Köşe Yazıları

TMMOB’nin Kömür Sevdası

0

Türkiye’de mühendislerin ülke yönetimindeki ve düşünce üretimindeki ağırlıklarının oldukça fazla olduğu bilinen bir gerçek. Bunun için Süleyman Demirel’i, Turgut Özal’ı ve Necmettin Erbakan’ı hatırlamak bile yeter. Türkiye’yi yıllarca “barajlar kralı”diye anılan bir inşaat mühendisi yönetti. Bugünkü AKP yönetimi “ağır sanayi hamlesi” vaadiyle meydanlarda dolaşan bir makine mühendisinin şapkasından çıktı. Kömürlü termik santrallar ve otoyollar 12 Eylül sonrası liberalleşme döneminin mimarı olan bir elektrik mühendisinin eseridir. Türkiye’nin fosil yakıtlara ve betonlaşmaya dayalı “kalkınma” atağında da, kırk yıllık nükleer enerji inadında da mühendis kökenli yöneticilerin ve politikacıların payı yadsınamaz.

Türkiye Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB), yaklaşık 350 bin mühendisin üye olduğu meslek odalarından oluşan dev bir meslek kuruluşu. Mühendisler Türkiye’de orta sınıfı oluşturan en önemli profesyonel gruplardan biri. Sayıca da çok kalabalıklar. Demek ki iyi eğitim görmüş, politikayla yakından ilgilenen, Türkiye’yi yönetmeye talip insanların ve ciddi bir muhalefet potansiyelinin en fazla teknik üniversitelerden kaynaklandığını söylemek yanlış olmaz. Buna bir de bir tasarlama, uygulama ve hesap-kitap mesleği olan mühendisliğin, kendini biraz toplumu ve geleceği de tasarlama yeterliğine sahip görmesini, yani adı üzerinde toplum mühendisliğine olan yatkınlığını da eklerseniz, mühendislerin savunduğu düşüncelerin, neden toplumdaki herhangi bir meslek grubunun görüşü olmaktan çıkıp hepimizi yakından ilgilendirdiğini anlayabilirsiniz.

TMMOB, her zaman muhalif kimliğe sahip bir meslek örgütü ve hükümetlerin çekindiği, iktidar partilerinin yönetimini ele geçirmeye çalıştığı bir yapı oldu. TMMOB’nin adını sadece teknik konulardan değil, 1 Mayıs’lardan, grevlerden, direnişlerden ve hükümetlere yönelik sert muhalefetlerinden de hatırlarız. TMMOB’ye bağlı odaların yönetimleri örgütlerini bir tür emek örgütü gibi yönetirler. Türkiye’ye özgü durumlardan biridir bu. Bu yüzden TMMOB yönetimlerinin söyledikleri, çoğu zaman Türkiye’deki kurumsal muhalefetin görüşü olarak da algılanır. Öte yandan Türkiye’nin korumacılık alanındaki en önemli odaklarından biri olan Mimarlar Odası’nın ve diğer bazı odaların ulaşım, kent politikaları, doğa korumacılık, yenilenebilir enerji, enerji verimliliği gibi konularda yaptığı çalışmalar ve nükleer enerjiye karşı tavizsiz duruşları son derece önemli ve vazgeçilmezdir.

Bütün bunlar önemli, ancak ne yazık ki TMMOB’nin birkaç yıldır sürdürdüğü tutarsız iklim ve enerji politikaları giderek daha fazla sıkıntı yaratmaya başlıyor.

***

Önce bu yazıyı yazmama neden olan son olayı hatırlatayım.

Muğla’nın Yatağan ilçesinde, yani Türkiye’nin en kirletici kömürlü termik santrallarından birinin bulunduğu yerde (ki 1998 tarihli bir Danıştay kararına rağmen çalıştırılmaya devam etmektedir), iki gün önce (14 Nisan 2010) bir panel düzenlendi. TMMOB tarafından Yatağan Belediyesi salonunda yapılan panelin başlığı “Santral da Kömür de Bizim, Sahip Çık” idi. Konuşmacılar ise şöyleydi: TMMOB Maden Mühendisleri Odası adına Mehmet Torun, TMMOB Elektrik Mühendisleri Odası adına Cengiz Göltaş, TES-İŞ Sendikası’ndan Ferudun Yükselir, Türkiye Maden İşçileri Sendikası’ndan Vedat Ünal ve KESK’e bağlı Enerji, Sanayi ve Maden Kamu Emekçileri Sendikası’dan Kemal Bulut.

