Ahmet Mithat’ın Çingene adlı eserinde, okuyucuyu Çingeneler hakkındaki olumsuz yargılarla yüzleştiren ve kibar beylerin dünyasında değişmeye zorlanan bir yaban çiçeği Ziba. O, sevdalanış öyküsünde ezber bozan duyguların esin kaynağı, çığlıkları kahkahaya dönüştüren bir halkın unutmaya yazgılı kadın kahramanı…
Kadınların hizmetkâr ve cariye olarak alınıp satılabildiği bir dönemde Ziba’nın yaşadığı olumsuzluklar pek yadırganmasa da Ziba, kadın okuyucular açısından, yazarın hümanist düşüncesini temellendirmek için kullandığı bir araç olmaktan çıkar. Bütün zamanlarda mağdur edilmiş kadınların çıkmayan sesi, yüreğe hapsolmuş özlemi, ıraklara bakan gözü, yaşayamadığı kimliği ve tanımadığı bedenidir artık Ziba…
Romanda Kâğıthane’nin güzelliklerinin betimlendiği satırların ardından Şems Hikmet ve arkadaşlarının bazı özelliklerinin öne çıkarıldığını görürüz. Bu anlatımdaki abartılı ifadeler, Ziba ve diğer Çingenelerle tezat oluşturabilme çabasının bir sonucu olabilir mi, bakalım?
Selimcan: İlmi fevkalade, sohbeti gayet hoş.
Sihri Efendi: İstanbul’un pek nadir yetiştirebildiği edebiyatçılardan.
Davut Bey: Verilen güfteye iki saatte yeni bir beste yapabilecek musiki dağarcığına sahip.
Rakım Bey: Arapçayı yalayıp yutmuş, Farsçada eşsiz, fen bilimlerine aşina bir adam.
Artin Elvanyan: Nakkaş, ressam, mandolin üstadı
Ve Şems Hikmet: İyi terbiye görmüş, Türkçe, Arapça, Farsça, İngilizce ve Fransızca bilen yumuşak, elmas gibi bir çocuk.
Okuyucuyla sohbet havası içinde yapılan bu tanıtımın ardından, üçüncü tekil anlatımla Şems Hikmet Bey ve arkadaşlarının, nisanın on yedisinde sandalla gittikleri Kâğıthane’de, kendilerini eğlendirerek para koparmaya çalışan dört Çingene kadın içerisinde sesi ve güzelliğiyle dikkat çeken Ziba’dan etkilenmeleriyle olay örgüsü başlar.
“Bilhassa Davut Efendi, Ziba ’ya herkesten fazla ilgi gösterdi. Kendisi musiki üstadı olup pek çok öğrencilere ders vermiş olduğu gibi, daha çok eğitimli müzisyenlerin seslerini de dinlemiş bulunduğu halde, Ziba ‘nın sesi kadar güzel bir sesi ömründe işitmemiş olduğunu itiraf eyliyordu. Hatta “Kız, ağzını öyle yapma!”, “O nağmeyi öyle yapma şöyle yap!”, “usulünü de şöyle vur!” gibi birkaç tarife giriştiğinde kızın söylenenleri derhal aldığını görünce, Ziba ‘nın güzelliğinden, sesinden başka olağanüstü zekâsı da herkesin beğenisini kazandı. “(S.19)
Varlıklı bir adam olan Şems Hikmet, ertesi gün tekrar aynı yere giderek Ziba ’yı evine hizmetçiliğe almak istediğini söyler. Bu teklif, Çingeneler arasında özellikle Mehtap tarafından yadırganırken, Çingenelerin kendilerine dair önyargılardan hangilerini öne çıkardıklarını da görmemize vesile olur.
” A! A beyim! Hiç Çingene kızından hizmetçi olur mu?
Şems Hikmet: – Neden olmasın? Rum’dan, Ermeni’den oluyor ya?
Mehtap: -hani derler ki güya Çingene elinin değdiği şey murdar olurmuş da!
Şems Hikmet: – Halt etmişsin! Çingene insan değil midir?” (s.24)
Ziba ‘nın kırlarda, çayırlarda serbest gezen bir kız olduğunu ve konakta kapalı kalamayacağını söyleyen Mehtap’ın aksine Ziba, her gün karnı doyuncaya kadar ekmek yiyip dilencilikten kurtulacağı gerekçesiyle gitmek istediğini söyler. Şems Hikmet, Ziba’nın yanından ayrılıp Üsküdar’daki evine gittiğinde öğretmeni olan ve eserin başında âlim ve bilge bir şahsiyet olarak tanıtılan Selimcan’la etnografya üzerinden sohbet eder. Bu sohbet, Çingene kimliğinin nasıl oluştuğuna ve nasıl algılandığına yönelik iddialar içermektedir. Örneğin, Çingenelerin kökeninin Hindistan’a dayandığı, ayrı bir lisanlarının oluşu, kadınlarının edepsiz görünseler bile iffetlerini muhafazada muhafazakâr davrandıkları, kendilerine ait bir dinleri oluşu ve farklı ülkelerde yaşayan Çingenelerin birbirlerine benzemeleri gibi birçok araştırma konusu soru –cevap yöntemiyle irdelenir. Yine bu beyin fırtınası sürecinde Çingenelerle ilgili onaylanmayan temel durumun gerçekte onların inançlarıyla alakalı olduğunu da anlarız.
