Geçtiğimiz ay dünyanın gündeminde su vardı. Yaşamın kaynağı olan, bedenlerimizin yarısından çoğunu oluşturan ve gün geçtikçe daha da kirlenen, erişilmesi zorlaşan suyu konuştuk. “Kimseyi geride bırakmamak” temasıyla suya erişimin herkesin en temel yaşam hakkı olduğu vurgulandı. Ancak tüm bu vurguya rağmen dünya nüfusunun neredeyse üçte birinin su ve hıfzıssıhha hizmetlerine erişemediği bir dünyada yaşıyoruz. Bu satırları okuyanlar mutlak bir susuzluk sorunuyla karşı karşıya olmayabilir. Fakat devletlerin iklim değişikliğini hiçe sayan, onunla uyumlu olmayı bırakın ona inat tasarlanmış su ve enerji politikaları sayesinde su krizi er ya da geç hepimizin ve hatta daha doğmamışların sorunu olacak. Ve hiçbir ülke ya da hiçbir insan bu krizden muaf kalamayacak. Şunu bilmeliyiz ki o gün sandığımız kadar uzakta değil.
Peki ne yapmalı? Dünyanın farklı ülkelerinde insanlar neler yapıyor? İşte bu noktada Mavi Topluluklar’dan (Blue Communities) bahsetmek gerek. Mavi Topluluklar, Kanada’da 2000’lerde başlayan su özelleştirmelerine karşı mücadele etmek için kamu eliyle verilen su hizmetlerini destekleyen ve ambalajlı su endüstrisine karşı çıkan pek çok sivil oluşumla birlikte örülen bir mücadelenin sonucunda ortaya çıktı. Mavi Topluluklar suyu mülkiyeti olmayan ancak sorumluluğu herkese ait olan bir ortak varlık olarak tanımlıyor. Su, insan faaliyetlerinin merkezinde olduğuna göre, suyun yönetimi de adil paylaşımcı ve koruma eksenli olmalı. Gelecek nesillerin de sudan faydalanması bu eksenler üzerinde kurulacak bir su yönetimi anlayışına bağlı. Buradan hareketle, belediyelerden kurumlara kadar herhangi bir topluluğun mavi olabilmesi için aşağıdaki üç şartı kabul etmesi gerekiyor:
– Su ve hıfzıssıhha hizmetlerinin insan hakkı olarak tanıması;
– Bu hizmetlerin kamu eliyle yürütülmesi için destek vermesi;
– Kamunun veya kurumun tesislerinde ve etkinliklerde ambalajlı su kullanımına izin vermemesi
Hemen belirtelim Kanada’da başlayan Mavi Topluluklar, yıllar içinde dünyaya yayıldı. Örneğin 2013’te İsviçre’nin başkenti Bern, Avrupa’daki ilk Mavi Topluluk oldu. Paris 2016 yılında, Berlin ise 2018’de bu ünvana sahip oldu. Üstelik Mavi Topluluklar sadece büyük kentlerin belediyelerini kapsamıyor. Mavi Topluluk olma ilkelerini kabul eden üniversiteler ve okullar gibi kurumlar da var. Mesela İsviçre’nin üniversitelerinden St. Gallen ve Bern’in dışında Dünya Kiliseler Konseyi gibi çeşitli dini topluluklar da Mavi Topluluklar arasında. Yani dünya gittikçe mavileşiyor.
Peki, gittikçe betonun grisine, asfaltın siyahına bürünen Türkiye mavileşebilir mi? Bu sorunun muhatabı sadece devlet ya da yerel yönetim otoriteleri değil. Esas muhatap bizleriz. Küçük adımlarla üniversitelerden ya da çalıştığımız kurumlardan mavileşmeye başlayabiliriz. Değişimin öncüleri olmaktan başka çare yok. Toprağa düşen ilk damla gibi yağmuru getirmekten başka bir yok kalmadı artık. Suyun tasarrufunu ve korunmasını; su hizmetlerinde kârın değil hizmetin merkeze alınmasını, ambalajlı suyun değil içilebilir şebeke suyunun teşvik edilmesini hedefleyen her oluşumun birer damlası olmak için kaybedilecek vakit yok artık.