Plastik kirliliğinden sorumlu şirketlerin taahhüt ve işbirliği aldatmacaları

Şirketlerin raporlar yayımlaması, taahhütler vermesi ancak bunlar gerçekleşir ve şirketlerin etkilerinde anlamlı değişimler yaratırsa anlamlı olur. Aksi taktirde, hepsinin birer halkla ilişkiler çalışmasından öteye gitmesi mümkün değildir.

Son 10 yıldır küresel operasyonlara sahip olan çok sayıda şirket belirli tarihlere kadar plastik ambalaj kullanımında farklı değişiklikler içeren taahhütler verme geleneği oluşturdu.

Bu taahhütleri organize edenler de yine bu şirketler tarafından yönlendirilen dernek veya vakıflar. Bunlar içerisinde en bilineni Ellen MacArthur Foundation. Bunların Türkiye ayağını da Sürdürülebilir Kalkınma Derneği (SKD) isimli bir kuruluş yapıyor. Bu şirketler arasında aklınıza gelebilecek her türden kuruluş var. Dünyayı en çok kirleten ambalajlı ürün üreticilerinden tutun da dayanıklı tüketim malları üretenlere kadar. Tabii şirketler taahhütlerini sadece bu kuruluşlar aracılığıyla yapmıyor, bazıları da kendi kurumsal raporları üzerinden taahhüt veriyor.

Aslında kurumsallaşmış ve küresel operasyonları olan tüm şirketlerin “sürdürülebilirlik” adı altında raporlar yayınlaması adettendir denilebilir. Bu raporların ekserisinin içeriği, içerisinde hiçbir şey olmayan ve tamamen hayal satmaya odaklanmış içerikler olması ve bu içeriklerin de etkide sıfır olan taahhütler olduğunu söyleyebiliriz. Tüm bu şirketlerin ortak yanı ise hepsinin bu raporlardaki iddiaları büyük kampanyalarla ilan edip bu taahhütler fiyasko ile sonuçlanınca sessiz sakin bunlara dair verdikleri beyanları değiştiriyor olmaları.  Bunun en güncel örneğini Nestle’den öğrendik. Nestle’nin bağır çağır duyurduğu “2025’e kadar yalnızca geri dönüştürülebilir veya yeniden kullanılabilir ambalaj kullanma” hedefi yerini sessizce “çoğunlukla geri dönüşüm için tasarlanmış plastik kullanma” hedefine bırakılmış. Benzer şekilde bir sürü başka şirket de var.

Halkla ilişkiler çalışması olarak ‘sürdürülebilirlik’

Ben ilk olarak bu raporlardan ve taahhüt verme geleneğinden 2020 yılında haberdar oldum. Bu işin Türkiye’de de yapılmaya başlandığını da 2021 yılında SKD aracılığıyla öğrendim. Geçtiğimiz aylarda SKD’nin yeniden yayınladığı plastik taahhütler raporunu okuyunca meselenin hala en başta durduğu yerde olduğunu da anladım.

Öncelikle SKD’nin plastik taahhütlere dair benimle bir zamanlar irtibata geçip benden rapor için gönüllü danışmanlık üzerinden yorum talep ettiğini söylemem gerekiyor. Çünkü o zaman yaklaşık 2 sayfa öneri yazmış ve kendilerine göndermiştim. Ancak o iletişimden sonra bir daha ne arayan ne de soran olmadı. Zaten bu da benim beklediğim bir şeydi. Çünkü raporun ana mantığına dair bir eleştiri yapmış ve mesela BASF gibi kimyasal ve plastik üreten şirketlerin böyle raporlarda yer almasının raporun ciddiyeti ve güvenirliği açısından ciddi bir risk teşkil ettiğini söylemiştim. Ancak buna rağmen ilgili rapor yayımlandı ve zaten pek de bir etkisi olmadı. Haber değeri bile taşımadığını söylemek mümkün. Benzer bir durumun SKD’nin Mayıs 2024’te yayımladığı raporda da olduğunu söylemek mümkün. Şirket profili de sayısı da değişmiş. Ancak abartılı tespitler ve gerçekleşmiş hedefler kısmı hala aynı şekilde. Bu rapor İş Dünyası Plastik Girişimi isimli bir girişim çerçevesinde yapılıyor. Hiçbir kök sorunun çözümüne dair öneri getirmeyen bu girişim, halkla ilişkiler çalışması olarak da bu raporu yayımlıyor.

