Ana Sayfa Blog Sayfa 957

Prof. Nesrin Algan: Ukrayna’daki çevre ve biyoçeşitlilik tahribatı savaş suçu sayılmalı

Rusya-Ukrayna savaşının çevreye etkilerini değerlendiren Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Kent, Çevre ve Yerel Yönetim Politikaları Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Nesrin Algan, bombalanan sanayi tesisi ve enerji santrali gibi kaynaklardan havaya salınan zehirli emisyonların sınır aşarak çok geniş alanda kirlenme ve asit yağmuru tehdidi taşıdığı uyarısında bulundu.

Algan, Karadeniz Biyosfer Rezervi‘nde çıkan yangınlarda ise çok sayıda hayvan ve bitkinin yok olduğunun tahmin edildiğini söyledi.

Rusya ile Ukrayna arasındaki savaş, neden olduğu can ve mal kayıplarının yanında büyük çevresel tahribatlara yol açma endişesini de beraberinde getiriyor.

Savaşın çevreye ve doğaya yönelik tehditleri hakkında AA’ya konuşan Prof. Dr. Algan, savaş zamanlarında doğanın, etkileri çok uzun yıllar boyu sürecek biçimde zarar gördüğünü, bir nevi çevre kırımına uğratıldığını ifade etti.

Algan, Ukrayna’da süren savaşta kullanılan silahların ormanlar, su kaynakları, nehirler, Karadeniz’deki biyolojik çeşitlilik, kültürel ve tarihi değerler başta olmak üzere çevrenin çoğu bileşeninin yok edilişine neden olduğunu belirtti; “Ekolojik düzeni yok eden bu yıkım, bütün olarak ekosistemlerin çökmesine yol açma riski oluşturuyor” dedi.

Savaş sırasında kullanılan silahlardan atmosfere yayılan ve ozon tabakasını incelten kloroflorokarbon, halon gibi gazların küresel ölçekte sorun yaratma riski doğurduğuna işaret eden Algan, bu riskin bir yandan ozon tabakasının incelmesine diğer yandan da iklim krizini artırıcı etkiye neden olabileceğini söyledi:

“Bombalanan sanayi tesisi ve enerji santrali gibi kaynaklardan havaya ciddi miktarda zehirli gaz salınıyor ve bu zehirli emisyonlar sınır aşarak çok geniş bir alanda kirlenme ve asit yağmuru tehdidi taşıyor. Bu zehirli gazların atmosfere salımı sonucu meydana gelen toksik gazlar ve partiküller insanlarda ve diğer tüm canlılarda ölümcül etkiler yaratabilir. Özellikle karasal ve denizel biyolojik çeşitliliğin ciddi biçimde azalması riski, sadece Ukrayna için değil, tüm bölge için ve hatta etkileri nedeniyle küresel sonuçları olabilecek bir tehdit.”

Mayınlar ve nükleer risk

Bu kirleticilerin, nehirler, yer altı suları ve atmosfer yoluyla Karadeniz’e taşınmasının da zaten ekolojik olarak kritik durumda bulunan bu deniz alanı için yeni sorunlar yaratma potansiyeli taşıdığına dikkat çeken Prof. Algan, mayınların da deniz ekosistemi için tehdit unsuru oluşturduğunu dile getirdi.

Ukrayna’da başta Kiev olmak üzere çoğu kentte sanayi alanları ve askeri tesisler birbirine çok yakın bulunuyor. Rusya bombardımanı sonucunda da bu merkezlerde sık sık büyük yangınlar çıkıyor. Algan, benzer şekilde nükleer santral ve radyoaktif atık depolama alanlarının da bu bombardıman ve yangınlardan etkilenmesi riskinin sürdüğüne vurgu yaptı.

Savaş sürecindeki olası bir nükleer felaketin insan ve çevre üzerinde korkunç etkileri olabileceğine dikkati çeken Algan, 1986’da yaşanan Çernobil faciasında yayılan radyasyonun, Hiroşima‘ya atılan atom bombasından yayılandan 150 ila 400 kat fazla olduğuna dair farklı hesaplamalar yapıldığını belirtti:

“Çernobil’deki nükleer felaketi izleyen ilk 10 yıl içinde kanser oranlarının Ukrayna’da yüzde 230, komşu ülke Beyaz Rusya‘da yüzde 180 arttığı dikkate alınırsa ve sadece Zaporijya Nükleer Santrali’nin Çernobil’den 6 kat büyük bir felakete neden olabileceği düşünülürse böyle bir durum Türkiye dahil Avrupa için izleri yüzyıllarca sürecek bir facia olur.”

‘Savaşın biyolojik çeşitlilik üzerindeki etkisi hala bilinmiyor’

Savaşın bu coğrafyalardaki canlı çeşitliliği üzerindeki etkisini de değerlendiren Prof. Nesrin Algan, “Hava, toprak ve su kaynaklarının toksik kimyasallarla zehirlenmesi sonucu canlı çeşitliliğinde ne kadar azalma olduğu henüz bilinmemekle birlikte özellikle hava bombardımanları nedeniyle çok sayıda bitki ve hayvanın yok olduğu düşünülüyor” dedi.

Herson‘da gerçekleştirilen bombardıman nedeniyle Karadeniz Bölgesi’nin uluslararası koruma statüsüne sahip en büyük ve önemli biyosfer rezervi olan Karadeniz Biyosfer Rezervi’nde çıkan yangınlarda, başta kuş popülasyonu olmak üzere çok sayıda hayvan ve bitkinin yok olduğu tahmin ediliyor. Algan, Demydiv’de yaşandığı gibi bazı barajların yıkılmasının sellere, tarım arazileri ve biyolojik çeşitliliğin yok olmasına yol açtığını aktardı.

Ukrayna’nın tahıl ve ayçiçeği tarımı bakımından önemine de işaret eden Prof. Algan tarım alanları ve tarımsal biyoçeşitliliğin kaybının, sadece Ukrayna için değil Türkiye dahil pek çok ihracatçı ülke açısından gıda güvensizliği sorunu yaratabileceği uyarısında bulundu.

