Hafta SonuManşetYazarlar

[2023’ün ardından] Altıncı yok oluşu bilim ve akıl mı, içgüdü mü durdurur?

0
6. Büyük Yok Oluş

Umut, yaşadığımız dönemi ve koşulları gerçekte olduğundan daha güzelmiş gibi göstermekle yaratılamaz. Aksine, tehlikelere ve en kötü olasılıklara dikkat çekerek, insanın hareke geçmesine, mücadele etmesine çağrı yapılarak yaratılır. (Zülfü Livaneli)

*

Jeolog (jeofizikçi) ve paleontologlara (taşıl/fosil bilimcilere) göre 4,57 milyar yaşındaki dünyamızda bugüne kadar “Beş büyük kitlesel yok oluş” yaşandı

Bunlardan ilki birbirlerinden yüzbinlerce yıl arayla iki büyük zirve halinde, günümüzden yaklaşık 450-440 milyon yıl önce gerçekleşen Ordovisiyen-Silüriyen (ya da Geç Ordovisiyen) yok oluştu. Nedeni küresel soğuma ve yoğun buzullaşmaydı. Bu dönemde yaşamın büyük kısmı denizlerde olduğundan, bu yokoluş, tüm familyaların %27’sini, deniz canlısı cinslerinin %49-60’ını ve deniz canlısı türlerinin yaklaşık %85’ini ortadan kaldırdı ve bu, nesli tükenen cinslerin yüzdesi açısından bilinen en büyük ikinci yok oluş olarak kabul ediliyor. 

İkinci büyük yok oluş ise, 375 ila 355 milyon yıl önce gerçekleştiği düşünülen Geç Devoniyen yok oluş. Nedeninin deniz seviyelerinin bu dönemde sürekli olarak değişmesi; bunu tetikleyen sebebin ise, kara bitkilerinin bu dönemde karaların tamamını işgal etmeye başlaması ve atmosferdeki karbondioksitin büyük bir kısmını emmeleri olduğu açıklanıyor. Karbondioksit düzeyindeki bu hızlı düşüş, küresel soğumaya sebep oldu. Bu yok oluşta o dönemde var olan familyaların %19’u, tüm cinslerin %50’si, yani dönemdeki tüm türlerin %75’i yok oldu. Bu yok oluş neredeyse 20 milyon yıl sürdü ve aralıklı atımlar halinde gerçekleşti

Üçüncü ve nesli tükenen cinslerin yüzdesi açısından Dünya üzerindeki en büyük yok oluş olayı günümüzden 252 milyon yıl önce gerçekleşen Permiyen-Triyas yok oluşudur. Nedeninin büyük ölçüde yanardağlardan çıkan kükürt dioksit gazının yol açtığı asit yağmurlarının besin zincirini çökertmesi olduğu biliniyor. Ayrıca, lavların yeraltı kömür yataklarına sızıp ateşlemesi sonucu çıkan zehirli gazların da yok oluşta etken olduğu düşünülüyor. Bu yok oluşta, deniz canlıları familyalarının %53’ü, deniz cinslerinin %84’ü, denizlerdeki ve karalardaki tüm türlerin yüzde 96’sının yok olduğu belirlendi.  

Dördüncü büyük yok oluş, günümüzden yaklaşık 200 milyon yıl önceki Triyas-Jurasik yok oluşu olarak tanımlanıyor. Büyük volkanik patlamalar sonucunda oluşan bu yok oluşta, tüm familyaların yaklaşık %23’ü, tüm cinslerin %48’i (denizel familyaların %20’si ve denizel cinslerin %55’i) ve tüm türlerin %70 ila %75’i yok oldu.

Beşinci ve son büyük yok oluş, 65 ya da 66 milyon yıl önce olan Kretase-Paleojen (K-T) yok oluşudur. Bir asteroitin (ya da yaklaşık 10 kilometre çapındaki bolid tipi bir meteorun) dünyaya çarpması ile açıklanan bu yok oluşta yeryüzündeki tüm familyaların yaklaşık %17’si, tüm cinslerin %50’si ve tüm türlerin %75’i (kimi kaynaklarda %90’ı) yok oldu. Türlerin yarısı, bu arada kuşlar dışında dinozorların tümü ortadan kalkarak, meydanı bu kez memelilere bıraktı.

