Kıyı Kanunu’nda tehlikeli gelişmeler

Geçtiğimiz Kasım ayında Çevre Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi TBMM Çevre Komisyonu’nda kabul edildi. Özellikle teklifte yer alan 20. madde muhalefet kanadında ve akademik çevrelerde tartışmalara yol açtı. Zira söz konusu madde, 3621 sayılı Kıyı Kanunu’nun 6. maddesine yönelik değişiklik ve eklemeleri içeriyor. Mevcut maddeye “Su alanlarında (deniz, tabii ve suni göller) imar planı kararı ile Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığınca yenilenebilir enerji kaynak alanı olarak ilan edilen alanlarda yenilenebilir enerji üretim santralleri yapılabilir” ibaresi eklendi (Bkz. şekil 1).


Madde 20 – Çevre Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi

Madde 6 ne diyor? Gerçek hayatta neler oluyor?

Değişiklik olmadan önceki mevcut Kıyı Kanunu’nda bulunan 6. madde , kıyılarda yapılamaması gereken insan faaliyetlerini düzenliyor. Örneğin bu maddeye göre herkes eşitlik ve serbestlikle kıyılara erişebilirken, buralarda hiçbir yapı yapılamamalı ve hatta duvar, çit, parmaklık, tel örgü, hendek, kazık ve benzeri engellerin bile oluşturulmamalıdır. Oysa Türkiye’nin pek çok yerinde ücretsiz olarak plajda güneşlenmek veya denize girmek çoktan imkânsız hale gelmiş durumda.

Bu madde ayrıca kıyıyı değiştirecek boyutta kazılarla kum ve çakıl alınmasını da engelliyor. Ancak gerçek hayatta işler başka biçimde yürüyor. Mesela geçtiğimiz Eylül ayında İstanbul Kıyıköy’de, Kumport Liman Hizmetleri’nin denizden yıllık 300 bin ton kum çekebilmesi için yapılan projenin ÇED dosyasını İstanbul Valiliği kabul etti .


Kilyos sahilini molozlar bastı (2017)

Madde kıyılara moloz, toprak, cüruf ve çöp gibi kirletici etkisi olan atıkların dökülemeyeceğini de söylüyor. Buna rağmen inşaat sektörünün kalesi haline gelmiş ülkenin sulak alanları hafriyat çöplüğüne dönüşmekte. Geçen sene Mart ayında Kilyos sahilini 3. Havalimanı inşaatı nedeniyle yıkılan eski maden ocaklarının içindeki hafriyatın nasıl bastığını hatırlayalım . Lafın kısası ülkenin hemen her kıyısında maddede yapılmaması gerekenler tam gaz yapılmakta.

Ancak esas mesele kanun maddesinin hakkıyla uygulanmaması değil. Yukarıda sayılan yasaklardan sonra kıyılarda, sadece deniz taşımacılığı ve araştırmaları için gereken yapılara değil kruvaziyer gemilerinin ve yatların yanaşması, yolcuların yeme içme ve alışveriş etmesi için ticari amaçlı altyapı ve tesislere de inşa izni veriliyor. Peki, bunca tesise izin verilirken kıyılarımızı korumak mümkün mü? Korumaya değil kullanıma yönelik bu maddeyle kıyılarımızın hali ne olacak?

Yetmedi bir de sürdürülebilir enerji tesisleri açılacak

Çevre Komisyonu’nca kabul edilen Kanun Teklifi’nin Genel Kurul’dan geçmesi durumunda Türkiye’deki su varlıkları bir de enerji şirketlerin kollarına atılacak. Yenilenebilir enerji santralleri kömürlü termik santralleri gibi fosil yakıt tüketen tesislere göre daha çevre dostu da olsa su varlıklarına zarar vermesi kaçınılmaz. Enerji santrallerinin inşasından ve kurulum sonrasına kadar ekosistem üzerinde kirlilik, habitat kaybı vb. olumsuz değişimler yaratacağı şüphe götürmez gerçekler. Üstelik Türkiye’nin kıyıları ve sulak alanları zaten on yıllardır süren bir yıkım sürecinin içinde. Türkiye’de 1960’lı yıllardan bu yana yaklaşık 1,3 milyon hektarlık sulak alan kururken pek çok göl kurutularak tarım, sanayi ve yerleşim alanlarına dönüştürüldü . Türkiye Ramsar sözleşmesi kriterlerine göre 135 adet Uluslararası Öneme Sahip Sulak alanı olmasına rağmen bunların sadece 14’ünü Ramsar alanı olarak kabul edip koruyor. Durum zaten bu kadar vahimken enerji şirketleri de bu alanlara girdiğinde neler olacak?