‘Yol açılan çevre kırımı, savaş suçu sayılmalı’

Algan, savaş zamanı doğal, kültürel ve tarihi çevresel değerlerin korunmasına yönelik çeşitli hukuki düzenlemeler bulunduğunu, Rusya ve Ukrayna’nın, yasaklanan düşmanca çevre değiştirme tekniklerini kullanmamakla, öteki devlet ve uluslararası örgütleri bu teknikleri kullanmaya özendirmemekle ve yardım etmemekle, aynı zamanda tarihi ve kültürel değerleri savaş zamanı korumakla yükümlü olduğunu belirtti:

“Ukrayna’da devam eden Rusya Federasyonu işgali esnasında doğal, ekolojik, kültürel, tarihi tüm çevresel varlıkların çevre kırıma uğramaması, bu uluslararası sözleşmelere uyulmasıyla mümkündür. Bunlardan başlıcaları da ‘1977 tarihli Askeri Amaçlarla ya da Daha Başka Düşmanca Amaçlarla Çevrenin Değiştirilmesi Tekniklerinin Kullanılmasına İlişkin Sözleşme’, ‘1954 tarihli Silahlı Bir Çatışma Halinde Kültür Mallarının Korunmasına Dair Sözleşme ve bu sözleşmenin eki 1999 Protokolü’, ‘Uzun Menzilli Sınırötesi Hava Kirlenmesi Sözleşmesi’, , ‘Yaban Hayatı ve Yaşama Ortamlarını Koruma Sözleşmesi’, ‘Ramsar Sulak Alanlar Sözleşmesi’, ‘Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi’, ‘İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi ve Paris İklim Anlaşması’,  ‘UNESCO Dünya Kültürel ve Doğal Mirasın Korunmasına Dair Sözleşmesi’ ve “Karadeniz’in Kirliliğe Karşı korunması (Bükreş) Sözleşmesi’dir.”

Algan, çevrenin savaş zamanı korunmasına dair bu uluslararası hukuki yükümlülüklere aykırı davranmanın da savaş suçu olarak değerlendirilmesi gerektiğini söyledi.

Tarihi ve kültürel miras da tehdit altında

Ukrayna’nın zengin tarihi ve kültürel varlıklara sahip olduğunu ve 7’si UNESCO Dünya Mirası Listesi’ndeki toplam 114 kentsel, eğitsel, kültürel varlık için koruma çağrısı yapıldığını, bunlardan en bilinenin de Kiev’deki Ayasofya Katedrali olduğunu anlatan Algan, sözlerini şöyle tamamladı:

“Başta Kiev, Odessa, Lviv olmak üzere çeşitli Ukrayna kentlerinde müze, fresk, heykel, bina, vitray gibi tarihi ve kültürel değeri olan varlıklar Ukrayna yetkililerince korunmaya çalışılıyor. UNESCO, savaş zamanı korunabilmelerine katkı sağlamak amacıyla bu varlıkların bir kısmına Uluslararası Mavi Kalkan işareti yerleştirmişti. Şu ana kadar bunların birinin tahribine dair bir vaka bildirilmedi. Ancak ulusal veya yerel düzeyde toplumsal belleğin bileşenleri olarak değer taşıyan sayısız varlığın yok edildiği görülmekte.”

 

DİSK-AR bülteni: Asgari ücret neden yenilenmeli?

Yükselen enflasyon nedeniyle yıl içinde asgari ücretin yeniden belirlenmesi tartışmaları üzerine Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu Araştırma Merkezi (DİSK-AR), asgari ücretin enflasyon ve gıda enflasyonu karşısındaki durumunu, Avrupa ülkeleri ile karşılaştırması ve asgari ücretin güncellenmesi ilgili yasal durumu soru ve cevaplarla ele aldığı bir araştırma yayımladı.

Yayınlanan bültende, “Tarihin en yüksek asgari ücret zammı iddialarıyla yüzde 50,5’lik bir artışla 4.253 TL olarak belirlenen 2022 asgari ücreti daha yılın üçüncü ayında enflasyonun ve gıda enflasyonunun çok altında kaldı.
Hükümet yetkilileri, “Asgari ücretin zamanı aralık ayı”, “Asgari ücretli
enflasyona karşı korundu” gibi gerekçelerle asgari ücretin yeniden belirlenmesine karşı çıkıyor. Bu iddialar gerçeği yansıtmıyor” ifadeleri yer aldı.

Asgari ücretin enflasyona karşı korumadığını belirten DİSK-AR, 2021’de asgari ücretin yüzde 21,6’lık bir artış ile 2825,9 TL olarak belirlendiğini ve artışın enflasyonun yaklaşık 15 puan altında kaldığını belirterek “Kuşkusuz bunun önemli sebebi 2021’in son çeyreğinde artan enflasyon oldu” dedi.


2022 yılında asgari ücrete yapılan yüzde 50,4’lük ücret artışının ise yılın daha üçüncü ayında enflasyonun yaklaşık 10 puan altında kaldığı kaydedilen rapora göre, Tüketici Fiyat Endeksi’nden (TÜFE) yüksek seyreden gıda fiyatları artışına göre ise asgari ücret artışı çok daha düşük kaldı:

2018 Ocak ayını baz alarak yaptığımız hesaplamaya göre asgari ücret artışı birkaç ay hariç enflasyonun altında seyretti. 2018 Ocak ve 2022 Mart arasında geçen sürede asgari ücret endeksi genellikle gıda enflasyonu endeksinin altında kaldı.

Tarihin en yüksek asgari ücret artışı iddiası gerçek değil

2022 asgari ücret artışının tarihin en yüksek artışı olmadığını belirten DİSK-AR, “2022 zammının tarihin en yüksek zam oranı olduğunu söylemek gerçeklerle bağdaşmayan bir iddiadan ibarettir. Asgari ücret en az 15 kez yüzde 50’den fazla arttı” dedi ve şu bilgileri verdi:

“2022 yılı için net asgari ücrete yüzde 50,4’lük ve brüt asgari ücrete ise yüzde
39,9’luk bir zam yapıldı.

