Röportaj

Av. Bahri Belen: “Beşiktaş’ta süren Hrant Dink davası, tetikçilerin davasıdır.”

0
Av. Bahri Belen

Av. Bahri Belen

Hrant Dink cinayeti neredeyse 5. yılını doldurmak üzere. 2 Temmuz 2007’de başlayan ve halen ikisi tutuklu 19 sanığın yargılandığı Hrant Dink davasının 20. duruşması ise geçtiğimiz Pazartesi günü Beşiktaş’ta bulunan İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görüldü. Davada tetikçi Ogün Samast’ın ardından, Yasin Hayal ve Erhan Tuncel’in de  mahkum olmaları beklenirken, cinayetin arkasındaki karanlık güçlerin ve cinayetten haberdar oldukları halde engel olmayan devlet görevlilerinin ortaya çıkarılıp yargılanmamaları kamuoyunu isyan ettiriyor.

Biz de konuyla ilgili son durumu öğrenmek için Hrant’ın ailesinin avukatlarından Bahri Belen’le görüştük. Belen bize davanın geldiği son durumu, savcının mütalaasının detaylarını ve kendi taleplerini anlattı.

İsterseniz son durumla başlayalım. Hrant Dink davasının geçen Pazartesi günü yapılan son duruşmasında savcı mütalaasını verdi ve siz de mahkeme salonunu terk ettiniz. Bunun nedeni neydi?

Duruşmada Hrant’ın ailesinin avukatları olarak biz mahkemeye çok önemli bazı kanıtların henüz toplanmadığını ve bu kanıtlar toplanmadan savcının mütalaa vermemesi gerektiğini söyledik. Mütalaa aşamasına gelindiğinde, yani kanıtlar toplandıktan sonra da önceliğin katılan avukatlar olarak Hrant’ın ailesinin avukatlarına ait olduğunu, kanunun bu konudaki hükmünün çok açık olduğunu söyledik.

Mütalaa verme sırası mı bu?

Evet, mütalaa verme sırasının öncelikle bizde olduğunu, savcının bizden sonra mütalaa vermesi, savcının mütalaasından sonra sanıkların ve sanık müdafilerinin savunma yapmaları gerektiğini ve en sonunda da mahkemenin karar hükmü vermesi gerektiğini açıkladık. Bunun da kanunun çok açık bir hükmü olduğunu söyledik. Buna rağman mahkeme savcıya mütalaa vermesi için söz verdi. O zaman demek ki biz burada yok sayılıyoruz dedik ve kalktık. Bu davada ilk defa böyle bir tutum izlemek zorunda kaldık.

Peki toplanmayan deliller nelerdi?

Bir kere olay mahalline yakın olan Akbank’ın ve Ogün Samast ile yanındaki insanların kaçtığı sokaktaki Saray Halıcılık’ın Mobese kayıtlarındaki görüntülere göre, olaydan önce ve sonra orada bulunan ve bu olayla bağlantısı olduğu

konusunda tereddüt olmayan çok önemli şüphelilerin içinde Osman Hayal’in bulunduğunu iddia ettik. Osman Hayal’in biyometrik resmi ile bu görüntülerin Adli Tıp tarafından karşılaştırılmasını ve görüntülerdeki kişinin o olup olmadığının belirlenmesini

istedik. Çünkü olay yerinde Hrant’ı vuran ve tetiği çeken, yani eylemi doğrudan gerçekleştiren tek kişinin Ogün Samast olmadığına inanıyoruz, zaten kanıtlar da bunu gösteriyor. Bu belirlenmedi.

Oysa Osman Hayal için savcı beraat istedi.

Evet. İkincisi yine olaydan önceki ve hemen sonrasındaki görüntülerde yerlerini ve zaman dilimlerini belirlediğimiz telefon kayıtlarının kimlere ait olduğunun Avea, Turkcell ve Vodafone’dan sorulması istemimiz Türkiye Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı’nca kabul edilmemişti. Bunun üzerine biz mahkemede “bunların itirazını reddedin, itiraz bir üst mahkemeye gönderilir, orası da reddeder, bunun üzerine TİB bunlara cevap vermek zorundadır” dedik

Peki TİB’in sizin bu isteminizi reddetme hakkı var mı?

Mahkemenin talebine karşı itiraz hakkı var. Bunlar çok önemli kanıtlardı ve birkaç da önemli tanığın ifadeleri alınmamıştı. Bunlar tamamlanmadan mahkemenin savcıya mütalaa için dosyayı vermesi ve mütalaada sırayı atlaması bizim duruşmadan çıkmamıza neden oldu. Bu İstanbul’daki ana davayla ilgili son durum. Büyük bir olasılıkla önümüzdeki veya bir sonraki celsede biz de davanın tamamına ilişkin, sanıkların eylemlerinin durumuna ve hukuki bakımdan nasıl bir karar verilemesi gerektiğine ilişkin görüşümüzü bildireceğiz.