Raporda özellikle ambalajlı ürün sektöründen dâhil olan şirketler ve holding bazında dâhil olan şirketlerin taahhütleri ve ilerlemeleri evlere şenlik. Raporun pek bir ciddiyeti maalesef yok. O sebeple değerlendirmek için çok zaman kaybetmeyeceğim.

Ancak burada belirtmem gereken bir şey var ki, yeryüzünün plastikle kirletilmesinden sorumlu şirketlerin işi bu kadar gayrı ciddi bir şekilde değerlendirip bir de tüketiciyi yanıltmaya dair bu kadar aleni girişimlerde bulunmasının bir şekilde yasal bir yolla engellenmesi gerekiyor. Avrupa ve Amerika’da buna dair girişimlerin sayısı artıyor ve şirketlere karşı bu uyduruk içerikleri yayınlamalarını engellemek üzere bazı ceza davaları açılıyor. Ancak Türkiye’de o aşamaya gelmek şimdilik biraz imkânsıza yakın. Çünkü yasal mevzuat tüketiciden değil şirketlerden yana. Aksi takdirde tıpkı Coca Cola’ya verilen ve ayan beyan bir yeşil yıkama faaliyeti olan Cannes Lion Festivali kapsamındaki ödül gibi ödüllerin daha absürtlerini farklı alanlarda görebileceğiz.

Maden şirketi ile ‘ekolojik’ işbirliği

Şirketlerin yarattıkları etkileri gizlemek üzere gerçekleştirdikleri faaliyetlerin ekserisinin yeşil yıkama yani greenwashing olduğunu beni buradan takip edenler bilecektir. Detayları daha önce yazdığım şu yazıdan ve editörlüğünü yaptığım mekânda adalet ve atık temalı dergideki şu yazıdan okuyabilirsiniz. Ancak bu işin anlamına dair her şey açık ve net olmasına rağmen birçok dernek ve şirket işbirliği yaparak yeşil yıkama olarak adlandırılabilecek işlerini sürdürmeye devam ediyorlar.

Bunlardan en bilineni Lets do it derneği ile Socar isimli petrol şirketi arasında yapılan işbirliği. Burada Socar çöp toplama etkinliğine sponsor olarak kendini çevreye duyarlı bir şirket olarak gösterirken Lets do it de toplumsal ve çevresel fayda adı altında gündem yaratıyor ve kendine kaynak sağlıyor. Bir diğeri de İstanbul BŞB ile Unilever isimli plastik ambalajlı gıda ve kimyasal üreten şirketin çöpkapar işbirliği. Çöpkaparların hiçbir işe yaramadığı bilimsel yayınlarla ortaya konulmuş olmasına rağmen sanki denizleri temizliyormuş algısı ile pazarlanması da ciddi bir yeşil yıkama pratiği olarak nitelendirilebilir. Bunlar en bilinenler. Ancak bunların sayısı arttırılabilir. Mesela işlenmiş patates cipsi üreten Lays ile Anadolu Meraları isimli kuruluşun işbirliği, TÜDAV isimli dernek ile Henkel arasındaki çöp toplama alanındaki işbirliği ve plastik üreticilerinin lobi vakfı ile olan işbirliği (Hedef plastiksiz dünya değil çöpsüz dünya başlıklı toplantı organize etmek gibi), WWF Türkiye ile Coca Cola arasındaki işbirliği, Tüpraş rafinerisinin sahibi olan Koç Holding’in Turmepa isimli bir STK’sının olması ve daha niceleri buna örnek olabilir. Bununla da sınırlı değil. Yeri geldiğinde örnekleri daha da arttırabiliriz.

Bunlar içerisinde en yakın zamanda gerçekleşeni de Ekolojik Araştırmalar Derneği ismine sahip olan ve Ankara’nın en lüks plazalarından biri olan Tepe Prime isimli plazada merkezi olan derneğin Mavi Jeans ve TÜPRAG isimli maden şirketi ile yaptığı işbirlikleri örnek gösterilebilir. EKAD, TÜPRAG ile yaptığı işbirliğinde denize bıraktığı iki kaplumbağaya gümüş ve altın ismini vermiş.