1976’dan bu yana özellikle enflasyonun ve pahalılığın olduğu dönemlerde, brüt asgari ücrete 20 kez yüzde 40 ve üzerinde zam yapıldı. Net asgari ücrete ise 15 kez yüzde 50’nin üzerinde zam yapıldı.
1996, 1997 ve 1998 yıllarında ise brüt asgari ücret yüzde 100’ün üzerinde zamlandı. ”

Türkiye’nin 328 euro ile Avrupa’nın en düşük asgari ücretli ikinci ülkesi olduğu kaydedilen araştırmada, 2012 ve 2022 arasında yıllık ortalama asgari ücret artışına göre Türkiye’de asgari ücretinin euro bazında yılda ortalama yüzde 1 oranında azaldığı görüldüğü de eklendi.

Asgari ücretin güncellenmesinin önünde yasal bir engel yok

Asgari ücretin yıl içinde yeniden belirlenmesi için yasal değişikliğe ihtiyaç olduğu yönünde iddiaları iddia doğru olmadığını belirten DİSK-AR “Artan pahalılık ve zamlar karşısında işçilerin alım gücünün korunması amacıyla asgari ücrete zam yapılmasının karşısında hukuki bir engel bulunmuyor” dedi.

Raporda, 4857 sayılı İş Kanunu’nun 39. maddesinde “iş sözleşmesi ile çalışan ve bu Kanun kapsamında olan ve olmayan her türlü işçinin ekonomik ve sosyal durumlarının düzenlenmesi için Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınca Asgari Ücret Tespit Komisyonu aracılığı ile ücretlerin asgari sınırlarının en geç iki yılda bir belirlenebileceği” belirtildiğinin altı çizildi.

Yasa metninden açıkça görüleceği üzere asgari ücret “en geç iki yılda bir” belirlenebilir. Dolayısıyla iki yıl dolmadan asgari ücretin yeniden belirlenmesini engelleyecek herhangi bir kısıtlayıcı hüküm bulunmuyor.

DİSK-AR, açıklamada “Bakanlığın, Komisyonu her zaman toplantıya çağrılabileceğini ve asgari ücret yeniden belirlenebileceğini, asgari ücretin yılda bir defa saptanmasıyla ilgili bir kural olmadığını vurgulayarak, “Enflasyonun yüksek olduğu dönemlerde asgari ücret yılda birden fazla zam yapılarak belirlenebilir”i fadelerini kullandı.

2015 öncesinde yılda birkaç kez belirlenmesi yaygındı

Asgari ücretin 1990’lardan bu yana yılda birden fazla belirlendiği örnekleri de derleyen DİSK-AR, “2015 öncesinde bazı yıllarda asgari ücret altışar aylık olarak saptanırken bazı yılarda ise Komisyon yılda iki kez toplandı. Dolayısıyla 2015 öncesinde yılda birkaç kez asgari ücret saptanması yaygın bir uygulamadır” dedi.

Raporda ayrıca Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın  asgari ücretin yılda birden çok belirlendiğine ilişkin ayrıntılı veriler paylaştığı da belirtildi.

 

Zorava Çayı’nda HES karşıtı hukuk mücadelesini köylüler kazandı

Haber: Metin YOKSU

*

Siirt-Eruh’daki  Zorava Çayı‘nda yapılmak istenilen ikinci hidroelektrik santral (HES) girişimine karşı köylülerin açtığı dava yöre halkının lehine sonuçlandı.

Zorava’ya Dokunma Platformu Sözcüsü Mustafa Kurt, “Köylülerimiz ilk günkü gibi tepkilerini dile getiriyor ve gün geçtikçe daha da güçleniyoruz. Doğamızı hukuk ile koruyacağız” dedi.  Dava avukatı Fatma Elçiçek ise “Doğamız kazandı. Dava süresince çoğu zaman bir balığın, bir yaban keçisinin de avukatı olarak hissettim” diye konuştu.

İlk HES itirazlara rağmen yapıldı

Miran Enerji firmasına ait Baran Regülatörü ve HES’i, 2015 yılında Eruh ilçe sınırlarında bulunan Kuşdalı Köyü (Şavura) ile Bilgili Köy mevkiinde bulunan Zorava Çayı’nın kaynak noktasına yakın bir noktada,  köylülerin tepkilerine rağmen inşa edildi. HES’in yapıldığı yıllarda bölgede süren çatışmalı ortam dolayısı ile köylülerin çoğunluğu kent merkezinde yaşıyordu. Çatışmaların azaldığı “Çözüm süreci” döneminde ise köylüler köylerine yeniden döndü; topraklarını ekmeye ve evlerini onararak tekrar yerleşmeye başladı.

İlgili haber: AKP ısrarcı, köylüler direniyor: Zorava’yı HES’e kurban etmeyeceğiz

Bütün itirazlara rağmen inşa edilen ilk HES’in ardından, aradan dört yıl dahi geçmeden, 6-7 kilometre yakınına yeni bir HES daha yapılması amacıyla Devlet Su İşleri (DSİ) ile Tigris Enerji Üretim A.Ş.  21 Mart 2019 tarihinde “Mergi Regülatörü ve Hidroelektrik Enerji Üretim Tesisi için Su Kullanım Hakkı Anlaşması” imzalandı. Anlaşmanın imzalanması ile birlikte köylüler yerel mahkemeye itirazda bulunarak dava açtı. Bu süreçte çıkarılan ÇED Raporu’nda usule uygun olmayan maddeler ortaya çıktı. ÇED toplantılarına halkın davet edilmediğini iddia eden köylüler 25 Nisan 2019 tarihinde Siirt İdare Mahkemesi‘ne başvuruda bulundu. 23 Eylül 2020 tarihinde mahkeme heyetinde ikiye karşı bir oyla davayı köylülerin aleyhinde sonuçlandırarak köylülerin ayrıca 15 bin 475 TL’de mahkeme masrafı ödemesine hükmetti. Davanın taşındığı Danıştay ise 24 Haziran 2021 tarihinde ÇED raporundaki eksikliklere işaret ederek köylüler lehine karar verdi ve yeniden bilirkişi incelenmesi isteyerek dosyayı yerel mahkemeye geri gönderdi.