 

“Bu dava tetikçilerin davası”

 

Davanın şu anki seyrini nasıl özetleyebilirsiniz?

Beşiktaş’ta görülen bu dava bizim tetikçilerin davası dediğimiz davadır. Davanın Ogün Samast’la ilgili kısmı ayrıldı, çocuk mahkemesinde iki dosya halinde devam etti. Bu iki dosyadan birisi Hrant’ın taammüden, yani tasarlanarak öldürülmesi eylemiydi. Ana davayla ilgili olan diğeri ise silahlı örgütün Hrant ya da benzeri insanları öldürerek amaçladıkları hedefle ilgiliydi. Bu anayasal düzenle ilgili bir suçlamadır. Bu ana davadan ayrılarak Ogün Samast’la ilgili çocuk mahkemesinde devam eden davanın taammüden öldürmeyle ilgili kısmında karar verildi. Bugün de silahlı örgüt davasıyla ilgili kısmı Aralık ayının 16’sına bırakıldı. O da ana davadaki sonucu bekliyor.

Sanırım Hrant Dink’in öldürülmesiyle ilgili bunların dışında süren davalar da var.

Evet, Hrant’ın davasıyla ilgili bunun dışında üç önemli dava süreci daha var. Bunlardan birincisi Trabzon’daki emniyet ve askeri güvenlik güçleriyle veya istihbarat güçleriyle; ikincisi İstanbul’daki emniyet güçleriyle ve üçüncüsü de Samsun’da Ogün Samast’ın yakalanmasından sonra göğsüne bayrak takarak adeta ona ödül ve madalya verilmesi eyleminde güvenlik güçlerinin tutumuyla ilgili. O davayla ilgili bir beraat kararı verildi, temyiz ettik, dosya şimdi Yargıtay’da. Israrlı mücadelemiz sonucunda Trabzon’da iki astsubayla ilgili görevi ihmal nedeniyle dava açıldı. Daha sonra iki astsubayın dışında il jandarma komutanı Ali Öz ve diğer yüzbaşı, binbaşı jandarma görevlileriyle ilgili de dava açılarak birleştirildi. Bu dava yakında sonuçlandı ve bu insanlara görevlerini ihmalden dolayı ceza verildi.

Ne kadar bir ceza?

Çok basit, çok az bir ceza. Bu davaya bakan oradaki mahkeme bunların eylemleri görevi ihmal değil, Türk Ceza Kanunu’nun 83. maddesine göre, yani ihmal ile ölüme sebebiyetten dolayı ciddi bir cezalandırma gerekir diye ısrar edip görevsizlik kararı vermesine rağmen, yapılan itirazlar üzerine Sulh Ceza kendi kararını verdi. Bu kararı temyiz ettik. Asıl önemli olan orada hiçbir polis veya güvenlik görevlisiyle ilgili soruşturma izni verilmemesidir. Soruşturma iznini valiliğin vermesi gerekiyor. Daha sonra Başbakanlık Teftiş Kurulu’nun yaptığı araştırma sonucunda yeniden şikayette bulunduk, ama o zaman Ramazan Akyürek Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanı’ydı ve onunla ilgili soruşturma iznini İçişleri Bakanı verebilirdi. İçişleri Bakanı da Başbakanlık Teftiş Kurulu raporuna rağmen bu izni vermedi. Valilik diğer emniyet görevlileri ile ilgili de soruşturma izni veremedi. Trabzon ayağında hiçbir emniyet mensubuyla ilgili soruşturma açılamadı.

İstanbul ayağına gelince, İstanbul’daki emniyet güçleriyle ilgili şu ana kadar açılmış herhangi bir dava yok. Oysa Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Hrant’ın yazdıkları ve söyledikleriyle ilgili açılan dava dahil olmak üzere, Beşiktaş’ta süren dava ve polis ve jandarmayla ilgili Trabzon ve İstanbul ayağındaki davalarla ilgili ciddi ve etkin bir soruşturma yapılmadığını, dolayısıyla Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin etkin soruşturma hakkının ihlal edildiğini tespit etti. Onlara göre Trabzon’daki emniyet görevlileri de, jandarma görevlileri de, İstanbul’daki emniyet görevlileri de, İstanbul’daki özel yetkili Ağır Ceza Mahkemesi’nde veya tek bir mahkemede yargılanmalıydı. AİHM kararı onların görevlerini çok ağır ihmal ettiklerini ve Hrant’ın öldürülme eyleminden doğrudan sorumlu olduklarını tespit eden bir karardır.

 

“Bu dava Ergenekon çuvalının içine atılıp kaybolmamalı”

 

Peki savcı mütalaasında ne diyor?

