Ana Sayfa Blog Sayfa 976

Aydın abi…

Bu dünyadan çocuk bakışlı, muzip gülüşlü, elinin değdiği, gözünün gördüğü herkesin hayatına anlam katmış bir adam; Aydın Engin geçti. Varlığıyla olduğu kadar yokluğunun da hayatı onurlandırdığı, tanıyan tanımayan binlerce kişinin anısı önünde saygıyla, ama en çok da sevgiyle eğildiği Aydın Abi’miz..  Şimdi ardından yazılanlara, söylenenlere bakıyorum da ne çok insana dokunmuş, nasıl fark yaratmış.

1998 yılında, habercilerin hakkına hukukuna riayet etmeyen patronlara karşı birleşik bir güç oluşturmak, -evet o zaman da- çürümüş medyaya bir çeki düzen vermek, uluslararası ilkelere uygun yayın için temel ilkeler üzerinde uzlaşıp bunu çalıştığımız kurumlara “dayatmak” amacıyla her kesimden, her mecradan yüzlerce gazetecinin bir araya geldiği Gazeteciler Meclisi’yle girdi hayatıma/hayatlarımıza…

Bir yanda biz; henüz okuldan yeni mezun, çömez gazeteci (adayları), bir de bizden heyecanlı, ruhu bizden genç, gelecek güzel günlere bizden fazla iman eden Aydın Engin.

Bir köşede gözlerinde muzip ışıltılarla oturur; bizim çok genç, çok hayat acemisi, çok ateşli hallerimizi babacan bir şefkatle izlerdi. Çok az yaşıtı olurdu hınca hiç doldurduğumuz, şimdi esamesi okunmayan Gezi Parkı’ndaki düğün salonunda. Onlar çoktan kaptıkları köşelerden, koltuklardan kalkıp biz çömezlerle yan yana gelmeye rıza göstermezdi zira. Bir tek o; inadı, çalışkanlığı, azmi ve kararlılığıyla, aşık olduğu mesleğinin yeni neferleriyle birlikte hiç gocunmadan emek verir, bir pusula gibi o sıralar el yordamıyla bulmaya çalıştığımız yolumuzu kaybetmemize izin vermezdi.

Her toplantıdan sonra da mutlaka gözüne kestirdiği üç beş gencecik haberciyi koca adam ve kadınlarmış gibi hissetmemize, kendimizi önemsememize neden olan bir rakı masasına oturtur, bir güzel hizaya getirirdi. Bir yandan tatlı tatlı kulağımızı çekip her şeyin bir zamanı ve zemini olduğunu anlatırken bir yandan da eli mutlaka sırtımızda cesaret ve güç vererek…

Sonra büyüdük… Çok düştük, çok yara aldık. İşsiz kaldık, bazen de  beş parasız.. Her seferinde, neye ihtiyacımız varsa onu gidermek, düştüğümüz yerden kaldırmak, yaralarımızı sarmak için yanımızda oldu.  Yeni iş teklifleri aldık, evlendik, boşandık, ailemize yeni insanlar katıldı, birileri hayatlarımızdan çıktı gitti. Hepsinde; sevincimizde de tasamızda da, kafamız karıştığında, bir bakışın peşinde kalbimiz hopladığında, akıl danışmak, dertleşmek istediğimizde, kutlamak ve ne yapacaksak onu yapmak için bizim Aydın Abi’miz vardı.

Meslek hayatım boyunca gittiği her yere yanında çanta gibi taşıdı beni. İyi ki… Birlikte şimdiki Sputnik, o zamanki adı Radyo Kuzey olan radyoyu kurduk, işler bize anlatıldığı gibi  gitmediğinde birlikte terk ettik. İki kez Cumhuriyet’e çağırdı. İlkinde yine beraber ayrılıp Birgün’ü kurduk. “Hadi gidiyoruz” demişti, “Sen gazetede, kalede ol ki, ben içim rahat diğer işleri halledebileyim”. Bu cümle, hala 30 yıla yaklaşan meslek hayatımda madalya gibi taşıdığım, en gurur duyduğum ödülümdür. İkincisinde, gazete yönetimini ele geçirmek isteyen, ihtirasları boylarını aşmış bir kliğin Cumhurbaşkanı’na jurnallediği gazete yöneticileri cezaevindeyken aradı:  “Kızım şu anda sana ne doğru dürüst para ne de uygun bir pozisyon teklif edebiliyorum. Ama gel, lazımsın”.  Aydın abi “lazımsın” derse akan sular durur, gittim. Arkasından iş çevirenlerin, kuyusunu kazanların maaşlarını ödeyebilmek için kapı kapı dolaşırken, bir yandan da sorumluluk hissettiği genç meslektaşlarının cehenneme çevrilen hayatlarına bir kahve içimi güzellikler serpiştirmesine gün gün tanığım/tanığız. Çok yoruldu çok hırpalandı, öfkelendi, kırıldı, ama bir gün bile şikayet ettiğini duymadık.

Tıpkı cezaevindeyken, sürgündeyken, ölüm tehditleri alıp yanında korumayla gezdiğinde, koruması geri çekilip hedef gösterildiğinde, işsiz kaldığında, saldırıya uğradığında olduğu gibi… “Hayat dolu” tanımının en yakıştığı, mahallemizin en güzel abisiydi.

Babamı kaybettiğimde dünya başıma yıkılmış, yer gök birbirine karışmıştı. O sıra birkaç kez aradı. Açıp konuşamadım. Ertesi gün, bir mesaj: Evin önündeyim, çık dışarı! O sırada yaşadığı Levent’ten kalkıp benim yaşadığım Çamlıca’ya gelmişti. Alıp bir çay bahçesine götürdü. Ben diyemedim, o konuştu: “Babasının kızları, babasız kalmamalı. Madem o gitti, o zaman görevi devralmanın zamanı. Bundan sonra, kabul edersen ikinci baban ben olacağım. Sana bir ay zaman, yasını tut. Sonra kalkacaksın  ve devam edeceksin. Ben buradayım”.

Hep orada oldu. Her zaman…

Safra kesesi ameliyatı için hastaneye yatmadan iki gün önce telefonda, “Ameliyattan sonra tütün kolonyası ve bir kilo portakalla geliyoruz” dediğimde, “Boşverin hastaneyi, çıkınca bir miktar ‘kara param’ birikti, onunla size güzel bir rakı masası kurayım, kutlayalım” demişti. Son yıllarda rahatsızlıkları dolayısıyla biraz aksasa da, 24 yıl boyunca yabancı medya kuruluşlarına yaptığı haberlerden aldığı telifleri Oya Baydar’ın haberi olmadan harcadığı için “kara para aklamak” olarak adlandırdığı toplaşma için bizi birkaç ayda bir meyhaneye davet etti, bir kere bile elimizi cebimize sokturmadı. Özlerdi bizi, bilirdik, bizim de onu özlediğimizi bilirdi. Sonuncusunu şimdilerde aklayacaktık, olmadı.. Nehir hikayesini yazmam için sözü vardı; o da alacağım kaldı.

Son gününe dek gazeteci kaldı. Köşe yazarı, yönetici, en kıdemlimiz vb. ne olursa olsun haberci heyecanını hiç kaybetmedi, muhabirliği en kıymetli bildi. Cesurdu, kimsenin karşısında ne boyun eğdi ne boyun eğdirdi; diğerkamdı, tanıdığı-tanımadığı derdine derman arayan herkesin yanında, yöresinde olmayı görev bildi; alçakgönüllüydü, her yaştan her kesimden insanla kırıp incitmeden, aynı hizadan ilişki kurdu.

Deli gibi sevdiği memleketinin güneşli, güzel günler görmesi için vakfettiği ömrüne reva görülenlere bir kere bile takılmadı, bir “hayat emekçisi” olarak kendi heykelini yontarken başkalarına da atlastan hikayeler biçti.

Babam gittiğinde çocukluğuma veda ettim. Artık bir yetişkindim. Ama sırtımı yasladığım bir dağ, gölgesinde soluklandığım bir çınar gibi “ikinci babam”, dert ortağım, meslektaşı olmaktan gurur duyduğum, sadece işimde değil, hayat yolculuğumda da kerteriz aldığım Aydın abi’m vardı. Şimdi, son 24 yılımın en kıymetlisi de uçup gittiğinde, onunla birlikte gençliğimle de vedalaşıyorum. Hoşça kal Aydın abi, yeniden görüşene dek aklımıza ve kalbimize ektiğin sevgi, iyilik, neşe ve cesareti miras bileceğimizden, elini hep omzumuzda hissedeceğimizden hiç şüphen olmasın.

Anısı eksilmesin…

 

 

Rusya ve Ukrayna, İstanbul’da görüşecek

Rusya ve Ukrayna müzakere heyetlerinin 28-30 Mart’ta İstanbul‘da yüz yüze görüşeceği açıklandı.

Ukrayna müzakere heyetinden David Arakhamia dün yaptığı açıklamada, Kiev ile Moskova arasında bir sonraki birebir görüşmelerin 28-30 Mart’ta Türkiye’de gerçekleşeceğini duyurdu.

