Hafta SonuHaftasonuManşet

Siyasi bir özne olarak YSK, rejim müteahhitliğine soyunurken (3/3) – Orhan Esen

0

Yazının ilk bölümü için tıklayın

Yazının ikinci bölümü için tıklayın

***

İki no’lu kervanbaşı: YSK

%10 barajlı seçim sistemi, seçmen ile ince ayarlı bir dans çerçevesinde evrilmiş, 7 haziran 2015’de bir koalisyon olarak HDP’nin de barajı geçmesi ile ilk kez toplumsal karşılığı net, 4 partili demokratik bir siyasal omurga oluşmuştu. 7 Haziran, dört eğilime de kendi şemsiyeleri altında geniş bir sosyal ve siyasal yelpazeyi meclise taşıma imkanı sağlamıştı. Parlamenter siyasal tarihteki en çoğulcu, en yüksek oranda temsiliyet ve kapsayıcılık sağlayan meclisti denebilir.  HDP ve MHP’nin eşit sayıda, 80’er sandalye alması da önemli bir semboldü. İdeal koşullarda kurucu bir meclis olarak çalışmaya aday bir yapı ortaya çıkmıştı. Beklendiği gibi en kısa ömürlü ve en etkisiz meclis oldu, gelişmeler normal her ülkede olması gerekenin tam tersi yönde oldu. Bu meclisle birlikte barış süreci ve en önemlisi, bir başkanlık ya da benzeri sistemde en önemli unsur olan karizmatik lider adayı Demirtaş, CHP’nin başat katkısı ile iki yıl içinde  tasfiye edildi. Bu tasfiyenin AKP, MHP, CHP ve devletin ortaklığında gerçekleştiğinin altı çizilmeli.

İmamoğlu’nun çıkış zamanlaması ve konumlanması ideal. Önce olamayacaklar görüldü ya da işleri görüldü: Demirtaş derdest edildi, İnce kendi kendini diskalifiye etti. Erdoğan’la aynı kumaştan onun tersten karbon kopyası bir polemikçi olarak çapının birleştirici siyasete yeteceği şüpheli, yürütme erkine sahip çıkacak kalitesi olup olmadığı muamma idi. Sadece seçmen nezdinde değil, devlet katında da ikna edici olamadı, adama verdi.

İmamoğlu, başarılı bir icraatin içinden gelmesi, 23 Haziran’ı kazanması halinde başkanlık için ideal bir staj imkanı bulacak olması ve siyaseten birleştirici kalitesi ile toplum ve devletin post-Erdoğan restorasyon süreci için ortaklaşabileceği bir aday. 2015’den temel bir fark; o dönem bağımsız varlığı, duruşu ve kendi gündemi olan HDP’nin 2019 İstanbul’unda kendisinin şemsiyesi altına girmiş olması. Üstelik bunu koşulsuz ve sesini çıkarmadan, talepte bulunmadan, pazarlık konusu etmeden yapıyor oluşu. CHP, bir dizi benzemezden oluşan bir “%50 yi bulan malı götürür” koalisyonunun önderliğine soyunmuş durumda. İstanbul seçimleri, Erdoğan’ın da sahaya inmesi ile tam bir başkanlık yarışı provasına dönüştü.