Sayın savcının mütalaası Ogün Samast’ın çocuk mahkemesinde ayrılan dosyası dışında, burada bir silahlı örgütün olduğunu tespit eden ve cinayetin bu silahlı örgütün amacı doğrultusunda anayasal düzeni değiştirmeye yönelik bir eylem olduğunu tespit eden, ayrıca Hrant’ın öldürülmesinde Erhan Tuncel’le Yasin Hayal’in doğrudan tasarlama faaliyetiyle ilgili de, iki defa ağırlaştırılmış müebbet hapisle cezalandırılmalarını isteyen bir mütalaadır. Onun dışında bazı sanıklarla ilgili de bu eyleme yardımcı olduklarından dolayı o örgütün yöneticisi değil, üyesi olmaktan dolayı cezalandırılması istemi var. Sayın savcının mütalaasında bu örgütün Ergenekon örgütünün Trabzon ayağı olduğuna ilişkin düşüncesi sadece bir iç düşüncedir. Bununla ilgili bir kanıt göstermemiştir. Kanıt olmadığı için de bu dosyanın Ergenekon davasıyla birleştirilmesini de talep etmemektedir. Kaldı ki böyle bir bağlantı olsa bile Ergenekon davasında Hrant’ın öldürülmesiyle ilgili olan kişilerin bu davada yargılanmaları ve bu davanın başlı başına sürdürülmesi gerekir. Bu davanın Ergenekon çuvalının içine atılıp orada kaybolması söz konusu olmamalıdır.

Yani siz de Ergenekon’la birleştirilmesini istemiyorsunuz.

Hayır, istemiyoruz. Zaten savcılar eski Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 153., yeni kanunun 160. maddesine göre sanıkların aleyhinde ve lehinde olan bütün delilleri toplarlar. Burada Trabzon’dakilerin Ergenekon örgütünün bağlantılı bir hücresi olduğuna ilişkin somut kanıt göstermediklerine göre bu iddia sadece bir iç düşüncedir. Hukuki bakımdan bir değer ifade etmez. Ama savcının tespit ettiği önemli konu şudur: Bunlar bunu silahlı bir örgüt olarak planlamışlar, hazırlamışlar ve Türkiye’deki kişi hak ve özgürlüklerini ortadan kaldıracak bir düzenin gerçekleşmesi amacıyla Hrant’ı öldürmüşlerdir. Bu tespiti doğrudur.

Savcı duruşmada delil toplamak mahkemenin görevi değildir ve pek çok delil toplanmıştır, mahkemenin görevi bu delillerden bir sonuç çıkarmaktır dedi. Delil toplamak kimin görevidir? Ve bu delillerle bugüne getirilmiş bir davada Ergenekon bağlantısı neden şimdi ortaya atılıyor? Bu konu mahkemede daha önce konuşulmuş muydu?

Ergenekon meselesi daha evvel de konuşuldu ve Ergenekon’la bağlantısı olup olmadığı savcılıktan soruldu. Bu konuda somut bir cevap gelmedi. Mahkemece delillerin toplanma yeri olmadığı tezi ise kısmen doğrudur. Mahkeme delilleri araştırıp toplamaz, ama mahkeme mevcut deliller içerisindeki durumu bizzat huzurunda tartışmak zorundadır. Bu görüntüler var. Bu görüntülerle ilgili bizim elimizdeki belgelerle aydınlığa kavuşturulması gereken hususlar var. Bunlar mahkemece tartışılabilir. Mahkemenin görevi toplanan, ortadaki dosyadaki delillerle maddi gerçeği ortaya çıkarmaktır. Biz zaten dosyadaki deliller üzerinden hareket ediyoruz. Savcının söylediği çok teknik bir şey. Temenni edilen daha dava açılmadan kişilerle ilgili bütün delillerin toplanması ve suçsuz insanlarla ilgili haksız yere dava açılmaması, suçluysalar veya suçlulukları konusunda ciddi emareler, kanıtlar varsa dava açılmasıdır. O bunu söylüyor. Bu genel bir ilke, teknik bir tartışma konusudur. Ama mahkemenin bizim söylediğimiz şeyleri tartışmasına, araştırmasına engel bir durum yok.

 

“Tutuklama süresi 10 yıl, mahkemenin endişe etmesine gerek yok”

 

Peki mahkeme neden sizin bu söylediğiniz delillerin tartışılmasından kaçınıyor?

Aslında mahkemenin derdi şu: Bu dava uzadı, kamuoyunda da bu davadan bir şey çıkmıyor diye konuşuluyor. Bir an evvel davayı sonuçlandırmak, bir de Hizbullah davasındaki gibi bunlar tahliye edilmek durumunda kalmasınlar gibi bir düşünce var. Oysa mahkemenin tutukluluk süreleriyle ilgili endişe etmesini gerektirecek bir şey yoktur. Çünkü bunlar hem taammüden adam öldürmeden yargılanıyorlar, hem de silahlı bir örgüt olarak Türkiye’de belli inançtaki kişilerin veya azınlıkların özgürlüklerini sınırlandıracak bir düzen kurmak gibi anayasal düzene yönelik bir amaçları var. Bu çok ciddi bir suç. Hrant’ın tasarlanarak öldürülmesi eylemi ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektiriyor. Ayrıca ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektiren diğer eylemleri var. Bu eylemlerde tutuklama süresi on yıldır.

