Hafta SonuKöşe YazılarıManşetYazarlar

Yeşil Siyaset’in karşısındaki güncel problemler

0

Geçen haftaki “Yeşiller Partisi’nin Seçim Süreci Nasıl Geçti?” başlıklı yazımın son paragrafı şu şekilde başlıyordu: Bugünden geleceğe bakınca bizi nasıl bir sürecin beklediği bir başka yazısının konusu. O yazı bir Yeşiller Partisi yazısıydı. Bu yazı ise biraz daha muğlak bir özneye (ama illa ki Yeşiller Partisi’ne!) yönelik bir yazı olacak.

Güncel problemleri anlamak için ne yazık ki yine seçim öncesine dönmek zorundayız. Türkiye‘de partiler seçimden önce söyledikleri ve halkın yararına olacak pek çok şeyi seçim sonrasında unutmaya fazla meyilli olsalar da; hem TBMM hem de Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin galibi olan Cumhur İttifakı’nın, toplumu kutuplaştırarak özgürlük alanını daraltma, doğayı yağmalama, maaşıyla sakin bir hayat geçirmek isteyenlerin yaşam standartlarını düşürme konusunda oldukça mahir olduğunu tecrübelerimizden biliyoruz. Neleri hedef alacaklarını, hedeflerine ulaşmak için nasıl yollar izleyeceklerini de bizlere seçim öncesinde bol bol anlattılar. 28 Mayıs’tan sonra henüz “icraata” başlamamış gibi görünseler de bazı önemli konuları konuşmamız gerekiyor.

Yeşiller’in kırmızı çizgileri vs ‘Cumhur’un vaatleri

Bizler, Yeşil Siyaset’in Türkiye’deki temsilcileri olarak yıllardır bazı temel konuları savunuruz. Yeşiller Partisi dediğimizde aklımıza gelen konulardır bunlar. Hadi moda kavramla ifade edelim: Bunlar bizim kırmızı çizgilerimizdir. Kanal İstanbul gibi ucube projelerle doğanın yağmalanması bizim kırmızı çizgimizdir. Nükleer santrallerin hayata geçmemesi bizim kırmızı çizgimizdir. Toplumsal cinsiyet eşitliği bizim kırmızı çizgimizdir. Barış politikaları ve şiddet karşıtlığı bizim kırmızı çizgimizdir. İklim değişikliği ile mücadele bizim kırmızı çizgimizdir. Çoğulculuk, demokrasi, adalet, özgürlük bizim kırmızı çizgimizdir. Doğanın ve insanın sömürülmesi bizim kırmızı çizgimizdir.

Ortalığı ancak kırmızı bir kareli defterde olacak kadar çizgiye boğduktan sonra Cumhur İttifakı’nın projelerine ve seçim öncesi vaatlerine dönüp bakalım. Yetinmeyelim ve hangi konuları öne çıkartarak oy istediklerine ve (ne yazık ki) hangi konularla oy aldıklarına da bakalım. Ne görüyoruz? Ne kadar kırmızı çizgimiz varsa şu anda Cumhurbaşkanlığı’nı ve TBMM’yi kazanan yapı tarafından hedef alınmış durumda.

Kanal İstanbul ile ilgili bazı somut adımlar atıldığı yönünde haberler düşmeye başladı. Beton ekonomisini o bölgeden ayağa kaldırmayı hedefliyorlar. Akkuyu Nükleer Santrali üzerinden bir seçim kampanyası yapıldı. Yeni nükleer santral hedeflerinin açıklanması yakındır. Varlıklarını toplumsal cinsiyet eşitliğine ve bilime karşı konumlandıran iki parti bu ittifak ile TBMM’ye girdi. “İstanbul Sözleşmesi geri gelir mi?” tartışmaları yerini “6284 korunabilir mi? sorusuna bıraktı. Onur Ayı’nın denk gelmesiyle birlikte LGBTİ+’lara yönelik saldırılar başladı ve şiddetleniyor. Seçmenlerine “karnımız aç olabilir ama SİHA’larımız havada uçuyor!” dedirtecek kadar önemli bir fikri hegemonyayı yerleştirmiş durumdalar. Seçim öncesinde Topkapı‘yı ve Ayasofya‘yı gölgeleyecek büyüklükte bir gemi en önemli AKP Billboard’u olarak Boğaz’da yerini almıştı. Bu silahlara karşı söz söylemek yedi büyük günahın yanına eklenen sekizinci günah halini aldı. Seçim bittiği an sanki Karadeniz‘de yağmalanmamış bir dere kalmış gibi yine HES haberleri gelmeye başladı. Emek, insan ve doğa sömürüsü zaten hiç hız kesmemişti. Şimdi bir de sandıktan onay almış hale geldi. Giderek fakirleşiyoruz, yaşam standartları düşüyor ve artık bu normalimiz haline geldi. Yeşil Siyaset’in bazı kavramlarını dile getirmek artık lüks durumda ama insanlara lüks gibi gelen kavramların işaret ettiği sorunlar çok kısa sürede geri dönülmez bir noktaya gelecek.

Neyi korumak istiyorsak ona saldıracaklar

Yani, Türkiye’nin Yeşil Siyaset’inin önünde çok zor geçecek bir süreç var. Ne söylüyorsak karşı çıkacaklar. Attıkları her adım bize doğru olacak. Neyi korumak istiyorsak ona saldıracaklar. Hangi değeri savunduysak ona karşı bir seçim süreci yürüttüler ve kazandılar. İşin kötüsü biz haklıyız ve bu “icraatlarının” sonuçlarını sadece oy verenler değil hepimiz yaşıyoruz. Özgürlüğün ihlal edilmesinin normal haline geldiği bir ülkeden hedef göstermeler sonucunda yaşam hakkının ihlal edilmesinin kanıksandığı bir ülkeye doğru geçmek üzereyiz.

Yeni dönemin stratejisini konuşmak, tartışmak ve oluşturmak zorundayız. Sadece doğruyu söylemenin iç huzura bir katkısı olsa da politikada bir karşılığı yok. Hele bu dönemde hiç yok. O zaman bu kapkaranlık dönemde, yeni bir hareket planına yüzümüzü çevirerek güncel problemlere karşı mücadele vermeliyiz.

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.