Köşe Yazıları

Başka bir kadın mümkün

0

İtiraf ediyorum. İşin aslı Yeşil Gazete ekibine böyle bir yazı yazayım derken konuyu küçümsemişim. Hazırlık yaparken bahtım yoluma kadın işleriyle uğraşan pek çok kadın çıkardı. Bilmediğim pek çok şey öğretti, bakmadığım pencereleri araladı bu mevzuya.

Belki taciz görmediğimden, belki mutlu bir yaşam sürdüğümden, bir kadın olarak ezilmediğimden ve yaptığım işin içinde bir insan olarak var olabildiğimden bu konuya o kadar da derinden bakmadığımı farkettim. Sanırım diğer bazı başka kadınlara göre yaşam bana iyi davranmış, belki şımartmıştı bile.

Yazacak olduklarım kadın hareketini, kadın oldukları için zulüm görenlerle ilgili yapılan çalışmaları ve hak arayışlarına yönelik değil. Niyetim kadınlığın, belki daha doğru bir deyimle dişiliğin doğasına (işim bu: doğa perspektifinden bakmak), farklı bir açıdan büyüteç tutmak.

Çok uzatmadan lafa gireyim. Kadın meselesine bakışım ilk defa 4 sene önce bütün kadın arkadaşlarımı Çamtepe’ye çağırmam ve erkeklere kapıları 2 günlüğüne kapatmamla değişti. Bütün bir 2 gün ve aradaki gece boyunca o nasıl bir enerjiydi öyle ortaya çıkan? Bir araya geldiğimiz andan itibaren yaklaşık 20 kişilik bir kadın grubu olarak bu kadar paylaşacak şey bulabildiğimize ben dahil herkes şaşırdı kaldı. Kısacık süre içinde içsel dışsal birçok konuda suya sabuna da dokunaraktan uzun uzun, hakkını vererek konuşmuş, üstüne birlikte yemek yapmış, uzun sohbet sofraları kurmuş, dikiş dikmiş, dansetmiş, eğlenmiştik. Takip eden dönemde bu deneyimin, arkadaşlarım ve kendim üzerindeki etkilerine bizzat şahit oldum.

Sonrasında bu şekilde toplanan başka kadın grupları da oldu. Ve gözlediğim kadarıyla şifalı kadın çemberlerinin sayısı giderek artıyor.

Benzer bir durum Buğday Derneği’nin Eko kadın eğitimi sırasında da gerçekleşti. Önce “Neden sadece kadınlar? Bu işler kadın işi mi? Erkekleri dahil etmeyerek bu işleri kadınların üzerine yapıştırıyorsunuz” eleştirilerine de maruz kalmak pahasına gerçekleştirdiğimiz bu eğitim haftasonunda her yaştan, her tecrübeden farklı kadınlar bir araya geldiler. Sonuç yine çok olumluydu.

Gelelim köydeki kadın gruplarına. Yaklaşık 4 sene yaşadığım köyde erkekler bir kahveye tıkılıp kalırken, kadınlar köyün değişik köşe başlarında yığınaklar* yaparlar. Köyün gündeminde ne varsa onu da konuşurlar ama içerik daha gündelik yaşama dairdir, işlevsel günlük yaşam bilgisidir. Hani tabir-i caizse havadan sudan diyelim. Tam da ihtiyacımız olan! Sohbetler hiç de öyle dünyayı kurtaracak planlar, stratejiler içermez. Mesele, o ana dair, günlük çözümler, bahçenin durumu, tavukların sağlığı, bahçeyi sulayan suyun paylaşım sırası, avludaki ıtır çiçeğinin açıp açmadığıdır. Ekim zamanı bir önceki dönemden sözünü aldıkları tohumları, ekmek, yoğurt mayalarını takas ederler.

Bir de masalcı teyzeler var bizim köyde. Bir yandan iş yaparken bir yandan hikayeler, masallar, kıssadan hisseler anlatır. Dert anlatmak bizim üzerinde durduğumuz gibi bir konu değil köyde. Saklanacak bir şey de değil, aksine anlatılacak, içinden atılacak, hemen kurtulunacak bir yüktür. Yığınaklarda dertlenen kadınlar, diğerlerinin de dertlerini dinler de bir nebze olsun teselli bulurlar. Masalları,belki de bundandır, Anadolu’da çoğunlukla kadınlar anlatır.

Kadınebemiz var köyde bir de. Gençliğinde çocukları doğurtan, hastalandıklarında şifasına başvurulan. Kadınebede sadece şifa bilgisi yok, mesela küllü sudan da bahseder. Sabunların, çamaşır tozlarının kokularından bahsederken yüzünü buruşturur. Bize denenmiş olan bilgiyi öğretir.

Fatma Abla özenle kurttuğu incirlerini toplar. Sadece Fatma Abla değil, köydeki her kadın zamanı geldiğinde yabandan hasat ettiği meyveleri, bitkileri kurutur, kış için yemiş hazırlar. İhtiyacından fazlasını pazarda veya köye gelip gidene satar. Harçlığını çıkarır.