Ergenekon bağlantısı kuruluyorsa ve bu iki dosya birleştirilmeyecekse Ergenekon davasındaki bazı isimlerin Hrant Dink davasında da yargılanması gerekmiyor mu?

Bu konuda somut bir delil olsa gerekirdi.

Sizin böyle bir talebiniz var mı?

Yok, çünkü doğrudan, çok somut bir şey tespit etmiş değiliz. Falanca X ya da Y kişinin bu eylemle doğrudan bağlantısı var diye bir tespitimiz olsa bunu talep ederiz. Biliyorsunuz Hrant’ın yargılandığı duruşmalardan önceki ve sonraki eylemleriyle ünlü Veli Küçük’ün bu işte parmağının olduğu düşüncesi herkeste yaygın bir kanaattir. Hatta Hrant’ın da bunu söylediği söyleniyor. Ama tabi biz Ergenekon davası kapsamında böyle somut bir kanıt bulmuş değiliz.

Savcının da böyle bir değerlendirmesi yok değil mi?

Savcının kişi, eylem ve olay olarak Ergenekon eylemiyle ilgili bir somutlaması yok. Kaldı ki böyle bir somutlaması olsa bile, şu kişi, şu zamanda, şu yerde, şunu yaptı diye bir somutlaması olsa dahi, bunu ayrıca kanıtlandırması lazım.

Ergenekon soruşturması daha çok ordu içindekilere ve bunların basın ayaklarına yönelik yürütülüyor. Bugün Kemal Göktaş’ın haberine göre 01.11.2006 ile 04.04.2007 tarihleri arasındaki ses kayıtlarının Trabzon Emniyet Müdürlüğü tarafından silindiği söyleniyor. Savcı bu kayıtlar silindiği için Ergenekon bağlantısını kanıtlayamıyorum ben, sadece hissedebiliyorum gibi bir şey söylemişti. Yasin Hayal’in jandarmayla ilişkisi var ve Erhan Tuncel de polis muhbiri. Kayıtlar da polis tarafından silindiğine göre polis içindeki bir Ergenekon’dan bahsedebilir miyiz?

Bunların hepsi spekülasyondur. Olabilir, fakat ceza yargılamasında şüpheden her zaman sanık yararlanır. Ve ceza yargılamasının en az iki bin yıllık deneyimi, İngiltere’deki Bill of Rights denilen temel ilkelerden başlayarak şudur: Suçsuz bir kişi suçlu bulunup mahkum edileceğine dokuz suçlu serbest gezsin. Masumiyet ilkesinin, suçsuz insanların korunmasına yönelik ceza hukukunun temel ilkesinin her yerde geçerli olduğunu düşünüyoruz. Çok açık ve kesin kanıtlandırılmadığı sürece hiç kimseyi cezalandırma imkanımız yoktur. Bu bütün davalar için, Ergenekon davası için de, KCK davası için de, hatta Hrant davasındaki sanıklar için de böyledir. Şüpheden her zaman sanık yararlanır. Maddi gerçek açık seçik ortaya çıkmadıktan sonra kimseyi şu ya da bu eylemle suçlayamazsınız.

Elimizdeki şemada Trabzon-İstanbul ayağında ihmalleri olanlar var.

Bu ihmaller tartışmasız, ama bu polislerin veya askerlerin Ergenekon’la doğrudan bağlantılı olduğunu söylemek imkanı yoktur.

 

“Hükümetin siyasi sorumlululuğu tartışmasızdır”

 

Şu anda ana davada sadece üç tutuklu sanık ve bir de tutuksuz yargılananlar var. Hrant Dink ailesinin avukatları olarak siz bunların dışında kimlerin yargılanmasını istiyorsunuz? Ramazan Akyürek’in, Celalettin Cerrah’ın isimleri geçiyor…

Bunların hepsinin bu davada yargılanması gerekiyor. İstanbul ve Trabzon emniyetlerinin o dönemdeki sorumluları bu davada yargılanmalıydı.

Peki bu sorumluluk zinciri o zamanki İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu’ya ya da İstanbul Valisi Muammer Güler’e kadar gider mi?

Gitmez. Muammer Güler için de bir şey diyemiyorum, ama İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah dahil olmak üzere İstanbul Emniyeti’nin istihbarat dairelerinde ve güvenlik birimlerinde o gün bu olayı bilen kişilerin bu davada yargılanması gerekirdi. Trabzon’da Ramazan Akyürek dahil olmak üzere alt istihbarat birimlerindeki kişilerin bu davada sanık olarak yargılanmaları gerekirdi. 2001 yılında yürürlüğe giren Türk Ceza Kanunu’nun 83. maddesi çok açık ve net bunları sorumlu kılıyor.

Bu noktada Hükümet’in sorumluluğu konusunda ne düşünüyorsunuz?