Her şey enerji için…


Kuruyan göllerimizden Seyfe Gölü (Kırşehir)

Kanun Teklifi’nin TBMM Çevre Komisyonu’nda kabul edilmesi sürecinde 6. maddeyle ilgili söz alan Çevre ve Şehircilik Bakanı Yardımcısı Prof. Dr. Mehmet Birpınar “Türkiye’nin şu anda yıllık 10 milyar dolar artan enerji ihtiyacı için yatırım yapması gerek. İngiltere deniz üstü kurulan rüzgâr santralleriyle enerji ihtiyacının %60 ile 70 arasında kısmını karşılamaya başladı” demişti . İngiltere’yi örnek olarak gösteren Birpınar’a şu soruları sormak gerek. Madem öyle Türkiye neden İngiltere gibi Paris Antlaşması’nı imzalayıp gereklerini yerine getirmek için harekete geçmiyor? Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu? Ancak enerjide dışa bağımlı olmaktan kurtulmayı Vizyon 2023 hedefleri arasında sıklıkla tekrarlayan Türkiye, enerji için suyunu feda etmekten çekinmeyecek gibi görünüyor. İçeceğimiz temiz suyumuz kalmadığında, sulak alanlarımız kuruduğunda ne yapacağız? Ne yiyip, ne içeceğiz? Enerji mi?

Bu kanun maddesi değişikliği derhal geri çekilmeli

1982 Anayasası’nın 43. maddesine göre kıyılar devletin hükmü ve tasarrufu altında. Bu madde ayrıca “deniz, göl ve akarsu kıyılarıyla, deniz ve göllerin kıyılarını çevreleyen sahil şeritlerinden yararlanmada öncelikle kamu yararı gözetilir” diyor. Ancak, Türkiye’de Anayasa haricinde kıyıları ilgilendiren onlarca kanun ve düzenlemeye koruma-kullanma ekseninden bakıldığında, çoğunun kullanma odaklı olduğu görülüyor. Örneğin Turizm ve Kültür Bakanlığı’nca hazırlanan 2634 sayılı Turizmi Teşvik Kanunu (1982) kıyıların korunmasına değil özelleştirme yoluyla yağmalanmasına yardımcı olmuştu. 3621 sayılı Kıyı Kanunu ise ilerleyen yıllarda gelen ek fıkralarla kıyılardaki hemen her türlü kentsel ve endüstriyel faaliyeti ve tesisi meşrulaştırdı. Devletin hükmü ve tasarrufu altında olan bu alanların özele satışı ve kamu kaynağı yaratması da gündeme geldi. Daha da kötüsü sadece Kıyı Kanunu değil, Kamu İhale Kanunu, Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu tasarısı, Sulak Alanları Koruma Yönetmeliği gibi gerek tasarı aşamasında gerekse kabul edilmiş daha pek çok kanun son 15 yılda doğa ve kültür varlıklarını korunmaktan hızla uzaklaşıp, onları kullanmaya odaklandı . Bunlar yetmiyormuş gibi sulak alanların bir de enerji yatırımlarına açılması bir intihar olur. Dolayısıyla bu kanun maddesi derhal geri çekilmelidir. 



[1] 3621 Sayılı Kıyı Kanunu http://www.mevzuat.gov.tr/MevzuatMetin/1.5.3621.pdf

[2] Aysel Alp (18 Eylül 2018). “Balıkların üreme alanına kum ocağı”, Hürriyethttp://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/baliklarin-ureme-alanina-kum-ocagi-40960457

[3] Diken (14 Mart 2017) “Kilyos sahiline saçılan hafriyatın kaynağı belli oldu: 3’üncü havalimanı”. http://www.diken.com.tr/kilyos-sahiline-sacilan-hafriyatin-kaynagi-belli-oldu-3uncu-havalimani/ 

[4] TEMA (2 Şubat 2018). “2 Şubat Dünya Sulak Alanlar Günü”. http://tema.org.tr/web_14966-2_1/entitialfocus.aspx?primary_id=521&type=2&target=categorial1&detail=single&sp_table=&sp_primary=&sp_table_extra=&openfrom=sortial