“Biz, Çingenelerde öyle bir kirlenmişlik farz ederiz ki başkaca hiçbir halkta o kirlenmişliği aklımıza getiremeyiz. Mesela Yahudi ve Hıristiyan kızlarını nikâhımıza aldığımız halde Çingene kızını nikâhlamayız. Halkımızın çoğunluğu, Çingene kızının yatağından sonra ne kadar yıkanılsa insanın temizlenemeyeceğine inanmaktadırlar. İhtimal ki bu inanışların kaynağı Çingenelerin Müslüman sayılmamalarındandır. Yahudi ve Hıristiyanlar ehl-i kitap oldukları için temiz sayılırlar Çingene eğer bir din ile kendini sakınmamış ise hakikaten kadınları nikâh altına alınamaz. Kestiği yenmez. Din kuralları gereği, üstüne pislik bulaşarak murdar olmuş sayılır.”(s.29)
Şems Hikmet, zihninde körpecik bir fidan gibi gördüğü Ziba ‘yı yeniden şekillendirmek için Düriye Hanım’dan destek ister ve bu kadının evinde Ziba’nın eğitilmesine karar verilir.
Davut Bey’e yaptığı itirafta; “Bendeki sevda bu kızı eğitip öğretmek sevdasıdır. Bir yabani ağaca bir aşı vurarak, sonra da o elimle yetiştirdiğim meyveyi toplamak ve işte böyle bir çabaya dayalı murada ermek istiyorum,” diyen Şems Hikmetin, sonraki satırlarda Ziba ‘ya giderek artan büyük bir aşkla bağlandığını görmek mümkündür.
“Gönlümü bu sevdadan alıkoymaya çalıştıkça gönlüm bana isyan eyliyor.” (s.59)
Ziba’nın, Düriye Hanım’ın yalısında adabı muaşeret kuralları ve musiki eğitimi konularında kısa sürede başarılı olduğunu, hatta kahve ve sofra takımlarını bayağı kadın kadıncık idare etmeyi becermeye başladığını belirten ifadeler ayrıca eğitimin sürekli olarak öne çıkarılması, Tanzimat dönemiyle başlayan batılılaşma sorunsalının uzantısı olarak değerlendirilebilir. Toplum gerçeklerinden yola çıkarak halkı eğitmeyi amaçlayan yazar, toplumların turnusolü olan Çingeneler konusunda arada kalmış bir aydın portresi çizmektedir. Bir tarafta mantığının ve dünya algısının etkisiyle Çingeneleri eşitleme ve olumlama çabası, diğer tarafta içinde bulunduğu ortamın değer yargıları…
“Dünyanın gözünde aşağılık, alemin rezili, maskarası bir Çingene kızı, kibardan olan beylerin, efendilerin bir kadına ne yolda hürmet edeceklerini aklına sığdırabilir mi? Bir mecliste ne kadar büyük adamlar bulunursa bulunsun yine o mecliste, en aciz bir kadının bile herkesin hürmetini, saygısını göreceğini, bunun medeniyet ve insanlık gereği olduğunu düşünebilir mi?” (S. 70)
Ailesinin Ziba’yla evliliğini onaylamaması üzerine, Şems Hikmet, eniştesi Rakım Bey’le yaptığı tartışmada, konuya bakışındaki çelişkiyi daha da derinleştirmektedir. “Asıl terbiye insanın kendi yaradılışının hamurunda olmalıdır. Bu yaradılıştan gelen terbiye ki buna yüksek karakter, asalet, şan, soyluluk gibi bin türlü ad takmışlardır ki elbette bir Çingene’de bulunamaz. Her şeyin bir ilkeli, bir gelişmemişi olduğu gibi, insanların da gelişmemişi Çingenelerdir. Ama düşünmüyorsunuz ki günümüzde medeni denilen şeyler daha ilk başta ilkel idiler. Evcilleştirilmiş hayvanların ve ıslah edilmiş bitkilerin tümü ıssız, ölümcül vahşet çöllerinde iken insanlar onları kendi meskenlerine naklederek ehlileştirmişlerdir.”(s.84)
Yine eserin başında yoğun bir şekilde Çingeneleri tanıtma ve onların da insan olduğunu vurgulama çabasında olan Şems Hikmet’in, Ziba ’da gördüğü bazı olumsuz tutumları anlatırken, Çingenelik sözcüğünü bir davranış biçimi olarak olumsuz anlamda kullanması, onun Çingenelere yönelik olumsuz yargı ve yakıştırmaların etkisinden tam olarak kurtulamadığının göstergesidir. Bu durum eserdeki temel çatışmalardan biridir aslında. Şems Hikmet, gerçekte sevdiği kadın söz konusu olduğu için Çingeneleri aklama çabasına girmiştir. Öyle ki Çingenelerin bunca sene çöl yabanisi gibi yaşıyor olmasının temel nedenini, onların İslamiyet çerçevesinde terbiye edilmemiş olmalarına bağlayan Şems Hikmet, bu konudaki yetersizliğinden dolayı toplumu ve aydınları sorumlu tutar.