Hükümetin siyasi sorumluluğu olduğu tartışmasızdır.

Hükümet kuşkusuz yargıya etki edemem diyecektir ama, bu davanın bu şekilde bitmeyip saydığınız isimlerin ihmallerinden dolayı yargılanması için herhalde bir şeyler yapmalı, öyle değil mi?

Anayasa’nın 138. maddesi çerçevesinde aslında Hükümet’in de, Meclisin de yargıya müdahale etmesi düşünülemez. Ama bu soruşturma izinlerinin verilmemesinde Hükümet’in siyasi sorumluluğu vardır.

 

Röportaj: Ümit Şahin – Ayşe Akdeniz (Yeşil Gazete)

 

İsterseniz son durumla başlayalım. Hrant Dink davasının geçen Pazartesi günü yapılan son duruşmasında savcı mütalaasını verdi ve siz de mahkeme salonunu terk ettiniz. Bunun nedeni neydi?

 

Duruşmada Hrant’ın ailesinin avukatları olarak biz mahkemeye çok önemli bazı kanıtların henüz toplanmadığını ve bu kanıtlar toplanmadan savcının mütalaa vermemesi gerektiğini söyledik. Mütalaa aşamasına gelindiğinde, yani kanıtlar toplandıktan sonra da önceliğin katılan avukatlar olarak Hrant’ın ailesinin avukatlarına ait olduğunu, kanunun bu konudaki hükmünün çok açık olduğunu söyledik.

 

Mütalaa verme sırası mı bu?

 

Evet, mütalaa verme sırasının öncelikle bizde olduğunu, savcının bizden sonra mütalaa vermesi, savcının mütalaasından sonra sanıkların ve sanık müdafilerinin savunma yapmaları gerektiğini ve en sonunda da mahkemenin karar hükmü vermesi gerektiğini açıkladık. Bunun da kanunun çok açık bir hükmü olduğunu söyledik. Buna rağman mahkeme savcıya mütalaa vermesi için söz verdi. O zaman demek ki biz burada yok sayılıyoruz dedik ve kalktık. Bu davada ilk defa böyle bir tutum izlemek zorunda kaldık.

 

Peki toplanmayan deliller nelerdi?

Bir kere olay mahalline yakın olan Akbank’ın ve Ogün Samast ile yanındaki insanların kaçtığı sokaktaki Saray Halıcılık’ın Mobese kayıtlarındaki görüntülere göre, olaydan önce ve sonra orada bulunan ve bu olayla bağlantısı olduğu konusunda tereddüt olmayan çok önemli şüphelilerin içinde Osman Hayal’in bulunduğunu iddia ettik. Osman Hayal’in biyometrik resmi ile bu görüntülerin Adli Tıp tarafından karşılaştırılmasını ve görüntülerdeki kişinin o olup olmadığının belirlenmesini istedik. Çünkü olay yerinde Hrant’ı vuran ve tetiği çeken, yani eylemi doğrudan gerçekleştiren tek kişinin Ogün Samast olmadığına inanıyoruz, zaten kanıtlar da bunu gösteriyor. Bu belirlenmedi.

 

Oysa Osman Hayal için savcı beraat istedi.

 

Evet. İkincisi yine olaydan önceki ve hemen sonrasındaki görüntülerde yerlerini ve zaman dilimlerini belirlediğimiz telefon kayıtlarının kimlere ait olduğunun Avea, Turkcell ve Vodafone’dan sorulması istemimiz Türkiye Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı’nca kabul edilmemişti. Bunun üzerine biz mahkemede “bunların itirazını reddedin, itiraz bir üst mahkemeye gönderilir, orası da reddeder, bunun üzerine TİB bunlara cevap vermek zorundadır” dedik

 

Peki TİB’in sizin bu isteminizi reddetme hakkı var mı?

 

Mahkemenin talebine karşı itiraz hakkı var. Bunlar çok önemli kanıtlardı ve birkaç da önemli tanığın ifadeleri alınmamıştı. Bunlar tamamlanmadan mahkemenin savcıya mütalaa için dosyayı vermesi ve mütalaada sırayı atlaması bizim duruşmadan çıkmamıza neden oldu. Bu İstanbul’daki ana davayla ilgili son durum. Büyük bir olasılıkla önümüzdeki veya bir sonraki celsede biz de davanın tamamına ilişkin, sanıkların eylemlerinin durumuna ve hukuki bakımdan nasıl bir karar verilemesi gerektiğine ilişkin görüşümüzü bildireceğiz.

 

Davanın şu anki seyrini nasıl özetleyebilirsiniz?