Danıştay: Canlılar ve su kaynakları tehlike altında

Danıştay’ın gerekçeli kararında mevzuata riayet edilse de özellikle “meydana gelebilecek bazı olumsuzlukların nasıl giderileceğinin ÇED raporunda açıklanmadığı” belirtildi. Kararda “Projenin gerçekleşeceği alanda yapılacak çalışmanın, özellikle kırma-eleme tesisi faaliyetinden kaynaklı ciddi toz oluşumu ile etraftaki su kaynakları ile tarım arazilerine ciddi zararlar verebileceği, konu ile ilgili olumsuzluğun nasıl giderileceği hususunun ÇED raporunda detaylı olarak açıklanmadığı” ifadeleri yer aldı. Doğal hayatın da tehlikede olduğunu ve raporda bilimsel çelişkiler bulunduğuna vurgu yapılan Danıştay kararında şu sonuca varıldı:

“’ÇED Olumlu Kararı’nın bilimsel esaslara göre kabul edilebilir düzeyde olduğu’ yönünde görüş ve kanaat bildirilmesinin önemli bir çelişki olduğu değerlendirilmektedir. ÇED raporunun ve alınacak diğer önlemlerin teknik ve bilimsel açıdan yeterliliğinin tespiti amacıyla, aralarında çevre mühendisi, jeoloji mühendisi, ziraat mühendisi, inşaat mühendisi, harita mühendisi, maden mühendisi olmak üzere tarafların iddiaları da dikkate alınarak gerekirse başka dallarda da öğretim üyeleri seçilerek oluşturulacak yeni bir bilirkişi heyetiyle, mahallinde kesif ve bilirkişi incelemesi yaptırılarak uyuşmazlığın esası hakkında alınacak rapor ile dosyadaki bilgi ve belgelerin birlikte değerlendirilmesi suretiyle yeniden bir karar verilmesi gerekmektedir” 

İl Genel Meclisi’nin AKP’li üyelerinden ikinci girişim

Kararın ardından Siirt İl Genel Meclisi’nin AKP’li üyeleri imar planlarında değişiklik yaparak konuyu yeniden gündeme getirdi. 2 Ağustos’ta Meclis’te görüşülen imar değişikliği planı, HDP’li üç üyenin karşı oyuna rağmen, AKP’nin 15 üyesinin olumlu oyuyla kabul edildi. 10 Ağustos tarihinde askıya çıkarılan kararın ilanında şu ifadeler yer aldı:

“İlimiz Eruh İlçesi Kuşdalı köyü sınırlarında bulunan mülkiyeti Maliye Hazinesine ait 101 ada 1 nolu parsel üzerinde Tigris Enerjisi Üretim A.Ş tarafından yapılması planlanan 150.931.84 Metrekarelik ormanlık alanda Mergi Regülatörü ve HES Projesi kapsamında Mergi Regülatörü ve HES Projesi olarak planlanan plan dosyasına ilişkin NİP: 56609770 PİN numaralı 1/500 Ölçekli Nazım İmar Planı ile UİP: 56956778 PİN numaralı 1/1000 Ölçekli Uygulama İmar Planı İl Genel Meclisi tarafından 02/08/2021 tarihinde 42 nolu karar ile ‘5302 Sayılı İl Özel İdaresi Kanunu 10. Maddesi’ gereğince onaylanmıştır. Onaylanan Nazım İmar İmar Planı 10.08.2021 – 10.09.2021 tarihleri arasında 30 günlük askıya alınmıştır.”

Köylünün itirazlarına engel

Zorava sakinleri,  İl Genel Meclisi’nin aldığı kararı protesto etmek amacıyla 27 Ağustos 2021 tarihinde Siirt kent merkezinde basın açıklaması gerçekleştirmek istedi. Ancak açıklamaya izin verilmedi. Emniyet yetkilileri engellemeyle ilgili Siirt Valiliğin “15 günlük eylem ve etkinlik yasağını” gerekçe gösterdi. Protestoları engellenen köylüler haklarını aramak için yeniden yargı yoluna gitti. Siirt İl Genel Meclisi’ne sunulan ve itirazların dile getirildiği bin imzalı başvuruya ise bugüne kadar yanıt verilmedi.

Bilirkişi raporu: Çayın beslenme noktası zarar görür

Danıştay kararından aylar sonra, 100’ü aşkın köylünün de katılımıyla, 1 Şubat 2022 tarihinde bilirkişi incelemesi yapıldı. 28 Şubat 2022 tarihinde açıklanan ve mart ayının sonlarında taraflara tebliğ edilen raporda, yapılmak istenilen ikinci HES’in bulunduğu alanın Zorava Çayı’nın beslenme alanında bulunduğuna; burada gerçekleştirilecek herhangi bir kırma, eleme ve patlatmada  beslenme noktasının hasar göreceğine dikkat çekildi. Bölgenin kireçli kayaç yapısı nedeniyle zengin yer altı suyu kaynaklarının bulunduğuna vurgu yapılan bilirkişi raporunda, oluşacak yeni çatlakların yeraltı suyu akışı ve akımında değişkenlere neden olacağı kaydedildi. Raporda,  HES için yapılacak patlatmalar nedeniyle bitki örtüsü dahil olmak üzere ekili arazilerin yanı sıra doğal yaşamın da etkileneceği vurgulanarak, Zorava Vadisi’ndeki yüksek yamaçlar nedeni ile kayaların parçalanacağı ve suyun önünü kesebileceği de belirtildi:

“Proje alanı yoğun deprem aktivitesinin olduğu bir nokta olduğu görülmektedir. İnceleme alanında Zorava Deresine paralel devam eden sağ yanal atılımlı fay proje kapsamında inşaası düşünülen mühendislik yapılarını etkileyecek özelliğe sahip olup nihai ÇED raporunda fayların proje alanına etkileri dikkate alınmamıştır. Baran 1 HES projesinin yer aldığı bölgede dere yatağına müdahalelerin olduğu, kazılardan çıkan bir çok malzemenin dere yatağına bırakıldığı ve derenin akış rejiminde değişikliklere neden olduğu belirlenmiş olup. Benzer durumun Mergi Regülatörü ve HES projesi inşa edilirken yüksek eğim değerlerine sahip yamaçlar boyunca kazılar nedeni ile ve kazılardan çıkan kazı fazlası malzemeleri depolandığı Zorava Deresi yamaçlarından dere yatağına doğru malzeme akışları olacağından akış rejiminde değişimler ve dere yatağında kesit daralmaları meydana gelecektir. Bu durum çevredeki yapıları ve akışı olumsuz yönde etkileyecektir.”

Yapılacak yeni HES’in inşaat çalışmalarında yamaçlardan kaya parçaları düşeceği ve eski HES’in önünü kapatacağı, işlevsiz bırakacağı da rapora eklendi.

‘Kamu yararı yok’

Yaban hayatının da olumsuz etkileneceği kaydedilen kararda, “Nihai ÇED raporunda sınırlı miktardaki tarım alanlarının korunması işletme kaynaklı tozların bitkiler ve hayvanlar üzerine olumsuz etkilerinin azaltılması, proje etki alanı içerisindeki yabani meyve, türlerin korunması, mera alanlarının olumsuz etkilerinin engellenmesi, hayvancılık faaliyetlerinin aksatılmadan sürdürülmesi gibi konular dikkate alınmamıştır.” ifadeleri yer aldı.

Raporun sonuç kısmında ise şu bilgiler yer aldı: Planlanan faaliyetin çevreye olabilecek tüm etkilerinin incelenmeye çalışıldığı ancak birçok hatalı değerlendirme yapıldığı, toz oluşumunun nasıl azaltılacağı, rüzgarla toz taşımının nasıl engelleneceği veya tozun civardaki tarımsal üretim üzerine olumsuz etkilerinin nasıl en alt seviyeleri konularına proje tanıtım dosyasında yeterli ve tatminkar bir şekilde yer verilmediğinden ‘Mergi Regülatörü ve HES kırma ekleme tesisi ve hazır beton santrali’ projesi ÇED olumlu kararının üstün kamu yararı, yöre halkının bireysel menfaatleri, ekoloji ve sürdürebilirlik açısından yerinde olmadığı kanaatine varılmıştır”

‘Doğamızı hukuk ile koruyacağız’

Bu arada Siirt İl Genel Meclisi’ne karşı açılan davanın bilir kişi heyeti de  7 Nisan 2022 tarihinde incelemelerde bulundu. Köylülerin de katıldığı inceleme sırasında heyette yer alan bir görevlinin “Buraya güzel HES yapılır” demesi dikkat çekti.

Zorava’ya Dokunma Platform Sözcüsü Mustafa Kurt süreçle ilgili şu değerlendirmeyi yaptı:

“Hukuki olarak yaşananlar ortadadır. ÇED raporunda eksiklikleri bilirkişi raporu ortaya koydu. Danıştay da bizim haklılığımızı gösterdi. Biz ilk HES yapıldığında başımıza tam olarak ne geleceğinden emin olmasak da itiraz etmiştik. Geçen sürede insanlar buraya tekrar bir yaşam kurdu. Ve doğaya verilen zararı gördük. Bu su buradan giderse bizim yaşamamız için alan kalmaz. Su bizim her şeyimiz, sadece bizim değil tüm doğa için gerekli.  Doğamızı korumak istiyoruz. Köylülerimiz ilk günkü gibi tepkilerini dile getiriyor ve gün geçtikçe daha da güçleniyoruz. Doğamızı hukuk ile koruyacağız.”

Oybirliğiyle köylüler lehine karar

11 Nisan 2022 tarihinde Danıştay’dan dönen dava dosyası köylüler lehine sonuçlandı. Bilirkişi raporunun ardından dava dosyasını sonuçlandıran mahkeme heyeti oy birliği ile karar verdi. Bilirkişi raporunu dikkate alan mahkeme heyeti, kararında ÇED raporunun eksik olduğuna dikkat çekti. Kararda özellikle çevre tahribatlarına ilişkin bilgilere değinen mahkeme heyeti “ ÇED raporunda toz kaynaklarının çizgisel gösterilmesinin hatalı olduğu, projede emisyonların çizgisel bir kaynaktan oluşacağı varsayımın yanlış olduğu, toz emisyonlarının hatalı hesaplandığı, balık geçitlerinin işletilmesinin mümkün olamayacağı, önemli oranda habitat kaybı yaşanacağı, ÇED’de raporunda önerilen koruma önlemlerinin yetersiz olduğu”na vurgu yaptı.

Kararda doğal yaşamın yok edileceği vurgusu öne çıkarken bölgenin önemli endemik türlerinin de tehdit edildiği belirtildi. Mahkeme heyeti köylüler lehine daha önce kestiği tüm mahkeme masraflarının ise davalı tarafın ödemesine hükmetti.