Dün Cumhurbaşkanı Erdoğan‘ın telefonda Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile görüştüğü, Rusya ve Ukrayna arasındaki müzakerelerin İstanbul‘da yapılması konusunda mutabık kalındığı açıklanmıştı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, görüşmede, Rusya ile Ukrayna arasında ateşkesin ve barışın bir an evvel tesis edilmesinin ve bölgedeki insani durumun iyileştirilmesinin gerekliliğini vurgulayarak, bu süreçte Türkiye’nin her türlü katkıyı vermeye devam edeceğini belirtti.

Reuters‘a konuşan bir Türk yetkili de “Heyetler bu akşam İstanbul’da barış görüşmelerine başlayacak” açıklamasını yaptı.

Kremlin Sözcüsü Dmitry Peskov da Rusya ve Ukrayna arasındaki barış görüşmelerinin Türkiye’de salı günü başlayabileceğini, heyetlerin Türkiye’ye bugün varmasının beklendiğini söyledi.

Peskov, müzakerelerde şimdiye kadar kaydedilen ‘az ilerlemeye’ rağmen, yüz yüze görüşmenim önemli olduğunu söyledi ve Putin ile Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenski arasında olası bir görüşme konusunda henüz ilerleme kaydedilmediğini de açıkladı.

Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, Twitter paylaşımında “Müzakerelerin ilerleme kaydetmesi ve savaşın bir an önce sona ermesi için girişim ve çabalarımız devam edecek” ifadelerini kullandı.

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ise, tarafların Türkiye’ye duyduğu güvenin sorumluluğunun bilincinde olduklarını söyleyerek, “Toplantıların kalıcı ateşkesle sonuçlanarak barışa vesile olmasını ümit ediyoruz” dedi.

Rusya ve Ukrayna ilk kez bakanlar düzeyinde Antalya‘da görüşmüştü. Çavuşoğlu‘nun katılımıyla gerçekleşen üçlü toplantıda Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov ve Ukraynalı mevkidaşı Dymitro Kuleba bir araya gelmişti.

Taraflar ilk olarak Belarus‘ta yüz yüze, sonrasında ise online konferans yöntemiyle görüşmüş; ilerlemeye dair çelişkili açıklamalar yapmışlardı.

Oscar ödüllerine Will Smith’in tokatı damga vurdu, en iyi film CODA

94. Oscar Ödülleri, Los Angeles’ta sahiplerini buldu.

En iyi film CODA olurken, en iyi kadın oyuncu ödülünü Jessica Chastain ve en iyi erkek oyuncu ödülünü Will Smith aldı. En iyi uluslararası film Japon yapımı “Drive My Car” olurken, “The Power of the Dog” filminin yönetmeni Jane Campion, Oscar tarihinde En İyi Yönetmen Ödülünü alan üçüncü kadın oldu.

King Richard filmindeki performansıyla ilk kez Oscar alan Will Smith‘in, ödülünü almadan önce törenin sunucularından komedyen Chris Rock‘a attığı tokat ise gecenin gündemi oldu.

Chris Rock, Will Smith’in hastalığı dolayısıyla saçlarını kaybeden eşi Jada Pinkett Smith hakkında, “Jada, seni seviyorum. G.I. Jane 2 için sabırsızlanıyorum” diyerek tıraşlı kafasına atıfta bulundu . (1997 yapımı G.I. Jane filminde Demi Moore, saçları kazılı şekilde başrol oynamıştı.) Jada Smith, alopesi (saçkıran) teşhisini 2018’de açıklamıştı.

Bu sözler üzerine Will Smith, sahneye gelerek Chris Rock’a tokat attı. İzleyiciler bunun şovun bir parçası olduğunu sansa da canlı yayın reklama gidiğinde Smith’in “Eşimin adını lanet ağzına alma” bağırışlarıyla gerginlik arttı. Ekrana yansımayan bu anlarda, diğer bir aday olan Denzel Washington‘ın, Smith’i sakinleştirmeye çalıştığı görüldü.

Olayın ardından Rock, “Summer of Soul”a en iyi belgesel ödülünü verdi, filmin yönetmeni Ahmir Questlove Thompson tarafından yapılan duygusal kabul konuşmasının ardından bile tokatın etkisinin salonda devam ettiği gözlendi.

Will Smith, ağlayarak en iyi erkek oyuncu ödülünü alırken Rock’a tokat attığı için akademiden ve diğer adaylardan özür diledi, ancak Rock’tan dilemedi. Smith, “Umarım akademi beni bir daha davet eder” dedi.

Dijital, Hollywood’u yendi

Sağır bir ailenin tek işiten çocuğu hakkında bir dram olan CODA, bir dijital bir platform yapımı olarak En İyi Film ödülünü almasıyla Oscar tarihine geçti.

Film, en büyük ödül için rakip yayın hizmeti Netflix’in filmi olan “The Power of the Dog” ile yarıştı. Apple ve Amazon gibi teknoloji devlerinin eğlence endüstrisine bu şekilde girmesi ve Apple TV+‘ın Oscar kazanması, Hollywood‘daki dengeleri değiştiren tarihi bir dönemeç olarak yorumlandı.

CODA’nın yapımcılarından Patrick Wachsberger, düşük bütçeli bu filmi desteklediği ve dünyanın her yerine yaydığı için sahneden Apple’a teşekkür etti.

Fotoğraf: Ruth Fremson/ New York Times

Netflix filmi “The Power of the Dog”, Jane Campion’a En iyi Yönetmen Ödülü’nü kazandırdı. Campion, konuşmasına Yeni Zelanda yerli halkının dili olan Maori dilinde başladıktan sonra, “Bu ömür boyu sürecek bir onur” dedi.

Apple TV+ ve Netflix gibi yayın hizmetleri en fazla adaylığı alsa da, törene sinema filmleri hakim oldu.

Büyük bütçeli bilim kurgu filmi “Dune” gecenin en çok ödül alan filmi oldu: En İyi Prodüksiyon Tasarımı, En İyi Sinematografi, En iyi Orijinal Film Müziği (Hans Zimmer), En İyi Görsel Efekt (Brian Connor), En İyi Görüntü Yönetmeni (Greig Fraser), En İyi Kurgu, En İyi Uyarlama Senaryo.

En iyi kadın oyuncu Oscar’ını “The Eyes of Tammy Faye” ile Jessica Chastain kazandı. Chastain daha önce 2013’te “Zero Dark Thirty” ve 2012’de “The Help” için aday gösterilmişti.

Chastain, konuşmasında ülke genelinde çıkarılan bağnaz yasalar ve dünya çapındaki nefret suçlarından bahsetti “Kendini umutsuz ve yalnız hisseden herkes, benzersiz olduğunuzu ve koşulsuz olarak sevildiğinizi bilin” dedi.

En iyi yardımcı kadın oyuncu “West Side Story”deki rolü ile Ariana DeBose, En iyi yardımcı erkek oyuncu da CODA’daki rolü ile Troy Kotsur oldu. CODA’nın başrol oyuncusu Troy Kotsur, rol arkadaşı Marlee Matlin‘in 35 yıl önce Oscar alan ilk işitme engelli kadın oyuncu olmasının ardından bu ödülü alan ilk işitme engelli aktör oldu.

Billie Eilish ve Finneas O’Connel, James Bond filmi “No Time To Die” için yaptıkları şarkı ile En İyi Şarkı Ödülü’nü kazandı. İlk Oscar’ını alan genç şarkıcı, bu ödülle Beyonce‘yi geride bıraktı.

Oscar 2022’nin kazananları şöyle sıralandı:

En İyi Film: “CODA”
En İyi Yönetmen: Jane Campion, “The Power of the Dog”
En İyi Kadın Oyuncu: Jessica Chastain, “The Eyes of Tammy Faye”
En İyi Erkek Oyuncu: Will Smith, “King Richard”
En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu: Ariana DeBose, “West Side Story”
En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu: Troy Kotsur, “CODA”
En İyi Animasyon Filmi: “Encanto”
Yabancı Dilde En İyi Film: “Drive My Car”
En İyi Özgün Senaryo: “Belfast”
En İyi Uyarlama Senaryo: “CODA”

En İyi Belgesel: “Summer of Soul”
En İyi Kısa Belgesel: “The Queen of Basketball”
En İyi Sinematografi: “Dune”
En İyi Görsel Efekt: “Dune”
En İyi Film Montajı: “Dune”
En İyi Film Müziği: “Dune”
En İyi Özgün Şarkı: “No Time to Die”
En İyi Yapım Tasarımı: “Dune”
En İyi Kısa Film: “The Long Goodbye”
En İyi Kısa Animasyon: “The Windshield Wiper”
En İyi Kostüm Tasarımı: “Cruella”
En İyi Makyaj ve Saç Tasarımı: “The Eyes of Tammy Faye”

Çeşme Projesi sonunda ortaya çıktı

Turizm ve Kültür Bakanı Mehmet Nuri Ersoy geçtiğimiz hafta içinde İzmir’de meslek odaları ve çevre örgütleri tarafından sınırlarının iptali için dava açılan Çeşme Turizm Projesi’nde yer alacak tesisleri açıkladı. Meslek odaları temsilcilerinin alınmadığı toplantıda Ersoy’un açıklamasından da anlaşıldığı gibi ülkemizdeki son yılların en büyük imar plan değişikliği Çeşme’nin de içinde yer aldığı Yarımada bölgesinde yapılacak. Bölgedeki orman ve makilik alanlar ile tarım ve mera alanları imara açılırken, sahiller de halka kapatılacak. Eğer yapılırsa bölgede büyük bir nüfus artışına ve ekosistem yıkımına neden olacağı kaçınılmaz olan projeye katkı verdiği iddia edilen bazı isimler ise kamuoyunda şaşkınlık yarattı. Şimdi İzmirliler merakla bu isimlerden bir açıklama bekliyor.

