Japonca’yı seviyorum. Gördüğünüzde hiyeroglif sandığınız karman çorman şekiller dile geldiği zaman bir ipe dizilmiş gibi tane tane heceler, sesler olarak avucunuzun içinde. Tabi Japonca’da bilmediğiniz bir kelimeyi anlamaya çalıştığınız zaman tek referans ya cümle içinde kullanıldığı yer ya da bildiğinizde sanat eseri, bilmediğinizde bulmaca gibi görünen kanjiler. Bunu niye mi anlatıyorum? Çünkü Japonca bana çok sevdiğim kelime oyunlarımı zenginleştirme fırsatı veriyor.
Misal: Türkiye ülkesinin adı Japoncada Toruko’dur ama, Toru-ko diye ayrı ayrı yazarsanız biraz da hayal gücünüzle “Alan çocuk” olarak duyabilirsiniz bu kelimeyi. Hele biraz da algıda seçicilik varsa, son dönemde ne kadar çok enerji ve inşaat yatırım planının masaya yatırıldığını, 15 Temmuz sonrası darbe günlerini takip eden OHAL sürecinde Hükümet eliyle enerji yatırımlarının önündeki engellerin kaldırılma çabasını izliyorsanız, bir sabah uyandığınızda Çin Hükümeti ile Türkiye Hükümeti arasında yapılmış olan bir nükleer mütabakatın önce TBMM’de birkaç gün sonra da Resmi Gazete’de onaylandığını[1] öğreniveriyorsanız, hatta Anayasa’nın önce 70 sonra dönüştürülerek 75. Maddesi yapılan nihayet 80. Madde adında karar kılınan bir paket içinde vergilerimizle itirazın söz konusu bile olmayacağı; dokunulmazlık zırhı içine konan projelerin hayata geçirilebileceğini; Hazine arazilerinin 49 yıllığına bedelsiz olarak bu projelere tahsis edileceğini tırnaklarınızı yiyerek takip ediyorsanız çağrışımlar harekete geçebiliyor. Neticede tarihte görülmemiş bir hibe, teşvik ve destek kararı meclisten çıkmış ve Resmi Gazete’de yayımlanması ise an meselesi… Bir de Çin ile nükleer mütabakatı da kapsayan gelecek dönem planları düşüyorsa gündeminize, bu kelime de böyle görünüyor işte!
Toru-ko : Sürekli isteyen (ve istemesi bitmeyeceği için) büyümeyecek çocuk …
Hakikaten Cumhuriyet Dönemi’nden itibaren her zaman Türkiye’nin hedefinde “kalkınma ve büyüme odaklı politikalar” olmuştur ne var ki büyüme süreci bir türlü tamamlanamamaktadır… Bu gün gelinen noktada ise henüz nükleer santrale dair yasal alt yapı yeterli değilken, kurulması halinde farklı ülkelerce işletilecek nükler santraller arasında yasal uyumun oluşturulması bile önemli bir sorun olacakken Rus ve Japon’lardan sonra bir de Çin ve Çin’in iş yapma kültürü ile tanışacak görünüyoruz. Üstelik sonuçları itibariyle toplumsal olan bu kararlar OHAL sürecinde daha da hızlı alınıyor.
Hafta sonu Çin’de gerçekleştirilen G20 Zirvesi kapsamında Enerji Bakanı Berat Albayrak’ın, zirvenin davetlisi bugünün ana akım medyasına * yaptığı açıklamalardan öğreniyoruz ki , Türkiye Atom Enerjisi Kurumu Başkanlığı (TAEK) ile Çin Nükleer Güvenlik İdaresi (NNSA) arasında, Nükleer Güvenlik Alanında İşbirliği Hakkında Düzenleme kendisi tarafından imzalanmış. Nükleer Güvenlik Anlaşmasının imzalanmasını mı yoksa TAEK tarafından yapılan bir anlaşmanın neden Enerji Bakanı tarafından imzalandığını mı düşünmek lazım? Öte yandan Çin ile de yakın zamanda nükleer santralin kurulacağı yerin tayin edilmesiyle ki hükümet için (kamuoyuna tek tek açıklandığını görmediğim) 17-18 kriterin tutması yeterli, bir anlaşma daha yapılacağını öğreniyoruz.
Bununla birlikte G 20 Zirvesine Rusya’nın da katılması vesilesiyle Rus Lider Putin ile de görüşülerek Akkuyu nükleer santral projesi’nin hızlanması, bölgeye Rus uzmanların gönderilmesi kararlaştırılmış bulunuyor. Akkuyu nükleer santrali demişken 11 Temmuz’da halkın geniş ve tepkili katılımıyla gerçekleştirilen Akkuyu Bilirkişi Keşif İncelemesi’nin sonucunun henüz açıklanmamış olduğunu unutmuyoruz, lakin bu pek bir önemsiz görünüyor… Oysa Akkuyu Nükleer Santraline karşı kamuoyunda yıllardan beri süren muhalefet capcanlı devam ediyorsa da anlaşılan toplumsal muhalefet sözkonusu 17-18 kriterin içine girmiyor… Zaten Türkiye’de nükleer santrallerin 1956’dan beri kurulamamış olmasının tek sebebi ekonomik ve siyasi sorunlar, ne açılan davalar ne de On binler’in gerçekleştirdiği eylemler (!)