‘Doğa kazandı’

Köy sakinlerinden olan ve süreci başından bu yana takip eden Avukat Fatma Elçiçek, yasadan aldıkları güçle doğalarını korumaya çalıştıklarını belirtti. Köylülerin projeyi kabul etmelerinin haklı gerekçelerinin ortada olduğunu vurgulayan Elçiçek şu değerlendirmeyi yaptı: “Mahkemenin kararı sevindiricidir. Kazanan sadece köylüler değildir,  doğamız kazanmıştır. Çoğu zaman yorulduk. Baştan beri zorlu bir süreçti. Baskı da vardı. HES dosyalarında genellikle şirketler kazanıyordu. Kimi zaman motivasyonumuz düştü ama yılmadık ve mücadele ettik. Mücadele edince neticesini alıyorsunuz. “

Davada sadece insanların değil, bölgedeki balıkların, yaban keçilerinin ve bitkilerin de avukatı olduğunu söyleyen Elçiçek, “Doğamızı korumak hepimizin görevi. Şimdi sırada imar değişikliğine karşı açtığımız davayı kazanmak var. Onun için de mücadele edeceğiz. Ama şu aşamada bu karar dahi artık burada yeni bir HES’in yapılamayacağının belgesi ve kanıtıdır” dedi. 

[İklim Adaleti Kervanı-3] Distopik bir gerçekliğin sınırlarında solumak: Termik Santraller

Halkların İklim Anlaşması Ağı’nın 2 Nisan’da başlattığı uluslararası Kervan’a katılmak için İklim Adaleti Koalisyonu ve Ekoloji Birliği bileşenleri iki gündür İklim Adaleti Kervanı‘nda, yollardaydı. Yeşil Gazete olarak kervanın peşine düşerek tüm yolculuğu kayıt altına aldık.

Kadıköy’den 9 Nisan’da kalkan otobüsle başlayan yolculuk, toplamda iki gün kadar sürdü. 16 kişiyle yola çıkan İklim Adaleti Kervanı, yolculuk esnasında onlarca kişiyi ağırladı, köylerde ve kent meydanlarında açıklamalar yapıldı, sloganlar atıldı. Kervan yola “Muğla Akbelen’den Çanakkale Karabiga’ya” rotasıyla çıkmış, Türkiye’de kirleticilere olay yerinde dikkat çekmek üzere yola koyulmuştu. Peki bütün bu yolculuk boyunca neler yaşandı?

Aliağa Termik Santrali/ Fotoğraf: Cansu Acar

İlk durak: Muğla

İstanbul’dan gelen kervan yolcuları öncelikle Muğla’nın Milas ilçesine bağlı İkizköy’deki Akbelen Ormanı’nı ziyaret etti. İkizköylülerin mücadelesine yerinde tanıklık eden kervan yolcuları, burada köylülerle bölgedeki maden ocağı santrali üzerine konuştu, yerel halka kervan hakkında bilgi verdi.

İlgili haber: [İklim Adaleti Kervanı-1] ‘Adil bir dünya talebinden vazgeçmeyeceğiz’ 

İzmir Aliağa Termik Santrali/ Fotoğraf: Cansu Acar

Aydın durağı: Jeotermallerin memleketi

Akbelen Ormanı’ndan sonraki durak Aydın oldu. Aydın Efeler’de Büyükşehir Belediye binası önünde bir tiyatro oyunu oynandı ve basın açıklaması gerçekleştirildi. Aydın’da Nisan’ın 9’unda hissedilen hava sıcaklığı İklim Adaleti Kervanı’nın eylemini iklim krizi konusunda dikkat çeken bir noktaya oturttu.

İlgili haber: [İklim Adaleti Kervanı-2] Köyden kente iklim adaleti çağrısı: Yola devam…

Fotoğraf: Cansu Acar

Kervanın yolcuları

Rotasında adım adım ilerleyen kervan bir süre sonra koşar adım ilerlemeye başladı. Bu süreçte otobüse termik santral tesislerinde karavanlar, ormanda arazi araçları ve meydanlarda araçlar eşlik etti. Kervan her hareket alanından biraz daha kalabalık kalkıyor, her bir durakta farklı soruna dikkat çekiliyordu. Peki bu kervanın yolcuları kimlerdi?

Kervan otobüsü kimi zaman köylüler, kimi zaman yerel gazeteciler, kimi zaman çevre platformlarına üye isimleri taşıdı ancak yolcuları buluşturan ortak hedef: İklim krizine karşı birlikte mücadele etmek ve iklim adaletine dikkat çekmekti.

Fotoğraf: Cansu Acar

Kervan iklim adaletinde öncelikli olarak dezavantajlı konumda bulunan grupların olduğu bölgelere, kirleticilerin olduğu alanlara, tesislere giderek  protestolar gerçekleştirdi. Termik santraller önünde basın açıklamaları okuyan iklim aktivistleri “İklim adaleti kervanına katıl, termik santralleri kapat”, “Eko-kırım suçtur” ve “iklim değil, sistemi değiştir” pankartlarıyla“İklimi değil sistemi değiştir” ve “Söktüğünüz ağaçların isyanı olacağız” sloganlarını attılar.

Çevresi termik santrallerle çevrili toprak parçası: Ege

Kervan boyunca sırasıyla İzmir’deki İzdemir Enerji Aliağa Termik Santrali’ni, Manisa’daki Soma B Termik Santrali, Soma Kolin Termik Santrali, Çanakkale Çan’daki 18 Mart ve Çan 2 Termik Santralleri ziyaret ediliyor. Söz konusu santrallerin hepsi ülkedeki en büyük 30 kömürlü termik santraller listesinde yer alıyor.

İzmir termik santral cüruf alanı/ Fotoğraf: Cansu Acar

Kervanın ilk termik santral durağı: Aliağa Termik Santrali. Santral İzmir Demir Çelik firması tarafından işletiliyor. Santralden doğaya yayılan karbondioksit (CO2) emisyonları 2019’da 2,1 milyon ton olarak hesaplanıyor. 2020’de ise santralden 2,2 milyon ton karbondioksit salımı gerçekleşiyor. İklim Adaleti Kervanı bölgeye gelerek “Termik santrale hayır” diyor. Peki neden? Bu rakamlar niçin önemli?