Yok oluşlardan sonra yaşamın geri gelmesinin görece çok hızlı olduğu biliniyor. Örneğin memelilerin %90’ı asteroit tarafından yok edildi; fakat canlı dünyası 300 bin yıl içinde toparlanarak; atlara, balinalara, yarasalara ve bizim primat atalarımıza evrimleşti. Kuşlar ve balıklar da benzer hızla toparlanarak yayıldı. Birçok organizma (yılanlar, ton balıkları ve kılıç balıkları, kelebekler ve karıncalar, çimenler, orkideler ve papatyalar) bu zamanlarda evrimleşti veya farklılaştı.

Permiyen-Triyas yok oluşu, memeli benzeri türlerini çok kötü etkilese de; bunun sonrasında sürüngenler yayılma fırsatı buldu. Triyas-Jurasik yok oluşta sürüngenler etkilenirken, hayatta kalan dinozorlar gezegene yayıldı ve farklılaştı. Bir kitlesel yok oluş dinozorların sonunu getirmiş olsa da, önceki yok oluş olmasa dinazorlar evrimleşemeyeceklerdi.

Altıncı yok oluşun sebebi ‘insan’ olacak

Anlaşılan, eğer son (beşinci) yok oluşta olduğu gibi dünyaya yeni bir asteroid vb. çarpmazsa; yok oluş öyle 100-200 yılda ya da birkaç günde gerçekleşmiyor. Bu kadar büyük ölçekli bir yok oluşun gerçekleşmesi için genelde on milyonlarca (yüzbinlerce) yıl süren küresel ve çok büyük bir veya üste üste birçok çevre felaketinin meydana gelmesi gerekiyor. Bu felaket o kadar şiddetli ve o kadar hızlı yaşanıyor ki, türler evrimleşemiyor ve çok sayıda tür, hatta bazen bütün familya, dünya üzerinde aynı anda ve hızla ortadan kayboluyor. 

Yani Altıncı Büyük yok oluşa daha çok var, ama bizim yeni yıl yazımız yaşam süremizle sınırlı küçük, minik yok oluşlarla ve gelecekte Altıncı Büyük yok oluşu durdurmakla ilgili. Zira ilk beş büyük yok oluşun aksine altıncı yok oluşun nedeni, canlı olmayan çevresel doğa olayları değil, başta insan olmak üzere canlı çevrelerin etkileşimi sonucu olacak.

Bilinen en eski Homo türü (Homo habilis) (yetenekli insan), 2.4-2.3 milyon yıl; Homo sapiens (bilge insan), 300 000 – 350 000 yıl önce ortaya çıktığına göre yok oluş birkaç insan kuşağının değil bütün insan türlerinin ortaya çıkış (evrim) süresinden çok çok uzun bir süre gerektiriyor. O halde daha önce kendi kendimizi yok etmezsek, Homo Sapiens’ler olarak ‘titreyip kendimize gelmemiz’ için epey zamanımız var.

En temel ulusal yok oluş nedenimiz Adnan Menderes (Demokrat Parti) döneminde Türkiye’nin Marshall Planı zokasını yutması ve soğuk savaş yıllarına denk gelen aynı yıllarda oluşturulan ABD’ni soğuk savaş politikasının oluşturduğu komünizm düşmanlığıdır.

İklim kriziyle yaban hayvanları kentleri terk ediyor: Dünyamız bir yok oluş krizi yaşıyor
Küresel ısınma, deniz ekosisteminde son 250 milyon yılın en büyük yok oluşuna sebep olabilir: Çare 1.5 derece

Bizim ‘minik’ yok oluşlarımız

Uzmanı olduğum halk sağlığında hastalıkların temel, ara ve son nedenleri bulunur. Bazen ara neden olmayabilir. Kanımca, ulusal ve bağlı olarak bireysel yok oluşumuzun da temel ve ara nedenleri olacaktır. 

Uzun uzun yazmanın anlamı yok, en temel ulusal yok oluş nedenimiz Adnan Menderes (Demokrat Parti) döneminde Türkiye’nin Marshall Planı zokasını yutması ve soğuk savaş yıllarına denk gelen aynı yıllarda oluşturulan ABD’nin soğuk savaş politikasının oluşturduğu komünizm düşmanlığıdır.

