Köşe Yazıları

Yaşadığını Fark Etmek

0

Hani olmaz ya, olsaydı diyelim. İlk gösteriler başladığında ben de kazara Mısır’da olsaydım. Mısır’ın Tayyip Erdoğan’ın konu hakkındaki tüm demeçlerine anlamsızca sıkıştırdığı “tarihi ve kültürel” güzelliklerini falan görmeye gitmiş olsaydım. 399 Euro + KDV’ye 4 gün 3 gece boyunca tıka basa tatsız-tuzsuz açık büfe yemeğiyle midemi, birbirinin aynısı ruhsuz karelerle de dandik dijital fotoğraf makinemin hafızasını doldurma garantisi veren bir tur gezisiyle, misal.

Sonra telefonlar yağsaydı, “Oğlum Mısır karışmış, iyi misin sen? Allah vere de bir an önce getirseler sizi sağ salim geri” diye. Yıllardır aynı otobüsü dolduran aynı tip turistlere aynı bilgileri her seferinde aynı çıkmayı başaracak kadar aynılaşmış bir otomat sesle aktaran tur rehberimiz, yaşadığı heyecan ve gerçeklik duygusuyla coşkulu, otel lobisinde toplasaydı bizleri. Kaygılı olmaları gerektiğini düşündükleri gözlerinin ucuyla lobideki televizyonu izleyen turistler bir yandan “40 yıl anlatacak anı çıktı” diye sevinse, bir yandan da toplumsal rollerinin gereklerini yerine getirselerdi. Kadınlar korku ve endişe, biraz da panik kattıkları sesleriyle “Ne yapacağız, ne olacak, başımıza bir şey gelmesin!” diye soru yağdırsa; erkeklerse bir yandan kadınlarını telkin edip korumaya alsalar, diğer yandan da tur rehberinin yanına soğukkanlı adımlarla yaklaşıp “durum ne kadar ciddi, planımız ne?” gibi “ben çok karışıklık, çok zorluk gördüm şu hayatımda” altyazılı sorular yöneltselerdi. Uzun yıllardır farkında olmadan yaşadıkları hayatlarına birden bire anlam katan, ruh katan bu modern hayat-ı idame sınavına içten içe çok sevinseler, ama belli etmemeye çalışsalardı.

Birkaç dakikalığına da olsa Holywood filmlerinde izledikleri zora düşmüş kahramanımız gibi hissetselerdi kendilerini. Büyük Taarruz’u planlayan kurmayların edasıyla bir sigara yaksalardı, “sigara içilmez” türünden kuralların böylesi olağanüstü durumlarda geçersiz olduğu kuralını hatırlatırcasına.

Ve ben çaktırmadan sıyrılıp gitsem aralarından. Bir koşu odama fırlayıp çantamı toplasam, kimse görmeden sokaklara atsam kendimi. Özgürlük Meydanı’na doğru yürürken etrafı kolaçan etsem. Beni asla yanıltmayacaklarını bildiğim sezgilerimle güvenilir yoldaş bakınsam.

***

Yaşadığının farkına vardığı böylesi zamanlarda insanın gözünde bir ışık hasıl olur. Ne zamandan beri kollarında olduğunu bile bilmediği bir uykudan uyanır varlığı. Kaybolmuş, daha da kötüsü yokluğunu artık kanıksadığı bir hayat farkındalığı bütün ruhuna, ama özellikle de gözlerine hücum eder.

Bir dostun vardır ya hani, gözlerinde her daim canlı ve yakıcı ve içinde yaşama dair bir şeyler hatırlatan bir ışık gördüğün… Böylesi toplu farkındalık zamanlarında işte, herkesin gözleri o dostunun gözleri gibi ışıl ışıl oluverir.

Ve o ışık ve o gözler, sahipleri hakkında bir ömür boyunca öğrenebileceğinden fazlasını anlatır bir andan bile kısa bir anda.

Bütün saçmalığına rağmen yine de aşılamayan anlamsız korkuların da buhar olup uçuverdiği zamanlardır farkındalık anları. Hele toplu olarak yaşanıyor, yaşadığının farkına vardıran bir virüs gibi hızla yayılıyorsa insandan insana.

Sokakta yürürken bir “Free Hug” cıyla karşılaşmanın bütün gününü değiştirmesinin nedeni budur. Her zamanki gibi adımladığın tren istasyonunda kendini ortasında bulduğun “Flash Mob” tam da bu yüzden tüylerini diken diken eder. Gözünün gördüğü ya da kulağının duyduğu değildir sana yaşadığını fark ettiren; bir çift gözden fışkıran ışıltının bulaşıcılığıdır, varoluşunun en derin haznelerine kancasını takan ruhani birlik ve teklik ve yekliktir.

Gerçekliğin üç boyuta sığmayan diyarlarında bir araya gelen tinlerin kurduğu o akıl almaz birlikteliktir.

***

Etrafımdaki yüzbinler bağırıp çağırsa. Pankartlarını kameralara tutsalar. Bense dursam ortada, gözlerdeki o ışığın peşine düşsem tüm açlığımla. Her bir çift gözün içine baksam, her bir tinle bir ve tek ve yek olsam birer kısa anlığına. Ne olursa olsun o meydanda, nasıl yazılırsa yazılsın tarih, mantıklı ya da saçma hangi analizlerle açıklanırsa açıklansın; benim derdim başka olsa.

Yaşadığımı fark ettiğim bir andan da kısa bir anın, farkında olmadan yaşanan bir ömrün tamamına yeğ olduğunu bilsem. Yaşadığını fark ettiği bir andan da kısa bir an olmamışları inandıramayacağımı bilsem. “İnandırmışsın inandırmamışsın ne fark eder?”diye mırıldansam, sırıtsam kendi kendime.

Ve anlasam ki, insanları inandırmaya uğraşıyor olmam, bunu beceremiyor oluşumun da esas nedeniymiş meğer.

***

Riskli doğa sporlarının ilk şekli olan dağcılığın tam da Sanayi Devrimi’ni müteakip ve  batı ülkelerinde ortaya çıkmış olması tesadüf değil. Ekstrem sporlar denen riskli ve ölümün gayet doğal bir sonuç olduğu zımbırtıların giderek yeni eşikler aşıp çoğalması, yayılması hele, hiç tesadüf değil.

Sen depremden sağ kurtulduktan sonra bir anlığına da olsa yaşadığını fark etmiştin ya, o anın peşinde koşuyorlar onlar da.

Konfor sıkıcı. Konfor yeni, çok yeni hem de. Yaşamak için yaşadığının farkında olmana gerek olmayan bir yaşam, ne bileyim, adamı “Hayatın anlamı ne bilge amca?” diye dolandırıyor işte ortalıkta. Yaşam bir defa kaybettikten sonra anlamını, her şey bir anlamsız geliyor.

***

Mısır’da yaşanan devrim mi isyan mı? Şöyle mi oldu yoksa böyle mi? O mu olur bu mu?

Fani değil mi bu sorular çok fena?

İlla anlamak istiyorsan, o meydandakilerin gözlerinin içine bak. Kamera görüntüsü de idare eder. Gözlerde bir ışık varsa vardır, araya kırk tane de mercek koysan kaybolmaz.

Bir dur, iyice bak o gözlere. Anlatması zor bir ürperme, betimi zor bir şeyler hissedersen içinde…

O işte.

You may also like

Comments

Comments are closed.