 

Beşiktaş’ta görülen bu dava bizim tetikçilerin davası dediğimiz davadır. Davanın Ogün Samast’la ilgili kısmı ayrıldı, çocuk mahkemesinde iki dosya halinde devam etti. Bu iki dosyadan birisi Hrant’ın taammüden, yani tasarlanarak öldürülmesi eylemiydi. Ana davayla ilgili olan diğeri ise silahlı örgütün Hrant ya da benzeri insanları öldürerek amaçladıkları hedefle ilgiliydi. Bu anayasal düzenle ilgili bir suçlamadır. Bu ana davadan ayrılarak Ogün Samast’la ilgili çocuk mahkemesinde devam eden davanın taammüden öldürmeyle ilgili kısmında karar verildi. Bugün de silahlı örgüt davasıyla ilgili kısmı Aralık ayının 16’sına bırakıldı. O da ana davadaki sonucu bekliyor.

 

Sanırım Hrant Dink’in öldürülmesiyle ilgili bunların dışında süren davalar da var.

 

Evet, Hrant’ın davasıyla ilgili bunun dışında üç önemli dava süreci daha var. Bunlardan birincisi Trabzon’daki emniyet ve askeri güvenlik güçleriyle veya istihbarat güçleriyle; ikincisi İstanbul’daki emniyet güçleriyle ve üçüncüsü de Samsun’da Ogün Samast’ın yakalanmasından sonra göğsüne bayrak takarak adeta ona ödül ve madalya verilmesi eyleminde güvenlik güçlerinin tutumuyla ilgili. O davayla ilgili bir beraat kararı verildi, temyiz ettik, dosya şimdi Yargıtay’da. Israrlı mücadelemiz sonucunda Trabzon’da iki astsubayla ilgili görevi ihmal nedeniyle dava açıldı. Daha sonra iki astsubayın dışında il jandarma komutanı Ali Öz ve diğer yüzbaşı, binbaşı jandarma görevlileriyle ilgili de dava açılarak birleştirildi. Bu dava yakında sonuçlandı ve bu insanlara görevlerini ihmalden dolayı ceza verildi.

 

Ne kadar bir ceza?

 

Çok basit, çok az bir ceza. Bu davaya bakan oradaki mahkeme bunların eylemleri görevi ihmal değil, Türk Ceza Kanunu’nun 83. maddesine göre, yani ihmal ile ölüme sebebiyetten dolayı ciddi bir cezalandırma gerekir diye ısrar edip görevsizlik kararı vermesine rağmen, yapılan itirazlar üzerine Sulh Ceza kendi kararını verdi. Bu kararı temyiz ettik. Asıl önemli olan orada hiçbir polis veya güvenlik görevlisiyle ilgili soruşturma izni verilmemesidir. Soruşturma iznini valiliğin vermesi gerekiyor. Daha sonra Başbakanlık Teftiş Kurulu’nun yaptığı araştırma sonucunda yeniden şikayette bulunduk, ama o zaman Ramazan Akyürek Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanı’ydı ve onunla ilgili soruşturma iznini İçişleri Bakanı verebilirdi. İçişleri Bakanı da Başbakanlık Teftiş Kurulu raporuna rağmen bu izni vermedi. Valilik diğer emniyet görevlileri ile ilgili de soruşturma izni veremedi. Trabzon ayağında hiçbir emniyet mensubuyla ilgili soruşturma açılamadı.

 

İstanbul ayağına gelince, İstanbul’daki emniyet güçleriyle ilgili şu ana kadar açılmış herhangi bir dava yok. Oysa Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Hrant’ın yazdıkları ve söyledikleriyle ilgili açılan dava dahil olmak üzere, Beşiktaş’ta süren dava ve polis ve jandarmayla ilgili Trabzon ve İstanbul ayağındaki davalarla ilgili ciddi ve etkin bir soruşturma yapılmadığını, dolayısıyla Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin etkin soruşturma hakkının ihlal edildiğini tespit etti. Onlara göre Trabzon’daki emniyet görevlileri de, jandarma görevlileri de, İstanbul’daki emniyet görevlileri de, İstanbul’daki özel yetkili Ağır Ceza Mahkemesi’nde veya tek bir mahkemede yargılanmalıydı. AİHM kararı onların görevlerini çok ağır ihmal ettiklerini ve Hrant’ın öldürülme eyleminden doğrudan sorumlu olduklarını tespit eden bir karardır.

 

Peki savcı mütalaasında ne diyor?

 

Sayın savcının mütalaası Ogün Samast’ın çocuk mahkemesinde ayrılan dosyası dışında, burada bir silahlı örgütün olduğunu tespit eden ve cinayetin bu silahlı örgütün amacı doğrultusunda anayasal düzeni değiştirmeye yönelik bir eylem olduğunu tespit eden, ayrıca Hrant’ın öldürülmesinde Erhan Tuncel’le Yasin Hayal’in doğrudan tasarlama faaliyetiyle ilgili de, iki defa ağırlaştırılmış müebbet hapisle cezalandırılmalarını isteyen bir mütalaadır. Onun dışında bazı sanıklarla ilgili de bu eyleme yardımcı olduklarından dolayı o örgütün yöneticisi değil, üyesi olmaktan dolayı cezalandırılması istemi var. Sayın savcının mütalaasında bu örgütün Ergenekon örgütünün Trabzon ayağı olduğuna ilişkin düşüncesi sadece bir iç düşüncedir. Bununla ilgili bir kanıt göstermemiştir. Kanıt olmadığı için de bu dosyanın Ergenekon davasıyla birleştirilmesini de talep etmemektedir. Kaldı ki böyle bir bağlantı olsa bile Ergenekon davasında Hrant’ın öldürülmesiyle ilgili olan kişilerin bu davada yargılanmaları ve bu davanın başlı başına sürdürülmesi gerekir. Bu davanın Ergenekon çuvalının içine atılıp orada kaybolması söz konusu olmamalıdır.

