Yazarlar

“TERRA EM TRANS”- Trans halindeki ülke – Berkay Erkan

0


Başlık,1967 yılında çekilen politik bir filmin ismi. 1964 Yılında Brezilya’da solcu başkan Joao Goulart’ın ABD destekli bir askeri darbe ile devrilmesi ve sonrasında olanlara ilişkin, toplumun kabullenişi, halkın kolayca aldatılabilmesi üstüne yapılmış. Bu sorgulama hiç şüphe yok ki şimdi çok daha anlamlı. Nedeni ise açık, uzun zamandır toplumların bu şekilde yönlendirilişine tanık oluyoruz. Etrafınıza bir bakın, her yerde “garip” değişimler olmaya başladı. Başta Trump ve onun gibilerin seçilebilmesi, pek çok gelişmiş ülkede faşizan renkleri olan sağ hareketlerin yükselişi ve en önemlisi buna karşın hiçbir program ve hareketin paralel bir gelişme göstermeyişi. Bizde de öyle. En tipik olanı, yaşanan ekonomik krize karşı tepki, daha doğrusu tepkisizlik. Daha önce 2001 krizinde üstelik öyle kitlesel hareketler falan olmadan hükümet deviren, partileri baraj altında bırakan kolektif davranış yerini suskunluğa bıraktı. Şimdi 2001 krizinden daha ağır bir krize girildi ama kimsede tık yok. Bütün bunları açıklamak için evet, ekonomik, sosyal koşullar, siyasi durum,psikolojik etkenler vb. pek çok şey sayılabilir. Doğrudur da. Ama bu, toplumsal davranış tercihinin neden böylesi bir suskunluk olduğunu açıklamaya yetmiyor. Transagirmiş gibiyiz sanki.

Trans ve şok    

Trans hali özel bir zihinsel durumdur ve zihnin büyük oranda içe dönük yoğunlaşması halidir. Bu durumda insanın algı filtreleri çalışmaz, motor hareketlilik asgari düzeye iner. Dış uyaranlar doğrudan beyine ulaşır ve değerlendirip filtre edecek bilinçli faaliyet durduğu için de beyin telkinlere açıktır. Günlük yaşamda herkes sık sık trans halini deneyimler fakat farkında değildir. Örneğin göz dalması ya da bir yolculukta düşüncelere dalıp zamanı fark etmemek gibi.

Çevresel koşullarda ani ve büyük değişikliklerin neden olduğu şok hali de transal bir durumdur.

Genelde trans ya da hipnoz gibiolaylar kişiye özel, biraz da mahrem kabul edilir. Fakat artık uygun şekilde adapte edilerek bundan toplum yönetiminde, hem de son derece etkin bir şekilde yararlanılıyor. Bu şaşırtıcı gelebilir. Ama bir yandan bilimsel olarak bu konudaki ilerlemeler, diğer yandan toplum ölçeğinde yararlanma imkanı veren maddi şartların gelişmesi ile bu artık mümkün oldu.

Engellenemeyen telkinler

Hipnoterapistler transı kendileri yaratarak ve daha da derinleştirerek yararlanırlar. Geleneksel hipnoz yaklaşımında terapistler doğrudan yönlendirici davranış ve sözler ile işe başlardı. Elindeki bir objeye odaklanılmasını istemekten, “şimdi rahatla” türü komutlar ile kişiyi yönlendirici bu yaklaşımda, iki tarafta işlemin farkında olurdu. Yani bu seansı kabul eden ne olacağını, nasıl olacağını önceden bilir ve davranışları da aslında önceden manipüle edilmiş olurdu. Eğer işler böyle kalsaydı elbette bundan toplumsal ölçekte yararlanmak çok daha sınırlı kalabilirdi. Ama öyle olmadı. Beyin ve beynin nasıl çalıştığına dair bilgiler arttıkça yeni yöntemler gelişti. Örneğin, Amerika’da kendisine “bay hipnoz”gibi unvanlar verilen ve modern hipnoterapinin gelmiş geçmiş en büyük temsilcilerinden biri sayılan Dr.Milton Erickson, bilinçaltına kişi farketmeden ve  direnç göstermesine fırsat vermeden, bir anlamda arka kapıdan ulaşan bir yöntem geliştirerek bu farkındalığı ortadan kaldırdı. Erickson, danışanı ile sadece konuşarak hissettirmeden ve gözleri açıkken onları hipnotik bir hale sokabiliyordu. Hatta çok sayıda danışanı hipnotize edildiğini yıllar sonra öğreniyordu. Üstelik bunu gruplar halinde, toplu da yapabiliyordu. Peki neydi bu işin sırrı?  İnsanın aklına hemen dolanıveren bu vb. soruların cevabı ise oldukça basit. Kuşkusuz doğaüstü bir olay yoktu ortada. Çünkü O’nun yöntemi aslında gücünü tek bir şeyden, kullandığı dil kalıplarından, yani dilinden alıyordu. Kelimeler beynimizin kodları gibi işler ve Erickson bu konuda son derece ustaydı. Ama ne yazık ki hırsızlara yol gösterdiğini bilmiyordu.