Kasabada yaşayan Nurten dokuyacağı sepetin malzemesini toplamak için dağa taşa vurur kendini. Oradan topladığı bir tutam kekiki başörtüsünün üzerine sıkıştırır, kokusu başını döndürsün diye. Sonra dokuduğu sepetleri köy köy dolaşıp satmaya çalışır.

Esime Teyze’nin bahçesinde ekilen tohumları sakladığı ufak bez çantaları ve bunları da koyduğu bir sepeti var evinde. Eski kazakları söküp, iplerinden, bahçesine kurduğu basit bir dokuma tezgahında dokur, odun ipi yapar, onunla sepetini, bahçesinden taşıdığı yükleri bağlar.

Gelip geçerken yanlarına oturduğunuzda armağansız bırakmazlar, ya bir elma, ya bir avuç ceviz ya da biraz hikmet dolu sözle uğurlarlar yolunuza. Doğa’nın ne olduğunu Cemile teyzeden öğrenmiştik** mesela. İki cümlede anlatıvermişti. Veya iki gün sonra çıkacak fırtınanın haberinin ufuktaki köpüklü dalgalarda olduğunu da Güllü Teyze’den dinlemiştik.

Bütün bu bilgi ve beceri kaynağı yetmezmiş gibi bir de güzellik katıcıdır teyzeler. Hıdrellez zamanı kapılarına çiçekler asarlar, tüm köyde gözler bayram eder. Derelere giderler kutsanmak ve kutsamak için. Ölüm geldiğinde ağıt yakarlar, giden ruh huzurla gitsin diye.

Neyin özlemini çekiyoruz?

Hiyerarşisiz bir toplum? Çeşitlilliğin kutsanması? Paylaşım ve dayanışma pratikleri?, Armağanlaşmanın, takasın, üretimin yolları? Tohum, masal, şifa? Yaşamla ilgili örüntüler okumak? Zorlamasız bir zerafet… Kibirden arınmış bir gurur?

Bir de kentte sıkışıp kalmış pek çok kadın arkadaşıma –kendim dahil- bakıyorum. Doğrusal zamana göre yaşamak, erkekler gibi düşünmek, onlar gibi giyinmek, onlar gibi konuşmak zorundayız. Yaşamın özünü oluşturan ve bize gerekli olan en temel şeyler ne ise onların hepsini dışarıda bıraktığımız zavallı bir hayatı yaşıyoruz. Armağan vermek için armağan festivalleri, masal anlatmak için masal akşamları, şifa bulmak için şifa çemberleri yapmak zorundayız. Oysa tüm bunlar kadın olmanın potansiyeli içinde var. Haklarımızı almış, özgürlüğümüze kavuşmuş olduğumuzu düşünüyoruz ama içimizdeki en güçlü yönü dışarıda bırakıyoruz.

Kadının doğası kaotiktir. Aynı anda birçok işle uğraşabilmesi, bir şey anlatırken başka bir konuya hoplaya zıplaya atlaması, erkekleri deli eden odaksızlığı, döngüsel zaman algısı olduğundan. Tam ihtiyacımız olan şeylerden biri de bu değil mi? Anda kalabilmek için yapılan programların, dökülen paraların haddi hesabı yok. Oysa varılmak istenen hal, buyrunuz, kadınlığın doğasında “zaten” var. Zamanın doğrusal aktığı kent ekosisteminde, bireyin ön plana çıktığı ve insanların tırnak içinde yalnızlaştığı ortamlar kadınlığın ölümü gibi geliyor bana. Bu da aslında kentlerin daha çok kadın tarafından işlenmesi gerekliliğini ortaya çıkarıyor.

Dünyanın işi birikmiş. Aynı anda yapılması gereken o kadar çok iş var ki, anın içinde pek çok çözüm üreten zihinlere ve bu çözümleri hayata geçiren ellere ihtiyaç var.

Anlamamız gereken, kadınları sömüren, onlara acı çektiren, haklarını elinden alan bu anlamsız düzenin, yaşam örgüsünün içindeki herkes, her canlı, her varlık için zarar ziyan olduğu. Bu düzenin kadınları nasıl kadınlıktan çıkarıyorsa aynı şekilde erkekleri de erkeklikten çıkarıyor olduğunu incelikle kavramalıyız. Dünyanın sorunlarını çözmek için bunu erkekler kadar kadınların da idrak etmesi gerekiyor.

Naçizane düşüncem, dünyayı ne tek başına kadınların ne tek başına erkekler kurtaramaz. Yeni kadın-erkek ittifakları kurtarır. Erkeklerden nefret etmeyen, onları dışarıda bırakmayan, bilakis katılımları için çözümler arayan bir kadın hareketinin tam da zamanı gibi sanki.

Yeni’yi yeniden tanımlama çağındayız. Deneme yanılma çağındayız, toprakla buluşma çağındayız, ağaçların içindeki cinleri ortaya çıkarma çağındayız.

Kadınlar ve erkekler olarak Dünya Kadınlar Günümüz kutlu olsun!

 

*Yığınak: Köyde kadınların biraraya gelip oturdukları ve sohbet etikleri çemberler.

**Cemile teyze ve diğer teyzelerden öğrendiklerimi bir başka yazıya saklıyorum

 Güneşin Aydemir güneşin

You may also like

Comments

Comments are closed.