Bir siyasi lider ya da bir partinin önemli bir temsilcisi… Türk milliyetçisi ve hatta tüm Türklerin temsilcisi olduğunu söylüyor. Politikalarının buna göre belirliyor. Ülkede bir hastalık ortaya çıkıyor. Bulaşıcı bir hastalık… Pek etnik kimlik soran hastalık türünden de değil. Zaten hiçbir mikrop etnik kimliklere bakarak hareket etmiyor. Tek canlı var Dünya üzerinde etnik kimliğe bakan, İnsan. Tüm ülkeyi sarıyor ve ölümler gelmeye başlıyor. Aynı anda tüm Dünya’da da durum böyle… Önlemler alınmaya çalışılıyor. Doğru ya da yanlış…
Sonra bizim Türk milliyetçisi politikacımız çıkıyor bir açıklama yapıyor, ülkenin batısında bir şehirde. Şöyle diyor hemen hemen: “Bizim buralara o hastalığın mikrobu gelmez. Neden derseniz, “Çünkü o hastalığın mikrobu ve mikropların çoğu Fırat’ın ötesinde kaldı”. Ne yaparsınız? Ne yaparız? Mikropların çoğu, “ötekilerin” oturduğu, yaşadığı, hayatlarını sürdürdüğü yerde kaldı. Bizim buralarda yok o mikroplardan dese ve sonra da eklese: “Irkçılık, kafatasçılık, insanları kimliklerine, din ve inançlarına göre ayıranlara ve kendini başkalarından üstün gören faşist mikroplara karşı halkımızın çok uyanık olması lazım”. Sözler bize şaka gibi gelmez mi? Ülkü Ocakları’nın “Kahrolsun Faşizm” diye çıkartmalar yapıp, her yere astığını hatırlayın. O çıkartmaları gördüğümüzde hissettiğimiz o “afallama” duygusunu hissetmez miyiz biz bu sözleri okuduğumuzda? Sen hem, mikropların belirli bir coğrafyada olduğunu, o coğrafyadan bu coğrafyaya geçmediğini söyleyeceksin. Hem bunu söylerken vurgun, coğrafi olmaktan çok etnik bir vurgu olacak. Hem de sözlerinin sonunda ırkçılıktan şikâyet edeceksin. Bu mümkün mü? Bu olur mu? Bu samimi mi? Gerçeği söylemek gerek ki, o siyasetçinin yemediği laf kalmazdı ve bu çok haklı bir eylem olurdu. Muhalif kesim, her türlü olanağını kullanarak (Yeşil Gazete de tabii ki) bu ayrımcı sözlerin üstüne giderdi. Bunun örneklerini çok yaşadık. Tabii hâkim medya da bu sözlerin üstüne olabildiğince az giderdi, belki birkaç protesto yürüyüşünü o da yürüyüşçüleri “deli” şekline sokarak haber yapardı. Bitti gitti. Bizim o Türk siyasetçi, Fırat’ın doğusunu mikrop yuvası olarak nitelediğiyle kalırdı. Çünkü medyamız da ikiyüzlü.
***
Neden bu ülkede milliyetçilikten en çok şikâyet edenler bile yeri geldiğinde en çok milliyetçilikte kendilerini bulabiliyor? Yıllarca, hâkim milliyetçi kalıplara uymadığı için acı çeken, can veren, kendisini yaşayamayan insanlar, bu durum biraz tersine döndüğü anda hemen ayrımcı ilişkileri yeniden kurmaya başlıyor?
***
Son olarak bir haber, “DTP Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan, domuz gribi ve açılım tartışmalarıyla ilgili dikkat çekici bir konuşma yaptı. Şırnak’a domuz gribinin gelmediğini ifade eden Kaplan, “Çünkü domuz gribi ve mikropların çoğu Ankara ve ötesinde kaldı” dedi. DTP’li Kaplan, Ankara’dan geldiğini ve halk ile kucaklaşarak bayramlaştığını ifade ederek, “Beytüşşebap’a, Uludere’ye güzelim dağlarımıza domuz gribi gelmemiş. Çünkü domuz gribi ve mikropların çoğu Ankara’da ve ötesinde kaldı. Irkçılık, kafatasçılık, insanları kimliklerine, din ve inançlarına göre ayıranlara ve kendini başkalarından üstün gören faşist mikroplara karşı halkımızın çok uyanık olması lazım” dedi.”
***
Bu yazı, çoğu insanın hoşuna gitmeyecek biliyorum. Olsun, benim de her türlü milliyetçilik hoşuma gitmiyor. Ayrımcılık hoşuma gitmiyor. Milliyetçiliklerin birbirini besleyip, insanları düşman etmesi hoşuma gitmiyor. Ha bir de, üzgünüm, bir fark göremiyorum ben milliyetçilikler arasında.