İzmir Aliağa Termik Santrali cüruf alanı/ Fotoğraf: Cansu Acar

Sera gazı artıyor: Ülkenin cüruf dağları

Geçtiğimiz haftalarda Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından açıklanan 1990-2020’e ait sera gazı salımlarının artış verileri, Türkiye’de sera gazı emisyonunun arttığını ortaya koymuştu. 1990’dan 2020’ye kadar geçen sürede sera gazı emisyonu yüzde 138,4 oranda artış göstermişti. Paris İklim Anlaşması’na 2016’da imza koyan Türkiye’nin bu geçen süre içerisinde emisyon oranları artmaya devam etti.

Cüruf alanı/ Fotoğraf: Cansu Acar

Toplam sera gazı emisyonlarında 2020’de CO2 eşdeğeri olarak en büyük payı yüzde 70,2 ile enerji kaynaklı emisyonlar aldı. İşte kervan da tam bu nedenle yola çıktığını duyuruyor, termik santral sorunlarına değiniyor.

Kervan yolculuğu boyunca yerinde incelenen termik santrallerin kömürle enerji üretmesi sonucu doğaya salınan karbondioksitin maliyeti başta yörede yaşayanlara, sonrasında tüm ülkeye ve ardından tüm dünyaya tehlike arz ediyor.

İlgili haber: TÜİK verileri bize neler söylüyor?

‘Burada vahşet var’

İzmir Aliağa Termik Santrali’nde kervana eşlik eden Foça Derneği Konseyi Çevre Meclisince termik santral hakkında inceleme “gezisi” düzenleniyor. Aliağa Rezerv Cüruf Depolama Alanı’nda Foça Derneği adına açıklama yapan Tuğrul Çömlekçi, “Buradaki atıklardan ağır metaller dağılıyor ve rüzgar etkisiyle köylülere gidiyor. Köyde hastalıklar arttı. Hayvanlar ve bitkiler için tehlike yarattı” diyor.

Foça Kent Konseyi Çevre Meclisi’nden Tuğrul Çömlekçi (sağdan ikinci)

Termik santrale karşı 30 yılı aşkın bir süredir mücadele eden Aliağalılar’ın, İzmir Demir Çelik (İzdemir) Enerji Santrali için hazırlanan Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) raporuna yaptıkları itiraz 2019’da sonuçsuz kalmıştı. Mücadele ise 1989’dan beri devam ediyor.

Foça Çevre ve Kültür Platformu sözcüsü (Sağ başta) Bahadır Doğutürk

Termik santralin bulunduğu noktada bir araya gelen çevre örgütleri ve kervan yolcuları, bu kez de termik santralin doğaya etkilerini Foça Çevre ve Kültür Platformu (FOÇEP) sözcüsü Bahadır Doğutürk‘ten dinliyor. Doğutürk Aliağa Termik Santrali’ne karşı yıllardır süregelen mücadeleyi anlatıyor:

“Burada vahşet var. Burası sahipsiz bırakıldı. İsteyen burada istediği tesisi kurmakta kendine hak buluyor. Bu sorun acaba toplu ölümler olduktan sonra mı dikkat çekecek! Bu bölgede yaşayan insanlar olarak buranın kontrol altına alınması gerektiğini söylüyoruz. Direnenler olmasa bugüne kadar belki de çok daha büyük felaketlerle karşılaşacaktık.”

İzmir Aliağa Termik Santrali/ Fotoğraf: Cansu Acar

Santralin bıraktığı izlenim: Distopik bir film gibi

Alanda kervandaki yolcular termik santrallerden çıkan dumanlara şahit oluyorlar. Santral önünde sloganlar atılıyor. Özellikle İstanbul’dan gelen vatandaşlar için santrallerin ürkütücü bir havası olduğu görülüyor. Bazı kervan yolcuları hep anlatılan termik santrallerle yüz yüze gelmiş oldukları için İkizköy’de atılandan daha sesli atıyor sloganları.

İzmir Aliağa Termik Santrali / Fotoğraf: Cansu Acar

Kervan buradan Soma’ya hareket ediyor. Otobüste Aliağa’daki görüntüler konuşuluyor, dile getiriliyor. İklim değişikliğine karşı atılması gereken adımlar da otobüstekilerin konuştuğu konulardan biri. Yolculardan biri santralin kendisinde bıraktığı izlenimi şöyle kelimelere döküyor: Distopik bir hava hakimdi, film gibi.

İlgili haber: Türkiye’nin ilk büyük çevre zaferi- Aliağa Termik Santrali [Fotoğraf Galeri]

Her duman termik santralleri hatırlatıyor: Soma

Kervan’ın bir sonraki durağı Soma oluyor. Burada konaklayan kervan yolcuları akşam saatlerinde İrlanda’daki Climate Justice Coalition ekibi ile Instagram üzerinden canlı yayın yaparak grupların ülkelerde yaptıkları gezilere ilişkin bilgi alışverişinde bulunuluyor. Kervancılar geceyi Soma Termik Santrali‘ne dokuz kilometre uzaklıktaki Soma Öğretmenevi‘nde geçiriyor.

Soma Termik Santrali / Fotoğraf: Cansu Acar

Soma maden faciasıyla bilinen bir ilçe ve dolayısıyla buradaki öncelikli gündem maddesi bu. Bir yandan da termik santrallerin dumanları sabahın erken saatlerinde, 7.00 sularında, hiç olmadığı kadar çok göze çarpıyor. Burada Soma B ve Soma Kolin Termik Santralleri’n bölgelerine gidiyoruz.

Bir santral mecburiyeti: Bu santral bize ekmek veriyor

Santralin cüruf alanında göze çarpan koyu gri tepeler var. Kül tepeleri. Termik santralin yakınında köye doğru akan sudan bir köpeğin yürüdüğü görülüyor.

Soma Termik Santrali cüruf alanı / Fotoğraf: Cansu Acar

Su, koyu gri akıyor. Çevresindeki bitkilerin etrafında siyah kül tabakaları var. Bölgedeki renkli tek şey santral tabelaları. Santralin dumanları bulutlara karışıyor.