Projenin esasını, Çeşme Yarımadası’nın % 55’inin imarını değiştirecek imar plan değişiklikleri oluşturuyor. Açıklanan ve meslek odalarıyla, çevre örgütlerinin dava açtığı İzmir Çeşme Kültür ve Turizm Koruma ve Gelişim Bölgesi alanı 16 bin 624 hektar. Çeşme Yarımadası’nın tüm alanı ise topu topu 30 bin hektar. Yapılan açıklamaya göre bu plan değişikliklerinin yapılacağı bölgenin durumu şöyle:

Kıyılar halka kapatılıyor, tarım, orman ve sit alanlarına imar

Projenin 5250 hektarı orman alanları üzerinde, üstelik bu orman alanları; içinde nadir ve endemik türler barındıran, kendine has yaban hayatı ve habitatlar oluşmuş uluslararası öneme sahip doğal, bakir ve korunması gereken alanlardan oluşuyor. 600 hektardan fazlası mera alanı, 783 bin metrekaresi tarım alanı ve zeytinliklerden oluşuyor. Proje alanının halen 3400 dekarı dikili tarım arazisi, yaklaşık 4400 dekarı mutlak tarım arazisi, 7900 dekarı ise marjinal tarım arazisi… Bunun yanı sıra 2157 hektarı nitelikli doğa koruma alanı, 1432 hektarı sürdürülebilir koruma alanı da bölge sınırları içinde yer alıyor. Üstelik bu alanlar daha önce birinci derece sit kapsamında iken, pandemi günlerinde sessizce yapılan değişiklikle bu alanların dereceleri düşürülerek imara açılmasının önü açıldı. Planlara dahil edilen ve artık İzmirlilerin giremeyeceği kıyı uzunluğu ise tam 47 kilometre. Başka bir anlatımla kamu kullanımına açık ve devlete ait olan kıyıların ve hatta tapuda kaydı olmayan deniz alanlarının turizm amaçlı bölge ilan edilmesi ve yerli ve uluslararası sermayenin özel kullanıma tahsis edilmesi söz konusu.

Anayasamıza açıkça aykırı olan bu durum, kamusal alanların proje gerçekleştiği takdirde artık İzmirliler tarafından kullanılamaması anlamına geliyor. Tüm bu alanlara toplam 55.000 yatağa sahip olacak 200’den fazla otel, 11 golf sahası, marinalar yapılacak, yeni yollar açılacak. Zaten Bakan Ersoy’un son yaptığı proje bilgilendirme açıklaması ve bugüne kadar yapılan açıklamalar projenin ‘üst düzey gelir grubuna’ dönük olduğunu ve İzmirlilerin buradan yararlanamayacağını açık ve net olarak gösteriyor. Projenin başka bir boyutu ise bölgede yaşanacak büyük bir nüfus yoğunluğu. Çeşme yarımadası tamamen yapılaşma baskısı altında kalacağı için bölgede olağanüstü nüfus artışı yaşanması kaçınılmaz olacak. Bu durumunda kent kimliği ve kent kültürünü etkileyeceği çok açık…

TMMOB İzmir İl Koordinasyon Kurulu’nun basın açıklamasını Şehir Plancıları Odası İzmir Şubesi yönetim kurulu üyesi Zafer Mutluer okudu.

Bakanın geçtiğimiz hafta içinde İzmir’deki açıklamasından sonra projeye karşı olan ve şu anda süren proje sınırları ile ilgili davaları açan örgütlerden ardı ardına tepkiler gelmekte gecikmedi. İlki Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) İzmir İl Koordinasyon Kurulu’nun (İKK) detaylı açıklamasıydı. TMMOB İKK açıklamasında 2019 yılı ortalarında kamuoyunda tartışmaya açılan “Çeşme Projesi’nin kısa sürede bir talan projesi olduğunun ortaya çıktığı” vurgulanıyor ve proje alanındaki mülkiyetlerin %97’si kamu mülkiyeti olmasına rağmen bu projenin hayata geçmesi durumunda buranın parsel parsel sermayeye satılacağının itiraf edildiğinin altı çiziliyor. TMMOB İKK bu talan için yeni suç ortakları bulunduğunu da belirtiyor: “Üstelik bu itiraf çok sayıda üniversitenin, sivil toplum kuruluşları ve özel şirketlerin katkısıyla yapılarak kamuoyu aldatılmaya çalışılmaktadır.” Devamında, “Son yıllarda Çeşme ilçesi, sermaye ve merkezi-yerel yönetimlerin çabasıyla kendi deyimleriyle parsel parsel ihale edilmek isteniyor. Kuşkusuz bu ihtiyacın toplumun ve doğanın ortak yararıyla en ufak bir ilişkisi bulunmuyor’ denen  açıklamanın son bölümünde ise örgütün mücadeleye devam etme kararlılığı vurgulanıyor:

TMMOB: Bu rant projesinde rol alan herkes kıyım ve yıkımın suç ortağıdır

Açıkça söylüyoruz: Bu rant projesinde rol alan herkes (siyasetçi, bürokrat, bilim insanı, meslek insanı…) bu ekolojik kıyımın ve yıkımın bizzat suç ortağıdır. Sonuç olarak; Alaçatı Sulak alanında yaşanan katliamı mumla aratacak yeni bir katliam “Çeşme Projesi” ile gerçekleştirilmek istenmektedir. Çeşme Yarımadası’ndaki ekolojik yıkım geri dönülemez bir noktaya ulaşmadan, bu yıkımın acilen durdurulması konusunda yetkili kurum/ kuruluşları sorumlu davranmaya, bu talan projesinden vazgeçmeye çağırıyoruz. Yaşam destek sistemi olarak görülmesi gereken bu alanlara sahip çıkmak, iyileştirmek ve korumak yerine tüm bu ekosistemlerin sağlığını geri döndürülemeyecek şekilde bozabilecek mega proje istemiyoruz. Aksi takdirde, bu kararların altında imzası bulunanlar, gelecekte yaşanacak olası kuraklık, trafik ve koku sorunlarında, “doğal afeti” gerekçe gösteremezler. Çünkü yaşanacak her türlü sorunun faili bizzat kendileridir!’”

Projeye karşı çıkan Çeşmelilerin de yer aldığı Çeşme Çevre Platformu da bir açıklama yaparak TMMOB İKK’nın vurgu yaptığı benzer noktalara işaret etti. TMMOB İKK açıklamasında ayrıntılı olarak açıklanan itiraz gerekçeleri Çeşme Çevre Platformu’nun açıklamasında 11 madde olarak özetlenmiş.  İzmir Yaşam Alanları Birliği Meclisi de merkezi ve yerel yönetimleri uyararak mutlaka bunun hesabının sorulacağını vurguladı. Açıklamada Meclis olarak son 10 gündür başta İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı olmak üzere İzmir’deki çok sayıda siyasi parti yönetimini ziyaret edildiği belirtiliyor ve bu ziyaretlerde ‘konunun hassasiyeti ve önemi hakkında bilgilendirme’ yapıldığı, ortak mücadeleye çağrıldığı, artık taraflarını belirlemeye davet edildikleri açıklanıyor.

TMMOB IKK tarafından yapılan basın açıklamasının son bölümünde yer alan,  “Kentimize dönük bu saldırılar sadece meslek odalarının konusu değildir. Bu nedenle geleceğimizi tehlikeye atacak rant projelerine karşı bütün kesimleri birlikte mücadele etmeye çağırıyoruz. Meslek odaları olarak, sürece ilişkin yaşanacak her gelişmeyi bilimsel ve teknik zeminde inceleyerek konuya ilişkin değerlendirmelerimizi açıklıkla paylaşacağımızı kamuoyuna saygıyla duyuruyoruz.” ifadeleri çok doğru bir tespit ve çağrı… Şimdi Yarımadadan Uzak Durun Platformu’nu oluşturan sivil toplum kuruluşları ve çevre örgütleriyle, Çeşme Çevre Platformu ve İzmir Yaşam Meclisi’nin, en temelde de İzmirlilerin, Urlalıların, Karaburunluların, Seferihisarlıların omuz omuza vererek doğasına, toprağına, denizine, soluduğu havaya sahip çıkmaları gerekiyor.