Bu düşmanlık Kürt İsyanlarından sonra ulusu ilk bölme girişimiydi. Bu dönem, emir komuta zinciri ve ABD onayı dışında yapılan ve getirdiği 1961 Anayasası ile önemli demokratik kazançlara yol açan 27 Mayıs Askeri Darbesi ile yaklaşık 21 yıl kesintiye uğratıldı. Bu ulusal rahatlama, emir-komuta zinciri (ve ABD onayı) ile yapılan 12 Eylül 1980 Darbesi’nin demokratik toplum katkısını dışlayarak yaptığı 1982 Anayasasına kadar sürdü. Dolayısıyla 12 Eylül’ü de, Marshall Planı kadar temel neden ya da temel nedenin devam eden alevlenmelerinden biri sayabiliriz. Bu darbe ile Marshall Planı ve komünist düşmanlığına Türk-İslam sentezi eklenerek hedef büyütülmüş oldu. Huzurlu Türkiye ormanına artık Amerika aslanı yerleşmiş ve yerli türleri yavaş yavaş yok etmeye, Araplaştırmaya başlamıştı.

2000’lerde yükselen yok oluş

Ulusal yok oluşumuza giden ara nedenler ise Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın milletvekili seçilmesi ve AKP’nin iktidara gelmesiyle (2002) ile başlayan ve parlamenter sistemi değiştirerek kuvvetler ayrılığı ilkesini kaldıran ve bugünkü hukukun üstünlüğünü ve yargının bağımsızlığını temelinden bozan değişikliklere yol açan 2007, 2010 ve 2017 anayasa değişiklikleri sayılabilir.

Ara nedenlerden en önemlisi olan Büyük Orta Doğu Projesi eş başkanlığı, Türkiye Cumhuriyeti demek olan Türkiye Ormanının yok oluşunu hedefleyen Marshall Planı’ndan daha büyük bir hamle idi. Bu hamleye özellikle 2010 anayasa değişikliği için yapılan halkoylamasına “Yetmez ama evet” diyerek içinde Yeşillerin de olduğu bir bölüm sosyalistler de destek verdiler.

Neden muhalifler birleşemedi ve kazanamadılar?

Yukarıda söz ettiğim anayasal değişikliklerin sonuncunda ülkenin baskıcı tek adam yönetimine evrileceği besbelli iken siyasal ve toplumsal muhalefetin hataları (sarı sendikaların patlaması, Türkiye Barolar Birliği Başkanı Feyzioğlu’nun büyük U dönüşü, ana muhalefet partisinin son üç Cumhurbaşkanı adayında (seçmenine rağmen) hatalı davranması, ana muhalefet partisinin (seçmenine rağmen) altılı masada dinci ve eski AKP’lilerin kurduğu Türkiye ormanını savunmayan (Saadet ve DEVA partileri hariç) dinci partiler ile işbirliği yapması; ana muhalefetin milletvekili adaylıklarında kendini kullandırması, İşçi Partisi ve Türkiye Komünist Partisi (TKP) ve Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi’nin (HEDEP-DEM) ve İYİ Parti’nin birçok bölgede seçime kendi milletvekili adayları ile girmesi; sine-i millet çözümünün hiç tartışılmaması vb.) Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimlerinde AKP ve ortağı MHP’nin zaferine yol açtı. Üstelik Covid-19 pandemisi, Kahramanmaraş Depremleri ve bunca hayat pahalılığına rağmen.

Peki, neden muhalifler birleşemedi ve kazanamadılar? Öncelikle eğitimsiz bir toplumda din temelli siyasete karşı laik siyasetin başarı kazanmasının pek mümkün olmadığını belirtmeliyim.

25 yaş ve üzeri nüfusun aldığı ortalama eğitim süresi 2011 yılında 7,3 yıl iken, 2022 yılında %26 artış göstererek 9,2 yıl oldu. Ortalama eğitim süresi 2022 yılı için kadınlarda 8,5 yıl, erkeklerde 10,0 yıl olarak gerçekleşti. Din (ve dinsel inanç) gelecekten umudu olmayan yoksullar başta olmak üzere toplumdaki herkesin bir gereksinimi. Bunlar ekolojik-sosyolojik nedenler.