Bu noktada İmamoğlu, bir İstanbul belediye başkan adayından ve muhtemel bir başkanlık stajyeri ve müstakbel başkanlık adayından başka bir şeye dönüşüyor: Kendisi artık 16 Nisan rejiminin revize edilerek oturtulmasını ve işlerliğini sağlayacak lider pozisyonuna aday. Bu nedenle üzerinde her zaman tepinilecek ve şaibe oluşturacak birkaç binlik bir fark yerine net, tartışmasız bir zaferle gelmesi, meşruiyetinin pekişmesi iyi olurdu. Demirtaş’ın karizması tarafından domine edilen olası bir demokratik kurucu meclis kabusu daha dün savuşturulmuşken, yerine ikame edilebilecek uygun fırsat çıktı: Toplumun pasladığı yeniden birleştirici bir tür kurucu başkan abi. TCyi restart/yeniden başlat komutu için tuşa basabilecek karizmatik lider. Nesebi, kimliği,  fiziği, statüsü, kariyeri, … gibi özellikler ama hepsinden önemlisi bir politikacı olarak kişisel ulusalcı duruşunun ötesinde kurabildiği esnek ve kapsayıcı dil, kendisini devlet açısından 12 Eylül misyonunu tamamına erdirmek bakımından beklenen ideal aday haline getiriyor. Devletin donanımı, sokağın yaptığı ortaya hayli spontane bir hamle ile ve YSK eliyle dalmayı mümkün kıldı. Hukuğun anayasal bir kurumca katli ve bir yargı kurumunun siyasallaşması, bildiğimiz siyaset mühendisliğinden başka bir şey değil. Meşruiyeti sağlayan, iyi bildiğimiz bir motif: Rejimin bekası.

Bu noktada seçimden mazbataya, ordan iptale geçen sürede arkaplanda ne pazarlıklar döndüğü üzerine spekülasyonlar yapılabilir. Tam gerçeği muhtemelen ancak yıllar sonra hatıratlardan öğrenebileceğiz. Seçimlerin kaybı halinde İstanbul’dan kontrollü çıkış konuşuldu mu, vekalet eden vali başkan döneminin tasarrufları neler olacak ve ötesi. İmamoğlu’nun  yolsuzluk sözünü ağza almaktan kaçınması, kaynakların çarçur edildiği çizgisinde ısrarı, devri sabık yapmayacak, sorumlu politikacı profili veriyor. Bu profil, 23 Haziran için AKP seçmenine açılmış bir krediden mi ibaret, yoksa fair play kapsamında daha büyük bir devir teslimin mi işaretçisi ? Yaşayarak göreceğiz.

Ulusa zimmetlenmek

Erdoğan, devlet ve toplum kısa vadeli bir hedefte, 23 Haziran’da seçimleri yenileme konusunda ama gönüllü ama kerhen uzlaştı. Bu yazı 23HaziranHan’a sürülen iki numaralı kervana, devlet kervanına dairdi. YSK’nin siyasi tasarrufunun 12 Eylül Anayasası’nın ruhunda tezahür eden siyaset alanını kalıcı olarak iki millici blok etrafında dizayn etmeyi hedefleyen uzun vadeli bir devlet stratejisinin içine oturduğu, bunun Erdoğan çevresinin kısa vadeli çıkarları ile taktik olarak çakıştığı, ancak 23 Haziran kararının tek aktörlü bir tasarruftan ibaret olmadığı tezi işlendi. 1 no’lu kervana, Erdoğan kanadının zaten çok tartışılmış ve iyi bilinen motivasyon ve stratejisine bu konuya değmedikçe pek girilmedi.

Asıl ilginç hikaye aynı hana doğru yol alan üçüncü kervana, toplumun kervanına dair. Toplum YSK kararı karşısında (a) çaresizlik, (b) karşı tarafı da kısmen ikna edecek net bir zafer tablosu ihtimalinin şehveti ve (c) bir kez daha tongaya basma kuşkuları gibi üç karışık ana duygunun girdabında, 23 Haziran’a ezici çoğunlukla evet dedi; boykot etmeyip sandığa gidecek. Boykotu etkin bir siyasal araç olarak örgütleyebilecek siyasal öznelerin yokluğunda, olası tek siyasi seçenek bu idi.