Şimdi mücadele ve Çeşme’ye, tüm Yarımada’ya sahip çıkma zamanı… TMMOB İKK açıklamasında da vurgulandığı gibi bu rant projesinde rol alan herkese (siyasetçi, bürokrat, bilim insanı, meslek insanı…) bu ekolojik kıyımın ve yıkımın suç ortağı olduğu için hukuksal ve bilimsel hesap sorulacak günler de yakında gelecek…

Ordu’da belediyenin balıkçı barınağı projesine mahkemeden iptal kararı

Ordu Çevre Derneği’nin (ORÇEV) Ordu Büyükşehir Belediyesi’nin (OBB) rıhtım ile Melet Irmağı arasındaki kıyı düzenleme ve deniz dolgu projesinin iptali için açtığı davada, Ordu 1. İdare Mahkemesi tarafından verilen Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) iptal kararından sonra bu kez de Ordu 2. İdare Mahkemesi 2022/298 nolu kararıyla Melet Irmağı’nın doğu tarafına yapılmak istenen balıkçı barınağı hakkında da yeni bir ÇED süreci başlatılması gerektiği gerekçesiyle projenin iptali kararını verdi.

Ordu Çevre Derneği yönetim kurulu adına yapılan açıklamada, “Dernek olarak kıyılarımızın ve denizimizin ekolojik yapısının korunması için çaba harcadık. Ordu Büyükşehir Belediyesi ekolojik ve hukuksal durumları göz ardı ederek planlamalar yapıyor. Bütüncül projeleri parçalayarak ÇED sürecini işletmiyorlar. Mahkeme kararında bu da vurgulanmakta” denildi.

‘İki karar da belediyenin ‘ben yaptım oldu’ mantığıyla hareket ettiğini kanıtladı’

Açıklamada rıhtımla Melet Irmağı arasında yapılan kıyı düzenleme ve deniz dolguları için dört proje olduğu belirtilerek “Bunlara ayrı ayrı dava açtık ve kazandık. En son, rıhtımla Melet Irmağı arasına ait bütün projenin de hukuka ve ekolojik konuma uygun olmamasından dolayı Ordu 1. İdare Mahkemesi lehimize karar vermişti. Şimdi de Melet Irmağı’nın doğu tarafına yapılan balıkçı barınağı için açtığımız davayı kazandık. Burası için de ÇED süreci işletilmediği için mahkeme lehimize karar verdi. İki karar da Ordu Büyükşehir Belediyesi’nin ‘ben yaptım oldu’ mantığıyla hareket ettiğini kanıtladı” denildi.

‘Yeni bir proje ortaya çıkacağı için ÇED süreci gerekir’

ORÇEV açıklamasında mahkeme kararının rıhtımla Melet Irmağı arasındaki projeyle bütünlüklü olduğu, Ordu 1. İdare Mahkemesi’nin kararıyla bağlantı kurduğu belirtilerek karar hakkında bilgi verildi:

“Her ne kadar, duruşma sırasında davalı ve müdahil vekillerince, dava konusu balıkçı barınağının 20.02.2019 tarih ve 5349 sayılı ÇED Olumlu Kararı verilen Kıyı Düzenleme ve Rekreaktif Amaçlı Dolgu Projesi kapsamında Melet Irmağı’nın doğu kesiminde yapılması planlanan ‘mahmuz’ olmadan da inşa edilebileceği’ ileri sürülmüşse de, anılan ‘mahmuz’un dava konusu proje ile kesişen kısımlarına ilişkin hesaplamaların tümüyle değişeceği ve ilave dolgu alanı gerektiren yeni bir proje ortaya çıkacağı, bu haliyle de ortaya çıkacak yeni projeye ilişkin olarak ayrıca ÇED sürecinin işletilmesi gerekeceği açıktır.”

‘Balıkçı barınağına karşı değiliz’

Açıklamada derneklerinin balıkçı barınağına karşıymış gibi yansıtılmak istendiği vurgulanarak, “Ordu Çevre Derneği olarak balıkçı barınaklarına karşı olamayız. Balıkçılara barınak gerekli. Ancak Melet Irmağı’nın doğusuna yapılan barınağın yeri uygun değil. Irmağa, denize ve balıklara zarar verir. Melet Irmağı’nın doğusunda 500 metre kadar ilerde eskiden balıkçı barınağı yapılmış, yarım bırakılmış. Bu barınak yenilenebilir. Bu barınak neden tamamlanmamış? Burası değerlendirilebilir” denildi.

Ne olmuştu?

ORÇEV, OBB 1. Ordu İdare Mahkemesi tarafından verilen yürütmeyi durdurma kararına rağmen kıyı dolgu ve düzenleme projesi çalışmasını durdurmaması üzerine Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulundu.

Ordu Çevre Derneği yönetim kurulu adına yapılan açıklamada, “Ordu Büyükşehir Belediyesi tarafından Melet Irmağı ağzına yapmak istediği balıkçı barınağının yerinin uygun olmadığı ve ekolojik sorunlara neden olacağı gerekçesiyle dava açtık. Mahkeme de iddialarımızı olumlu değerlendirerek ‘yürütmeyi durdurma’ kararı verdi. İdare Mahkemesi’nde duruşmalı mahkememiz de tamamlandı. Süreç, karar aşamasında. Buna karşın Ordu Büyükşehir Belediye Başkanı basın açıklamasıyla balıkçı barınağının yapılacağı doğrultusunda bilgi veriyor. Mahkeme kararlarını önemsemiyor” denildi.

OBB kıyı dolgu ve düzenleme projesi çalışmasını durdurmaması üzerine ORÇEV Ordu Valiliğine ve İl Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Müdürlüğüne Şubat’ta dilekçe vermişti.

Çeşme Paşalimanı’nda ihale: Binlerce ağaç tehlikede

İzmir Çeşme’de Dr. Binbaşı Halis Temel’in yaşamı süresince çabalarıyla koruduğu Paşalimanı’ndaki doğal alan bugün satışa çıkarılıyor. Alanın betonlaşmaya açılmaması için bölge sakinleri ve çevreciler ihaleyi protesto ettiler.

26 Mart Cumartesi günü Paşalimanı’nda toplanan çevre halkı ve doğal yaşam savunucuları yaptıkları basın açıklamasında Çeşme’de artık neredeyse tek kalmış yeşil doğa ve deniz kıyısının satılarak yok edilmesini, betonlaşması istemediklerini belirttiler.

Paşalimanı Platformu sözcüsü Şükran Çelebi bölgenin doğal yapısının bozulmaması için her türlü mücadeleyi vereceklerini, kanunların izin verdiği ölçüde yapılaşmayı engelleyeceklerini söyledi.

Çeşme Çevre Platformu adına konuşan Dr. Ahmet Güler ise “Türkiye’nin gelmiş geçmiş beş büyük çevrecisi vardır, en büyük çevreci Atatürk’tür, bir çınar ağacının dalı kesilmesin diye koskoca bir köşkü yerinden 50 metre ileriye yürütmüş ve doğaya verdiği önemi ortaya koymuştur, ikincisi ise Halikarnas Balıkçısı, üçüncüsü Manisa Tarzanı, dördüncüsü Toprak Dede olarak bildiğimiz Hayrettin Karaca’dır.

Şükran Çelebi

Kamuoyu tarafından pek bilinmeyen beşinci en büyük çevreci ise Dr.Halis Temel’dir. Bize bıraktığı bu muhteşem doğa eseri korunmalıdır. Onun mirasının yerine bizim şimdi beton apartmanlar değil, onun heykelini dikmemiz lazım” dedi.

Toplantıya katılan çok sayıda vatandaş son zamanlarda Çeşme’nin vahşi beton sermaye ve müteahhitlerin hedefi haline geldiğini, bölgede SİT derecelerinin ve imar yasaklarının bir gecede değiştirilerek betonlaşmaya açıldığını, “Paşalimanı Vekamp” olarak bilinen ve 105 dönüm ve 50 bin ağaç ve bitkinin olduğu bölgenin de aynı akıbete uğrayacağından korktuklarını belirttiler.

Paşalimanı Platformu ve Çeşme Çevre Platformu tarafından yapılan basın açıklamasında, 265 milyon 365 bin lira rayiç bedeliyle satışa çıkan arsanın satışından mirasçı hiçbir kuruluşun fayda görmeyeceği, arsalar satılır ise elde edilen gelirin zaten bankaya bloke olacağı belirtilerek, “Vakıf senedine göre sadece ana sermayeden gelecek kar payları çeşitli kurumlara dağıtılacak. Dağıtılacak olan bu kar payı çok düşük bir meblağ, bu paranın hiçkimseye bir faydası olmayacak, olan doğa harikası alana olacak. Satışın hiç kimseye faydası yok ama o bölgedeki doğayı denizi tahrip edecek, betonlaşmaya yol açacak bir girişim” denildi. Açıklamada şu ifadeler kullanıldı:

Dr. Ahmet Güler

“Bizler Paşalimanı Platformu ve Çeşme Çevre Platformu, muhteşem bir doğaya sahip olan bir bölgenin betonlaşmasına karşıyız, burada yapılacak her türlü betonlaşmaya karşı çıkacağız, hiç kimsenin çevreyi tahrip etmesine seyirci kalmayacağız, hukuk çerçevesinde bu bölgeyi koruyacağız, Dr.Halis Temel’in eserine sahip çıkacağız.”