Bu yaklaşım, yani insanların farkındalığına yakalanmadan gizli telkinler vermek ya da yönlendirmek, zamanla tıptan çıkıp farklı uygulama alanları buldu. Her dalda orijinal gereksinmeler ve araçlar ile gelişerek önce ticari ve daha sonra kitle yönetiminin temeli oldu. Trans ya da hipnoz insanlar için nasıl çalışıyorsa, aynı mekanizmadan kitlelerin yönlendirilmesi ve yönetilmesinde yararlanılıyordu artık.

Dr. Milton Erickson

Toplumu transal bir duruma sokmak, gerekirse şoka uğratacak işler becermek, artık günümüzde bir istisna değil. N.Klein“şok doktrini” çalışmasında, CIA el kitabında sorgu tekniği olarak da yer alan bu gibi yöntemlerden toplum düzeyinde nasıl yararlanıldığını etraflıca anlatır. Darbe, terörist bombalama eylemleri ya da şehirleri yerle bir eden kasırgalar gibi bir felaket gerçekleştiğinde toplumun kolektif bir şok durumuna girmesini egemenlerin nasıl bir fırsata çevirdiğine ilişkin pek çok örnek verir. Ama şimdi böyle bir felaket gerçekleşmesini beklemeden de trans ya da şokun sağladığı sonuçlara ulaşabiliyorlar.

Modern yaşamda kafa karıştırmak ya da aşırı yüklemek

İnsanlar kafa karışıklığı yaşadıklarında ya da aşırı dış uyaran aldıklarında da kendi içine yoğunlaşıyor ve dış dünyaya olan ilgileri azalıyor. Bir çeşit trans hali gibi uyaranlara daha tepkisiz ve durgun kalıyorlar. Teşbihte hata olmaz ama tıpkı aşırı yüklenen bir bilgisayarın çalışma hızının ağırlaşması ya da donması gibi.  Kentlerde yığılan insanlar için de günlük yaşam bile çok sayıda problem anlamına geliyor. Buna iktidarın propagandaları, toplumsal yaşamın haberleri, reklamlar vb. binlerce veri daha bindiğinde önce bir çeşit seçicilik ile baş etmeye çalışılıyor ama sınırları zorladığında az önce değindiğimiz ilgisiz ve tepkisizliğe geçiş kaçınılmaz oluyor. İktidarlar için bulunmaz bir avantaj olan bu halin artık onlar tarafından yapay gerçekleştirilebilir olması ise işin ürkütücü tarafı. Bunu da İletişim olanaklarının muazzam artışı ve onlara sahip olmanın avantajını, uygun dili kullanma becerisi ile birleştirerek başarıyorlar. Küçük çaplı, toplumsal yaşam içerisinde kendiliğinden gelişen olaylar bile bu anlamda kullanılıyor. Ülkemizden bu koşulların propaganda için ne kadar rahat ve telkin vermeye ne kadar uygun olduğunu gösteren bir örnek vermek istersek yakın zamanda RTE’nin yaptığı bir açıklamadan aktaracağımız şu alıntı güzel bir örnektir. Şöyle diyor:

 “Bir İnsan Hakları Günü’nü daha maalesef Suriye’den Irak’a, Arakan’dan Filistin’e kadar gönül coğrafyamızın farklı bölgelerinde yaşam hakkı dahil en temel insan haklarının hiçe sayıldığı,Yemen’de yüz binlerce çocuğun menfaat çatışmasına kurban edildiği bir dönemde karşılıyoruz… Zalimin ve mazlumun kimliğine göre tavır belirleyen zihniyet, yüzmilyonlarca insanın nazarında İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ni de anlamsızlaştırmaktadır. Bu süreçte Türkiye, yurt dışında komşularından başlayarak küresel ölçekte adaletin tecellisi için mücadele ederken, yurtiçinde de demokrasinin tüm kurum ve kurallarıyla yerleşmesi için kapsamlı reformlara imza atmıştır.”

Burada Erdoğan, önce genel, herkesin kabul edeceği doğruları dillendirerek başlıyor. Bunları öyle bir söylüyor ki bu doğruları siz onaylarken aynı zamanda bilinçdışı bir şekilde kendinizi, yaşadığınız ülkeyi de bunlardan uzak, tersine haksızlıklara karşı çıkan bir ülke gibi algılıyorsunuz. Erickson tarzı bir telkin. Hemen arkasından da açık bir mesaj, “biz yurt içinde de demokrasinin…….” diye kendi iktidar algısı ile paralellik kuruveriyor. Biraz önce belirttiğim şekilde transal bir halde sessiz yığınlar bu mesajları bilinçli olarak değerlendirmeyecekleri için olduğu gibi zihinlerine yerleşecek, zaman içerisinde dönüp değerlendirmek istese bile orada olan “doğrular” toplam anlamı fark edilir olmaktan çıkaracaktır. İşte size çok basit ve aslında biraz sırıtan bir örnek. Bir de bunun çok daha ustaca yapılanlarını düşünün olayın anlaşılmasına yeter. Kimileri hayır ben böyle etkilenmedim diyebilir. Elbette, bu herkes için geçerli olmaz. Birincisi siz masaya gönüllü oturanlardan değilseniz ya da kafanız çok karışık duygusal olarak aşırı yüklü değilseniz bu konuşmaya gönüllü olmadığınız için algılarınız açık kalacaktır ve etkilenmeyeceksinizdir. Ama unutmayın, masaya konuşmak, anlamak için oturan milyonlar var. Ha, bir de mevcut koşulları, insanların nasıl kıstırılmış hissettiklerini dikkate alın