Yatağan Demeç Gazetesi’nin haberine göre panel Yatağan Termik Santralı’nın ve Türkiye Kömür İşletmeleri’nin özelleştirilmesinin gündeme gelmesi üzerine başlatılan çalışmalar kapsamında yapılmış. Dolayısıyla toplantının yapılmasının nedeni enerji politikalarına dair bir tartışma değil. Ama yine de panelin içeriği, TMMOB’nin kömürlü termik santralları savunduğunu bir kez daha ortaya koyuyor.

Bu politika TMMOB tarafından birkaç yıldır açıkça ortaya konuyordu. Benim ilk rastladığım resmi belge, 2004 ya da 2005 yılında nükleer enerjiye karşı Elektrik Mühendisleri Odası (EMO) tarafından yapılan bir basın açıklamasıydı. Açıklamada kömür, nükleere alternatif olarak gösteriliyordu. Geçen yıl yine EMO tarafından düzenlenen İç Anadolu Enerji Sempozyumu’na katıldığımda, oda görüşünü yansıtan sunumlardan birinde “yerli kömür” kullanılması ve “devlet tarafından yapılması ve işletilmesi” durumunda kömürlü termik santralların odanın enerji politikaları arasında gösterildiğini gayet iyi hatırlıyorum. Birkaç ay önce, tam da Kopenhag’daki iklim zirvesi sürerken TMMOB tarafından Ankara’da yapılan bir enerji forumunda da benzer görüşlerin savunulduğu oturumlar yer alıyordu.

Bütün bunlar TMMOB’nin açık görüşü haline gelmiş durumda. Sanırım arşivlerde başka yazılar da mevcuttur. Zaten bugüne dek başta EMO olmak üzere TMMOB yönetiminden bu konuda kendilerine yöneltilen eleştirilere farklı bir yanıt verildiğini hatırlamıyorum. Bu kadar zamandan sonra TMMOB’ye bağlı oda yönetimlerinin genelde kömürün daha fazla kullanılacağı bir enerji politikasını savunduğunu söylemek herhalde yanlış olmaz.

***

Bu durumun nedenleri ve sonuçları üzerinde biraz düşünelim.

TMMOB’nin geri dönülmez noktaya yaklaşan küresel ısınmayı hızlandıracak, iklim değişikliğine karşı verilen mücadeleyi zayıflatacak, üstelik çevre sağlığı ve doğa için de iyi olmayan bir politik seçeneği tercih etmesinin nedenleri neler olabilir? Bu tutum Türkiye’nin iklim, enerji ve çevre politikalarında ne gibi sonuçlara yol açabilir?

Nedenlerden biri ideolojik gibi görünüyor. Yerli kömür kullanımının heyecanla savunulması ve ithal kömür kullanımına dayalı termik santral yapımına karşı çıkılması temel argümanlardan birinin enerji bağımsızlığı olduğunu düşündürüyor. Oysa en yüksek düzeyde karbondioksit emisyonuna yol açan ve küresel ısınmanın bir numaralı nedeni olan kömürün bir enerji kaynağı olarak kullanımına devam edip etmeme kararı söz konusu olduğunda madenin nerede çıkarıldığı herhalde bir ayrıntıdır. Bu durum, ulusal kaynak kullanımı gibi bir ideolojik tercih yapılması durumunda küresel ısınma gibi devasa bir sorunun bile göz ardı edilebildiğini gösteriyor.

İkinci neden yine aynı kategoride değerlendirilebilir. EMO, Türkiye’nin en kirletici ve en büyük kömürlü termik santralları arasında yer alan Afşin-Elbistan’a karşı bir söz söylemediği gibi, toplamı 2400 MW’ı bulan yeni C ve D ünitelerinin yapımını da savunuyor. Nedeni kömürün yerli, yatırımcının devlet olması. Yani kamu yatırımı olduktan ve ulusal kaynaklara dayandıktan sonra karbon, kükürt ve partikül emisyonları belirleyici olmuyor. Ben EMO’nun açıkça “temiz kömür” aldatmacasına alet olduğuna tanık olmadım. Bu her şeye rağmen olumlu bir puandır. Bunun yerine EMO daha verimli teknolojileri savunuyor, ki bu da anlaşılabilir. Ama kömürü yerli-yabancı, santralı özel-kamusal ayrımına tabi tutmak temiz kömür propagandistlerinin elini güçlendirir. Her şey bir yana, enerji politikalarının belirlenmesinde bugün en önemli kaygı olması gereken iklim ve çevre etkilerinin, mülkiyet tartışmasından ve ulusal çıkardan daha geri plana atılması ciddi bir yanlışı yaygınlaştırmak anlamına gelir.