“Dış güçler, bölücü terör örgütü vb. böyle istiyor” kalıbını “Onlar her zaman vardı” diye geçelim. Bunun dışındaki nedenleri muhalefetin beceriksizliği ile açıklıyorum. Evet, muhalefet ve iktidar eşit koşullarda yarışmadılar, ama seçimler öncesinde ana muhalefet partisi yönetim kadrolarını AKP kadar gençleştirdiğini kim ileri sürebilir?

Türkiye’de özellikle Cumhur ittifakı diye bilinen iktidar kanadının karşısındaki (seçimlerde oy kullanmayan ve geçersiz oy kullananlar yaklaşık 9,35 milyon seçmen (%15,39) dahil) parlamento dışı ve içi muhalefette algı bozukluğu, duygusal zeka kıtlığı ve en çok da gençlikten kopukluk bu sonucu doğurdu. Fikret Başkaya’nın “Paradigmanın İflası” kitabının önsözünde de belirttiği gibi, bu ülkenin sosyalist ve sosyal demokratları köktendincileri aratmayacak kadar tutucu ve bencil olduğu ortaya bir kere daha çıktı.

İklim aktivisti Samra Samer: Küresel yok oluş, felaket senaryosu değil, bilimsel gerçek
Altıncı kitlesel yok oluşun nasıl ilerlediğini görmek isteyenler; Marmara’ya bakmanız yeterli – Pelin Cengiz

Yok oluşa nasıl direneceğiz?

Eğer Türkiye ormanındaki birer canlı olarak biz insanlar da doğanın, ekolojik dengenin birer parçası isek, yaptıklarımız da doğal ve ekolojik sayılmalı. Başta belirttiğim gibi, değişim çok hızlı olunca türler evrimleşemezler ve yok olurlar. Yani değişime içgüdüsel (kalıtsal) cevapları gelişemez ve artık ekolojinin denge kuralı (ceylanlar azalınca bir yıl sonra aslanlar da azalır; aslanlar azalınca bir yıl sonra ceylanlar tekrar çoğalır vb. örneğindeki orman kanunu) burada işleyemez ve ulusun (ormandaki yaşam-devlet) eski dengesi yeni dengelere evrilir. 

Bu durumda elimizde sadece bilimin ve ekolojinin akıl yolu ile bu (minik) yok oluşa direnmek kalıyor. Bu direnişin koşulu ise dünyada ve ülkemizde yeterli (kritik) kütleye (kitleye) ulaşmak, ama bireyin aklı her zaman doğruyu yaptırmaz; onu eğitmek gerekir. Onun da yolu, emperyalist yabancı aslanların ve onların yerli işbirlikçilerinin (sırtlanlar, akbabalar vb.) biçimlendirdiği okul eğitimi dışında kendini eğitmek ve okul eğitimini, yaşamınızı vb. sorgulamaktır. 

Yer (kentsel-kırsal yaşanılan ülke ve coğrafi bölge), zaman (şimdi ve yakın-orta-uzun gelecekte yani hemen-birkaç yıl ve 10-20 yıl), kişi (cinsiyet, yaş vb.) özelliklerine göre göreceli olmakla birlikte yeni yılda Türk EYÇ’lerine (ekolojik-yeşil-çevrecilere) öğütlerimden bazıları şunlardır:

  • Yatmadan önce üç kulhuvallah, bir elham okur gibi, çevreciler: üç “Çevre ve Ekoloji”, bir “Sessiz Bahar”; yeşiller: üç “Yeşiller Partisinin Olmayan Tarihi”, bir “Yeşil Politika” ve ekolojistler üç “Özgürlüğün Ekolojisi”, bir “B’nin Hikayesi”’ni okusun. (Burası şaka idi, ama her şakada bir gerçek yok mu?)
  • Bu ve diğer kitapları alacak para mı var dediğinizi duyar gibiyim: günümüzde kitap okumak için halk kütüphanelerini ve kargo ücretlerinden kurtulmak için şehrinizdeki sahafları kullanın. Eğer elektronik ortamda kitap okuyabiliyorsanız da E-kitaplar basılı kitaplardan çok daha ucuz ve kargo ücreti yok.
  • Deprem fay (kırık) hatlarından uzak durun.
  • Kahramanmaraş depremlerinde Osmaniye’deki tek katlı ve bütün pencere parmaklıkları ve kapıları demirden olan evinden, tesadüfen bir duvarının yıkılması sayesinden çıkabilen biri olarak, fay hattındaki bir yerleşim yerinde oturuyorsanız, deprem olduğunda araba anahtarlarınızı ve mevsim soğuksa sizi ve ailenizi sıcak tutacak paltolarınızı, o telaşede almayı unutmayın ve kapınızın kenarında sürekli bir büyük çekiç bulundurun. Zira, şansınız var da eviniz tam yıkılmamış olsa bile evinizin ya da apartmanın kapısı sıkışabilir ve evden dışarıya çıkamaz, artçı depremlerin ve kurtarma takımlarının insafına kalırsınız.
  • İnsan yaşadığı evden ve kentten korkar mı? Güvenlik; toplum yaşamında yasal düzenin aksamadan yürütülmesi, kişilerin korkusuzca yaşayabilmesi demek. Wikipedi ve başka kaynaklarda güvenlik çeşitleri içinde ‘yaşanılan eve karşı duyulan güvenlik’ başlığını görmedim. Wikipedi’nin Ev güvenliği başlığında: “hem bir mülke yerleştirilen güvenlik alarmı,  hem de bireylerin kişisel güvenlik uygulamalarını içerir” yazıyor. Kaynaklarda ve TÜİK Yaşam Memnuniyeti Araştırması’nın alt başlıklarında da yaşanılan evin deprem güvenliğine yönelik güvenlik sorusu yok. 

Sağlıklı kent nasıl olur?

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) veya benzeri bir örgütün nüfusu 600 binden daha kalabalık şehirlerin güvenlik sorunları olacağını söylediğini hatırlıyorum. DSÖ’nün güvenliğe bakışı daha bütüncü ve sağlığın “Sadece bedenen değil soyal ve ruhsal yönden tam iyilik hali” tanımıyla ve on bir başlık altında sıraladığı aşağıdaki “sağlıklı kent nitelikleri” ile uyumludur:

  • Yüksek kaliteli temiz ve güvenilir bir fiziksel çevre (iyi kaliteli konutlar dahil), 
  • Bugün dahi dengeli olan ve uzun erimde sürdürülebilecek doğal dengeleri koruyan ve sürdüren istikrarlı bir ekoloji sistemi,
  • Güçlü, karşılıklı destekleyici dayanışma içinde olan ve istismarcı olmayan bir toplum, 
  • Halkın kendi yaşamlarını, sağlığını ve refahını etkileyen kararlara katılım ve bu kararların denetimi, 
  • Temel ihtiyaçların (besin, su, barınma, gelir, güvenlik ve iş) tüm kentliler için sağlanması, 
  • Farklı iletişim, etkileşim ve iletim yollarının sağlanması ve farklı kaynaklara ve deneyimlere ulaşılabilirlik, 
  • Çeşitli, kapsamlı, canlı ve yenilikçi bir kent ekonomisi, 
  • Geçmişle, tarihsel ve biyolojik miras ile ve diğer grup ve bireyler ile bağlantının güçlendirilmesi, 
  • Yukarıda sözü edilen özelliklerle uyumlu olanları geliştiren bir tutum, 
  • En elverişli, en iyi ve en uygun düzeyde halk sağlığı ve herkesin ulaşabileceği sağlık hizmetleri, 
  • Sağlıklılığın en yüksek, hastalıklılığın en düşük düzeyde olduğu yüksek bir sağlık düzeyi.

En önemli ve büyük güvensizliğin evinize karşı duyacağınız güvensizlik olduğunu unutmayın. Bu yüzden de fay hatları üzerinde olmayan, 1999 Marmara depreminden sonra yapılmış binalarda oturun; miras yoluyla size kalsa da 1992 Erzincan Depremi öncesi yapılmış eski evlere güvenmeyin. Ben evimi 92’den sonra kendim (müteahhit olmadan) yaptırmıştım; ayakta kaldı, ama bütün kolonları patladığı için ağır hasar nedeniyle zorunlu yıktırıldı.