Avrupa Rus gazından çıkmak için ABD gazına geçiyor: Kısa görüşlü bir güvenlik önlemi

Avrupa Komisyonu ve ABD, Avrupa‘nın Rus fosil yakıtlarına olan bağımlılığını azaltmak için bir “görev gücü” oluşturulduğunu duyurdu. 

AB ve Ukrayna’nın enerji güvenliğinin, Avrupa’da barış, özgürlük ve demokrasi için esas olduğu vurgulanan anlaşmada, “Doğal gaz, karbon yoğunluğunun zaman içinde azalmasını sağlamak da dahil olmak üzere, yeşil geçişte AB enerji sisteminin önemli bir parçası olmaya devam etmektedir” ifadeleri de yer aldı.

Açıklamada, “ABD, uluslararası ortaklarla çalışmak da dahil olmak üzere, AB pazarı için 2022’de en az 15 bcm’lik ek sıvılaştırılmış doğal gaz (LNG) hacmi sağlamak için çaba gösterecek” ve “en az 2030’a kadar ortak net sıfır hedeflerimizle tutarlı olan yaklaşık 50 bcm/yıl ilave ABD LNG talebini karşılamak” hedefleri belirtildi.

Ayrıntılar hala belirsiz olsa da uzmanlar, bunun endişe verici bir sinyal gönderdiğini ve daha güçlü, daha sağlıklı ve daha geleceğe yönelik ABD- Avrupa Birliği (AB) ticaret ve jeopolitik ortaklığı oluşturabilecek eski önlemlere öncelik verdiğini söylüyor.

E3G Doğal Gaz Dönüşümü Kıdemli Politika Danışmanı Raphael Hanoteaux, LNG’ye dayalı bu çeşitlendirme stratejisinin, uzun vadeli bir geçiş seçeneği değil, çok pahalı, kısa görüşlü bir güvenlik önlemi olduğunu belirtiyor:

“AB ve ABD bunun yerine temiz enerjiyi ve enerji talebini düşürmeyi enerji güvenliği ortaklığının merkezine koymalıdır. Bu, Avrupa’yı altyapıya veya ihtiyaç duymadığı anlaşmalara kilitlemeyen daha uygun fiyatlı ve sürdürülebilir bir çözüm.”

Sierra Club Enerji Kampanyası Kıdemli Direktörü Kelly Sheehan: “Yeni ve genişletilmiş doğal gaz ihracat tesislerinin genişletilmesine izin vermek, onlarca yıllık riskli, istikrarsız fosil yakıtlara bağımlılığa neden olur; iklimimiz ve zaten aşırı yüklenmiş Körfez toplulukları için felakete yol açar” şeklinde konuştu.

“Fosil yakıtları ikiye katlamadan, uygun fiyatlı temiz enerjiye hızla geçmeliyiz” diyen Sheehan, Bu duyurunun temiz enerji ve enerji verimliliğine yaptığı vurguyu görmek teşvik edici. Talebi azaltma ve daha verimli teknolojilere gerekli yatırımları yapma planları hakkında yakında daha fazla ayrıntı görmeyi umuyoruz” dedi.

Fosil yakıtlara olan bağımlılığı azaltmak, açgözlü sanayilerin ve jeopolitiğin kaprislerine karşı savunmasızlıktan kurtulmanın tek yoludur.

ABD’den LNG ihracatını artırmanın, küresel enerji geçişi ve dünyayı fosil yakıtlı otokratik rejimlerin ötesine taşımaya hazır olma konusunda yanlış sinyaller gönderdiğini söyleyen E3G Transatlantik Diplomasi Politika Danışmanı Sarah Jackson ise, “Hızlı yenilenebilir enerji ve verimlilik önlemlerinin desteklenmesine dayalı bir enerji ortaklığı, ABD’nin fosil yakıt çıkarlarını destekleyen kısa görüşlü önlemleri güçlendirmek yerine daha güçlü, daha sürdürülebilir ekonomiler yaratacaktır” diyor.

Bellona Vakfı Yenilenebilir Enerji Sistemleri Politika Danışmanı da Avrupa’yı, ABD ve Kanada gibi yerlerden gelen bir LNG pazarına dönüştürmenin hem fosil bağımlılığını hem de iklim hedefleri açısından mevcut sorunları kötüleştireceğini savunuyor.

Yenilenebilir kaynakları ikiye katlamak, uzun vadeli ve istikrarlı bir çözüm sağlayabilir.”

İtalya düşünce kuruluşu ECCO’nun eş kurucusu ve İcra Direkörü Luca Bergamaschi‘ye göre de Avrupa’nın Rusya‘nın Ukrayna‘yı işgaline en güvenli tepkisi, enerji verimliliği ve yenilenebilir enerji seçenekleriyle doğal gaz ve petrol tüketimini azaltmak olmalı:

“Bu, AB’nin Rus fosil yakıt ithalatını, Putin’e finansmanı, Avrupa’daki enerji faturalarını, emisyonları ve blokta yeni doğal gaz altyapısına duyulan ihtiyacı derhal düşürür. Bundan önce yeni arz için batıya ve güneye dönmek, fosil yakıtların gereksiz yere genişlemesini ve yeni istikrarsız bağımlılıkları riske atıyor.”

Avrupa Parlamentosu‘nun AB enerji verimliliği mevzuatı taslağından sorumlu Danimarkalı üyesi Niels Fuglsang da “İthal fosil yakıtlara olan bağımlılığı azaltmak ve küresel ısınmaya karşı koymak söz konusu olduğunda, enerji verimliliği en kolay çözüm yoludur” görüşünde. Fuglsgang, AB’nin uzun süredir enerji tasarrufunu artırmak için zorlayıcı iklim nedenleri olduğunu hatırlatarak, şimdi de bunu yapmak için acil bir jeopolitik ihtiyacı olduğunu söylüyor.

Enerji verimliliğinde yerel yönetimler: Şehir planlamada meteoroloji ve iklim verileri kullanılmıyor

Bu yıl ‘Değişim Burada Başlıyor’ sloganıyla düzenlenen ZeroBuild Summit’22Uluslararası Sıfır Enerji Binalar Zirvesi kapsamında gerçekleştirilen “2053’e Kadar Karbon Nötr Şehirler Kurmanın Yolları” başlıklı oturumda, enerji tasarrufu için en hızlı hareketin binalar özelinde başlatılması gerektiği ifade edilirken, bu sürece hız katacak mercilerin belediyeler olacağına, meteoroloji ve iklim verilerinin kullanımının önemine dikkat çekildi.

Ankara Büyükşehir Belediyesi, Deprem Risk Yönetimi ve Kentsel İyileştirme Dairesi Başkanı Mutlu Gürler’in moderatörlüğünde düzenlenen “2053’e Kadar Karbon Nötr Şehirler Kurmanın Yolları” oturumunda, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Çevre Koruma ve Kontrol Daire Başkanı Prof. Dr. Ayşen Erdinçler ve Mersin Büyükşehir Belediyesi Çevre Koruma ve Kontrol Daire Başkanı Dr. Bülent Halisdemir belediyelerde yapılan, yapılması gereken projelere dair bilgi ve örnekler verdiler.

‘Türkiye’de bina ve şehir planlamasında meteoroloji, iklim verilerini hiç kullanmıyoruz’

Meteorolojist ve İklim Bilimci, Metosfer Dr. Levent Yalçın, “Türkiye’nin belki de en büyük verisi meteoroloji, iklim verisi iken bina ve şehir planlamasında bu verileri neredeyse hiç kullanmıyoruz. Hâlbuki iklim değişikliğini bu kadar konuşurken, yerel yönetimlerin bırakın bugüne, gelecek projeksiyonuna göre planlama yapmaları gerekiyor” dedi.

“Ortalama sıcaklığı son 50 yılda 1.2 derece artan ülkemizde iklim değişikliği her gün daha fazla konuşulurken, şehirlerin dünyamızın geleceği olan karbonsuzlaştırılması konusunda bizim yol haritamız ne olacak?” sorusunu masaya yatıran konuşmacılar, yerel yönetimlerin iklim değişikliği ve sıfır enerji politikaları ile özellikle yerel yönetimlere düşen sorumlulukları konuştu.

‘Zero karbon olmanın yolu, iddialı hedefler koymak’

Prof. Dr. Ayşen Erdinçler

Oturumda şehirlerin, karbon salınımının yüzde 80’inden sorumlu olduklarını belirten İstanbul Büyükşehir Belediyesi Çevre Koruma ve Kontrol Daire Başkanı Prof. Dr. Ayşen Erdinçler, “Şehirler hem olayın sebebi hem mağduru durumundalar. Paris İklim Anlaşması’nda küresel sıcaklık artışının 1,5 ila 2 derece ile sınırlandırılması hedeflenmiş durumda. Bu anlaşmanın ön önemli kısmı, yerel yönetimlerin öneminin vurgulanmış olması” diyerek eğer mücadele etmek isteniyorsa bu işin yerel yönetimler olmadan yapılamayacağının altını çizdi.