Mavi Jeans gibi bir hızlı moda sektörü temsilcisi ile de kaplumbağa koruma çalışmaları gerçekleştiriyorlar. Biliyorsunuz küresel hızlı moda sektörü kaplumbağalar da dâhil deniz canlılarını etkileyen plastik kirliliğinde önemli bir paya sahip. Her iki şirket de kendi sürdürülebilirlik raporlarına bu desteklerini çevreyi ne kadar önemsediklerini belirtmek üzere koyacak.

Sivil toplumun rolü

Şirketlerin bu tür destekleri vermek üzere girişim yapmaları gayet anlaşılır. Ancak STK’ların bu işlere bu kadar istekli olması ciddi bir problem. Gerçi onlara sorarsak fon kaynaklarının sınırlı olduğunu ve bir şekilde bu paraların birileri tarafından kullanılması gerektiğini, kendilerinin bunu faydalı işlerde kullandıklarını söyleyecekler. Kendilerince haklı bir gerekçe ama maalesef Türkiye’de çıkar ilişkisi ve tarafsızlık gibi konular ne akademinin ne de STK çevrelerinin gündemine girmiş değil. Bu durum bile başlı başına bir araştırma konusu aslında.

Şirketler, üniversiteler ve STK’lar arasında işbirliği protokolleri gayet tabii yapılabilir ancak bunun çerçevesini belirleyecek olan şey neyin ne için yapıldığı ve şeffaflık. Çünkü şirketler yapılan işbirliklerini asıl yarattıkları etkiyi ölçmek ve ona dair önlemler almak üzere kullanmak (ki biz buna ar-ge faaliyeti diyoruz) yerine sadece reklam amaçlı kullanıyorsa o zaman geçmiş olsun. Çünkü bu durumda yapılan iş bir reklam ve halkla ilişkiler kampanyasından öte bir anlama sahip olmayacaktır.

Bir de yapılan çalışmanın şirketlerin ana faaliyet gösterme alanları olması gerekiyor.  Bu da yetmiyor faaliyet alanı aynı olsa bile etkisi kanıtlanmış işlerin yapıldığının da gösterilmesi; bunu yaparken de tespit edilen meselede kendi paylarının da açıkça ortaya konulması gerekiyor. Aksi takdirde yapılan faaliyet bir yeşil yıkama faaliyeti olarak değerlendirilebilecektir. Bu yazılanlar STK’cı arkadaşların pek hoşuna gitmeyecektir ama durum bundan ibaret.

Tüm bu şirketlerin gerek bireysel gerekse de kolektif olarak sürdürülebilirlik adı altında raporlar yayınlaması, taahhütler vermesi ve çevre koruma adı altında alakasız işlere girişmesi ancak ve ancak o taahhütler gerçekleşebilir ve o raporlar şirketlerin etkilerinde anlamlı değişimler yaratabiliyorsa anlamlı olabilir. Aksi takdirde hepsinin birer halkla ilişkiler çalışması olduğunu unutmamak lazım.

İLGİLİ HABERLER

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

İklim örgütlerinden Türkiye’nin 2024 karnesi: Yetersiz ve çelişkilerle dolu

Sivil toplum örgütlerinin hazırladığı raporda, Türkiye’nin yenilenebilir enerji enerjisi kapasitesini artırma hedefi olumlu bulunurken, nükleer bağımlılığı ve kömürden çıkış projeksiyonu olmaması eleştiriliyor.

Kanal İstanbul için rezerv alan ve imar planlarına yargı engeli

İstanbul 5. İdare Mahkemesi, Kanal İstanbul Projesi'ne ilişkin alınan rezerv alan ilanı ve 1/100.000 ölçekli çevre düzeni planı değişikliği kararlarını hukuka aykırı bularak iptal etti.

Ağva plajına mahmuz darbesi

Devlet Su İşleri’nin Ağva Plajı’na yapmayı planladığı mahmuz projesi...

Pirosmani: Bir sanatçı ardında ne bırakır?

Gürcü tiyatro topluluğu The Wandering Moon Theatre’ın ikinci yapımı...

Batı Karadeniz Çevre Gönüllüleri Platformu kuruldu

Mavera Maden şirketi tarafından Devrek, Akçakoca, Alaplı’nın Fındıklı, Belen,...

EN ÇOK OKUNANLAR