunlaşması ve orta sınıflarının gelişmesiyle birlikte iklim krizinin daha da kötüleşeceği endişesini taşıyor. Başlangıç olarak petrol ve kömür gibi fosil yakıtları Güneş veya rüzgar gibi iklim dostu enerji kaynaklarıyla değiştirmek acil çözümler arasında görülebilir. Bu bağı tamamıyla koparmak için elektrik hatları, ulaşım sistemleri, tarım ve yerleşim gibi birçok endüstri ve altyapı sistemlerinin değiştirilmesi de gerekiyor.  

Her gün rahatsızlık veren haber bombardımanına uğrarken bir şekilde, bir fark yaratmayı istemek gayet doğal. Önemli siyasi ve yapısal değişikliklerin gerçekleştirilmesi kolay değildir ve insanlar kendi eylemlerinin etkilerini değerlendirmek de dahil olmak üzere ellerinden geleni yapmak isterler. Dahası, çocuk sahibi olup olmama kararı kişisel kaygılara sebep olabilir.  Ancak çocuğun iklim krizi üzerindeki etkisi bu kaygılar arasında yer almamalı.

Nüfusu bırakın, şirketlere bakın

Nüfus saplantısı, dikkatleri bariz gerçekten; odadaki filden uzaklara götürür,  fosil yakıt endüstrisini kazançlı çıkarır. Yeni raporlara göre karbon emisyonunun %71’inden sadece 100 şirket sorumlu. Dünyadaki emisyonların üçte biri, hepsi fosil yakıt endüstrisindeki 20 şirketten geliyor. ExxonMobil, BP ve Chevron, sizin bu dünyaya bir çocuk getirmek isteyip istemediğinizle ilgilenmeksizin bu listenin en başında yer alıyor. 1965’den beri bu şirketler, atmosferi 100 milyar ton karbondioksite denk gelecek kadar kirletti ve sizin evladınız olsa da olmasa da gelecek yıllarda da karbondioksit pompalamaya devam edecekler. Her sene eyalet ve federal düzeyde iklim politikalarını engellemeye dair lobi faaliyetlerine onlarca milyon dolar harcıyorlar. Bu hakikatin karşısında, iklim krizine çözüm için genç bir insandan çocuk sahibi olmamasını istemek manipülasyondur. Dünyadaki mevcut karbon emisyonunun bir kadının rahmiyle ilişkisi pek azdır.

Çevreciler ve iklim aktivistleri, Dünya’yı gelecek nesiller için koruyup sahip çıkmayı istiyor, sadece mevcut yaşayanlar için değil. Bu yüzden iklim krizinin esas kaynağına odaklanmakta fayda var. İklim krizi öncelikli olarak bir üreme krizi değildir ancak politik ve ekonomik bir krizdir. Eğer siz de iklim kriziyle mücadele etmeye dair tutku duyuyorsanız kişisel tüketim ve üreme seçimlerinizle yaratacağınız pek az fark olacaktır. İklim kriziyle başa çıkmak için seçeceğiniz en etkili hayat tarzı çocuk sahibi olmamak değil, iklim aktivisti olmak ve çocuğunuzu da bu şekilde yetiştirmektir. 

Makalenin İngilizce Orijinali

More in İklim Krizi

You may also like

Comments

Comments are closed.