Bugüne kadar hiç bu kadar hızlı bir sıcaklık artışı olmadığını açıklayan Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC), eğer bu sıcaklık iki dereceyi aşarsa yıkıcı sonuçları beraberinde getireceğini belirttiğine dikkat çeken Erdinçler sözlerine şu şekilde devam etti:

“Tüm bu yaklaşımlara ek olarak pandemi bize çok şey öğretti. Şehirler acil durumlar için ne kadar hazır? Ne kadar hızlı aksiyon alabildik? Bu süreçte iklim uyum süreçleri içerisinde ne kadar hazır olduğumuzu, ne kadar hızlı aksiyon alabildiğimizi gördük. Yerel yönetimler ya da şehirler olarak iklim değişikliğinden kaynaklı ne gibi sorunlar bizi bekliyor, sormamız gerekiyor.”

‘Tüm binalarda enerji verimliliğini artıracak önlemlerin teşviki şart’

Yerel SECAP süreçlerinde enerji dönüşümünün önemi ve İBB enerji çalışmalarına yönelik bilgi veren Prof. Dr. Ayşen Erdinçler, “Nüfus ve göçler çok hızlı artıyor. Dolayısıyla insani faaliyetlerden dolayı da inanılmaz fazla sera gazı salıyoruz. Dolayısıyla bölgesel sıcaklık yükselmeleri görüyoruz; yağış rejimlerinde ciddi biz düzensizlik var, aşırı iklim olayları görmeye başlıyoruz. Halk sağlığı ve gıda güvenliği konuları ortaya çıkıyor ki şu an bütün dünya bunu konuşuyor ve tabi bunların getirmiş olduğu sosyal ve ekonomik problemler var” dedi.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin iklim konusunda etkin bir ağ olan C40 Şehirler İklim Liderliği Grubu’na Türkiye’den üye olan ilk ve tek belediye olduğunu belirten Erdinçler, İBB’nin 2030’da sera gazını yüzde 52, 2040’da yüzde 80 ve 2050 yılında yüzde 100 azaltmayı hedeflediğini ifade etti.

Zero karbon olmanın yolunun iddialı hedefler koymak olduğunu söyleyen Erdinçler, “Tüm binalarda enerji verimliliğini artıracak önlemlerin teşviki şart. Bu bütün şehri, hatta Türkiye’yi ilgilendiren bir konu. Bölge ölçeğinde yeni temiz enerji geliştirme, yenilenebilir enerjinin kullanımı, enerji ve su tasarrufu çok önemli” diyerek sözlerini tamamlandı.

Mersin’den Türkiye’de bir ilk olacak İklim ve ‘Çevre Bilim Merkezi’ müjdesi

Oturumda, “Mersin Büyükşehir Belediyesi’nin Karbon Nötr Şehir Olma Yolundaki Çalışmaları”nı aktaran Mersin Büyükşehir Belediyesi Çevre Koruma ve Kontrol Daire Başkanı Dr. Bülent Halisdemir konuşmasına başlarken 2019’da İklim Değişikliği ve Temiz Enerji Şube Müdürlüğü kurduklarını belirterek iklim değişikliğinden en çok etkilenen şehirlerden birinin kıyı şeridinin genişliği nedeniyle Mersin olduğunu hatırlattı.

‘En çok sera gazı emisyonu, sabit enerji sektöründen kaynaklı’

Halisdemir, pandemi verileri ile hareket etmemek adına 2019 yılı verileri ile hazırlanan envanter çalışmasında, sera gazı emisyonunu analiz ettiklerini ve bu analizde en çok sera gazı emisyonunun sabit enerji sektöründen kaynaklı olduğunun ortaya çıktığını, ardından da ulaşım, EPÜK, tarım ve atık alanlarının geldiğini belirtti.

Örnek proje olarak atık alanlarında enerji ürettiklerini anlatan Halisdemir, “Kurduğumuz aktarma istasyonları ile beldelerde üretilen atıkları toplayarak taşıyoruz. İlçe belediyelerin en büyük gider kalemlerinden biri atık toplama ve taşımadır. Biz bunların lojistiğini tırlarla sağlayarak büyük oranda karbon emisyonunda azalma sağlıyoruz. Tabi bunun yanında gürültü ve görüntü kirliliği, yakıt, iş gücü, zamandan tasarruf gibi birçok fayda da ortaya çıkıyor. 24 adet atık su arıtma tesisimiz var; arıtma çamurundan da enerji elde ediyoruz. Bu yolla, bin 258 hanenin bir yıllık enerji tüketimine eş değer elektrik enerjisi üretiliyor. Böylece atık bir maddenin faydaya dönüşmesini sağlıyoruz” dedi.

Mersin güneşli bir şehir ve bu nedenle güneş panellerinin artırılmasına yönelik çalışmalara odaklandıklarını ifade eden Dr. Bülent Halisdemir, “Ayrıca güneş enerjisi ile gıda kurutma tesisi kurduk. Bu tesis ile Mersin’de üretilen ürünlerin tanıtılmasını sağlıyor, dezavantajlı kadınlara iş imkânı sunarken temiz enerjinin kullanımını da yaygınlaştırıyoruz. Çevreci akıllı duraklarımızda güneş panelleri bulunmakta ve her geçen gün bunu yaygınlaştırıyoruz. Türkiye’de bir ilk olacak ‘İklim ve Çevre Bilim Merkezi’miz iklim ve çevre üzerine çalışmaların yapılacağı, bilimsel faaliyetlerinin yürütüleceği bir proje olacak” dedi.

’10 birim ile karşılayacağımız enerji ihtiyacını veri kullanmayarak 13 birimle karşılıyoruz’

Oturumda, sürdürülebilir şehir planlamasında iklimsel ve meteorolojik bilgiden yararlanmanın önemine dikkat çeken Meteorolojist ve İklim Bilimci, Metosfer Dr. Levent Yalçın, meteoroloji odaklı verilerin katkısına ve iyileştirme alanlarına dikkat çekti.

Dr. Levent Yalçın

Hem iklim verileri göz önünde bulundurularak şehirleşmenin planlanması gerektiğini hem de karbon nötre yönelmek ve ‘dirençli şehirler’ yaratmak için meteoroji ve iklim verilerinden faydalanılması gerektiğini söyleyen Yalçın, “Atmosfer bilimci olarak şunu söylemek isterim ki; bizim için iklim uzun yıllara dayalı verilerdir. Biz bugün Sıfır Enerji Binalara dönüşümü konuşuyoruz, sıfır enerjili binaları hedefliyoruz. Bu konuda biliyoruz ki; karbon salınımına sebep olanların başında enerji sarfiyatı geliyor ve biz artık daha fazla karbon salıyoruz. Atılan imzalar ve yapılan tüm tanımların bizlere verdiği bazı yükümlülükler var” dedi. Yalçın sözlerine şöyle devam etti:

“Hem vatandaş olarak bizleri hem de yerel ve merkezi yönetimleri hatta akademisyen ve STK’ları bunun içine dahil edebiliriz. Ülkemizde iklim kelimesi bu kadar popülarite sağlamışken, iklim çalışmalarında meteoroloji ve iklim verisi ile ilgili çalışmaların hiç olmadığını maalesef üzülerek söylemek durumundayım. Binaların sıfır enerji binası olması için şehirlerin planlamasında iklim verisi hemen hemen hiç kullanılmıyor.”

‘Enerji gereksinimi azaltacak dizaynlar için iklim verilerine ihtiyacımız var’

Yalıtımı örnek veren Yalçın “Bırakın coğrafi bölge olarak, şehir bazlı, şehir içerisindeki alt bölgelerinde hatta binanın farklı cephelerinde farklı metrajlarda kullanılması gerektiği, matematiksel hesaplanması gerekiyor. Şaşalı milyon dolarlık projelerde yerleşimler yapılırken, bina içerisinde, kullanım alanlarında, pencere büyüklüklerinin belirlenmesinde, duvar kalınlıklarında, kullanılan aktif ve pasif yöntemlerde, enerji gereksinimini azaltacak dizaynlar için de iklim verilerine ihtiyacımız var. Müteahhitlerin, projelerin yatırımcılarının, mimarlarımızın iklim verilerine değer vermemelerinden ve bu veriler ile nasıl çalışacaklarını çok net bilmediklerini düşünüyorum” dedi.

İklimin sürekli evrildiğini belirten Dr. Levent Yalçın konuşmasında, “Şiddetle soruyorum: Bina projelerinden şehir projelerine kadar neden iklim verileri ile çalışmıyoruz? Meteorolojik verileri yüz küsur yıldır dünyada biz neden ölçtük? Şuan meteorolojik olarak 2000 noktadan ölçüm alınıyor. Belki de Türkiye’deki en yüksek veri iklim verisi. Bu veriler bu projelerde neden kullanılmıyor, bu verileri biz neden topladık? Sadece sentetik verilerle ortalama almakla olmaz” dedi.

Meteorolojik iklim verisinin, yalnızca sıcaklık, yağış ve yağmur olmadığını söyleyen Yalçın, “Toprak sıcaklığı, toprak nemi, deniz yüzey sıcaklığı, sis, bulutlanma gibi çok şeyi dahil edebilirsiniz. Stratejik öneme sahip Esenboğa Havaalanı’nı en çok sis çöken yere yapıyoruz. Olimpiyat standını en çok rüzgâr alan bölgeye yapıyoruz. Peyzaj tercihlerinde iklim verilerine bakılmıyor. İklim değişiyor diyoruz, zamanınıza göre değil geleceğe göre, iklim projeksiyonlarına göre projelerin tasarlanması gerekiyor. Biz böyle yapmayarak 10 birim ile karşılayacağımız enerji ihtiyacını 13 birimle karşılıyoruz. Biz enerjiyi tüketmeyi azaltmaya çalışırken gereksinim analizi yapmıyoruz” diyerek sözlerini tamamladı.