Batılı anlamda roman, hikâye, tiyatro gibi birçok türün ilk kez denendiği Tanzimat’ın birinci döneminde teknik bir kusur sayılan, yazarın eser içerisinde kendisini gizleyememesi sorunu, bu eserde de ağırlıklı olarak hissedilir. Yine yazar, birçok eserinde var olan bir anlatım özelliği olarak kimi zaman kurgunun dışına çıkarak olay örgüsünde adı geçen bazı kavramlarla ilgili bilgi vermiştir. Ziba’nın musiki yeteneğinin ve zekâsının anlatıldığı bölümlerde piyano ve kemanla ilgili bilgi verilmesi bu üslup özelliğini ve okur merkezci durumu örneklendirmektedir.
Eserin sonunda eniştesi Rakım Efendi’nin, “Çingene ne yapsan yine Çingene kalır.” yargısını çürütecek olaylar gelişir. Şems Hikmet, aile fertlerinin yanı sıra karşılaştığı diğer insanlardan da benzer tepkiler alınca, daha fazla dayanamaz ve geçirdiği bunalım sonucunda kendisini bahçedeki kuyuya atarak intihar etmek ister. “Mademki bir Çingene kızını sevmek dünyayı böyle alt üst eyledi, benim o dünyada ne işim kaldı? Dünya yine dünyalılara kalsın. İşte ben, başımı alıp bu dünyadan çıkıyorum.” (s.96)
Ev halkının yetişmesiyle kurtarılır, fakat bilincini kaybetmiştir ve artık bir daha eski haline dönemeyecektir. Çingene kızı Ziba ise bu süreçte, Şems Hikmet’in hizmetini görmesi ve yanında durması için onun evine yerleştirilir. Böylece beyin sarsıntısı teşhisi konulan Şems Hikmet’in hastalığına çare olsun diye eve çağrılan Ziba, Şems Hikmet’in kendisine duyduğu aşktan da ilk kez haberdar olur. Ziba’nın konakta misafirliği süresince sergilediği davranışlar, onun aleyhine konuşan herkesi utandırmıştır.
Eserin son bölümünde didaktik havanın ve mesaj verme kaygısının daha da öne çıktığını görürüz. Ziba, olay örgüsü içinde genelde edilgen bir eser kişisi konumundayken, bu bölümde mesajın odaklandığı kişi olarak öne çıkarılır. Şems Hikmet, yazarın tezine uygun olarak Ziba ‘yı eğitimle toplumun yücelttiği bir kadın konumuna getirmeyi başarmıştır, ancak Ziba’nın Çingene kimliğinden tamamen soyutlanarak kazandığı bu paye, kadın ve kimlik sorunsalı açısından bakıldığında çok trajik bir hal almaktadır. Ziba, Şems Hikmet’in ölümünün ardından, yaşamı boyunca velinimetine sadık kalmış iffetli kadın portresiyle de Tanzimat döneminin iyi huylu, melek kadın tiplerine yaklaştırılır.
Yazarın ve gerçekte her dönemin erkek egemen anlayışının kurbanlarından biri olan Ziba, modern insanların arasında, karnını doyurabilmek ve dilenmekten kurtulmak için oldukça ağır bir bedel ödemiştir. Yazar, Ziba ‘yı toplumsal baskının etkisiyle kendi doğasını ve gerçekliğini yaşayamayan bütün kadınların ortaklaşabileceği bir yürek sızısına dönüştürür adeta. Çingene kültüründe öne çıkarılan bahtın mı esiridir Ziba, yoksa yine bir Çingene inancı olan kirlenmemek, kirletmemek midir derdi? Sorular da yanıtlar da düğüm düğüm… Karşımda Ziba’nın hüzünlü gözleri, gerisi laf-ı güzaf…
Bu yazı ilk olarak Papirüs Dergisi, Ocak -Şubat 2017, Çingene dosyasında yayımlanmıştır
Özlem Çuhadar Koşal