 

Yani siz de Ergenekon’la birleştirilmesini istemiyorsunuz.

 

Hayır, istemiyoruz. Zaten savcılar eski Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 153., yeni kanunun 160. maddesine göre sanıkların aleyhinde ve lehinde olan bütün delilleri toplarlar. Burada Trabzon’dakilerin Ergenekon örgütünün bağlantılı bir hücresi olduğuna ilişkin somut kanıt göstermediklerine göre bu iddia sadece bir iç düşüncedir. Hukuki bakımdan bir değer ifade etmez. Ama savcının tespit ettiği önemli konu şudur: Bunlar bunu silahlı bir örgüt olarak planlamışlar, hazırlamışlar ve Türkiye’deki kişi hak ve özgürlüklerini ortadan kaldıracak bir düzenin gerçekleşmesi amacıyla Hrant’ı öldürmüşlerdir. Bu tespiti doğrudur.

 

Savcı duruşmada delil toplamak mahkemenin görevi değildir ve pek çok delil toplanmıştır, mahkemenin görevi bu delillerden bir sonuç çıkarmaktır dedi. Delil toplamak kimin görevidir? Ve bu delillerle bugüne getirilmiş bir davada Ergenekon bağlantısı neden şimdi ortaya atılıyor? Bu konu mahkemede daha önce konuşulmuş muydu?

 

Ergenekon meselesi daha evvel de konuşuldu ve Ergenekon’la bağlantısı olup olmadığı savcılıktan soruldu. Bu konuda somut bir cevap gelmedi. Mahkemece delillerin toplanma yeri olmadığı tezi ise kısmen doğrudur. Mahkeme delilleri araştırıp toplamaz, ama mahkeme mevcut deliller içerisindeki durumu bizzat huzurunda tartışmak zorundadır. Bu görüntüler var. Bu görüntülerle ilgili bizim elimizdeki belgelerle aydınlığa kavuşturulması gereken hususlar var. Bunlar mahkemece tartışılabilir. Mahkemenin görevi toplanan, ortadaki dosyadaki delillerle maddi gerçeği ortaya çıkarmaktır. Biz zaten dosyadaki deliller üzerinden hareket ediyoruz. Savcının söylediği çok teknik bir şey. Temenni edilen daha dava açılmadan kişilerle ilgili bütün delillerin toplanması ve suçsuz insanlarla ilgili haksız yere dava açılmaması, suçluysalar veya suçlulukları konusunda ciddi emareler, kanıtlar varsa dava açılmasıdır. O bunu söylüyor. Bu genel bir ilke, teknik bir tartışma konusudur. Ama mahkemenin bizim söylediğimiz şeyleri tartışmasına, araştırmasına engel bir durum yok.

 

Peki mahkeme neden sizin bu söylediğiniz delillerin tartışılmasından kaçınıyor?

 

Aslında mahkemenin derdi şu: Bu dava uzadı, kamuoyunda da bu davadan bir şey çıkmıyor diye konuşuluyor. Bir an evvel davayı sonuçlandırmak, bir de Hizbullah davasındaki gibi bunlar tahliye edilmek durumunda kalmasınlar gibi bir düşünce var. Oysa mahkemenin tutukluluk süreleriyle ilgili endişe etmesini gerektirecek bir şey yoktur. Çünkü bunlar hem taammüden adam öldürmeden yargılanıyorlar, hem de silahlı bir örgüt olarak Türkiye’de belli inançtaki kişilerin veya azınlıkların özgürlüklerini sınırlandıracak bir düzen kurmak gibi anayasal düzene yönelik bir amaçları var. Bu çok ciddi bir suç. Hrant’ın tasarlanarak öldürülmesi eylemi ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektiriyor. Ayrıca ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektiren diğer eylemleri var. Bu eylemlerde tutuklama süresi on yıldır.

 

Ergenekon bağlantısı kuruluyorsa ve bu iki dosya birleştirilmeyecekse Ergenekon davasındaki bazı isimlerin Hrant Dink davasında da yargılanması gerekmiyor mu?

 

Bu konuda somut bir delil olsa gerekirdi.

 

Sizin böyle bir talebiniz var mı?