Karadeniz’de karaya vuran 80’den fazla yunusun ölüm sebebi balıkçılık

Bir aydır İstanbul, Zonguldak ve Sinop‘ta 80’i aşkın tırtak türü yunus (Delphinus delphis) karaya vurdu.

Sinop Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi Su Ürünleri Avlama ve İşleme Teknolojisi Bölümü, kentteki ölü yunuslar üzerine yaptıkları incelemenin ardından, yunus balıklarının boğularak öldüğünü tespit ettiklerini söyledi.

Buna göre, sebep balıkçı etkileşimleri; yani bir memeli olan yunus balıklarının yüzeye çıkıp nefes almasını engelleyen balıkçı ağları veya diğer tehditler.

Fakülte, açıklamasında şunları kaydetti:

“Sonuçta iki taraf da balık avlamaya çalışıyor. Dolayısıyla bir etkileşim çıkıyor ortaya ancak sayı biraz yüksek. Neden bu hayvanlar bu kadar bu bölgede yoğunlaştı, bunların nedenini de araştıracağız. Çünkü bu kadar kısa zamanda bu kadar yüksek ölüm olmamıştı.”

İstanbul’da da Eyüpsultan semtinde yunusların karaya vurmasının ardından Türkiye Deniz Araştırmaları Vakfı (TÜDAV) da bir açıklama paylaştı.

Açıklamada, son ayda Türkiye’nin özellikle Batı Karadeniz kıyılarında tırtak türü yunusların ölümlerinde olağandışı artış görüldüğü belirtilerek, yunusların tesadüfi ağa yakalanarak balıkçılık etkileşimi sonucu öldüğünün belirlendiğini açıklandı.

Vakıf, şubat ayının son haftası itibariyle Karaya Vuran Deniz Memelileri İletişim Ağı‘na gelen ihbarlarla ölen yunusların sayısının 80’i aştığını belirtti.

TÜDAV, ölümlerin görüldüğü sahillerin batıdan doğuya; Ormanlı, Akpınar, Ağaçlı, Kısırkaya, Kilyos, Rumeli Feneri, İstanbul Boğazı, Kilyos, Sahilköy, Alacalı, Şile, Karasu, Zonguldak ve Sinop; yani Türkiye’nin Batı Karadeniz sahilleri olduğunu vurguladı.

Ölüm vakalarının artmasına dair araştırmanın halen sürdüğü belirtilen açıklamada şu bilgiler verildi:

“Uzmanlarımızın ulaşabildiği tırtak bireylerinin bilimsel incelemesi sonucunda ölüm sebeplerinin balıkçılık etkileşimine bağlı olarak ağda boğulma olduğu belirlenmiştir. Geçmiş yıllara kıyasla yılın bu döneminde neden bölgede yoğunlaştıkları ve dolayısıyla tesadüfi ağa yakalanma vakalarının neden bu kadar artığı ise henüz net değildir.

İklim etkisi, olağandışı gemi trafiği, balık göçleri ve/veya kuzeydeki yoğun sualtı/suüstü askeri faaliyetlerden dolayı tırtakların güneye güvenli kıyılara inmiş olabileceği incelenmektedir.

“Açık deniz türü olan tırtakların tesadüfi ağa yakalanma vakalarının genellikle görüldüğü balıkçılık yöntemleri, küçük pelajik balıkların avlanmasını hedefleyen gırgır ve ortasu trolüdür.”

Vakıf, av yasaklarının başlayacağı 15 Nisan’a kadar koruma altındaki tırtaklarla etkileşimin azaltılması için tüm balıkçıların azami dikkat ve özeni göstermelerini isteyerek, özellikle gırgır balıkçılığında ağda yunus olduğu fark edildiği zaman yunusların ağdan çıkarılması gerektiğini belirtti.

Sahil Güvenlik ve Bakanlık yetkililerinden de bölgede denetim faaliyetlerini artırmaları talep edildi.

Sinop’ta nükleer santral davası: Nükleeri değil, yaşamı savun

Nükleer Karşıtı Platform (NKP) Sinop’taki nükleer güç santraline verilen ÇED olumlu kararı’nın iptali için görülen mahkemenin karar duruşmasından önce 26 Mart’ta beş şehirde eş zamanlı olarak nükleere karşı yaşamı savunmak üzere sokaklara çıktı.

Sinop Nükleer Güç Santrali (NGS) için Samsun 2. ve 3. İdare Mahkemesi’ne açılan davanın bugün saat 10.00’da başlayan karar duruşması öncesinde ekoloji mücadelesi yürüten tüm vatandaşlar dayanışmaya çağırılmıştı.

Sinop halkının nükleer santral projesine karşı açtığı Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) raporu iptal davası öncesinde nükleersiz bir yaşam için bir araya gelen yüzlerce vatandaş “Nükleere hayır” dedi. Sinop’ta Uğur Mumcu Meydanı’nda, Mersin’de Özgür Çocuk Parkı’nda, İstanbul’da Beşiktaş’ta, İzmir’de Gaziemir Emre Mahallesi Nükleer Atık Alanı’nda ve Samsun’da da Tabip Odası önünde eylemler gerçekleştirildi.

 

Sinop Merkez Abalı Köyü İnceburun Yarımadası mevkiinde yapılması planlanan NGS’ye ÇED olumlu kararı verilmesi sonrası açılan iptal davasının bugünkü duruşmasına da vatandaşlar destek vermek üzere çağırıldılar.

Sinop NGS için EUAŞ tarafından hazırlatılan ÇED raporuna Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından ÇED olumlu kararı verilmiş, bunun üzerine 2 Ekim 2020’de 60 bireysel ve 14 kurumsal katılımcıyla Samsun İdare Mahkemesi’ne iptal davası açılmıştı.

Sinop: Nükleere geçit yok

Sinop’ta gerçekleştirilen eylemde “Nükleere geçit yok” pankartı açılarak basın açıklaması gerçekleştirildi. Açıklamayı okuyan NGS Sözcüsü İlker Şahin, projeyle ilgili ÇED süreçlerinin halktan kaçırılarak yapıldığını ifade etti.

Mersin: Akkuyu ve tüm nükleer güç santrali projeleri iptal edilmeli

Mersin’de “Nükleer santralden vazgeçin” ve “Nükleer santralini istemiyoruz” pankartlarıyla yapılan açıklama sırasında, “Nükleer santral ölüm demektir”, “Nükleer santral her an nükleer bombaya dönüşebilir” dövizleri taşındı.

Açıklamaya Mersin Emek ve Demokrasi Platformu bileşenleri, Çukurova Tutuklu ve Hükümlü Aileler ile Yardımlaşma Derneği, Barış Anneleri‘nin yanı sıra NKP üyeleri katıldı. NKP dönem sözcüsü ve Elektrik Mühendisleri Odası (EMO) Mersin Şubesi Başkanı Uğur Tulay, santralin hemen durdurulması çağrısında bulundu. Tulay şu ifadeleri kullandı:

“Çevremize, doğamıza, sağlığımıza ve bağımsızlığımızı etkileyen Akkuyu Nükleer Güç Santrali İnşaatı derhal durdurulmalı ve ülkemizde planlanan tüm nükleer güç santrali projeleri iptal edilmelidir.”

Nükleer santrallerin ülke bağımsızlığı için ne kadar büyük bir tehdit olduğunun Rusya-Ukrayna savaşında bir kere daha gözler önüne serildiğini ifade eden Uğur Tulay, şöyle konuştu:

“İşgalci Rusya’ya Akkuyu’da bin yirmi iki hektar büyüklüğünde vatan toprağı adeta peşkeş çekilmiş üstelik olağanüstü ayrıcalıklar tanınmış ve yüksek fiyattan alım garantileriyle büyük karlar elde etmesinin önü açılmıştır. Şimdi sizlerin ve tüm kamuoyunun huzurunda bir kez daha çağrımızı tekrarlıyoruz. Sinop Nükleer Güç Santrali projesinden vazgeçin. Akkuyu’da yapımı devam eden santral inşaatını hemen durdurun. Tüm anlaşmaları iptal edin”

İstanbul: ÇED raporunun kabul edilemez olduğunu bu bilirkişi raporu açıkça anlatıyor

İstanbul’da ise “Nükleer savaşta da barışta da öldürür” pankartı ve “Nükleer Santrale Hayır” dövizleriyle açıklama gerçekleştirildi. NKP adına açıklamayı  İstanbul Nükleer Karşıtı Platform adına Munzur Çevre Derneği Üyesi Sevil Doğan yaptı. Doğan ÇED raporuna ilişkin olarak şu ifadeleri kullandı:

“Sinop NGS’yi üstlenen Japon Mitsubishi Heavy Industries Şirketi ve Japon Hükümeti Mayıs 2018’de maliyet artışlarını gerekçe göstererek projeden çekilmiştir. Santralı hem inşa edecek hem de işletecek şirketin projeden çekilmesine ve uluslararası geçerliliği olan bir anlaşmanın ortadan kalkmasına rağmen, yapımcısı yani sahibi olmayan bir proje için 11 Eylül 2020 tarihinde Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı (ETKB), Sinop NGS Nihai ÇED Raporunu kabul etmiştir”

Bilirkişi Kurulu’nun hazırladığı rapora dikkat çeken Sevil Doğan, “Bilirkişi raporunda nükleer atıklara ilişkin bir çözümün sunulmadığı, yer seçiminin hatalı olduğu ve herhangi bir kaza durumunda tahliye işlemlerinin yapılmasının güç olduğu açıkça belirtilmiş. Raporun sonuç ve kanaat bölümünde bilirkişi heyeti 24 ana başlıktan 18’inde, 102 alt başlıktan 90’ında olumsuz görüş bildirmiş. ÇED raporunun kabul edilemez olduğunu bu bilirkişi raporu açıkça anlatıyor” dedi. Doğan rapordaki mevzuata aykırılıkları şöyle sıraladı:

“Raporda, Japon hükümetinin anlaşmadan çekildiği, İnceburun bölgesinde 480 bin ağacın mevzuata aykırı ve izinsiz olarak kesildiği, ayrıca kesilen çok sayıda ağacın köklerinin de söküldüğüne, flora bakımından yapılan itirazların haklılığına, halk sağlığı, iş sağlığı ve güvenliği açısından ÇED olumlu kararının bilimsel esaslara ve mevzuata uygun olmadığına, yaban hayatının korunması konusunda kabul edilemez eksiklikler bulunduğuna, öte yandan; NGS’nin kurulacağı bölgede, deprem, heyelan ve tsunami çalışmalarının yapılmadığının altı çizerek, ön güvenlik raporu başta olmak üzere çok sayıda eksiklik olduğuna dikkat çekmişlerdir.”

NKP üyeleri, Sinop nükleer santrali için 6 Şubat 2018’de yapılan halkın katılımı toplantısının hukuka aykırı uygulamalara sahne olduğunu ifade ettiler. Açıklamada, Sinop halkının bilgilendirme toplantısının yapılacağı salona giremediği, TOMA’lar ve polis barikatlarıyla erişimin engellendiğine de değinildi.

İzmir: Nükleere inat yaşasın hayat

İzmir’deki basın açıklaması ise EGEÇEP, İzmir Barosu ve Gaziemir Belediyesi tarafından Gaziemir’de bulunan ve İzmir’in Çernobil’i olarak bilinen nükleer atık alanında düzenlendi. Açıklamaya çeşitli kurumlardan temsilciler de katılırken “Nükleere inat yaşasın hayat” sloganları atıldı.

Grup adına açıklama yapan EGEÇEP Eş Sözcüsü Seval Ekşici, Rusya’nın Ukrayna’ya açtığı savaşla birlikte dünyanın, Zaporijya NGS ve Çernobil NGS’ye yapılan saldırılar ile nükleer santrallerin tüm canlıların yaşamı ve çevre için oluşturacağı tehlikenin bir kez daha farkına vardığını söyledi. Ekşici şöyle konuştu:

Çernobil ve Fukuşima’da yaşanan felaketler, Rusya’nın Ukrayna’ya açtığı savaşın ardından, nükleer santrallerin gerekliliği sorgulanıp, nükleer santraller konusunda tedbirler alınmaya başlanmıştır. Ülkemizde ise siyasi iktidar, nükleer lobilerin de desteğiyle ‘yerli, milli ve temiz enerji’ söylemi, gerçeği yansıtmayan ‘artan enerji talebinin karşılanması, enerji maliyetlerin düşürülmesi, dışa bağımlılığın sona ermesi’ gibi mantık dışı açıklamalarla kamuoyunu yanıltmıştır.”

Seval Ekşici, ülkenin enerji ihtiyacını karşılamaktan çok nükleer güce sahip olma arzusuyla hareket eden siyasi iktidarın, ülkeyi en büyük felakete taşımakta olduğunun farkına varamadığını vurguladı. Ekşici “Bizler, siyasi iktidarın yönetememe krizini nükleer santrallarla çözemeyeceğini, nükleer santralların bir seçenek değil, 1970’lerden kalan bir anlayışla siyasi bir tercih olduğunun altını çiziyoruz. Acilen Akkuyu NGS inşaatının durdurulmasını ve Sinop NGS projesinin derhal iptal edilmesini, NDK’nın kapatılmasını istiyoruz. Ülke ekonomisinde bu projeler için ayrılan kaynakların halkın ihtiyaçları doğrultusunda kullanılmasını; eğitim, bilim ve teknolojiye yatırım yapılmasını talep ediyoruz” dedi.

Gaziemir’deki nükleer atıklarla bile baş edilemediği dikkate alındığında endişelerinin daha da arttığını söyleyen Ekşici, şu ifadeleri kullandı:

“Yapılacak enerji planlaması ile üniversiteler, meslek odalarının ve toplumun görüşleri alınarak kamu esaslı, uygulamasında sakınca barındırmayan doğru alternatiflere yönelinmesini, bu konuda acil yasal düzenlemeler yapılmasını istiyoruz. Siyasi iktidarın yerli ve yabancı enerji lobilerinin kar hırsı uğruna, doğanın talan edilmesine, kamusal alanların elimizden almasına izin vermiyoruz. Kapitalist sistemin rant odaklı nükleer projelerini meşru kılmak adına bilimin ve halkın sesine kulaklarını tıkayan, kamu yararı gütmeyen politikaları kınıyoruz. Sinop NGS’ye ilişkin hukuksuz süreç sonlandırılana kadar mücadelemizden asla vazgeçmiyor; yaşamlarımıza, insanlığın varlığına, çocuklarımızın yarınlarına sahip çıkıyoruz.”

Gaziemir Belediye Başkanı Halil Arda ise Gaziemir’deki atıkların yıllardır temizlenmediğine dikkat çekti ve ekledi:

“Buradaki atıkların temizlenmesi ile ilgili adım atmayanların Sinop’a neler yapabileceğini düşünemiyorum.”

Samsun: Nükleer mevzuat felaketi

Samsun’da Süleymaniye Geçidi’nde açıklamayı Mehmet Özdağ okudu. Sinop Nükleer Santralini üstlenen Japon Mitsubishi Şirketi ve Japon hükümetinin de Mayıs 2018’de maliyet artışlarını gerekçe göstererek projeden çekildiğini belirten Özdağ, bilirkişilerce hazırlanan raporda, nükleer atıklara ilişkin bir çözümün sunulmadığı, santralda yer seçiminin hatalı olduğu ve herhangi bir kaza durumunda tahliye işlemlerinin yapılamasının güçlüğünün ortaya koyulduğunu vurguladı.

Özdağ, siyasi iktidarın nükleer lobilerin ve enerji baronlarının da desteğiyle ‘yerli, milli ve temiz enerji’, ‘enerji maliyetlerin düşürülmesi, dışa bağımlılığın sona ermesi’ gibi gerçek dışı söylemlerle kamuoyunu yanılttığını ifade etti.

Siyasi iktidarın gerekli denetim süreçlerini oluşturmadan Mersin’de Akkuyu Nükleer Santralı inşaatına başladığını, denetim yetkisini ise Nükleer Denetleme Kurumuna (NDK) devrettiğini anımsatan Özdağ, “Onlarca iş kazası ve cinayeti, temel zemininde meydana gelen çatlaklar, yıldırımdan korunma güvenliği bile olmayan denetimsiz inşaat süreciyle Akkuyu Nükleer Santralı büyük bir hızla devam etmektedir. Anayasa Mahkemesi’nin kararına aykırı olarak TBMM’den geçirilen ve 8 Mart 2022 tarihinde Resmi Gazete‘de yayınlanan 7381 Sayılı Nükleer Düzenleme Kanunu ile Nükleer santral inşa eden ve işletecek olan uluslararası şirketler her tür sorumluluktan kurtarılmıştır. Bu kanun bizim için nükleer mevzuat felaketidir” dedi.

Açıklamada talepler şöyle sıralandı:

“Acilen Akkuyu NS inşaatının durdurulmasını, Sinop NS projesinin derhal iptal edilmesini, anayasaya aykırı olarak kurulan NDK’nın kapatılmasını istiyoruz. Bu projeler için ayrılan kamusal kaynakların halkın ihtiyaçları doğrultusunda kullanılmasını; eğitim, bilim ve enerji verimliliğine yatırım yapılmasını talep ediyoruz.”

Akkuyu’nun durdurulması için Yeşiller’den imza kampanyası

Yeşiller Partisi de Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin ardından, “Saldırgan ve yayılmacı bir güce, enerji ihtiyacı gibi son derece yetersiz ve yanlış bir gerekçeyle nükleer santral sahası hediye etmek kabul edilemez” diyerek Akkuyu projesinin durdurulması için 19 Mart’ta bir imza kampanyabaşlatmışlardı.