  • Evlenmeyin diyemem (evlilik gelecekteki bütün karar alma özgürlüklerinizi kısıtlar), ama çocuk yapmayın diyebilirim; zira kendilerini bekleyen çevre sorunları, bulaşıcı hastalıklar, savaşlar, doğal afet ve kazalar nedeniyle onların (yeni doğan ve hatta 20 yaş altı nüfusun) geleceğinin pek parlak olmadığını algılamak ve kabullenmek gerekir;
  • Belediyelerden ucuz arsa talep edin ve ekoköyleri yapı kooperatifi köylerde değil kentlere yakın kurun (köylerde toplumsal uyuşmazlık çıkabiliyor);
  • Araba sevdasından ve diğer kapitalist tüketim biçimlerinden (kahve çılgınlığı gibi) vazgeçin. Yerli malları ve yerli içki ve yemekleri yeğleyin.
Yok oluş

Fotoğraf: NASA/JPL-Caltech

Cümlelerimi, 1990 da Voyager-1 uzay aracı tarafından rekor uzaklıktan (6 milyar km) uzaktan çekilen dünyanın nokta gibi görülen ‘Soluk Mavi Nokta’ başlıklı fotoğrafını görünce Amerikalı gökbilimci ve astrobiyolog-yazar Carl Sagan’ın yazdığı şu destansı sözler ile bitiriyorum:

Şu noktaya tekrar bakın. Orası evimiz. O biziz. Sevdiğiniz ve tanıdığınız, adını duyduğunuz, yaşayan ve ölmüş olan herkes onun üzerinde bulunuyor. Tüm neşemizin ve kederimizin toplamı, binlerce birbirini yalanlayan din, ideoloji ve iktisat öğretisi; insanlık tarihi boyunca yaşayan her avcı ve toplayıcı, her kahraman ve korkak, her medeniyet kurucusu ve yıkıcısı, her kral ve çiftçi, her aşık çift, her anne ve baba, umut dolu çocuk, mucit, kâşif, ahlak hocası, yoz siyasetçi, her süperstar, her ‘yüce önder’, her aziz ve günahkâr onun üzerinde – bir günışığı huzmesinin üzerinde asılı duran o toz zerresinde.

Evrenin sonsuzluğu karşısında dünya çok küçük bir sahne. Bütün o generaller ve imparatorlar tarafından akıtılan kan nehirlerini düşünün, kazandıkları zaferle bir toz tanesinin bir anlık efendisi oldular. O zerrenin bir köşesinde oturanların başka bir köşesinden gelen ve kendilerine benzeyen başkaları tarafından uğradığı bitmez tükenmez eziyetleri düşünün, ne çok yanılgıya düştüler, birbirlerini öldürmek için ne kadar hevesliydiler, birbirlerinden ne kadar çok nefret ediyorlardı.

Böbürlenmelerimiz, kendimize atfettiğimiz önem, evrende ayrıcalıklı bir konumumuz olduğu hakkındaki hezeyanımız, hepsi bu soluk ışık noktası tarafından yıkılıyor. Gezegenimiz, onu saran uzayın karanlığı içinde yalnız bir toz zerresi. Bu muazzam boşluk içindeki kaybolmuşluğumuzda, bizi bizden kurtarmak için yardım etmeye gelecek kimse yok.

Dünya, üzerinde hayat barındırdığını bildiğimiz tek gezegen. En azından yakın gelecekte, gidebileceğimiz başka yer yok. Ziyaret edebiliriz, ama henüz yerleşemeyiz. Beğenin veya beğenmeyin, şu anda Dünya sığınabileceğimiz tek yer.

Gökbilimin mütevazılaştırıcı ve kişilik kazandıran bir deneyim olduğu söylenir. Belki de insanın kibrinin ne kadar aptalca olduğunu bundan daha iyi gösteren bir fotoğraf yoktur. Bence, birbirimize daha iyi davranma sorumluluğumuzu vurguluyor ve bu mavi noktaya, biricik yuvamıza. BU SAHİP OLDUĞUMUZ TEK ŞEY.”

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.