Üçüncü neden herkesin ilk aklına gelenmiş gibi görünüyor. TMMOB bir meslek örgütü. Üyeleri olan mühendisler (konumuz açısından maden ve elektrik mühendisleri) söz konusu kömür madenlerinde ve termik santrallarda çalışıyorlar. Bir meslek örgütünün üyelerinin ekmek kapısını korumaya çalışması da gayet normal. Ama TMMOB burada bir tercih yapmak durumunda. Eğer tamamen üyelerinin iş olanaklarını savunmaya odaklanan bir meslek örgütü olmayı tercih ederse, ülkenin enerji ve iklim politikaları gibi önemli konularda bir numaralı söz sahibi olma iddiasını sürdüremez. Politika yapmaya öncelik verecekse de, iş alanında alternatifleri ve farklı seçenekleri savunmayı, üyelerinin çıkarlarıyla doğru politikalar arasındaki çelişkiyi giderecek yollar yaratmayı bilmek zorunda.

Küresel ısınma konusunda Meteoroloji Mühendisleri Odası’nın birkaç yıl önceki Kyoto tartışmalarında aldığı tutum da hatırlanmaya değer. Oda şu anda ne diyor bilmiyorum ama, o günlerde Türkiye’nin Kyoto’yu imzalamasına karşı çıkmanın gerekçesi olarak küresel ısınmayı durdurmak için artık zaten çok geç kalındığı gibi akıllara durgunluk veren bir görüşü savunmuşlardı. Öte yandan EMO üyesi bazı akademisyenlerin Türkiye Kyoto’ya taraf olmasın diye anlaşılması güç bazı argümanlarla dolu yazılar yazdıkları ve konuşmalar yaptıkları da hatırlardadır. Herhalde bütün bunlar yine küresel politikalara karşı ulusal çıkarı esas alan görüşlerdi. Ama bir yanda inkarcıların, bir yanda da kömür ve petrol şirketlerinin saldırısı sürerken küresel ısınma konusunda kafa karıştırıcı argümanlar üretmek tehlikeli. İklim değişikliğiyle mücadele söz konusu olduğunda temel ilke o kadar basittir ki, ağzınızla kuş tutsanız aynı anda hem küresel ısınmayı durdurmayı, hem de fosil yakıtları savunmayı beceremezsiniz.

Bu konular gündeme geldiğinde hemen odaların yönetiminde kimlerin ya da hangi grupların olduğu ve gelecek oda seçimleri konuşulmaya başlanır. Ama ben bir mühendis değilim. Bu nedenle oda yönetimlerine kimlerin, hangi dengelerle seçildiğini bilmiyorum. İlgilenmeyi de çok doğru bulmuyorum. Önemli olan şu: Yönetiminde kim olursa olsun, bu kadar büyük ve önemli bir meslek kuruluşunun benimsediği politikalar bütün toplumu ilgilendirir. Biz de iklim, enerji ve çevre politikaları alanında mücadele eden insanlar olarak kendi meslek örgütümüz olmasa da, TMMOB’nin ne dediğini takip etmek, ortaya koymak ve eleştirmek durumundayız.

Ama herhalde bizden de önce, iklim değişikliği ve çevre kirliliği konusunda kaygı duran ve tavizsiz bir şekilde doğru politikalardan yana olan mimar ve mühendislerin sesini yükseltmesi gerekiyor. AKP hükümeti 50’ye yakın yeni kömürlü termik santral projesiyle çılgınca bir işe kalkışırken, AKP’nin bir numaralı muhalifleri arasında yer alan TMMOB’nin de giderek belirginleşen bir şekilde kömür sevdasına tutulmasının nedenlerini önce onların sorgulaması gerekiyor.

Açık soru şu: TMMOB iklim ve enerji politikalarında bilimsel olarak tutarlı, politik olarak da gerçekçi bir yol izlemeye başlayabilecek mi? Yoksa çeşitli nedenlerle iyice yerleşmeye başlayan bu kömür sevdasını sürdürmeyi mi tercih edecek?

You may also like

Comments

Comments are closed.