Diğer taraftan Enerji Bakanı, Çin ve Rusya ile yapılan anlaşmalara dair bilgi verirken G20’de mevzu olmasa bile Japonya ile yapılan anlaşma hakkında da birşeyler söyleme ihtiyacı hissetmiş ki, Japonya ile nükleer santral projesinin de teknik sorunlar giderilerek hızlanacağı belirtilmiş. Buna göre Japonya ile de nükleer santrali hızlandırmak için bir Anlayış birliği belgesi imzalanacak. Lakin bu teknik sorunların giderilmesi Sinop’taki Mitsubishi çalışanlarının halkla kaynaşmasını sağlayabilecek mi? Ya da Mitsubishi çalışanlarının Sinop halkından kaçmasını önleyebilecek mi? diye merak ediyoruz. Ayrıca umuyoruz ki, sözkonusu Anlayış belgesi, Marmaray Japonlar tarafından henüz inşa edilmekteyken, Türkiye tarafından yetkililerin projenin teknik aksaklıklar nedeniyle hedeflenen tarihte bitirilmemesi gibi bir endişeyle Japonların Harakiri kültürüne atıf yaparak ant içip kanla sözleşme imzalatmak şeklinde olmasın…Zira bu Japonları o zaman epey korkutmuştu.
Çin’deki G20 Zirvesi vesilesiyle Bakan Albayrak’tan aldığımız diğer bir güzel haber de yenilenebilir enerji yatırımları için enerjinin tüketildiği yerde üretileceği fakat, bunun nükleer santraller için söylenmediğini umuyoruz, zira bu ifade iktidarın yapacağı uluslararası anlaşmalarla her bölgeye bir nükleer santral kurması anlamına geliyor olabilir ki bu hiç zor değil…
Bu arada Bakan Albayrak, ilk reaktörün kurulacağı tarihi 2023-2030 olarak veriyor. Nükleer santralin yüksek maliyetleri, yasal altyapı gerektirmesi, öngörülemeyen inşaat süreleri nükleer santrallerin kurulmasını her zaman geciktirdiği için olsa gerek, dünya genelindeki bu deneyim yıllar içinde taktik kazandırmış görünüyor. Kaldı ki Akkuyu’da ilk reaktörün teslimi için 2017 tarihinin verildiğini benim gibi pek çok kişi hatırlıyordur. Üstelik o tarihte 2023 de nükleer santralin tamamlanacağı tarih olarak verilmekteydi.
Sarı Pasta…
Son olarak, Çin Zirvesinden yapılan açıklamalar içinde en çarpıcı olanı paylaşmak istiyorum: Yozgat Sorgun’da 5-6 bin ton rezervlik bir uranyum madeninin olduğu ve buradan uranyumun “sarı pasta” olarak çıkarılacağı, bu şekilde ithal edilebilir zenginleştirme alt yapısının kurulabileceği, ortak yatırım ve üretim yapılabileceği açıklanmış bulunuyor. Bu bağlamda aklıma ilk olarak Aydın Kisirköy’de 1980’lerde açık olarak terk edilip o tarihten bugüne etrafa kanser saçan uranyum madeni geliyor. TAEK, bu madenin kapatılması/kanser vakalarının incelenmesine ilişkin önlem almış mıdır? Yine de Yozgat Sorgun’da açılması vadedilen uranyum madeni hakkında diyebiliriz ki, uzmanlar Türkiye’deki uranyum rezervlerinin çıkarılması çok yüksek maliyetli olduğu için: “astarı yüzünden pahallıya geleceği” gerekçesiyle açılmasını önermemektedir. Diğer taraftan Yozgat’tan bu maden çıkarılsa bile bu ham maddeyi kullanmak için olmazsa olmaz yabancı teknoloji bu prosesin, dolayısıyla nükleer santral yatırımının yine yerli olmayacağı gerçeğini gizleyemez. Nükleer santral, Türkiye için kurulumundan işleyişine kadar bir yabancı enerji kaynağıdır, yerli ve milli değildir. Öyle olsa bile tüm dünyada nükleer enerjinin nükleer silah yapımında bir yan ürün olduğu da bilinmektedir, esas amaç enerji üretmek değildir. Nihayet Enerji Bakanının sözlerinin aksiyle bitirecek olursak Türkiye’nin enerji ihtiyacını istikrarlı sağlayabilmesi için nükleer enerjiye sahip olması şart değildir. Yine Sayın Bakanın haram-helal kıyasıyla açıklarsak iddia edilenin aksine Nükleer santraller dünyaya helal olmamıştır ki Türkiye’ye olsun! Dünya kamuoyundan gizlenen nükleer santral kazaları haricinde ve sadece bildiklerimiz kadarıyla: İşte Üç mil Adası, işte Çernobil, işte Fukuşima !
Toru-ko’cuğum, senin çocuk kalman hep bir şeyleri almak zorunda bırakılman demek olabilir mi? Ya da hep daha fazlasını almak için büyümediğine** inanman?
[1] 9 Nisan 2012 tarihinde Pekin’de imzalanan 9/8 2016 tarihli 6738 sayılı Kanunla onaylanması uygun bulunan ekli “Nükleer Enerjinin Barışçıl Amaçlarla Kullanımına Dair Türkiye Cumuriyeti Hükümeti ile Çin Halk Cumhuriyeti Hükümeti Arasında İşbirliği Anlaşması’nın onaylanması ; Dışişleri Bakanlığı’nın 29/8/2016 tarihli ve 11335799 sayılı yazısı üzerine 31/5 /1963 tarihli ve 244 sayılı Kanunun 3.maddesine göre Bakanlar Kurulu’nca 29/8 /2016 tarihinde kararlaştırılmıştır.
*posta, akşam
**Buradaki “büyümek” kalkınma anlamında kullanılmamıştır.
Pınar Demircan