[5] Hülya Karabağlı (17 Kasım 2018), “Çevre Kanunu’nda değişiklik teklifi kabul edildi; su alanlarına enerji santrali izni kapıda” T24. https://t24.com.tr/haber/cevre-kanununda-degisiklik-teklifi-kabul-edildi-su-alanlarina-enerji-santrali-izni-kapida,750317

[6] Akgün İlhan (Temmuz 2014), “Kıyılarımızı vuranözelleştirme dalgası”, Οικοτριβές adlıdergide yayımlanan yazının Türkçe çevirisi için bakınız: https://akgunilhan.blogspot.com/2014/07/kylarmz-vuran-ozellestirme-dalgas.html

Dr. Akgün İlhan

Akgün İlhan
Akgün İlhanhttps://akgunilhan.blogspot.com
Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Peyzaj Mimarlığı’nı 1996’da bitirdi. Önce Hacettepe Üniversitesi Eğitim Programları bölümünde (2002) ve sonra İsveç Enstitüsü bursu ile Lund Üniversitesi Uluslararası Çevre Bilimi (2005) ana bilim dalında yüksek lisanslarını tamamladı. UNESCO Su Bilimleri Bölümü’nde (Paris) tüm dünyada 100’den fazla büyük nehir havzasını kapsayan su yönetimine halk katılımı temalı “Çevre, Yaşam ve Politika için Hidroloji”(HELP) adlı bir projeyi yürüttü. 2005’te Barselona Otonom Üniversitesi (UAB) Çevre Bilimleri ve Teknolojileri Enstitüsü’nde (ICTA) Politik Ekoloji dalında başladığı doktorasını Katalan Hükümeti bursu ile tamamladı (2010). Aynı dönemde (2005-2008) Avrupa Birliği fonlu Bütünleşik Sürdürülebilirlik Değerlendirme Yöntem ve Araçları (MATISSE) adlı projede araştırma görevlisi olarak çalıştı. İspanya’da Eco-union adlı STK’da profesyonellere yönelik eğitim programları da veren Akgün (2006-2009), 2012-2018 arasında da Su Hakkı Kampanyası’nda (İstanbul) çalıştı. Çeşitli dergi ve kitaplarda yazıları olan Akgün, ”Yeni Bir Su Politikasına Doğru: Türkiye’de Su Yönetimi, Alternatifler ve Öneriler” (2011) adlı kitabın yazarıdır. Ayrıca Açık Radyo’da önce Su Hakkı’nı (2012-2018) hazırlayıp sunmuştur. 2018 yılından bu yana ise Sudan Gelen adlı programın yapımcısıdır. Akgün ayrıca 2016 yılından beri Boğaziçi Üniversitesi Turizm İşletmeciliği Bölümü’nde ”Çevre ve Turizm” ile ”Sosyal ve Çevresel Perspektiflerden Sürdürülebilirlik” adlı lisans dersleri vermektedir. Akgün aynı zamanda 2019-2020 Mercator-İPM Araştırmacısı olarak Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezi’nde çalışmaktadır.

İLGİLİ HABERLER

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Otoban

Otoban yapılmaya başlanmasıyla birlikte şehrin küçük nüfusunu oluşturan otomobil sahipleri yayalara değil, yayalar onlara tabi kılınmaya başlandı.

Kazdağlarını savunmak ve kurumların sessizliği: Yeni toplumsallık

'Üzerinde düşünülmesi gereken, neoliberal pratiklerle frenlenmiş toplumsal dinamik ve mekanizmaların baskı ve zor araçlarıyla kuşatıldığı şartlarda nasıl bir direnişin örülebileceğidir.'

Tanrı ve şiddet

İlahi şiddetin amacı hukuksal bir yaptırım ya da düzen değil, aksine kurbandır.

Açık Radyo’dan mesaj var: Buradayız, hazırız, neşemiz daim!

'Kainatın tüm seslerine açık' Açık Radyo,, sesini kesmek isteyenlerine inat cıvıl cıvıl, hareketli, ziyaretçi akınından başını kaldıramadan 30. yaş gününe ve dinleyicisiyle buluşmaya hazırlanıyor.

Kazdağları, yeniçeriler, madenler: Enter! – Gizem Kastamonulu

Cengiz Holding, hukuku da yanına alarak bakır madeni için Kazdağları'nda ağaç kıyımına başladı. Bu talanı durdurmak için Kirazlı'daki sesi yeniden yükseltmekten başka çaremiz yok.

EN ÇOK OKUNANLAR