Türkiye’nin kelimenin gerçek anlamı ile çoğul sosyal ve politik gerçekliğini iki siyasi bloğa kilitleyerek törpüleme mühendisliği, sonuç her ne çıkarsa çıksın 23 Haziran “ikinci turu” sayesinde meşruiyet kazanacak. YSK gündemi bu kadar basit. İmamoğlu ister net bir sonuçla, kimi araştırmaların iddia ettiği gibi beşyüzbin ve üstü farklarla kazansın ister “oyumuzu çaldılar” post-gerçekliği ile gaza gelmiş küskün AKP’li oyları ile kaybetsin. İkinci kampanya çoktan ulusal nitelik kazandı. Erdoğan bizzat sahada, olay tüm Türkiye’den naklen izlenmekte: İmamoğlu, “muhalif siyasi bloğun karizmatik ve birleştirici lideri” olmanın ötesinde, karşı tarafla eşit ağırlık sahibi bir iktidar adayı kimliği ile tanınırlığını arttıracak.

Seçilmesi ile seçilmemesi arasındaki temel fark, belediye başkanlığını bir tür toplumun gözü önünde duracağı bir tür başkanlık stajı olarak geçirmek ile bu imkana sahip olmamak arasındaki fark. Kaybederse, kendisi için gözönünde kalacağı uygun bir başka bir icracı konum bulunacaktır. Sonuçtan bağımsız, varlığı ve ağırlığı ile iki bloklu bir yeni rejim denkleminde, terazinin karşı kefesini dengeleyen bir rol modeli olarak duracak ve ağırlığı ile siyaset sahnesinde yerini alacak.  Zihinlerde iki bloğu dengeleyecek.

Sorun şu ki iki blok, mevcut halleri ile çok farklı niteliklerde: İktidar bloğu sosyo-kültürel ve siyasal olarak hayli homojen. Bu anlamda daha sorunsuz. Ne kadar bölünse de toparlanmayı becerebileceğini Erdoğan ile öğrendi, bu örnek her zaman önünde duracak. Muhalefet bloğu ise alabildiğine heterojen ve devlet stratejisinin püf noktası, tam da bundan ibaret. İki bloklu siyaset dizaynı, Kürt, kadın, LGBT, emek, hareketlerini; her türlü özgürlükçü nitelikteki sol, Müslüman, liberal duruş ve akımları seküler ulusalcı politikaya kilitlemek, sözcüğün en soy anlamı ile onlara zimmetlemek anlamına geliyor. Şer’i hukuğun zımni statüsünden hiç farklı değil, bu kesimlerin hayat hakkının siyasi cizye karşılığı güler yüzlü seküler milli bloğa emanet edilmesi. Tüm bu hareketlere “Eğer bu ülkede asgari düzeyde varolmak istiyorsanız zimmetlendiğiniz yerde edebinizle durun, size söz düştüğü kadar konuşun, size tahsis edilecek alanların dışına taşmayın ve herşeyden önemlisi milli amentüye biatı es geçmeyin” ve “Kuralları doğru uygularsanız İmamoğlu gibi uygun adaylar çıkardıkça çoğunluğu elde edebilir, onların öngöreceği ölçüde iktidardan pay sahibi bile olabilirsiniz” denmiş oluyor.

Başkansı rejimin ebedi tek adam versiyonu, benzer bir şeyi sağlamaya artık muktedir değil, istese de beceremez. Barış sürecinden Gezi’ye, oradan 2015 Haziran seçimlerine son krediler harcandı ve bitirildi. Bu noktada çıkışı aklınca devlet veriyor, YSK eliyle gösteriyor. Erdoğan’dan -ikili bir düzene geçmek üzere- kurtulmak bir kabus senaryosu mu ? Üçüncü yol alternatifi yok değil. Amerikan Yeşiller Partisi ile örnekleyelim: Yıllardır milyonlar mertebesinde seyreden oylarına rağmen iki bloklu düzen içinde sıfırlanarak görünmezleşen bu parti, düzenli olarak Demokratların oybölücüsü ve sağın seçim kazandırma aracı olarak suçlanır durur. Şeytanla yemeğe oturanın kaşığı uzun olmalı. Kaşığı nasıl uzatmalı sorusuna hazır reçete yok, ama düşünmeye değer, Erdoğan / İmamoğlu düzeninde başka şans zaten olmayacak. Devamı, burdan.

(Yeşil Gazete)

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.