Kuşkusuz totaliter yönetimler bu anlamda çok daha uygun koşullara sahip. Ancak demokratik özgürlüklerin nispeten kullanılabilir olduğu ülkeler de bundan muaf değil. Toplum bu hale geldiğinde en açık, en temel problemler için bile herhangi bir şey yapmak son derece zor.

Transtan çıkmak!

Toplumun bu hipnotik etkiden biran önce kurtulması gerek. Bunun için hipnoterapistlerin yaptığı gibi parmaklarımızı şaklatarak uyandıracak etkiye sahip bir şey yok elimizde ama bu etkiyi sağlayan en önemli aracın dil olduğunu biliyoruz. Şu halde ona ulaşan bütün telkinleri dezenforme edecek yeni bir dilde düşünmeyi, konuşmayı ve yazmayı becererek, bu dilde sesimizi duyurarak bunu yapabiliriz. Topluma, bir bakıma aynı mekanizmayı tersine kullanarak bu duruma sokmak için yüklenen duygu ve telkinleri boşaltıp rahatlatacak mesajları ulaştırabiliriz. Korkmuş ve kafası karışık kitleleri bu yükten kurtaracak umudu canlandıracak, her şeyin mümkün ve basit olduğunu yani karışık olmadığını telkin eden somut, pratik yolları göstererek, söylemde ve eylemde, bu mesajları vererek yapabiliriz. Kısaca iktidarın topluma dönük her söylem ve icraatına kalkan olacak öyle bir dil kullanmalı ki onları etkisi altına alan bu zihinsel mesaj ağının yayınını etkisizleştirsin, telkin ve mesajlarının taşıdığı anlamı bozarak, gizli telkinlerini çıplak, görülür, dolayısı ile kolayca anlaşılır ve gerçekte kendisi için taşıdığı tehlikeyi fark edilir hale getirsin.  

Bu noktada karamsarlığa yer yok. Sanıldığı kadar zor bir şeyden söz etmiyorum. İyi de bu nasıl bir dil diyorsanız eğer, daha sonra açıklamaya çalışacağız ama bir örnek vererek bu işin ne kadar zor ya da kolay olacağının takdirini size bırakayım. Mutlaka benzer bir şeyi yaşamışınızdır; yüksek sesle direktifler veren bir öğretmen, ebeveyn ya da resmi otoriteyi temsil eden birisi, siz ezilip büzülürken aniden bir dil sürçmesi ile ağzından saçma, yanlış bir söz çıkarsa ortamın aniden o ciddiyetten nasıl uzaklaştığını hatırlayın.  Bütün o kasvet dağılıverir. Daha önce söylenen incitici bütün sözlerin etkisi de birden cam gibi kırılır, dağılıp yok olur. Eh, anlayacağınız gibi cama şekil vermek zor olabilir ama kırması hiç de zor değil. Mesele, üstünüzde beklenen etkiyi yapsın diye oluşturulan kalıbı kırmak. Bir kere kırıldı mı tekrar aynısını yapmak çok zordur.

İktidarlar bu vb. kendi planlarını bozan işleri her zaman çok büyük tehlike olarak görürler. Yakın zamanda bizde de bu korkusunu gösteren iyi bir örnek yaşandı; bir muhalefet lideri düzmece iddialar ile tutuklanıp hapse atıldı. S. Demirtaş’tan bahsediyorum. O, bu konuda doğal bir yeteneğe sahipti ve farkında olmadan iktidarın yaratmak istediği etkiyi kırıyordu. Onun kullandığı mizah ve umut yüklü dil, iktidarın buyurgan ve kibirli söylemlerinin içini boşaltıyordu. Zaten mizaha her otoriter rejim düşmandır bu yüzden. Bizde de iktidar bundan o kadar tedirgin oldu, korktu ki bir yolunu bulup onu hapse atmaktan başka çare bulamadı. Yoksa Demirtaş ne milyonları peşinden sürükleyen bir lider, ne kitleleri kıskıvrak avucunun içine alan bir hatipti.

Yani, yani, bu iş olabilir. Fakat asıl zorluk, toplumsal ölçekte  tek tek yapılan işlerin buna yetmemesi. Bunun için hep birlikte ve uyumlu hareket etmek, organize olmak ve söylenecekleri her yerden duyulur yapmak gerek. O zaman bir fısıltı bile bunu sağlayacak kadar etkili olabilir. Yani, evet, siz ne demek istediğimi anladınız.

.

Berkay Erkan

More in Yazarlar

You may also like

Comments

Comments are closed.