 

Yok, çünkü doğrudan, çok somut bir şey tespit etmiş değiliz. Falanca X ya da Y kişinin bu eylemle doğrudan bağlantısı var diye bir tespitimiz olsa bunu talep ederiz. Biliyorsunuz Hrant’ın yargılandığı duruşmalardan önceki ve sonraki eylemleriyle ünlü Veli Küçük’ün bu işte parmağının olduğu düşüncesi herkeste yaygın bir kanaattir. Hatta Hrant’ın da bunu söylediği söyleniyor. Ama tabi biz Ergenekon davası kapsamında böyle somut bir kanıt bulmuş değiliz.

 

Savcının da böyle bir değerlendirmesi yok değil mi?

 

Savcının kişi, eylem ve olay olarak Ergenekon eylemiyle ilgili bir somutlaması yok. Kaldı ki böyle bir somutlaması olsa bile, şu kişi, şu zamanda, şu yerde, şunu yaptı diye bir somutlaması olsa dahi, bunu ayrıca kanıtlandırması lazım.

 

Ergenekon soruşturması daha çok ordu içindekilere ve bunların basın ayaklarına yönelik yürütülüyor. Bugün Kemal Göktaş’ın haberine göre 01.11.2006 ile 04.04.2007 tarihleri arasındaki ses kayıtlarının Trabzon Emniyet Müdürlüğü tarafından silindiği söyleniyor. Savcı bu kayıtlar silindiği için Ergenekon bağlantısını kanıtlayamıyorum ben, sadece hissedebiliyorum gibi bir şey söylemişti. Yasin Hayal’in jandarmayla ilişkisi var ve Erhan Tuncel de polis muhbiri. Kayıtlar da polis tarafından silindiğine göre polis içindeki bir Ergenekon’dan bahsedebilir miyiz?

 

Bunların hepsi spekülasyondur. Olabilir, fakat ceza yargılamasında şüpheden her zaman sanık yararlanır. Ve ceza yargılamasının en az iki bin yıllık deneyimi, İngiltere’deki Bill of Rights denilen temel ilkelerden başlayarak şudur: Suçsuz bir kişi suçlu bulunup mahkum edileceğine dokuz suçlu serbest gezsin. Masumiyet ilkesinin, suçsuz insanların korunmasına yönelik ceza hukukunun temel ilkesinin her yerde geçerli olduğunu düşünüyoruz. Çok açık ve kesin kanıtlandırılmadığı sürece hiç kimseyi cezalandırma imkanımız yoktur. Bu bütün davalar için, Ergenekon davası için de, KCK davası için de, hatta Hrant davasındaki sanıklar için de böyledir. Şüpheden her zaman sanık yararlanır. Maddi gerçek açık seçik ortaya çıkmadıktan sonra kimseyi şu ya da bu eylemle suçlayamazsınız.

 

Elimizdeki şemada Trabzon-İstanbul ayağında ihmalleri olanlar var.

 

Bu ihmaller tartışmasız, ama bu polislerin veya askerlerin Ergenekon’la doğrudan bağlantılı olduğunu söylemek imkanı yoktur.

 

Şu anda ana davada sadece üç tutuklu sanık ve bir de tutuksuz yargılananlar var. Hrant Dink ailesinin avukatları olarak siz bunların dışında kimlerin yargılanmasını istiyorsunuz? Ramazan Akyürek’in, Celalettin Cerrah’ın isimleri geçiyor…

 

Bunların hepsinin bu davada yargılanması gerekiyor. İstanbul ve Trabzon emniyetlerinin o dönemdeki sorumluları bu davada yargılanmalıydı.

 

Peki bu sorumluluk zinciri o zamanki İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu’ya ya da İstanbul Valisi Muammer Güler’e kadar gider mi?

 

Gitmez. Muammer Güler için de bir şey diyemiyorum, ama İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah dahil olmak üzere İstanbul Emniyeti’nin istihbarat dairelerinde ve güvenlik birimlerinde o gün bu olayı bilen kişilerin bu davada yargılanması gerekirdi. Trabzon’da Ramazan Akyürek dahil olmak üzere alt istihbarat birimlerindeki kişilerin bu davada sanık olarak yargılanmaları gerekirdi. 2001 yılında yürürlüğe giren Türk Ceza Kanunu’nun 83. maddesi çok açık ve net bunları sorumlu kılıyor.

 

Bu noktada Hükümet’in sorumluluğu konusunda ne düşünüyorsunuz?

 

Hükümetin siyasi sorumluluğu olduğu tartışmasızdır.

 

Hükümet kuşkusuz yargıya etki edemem diyecektir ama, bu davanın bu şekilde bitmeyip saydığınız isimlerin ihmallerinden dolayı yargılanması için herhalde bir şeyler yapmalı, öyle değil mi?

 

Anayasa’nın 138. maddesi çerçevesinde aslında Hükümet’in de, Meclisin de yargıya müdahale etmesi düşünülemez. Ama bu soruşturma izinlerinin verilmemesinde Hükümet’in siyasi sorumluluğu vardır.

More in Röportaj

You may also like

Comments

Comments are closed.