Soma Termik Santrali/ Fotoğraf: Cansu Acar

Karavanla bizi Yırca Köyü‘nün yakınlarındaki santralin cüruf alanına getiren emekli pilot, Askeri Darbelerin Asker Muhalifleri (ADAM-DER) üyesi ve Gazete Karınca yazarı Bahadır Altan termik santral bölgesinde şu değerlendirmelerde bulunuyor:

“En büyüklerinden biri bu. Bütün termik santrallerin temel özelliğini gösteriyor: bir yakıcı madde lazım, onu paraya, bir mala dönüştürecek bir de santral lazım. Kilometrelerce ilerde kömürleri en kolay yollardan getirip cürufunu da en yakın yerlere bırakıyorlar. Elektriği üretirken doğayı da kirlettiği görülüyor. Kâr düşkünlüğü olmasa tarım ürünleri üretilecekken bunun yerine mahvediliyor. 1980’den beri, eski bir teknoloji ve her zaman aynı üniteler çalışmıyor. Mesela gece boyunca bütün üniteler çalışıyor. Gündüz sadece bacalardan çok az kirlilik yapılıyormuş gibi gösteriliyor. Buradan çıkan küllerden dağlar oluşuyor. Fakat burada ‘mecburuz, bu santral bize ekmek veriyor’ diye düşünen insan sayısı da hiç az değil.”

Bahadır AltanFotoğraf: Cansu Acar

Santrallerin izinde: Çanakkale

Kervan sabah 9.30’da hareket ediyor. Otobüste çevre problemlerine ilişkin konuşulanlar arasında yöre halkının kömür madenleri hakkında bilinçlendirilmesi konusu da yer alıyor. Birçok öneri sıralanıyor: Daha çok eğitici ziyaretler, bilgilendirici toplantılar…

Kozak üzerinden Çanakkale’ye giderken kervan yolcuları Süleyman Eryılmaz’dan yol üzerindeki tarihi yapılara ilişkin bilgiler ediniyorlar./Fotoğraf: Cansu Acar

Kervana Burhaniye Çevre Platformu‘ndan (BURÇEP) üyeler de katılıyor. BURÇEP eş sözcülerinden Süleyman Eryılmaz, kervan yolcularına Kozak‘tan Çan‘a kadar bölgedeki yapılaşmaları, maden ocaklarını ve termik santralleri anlatıyor.

Süleyman Eryılmaz

Çan‘da kervana Çan Devre Derneği yönetim kurulu üyesi, ekoloji aktivisti ve bağımsız gazeteci Muhammed Yavaş katılıyor.

Muhammed Yavaş

İki santral arasında kalmış bir köy: Nefes alamıyor

Yavaş, Çan’daki ODAŞ Enerji‘nin işlettiği Çan 2 Termik Santrali‘ne ve EÜAŞ‘ın işlettiği 18 Mart Termik Santrali‘ne ilişkin yaşadıklarını anlatıyor. Bugüne kadar çok kez termik santrale karşı haber kaleme aldığını anlatan Yavaş, çalıştığı gazeteden de termik santralin reklamını aldıkları için çıktığını söylüyor. Muhammed Yavaş‘ın söylediklerinden dikkat çeken bir diğer şey ise bölgedeki vatandaşların termik santrallere iş kapısı olarak baktıkları konusu.

Çanakkale, Çan termik santral/ Fotoğraf: Cansu Acar

Kervanın gündem maddesi: Polis takibi

Öte yandan yolda çevirmeyle karşılaşan kervan yolcularına kimlik kontrolü yapılıyor. Otobüsün içerisinden termik santrallerin neden olduğu çevre kirliliğine karşı ortaya koyulan mesaj dolayısıyla çevirmenin yapıldığı yönünde sesler yükseliyor.

Polis ekipleriyle termik santrallerin hemen hemen hepsinde karşılaşıyoruz. Sloganlar atıldıktan sonra otobüse binen kervan yolcularının önemli gündem maddelerinden biri de bu: Polis takibi.

Çanakkale, Çan termik santral/ Fotoğraf: Cansu Acar

Çanakkale’ye iklim göçleri: Tarlası olmayanlar kaldı

15.00 sularında termik santrallerin arasında kalan Yayaköy‘e varıyoruz. Termik santrallerin arasında 1,8 kilometre mesafe bulunuyor. Yavaş şunları aktarıyor:

“Yayaköy’ün sol tarafında 18 Mart, sağ tarafında Çan 2 Termik Santrali bulunuyor. Köy iki santral arasında kalmış durumda. Köy santraller arasında nefes almaya çalışıyor. Köyün nüfusu santrallerden önce bindi, şu an doksan kişi yaşıyor. Arsası, tarlası olan sattı; Çanakkale merkeze göçtü. Tarlası olmayan, biraz daha fakir olan kesim köyde kaldı.”

Çanakkale, Çan termik santral, Yayaköy/ Fotoğraf: Cansu Acar

Muhammed Yavaş, hava kirliliği dolayısıyla köyden Bursa‘ya taşınmış. Ancak Yavaş kendisi gibi birçok kişinin de iklim göçü yaparak köydeki hava kirliliğinden dolayı farklı bölgelere taşındığını söylüyor.

Ekmek kapısı

Çan’dan bir vatandaşa söz konusu termik santrallere ilişkin sorular yöneltiyoruz. Bölgedekiler gerçekten termik santrali iş kapısı olarak görüyor ve sağlık sorunlarıyla hava kirliliğini geri planda mı tutuyor? Ancak yine aynı cümleleri duyuyoruz: Ekmek kapısı. Çan’daki vatandaşların birçoğunun termik santrale iş kapısı olarak baktığını ancak aksi şekilde düşünen vatandaşların da olduğunu öğreniyoruz.

Çanakkale, Çan termik santral, Kervan yolcularından Galip Yılmaz/ Fotoğraf: Cansu Acar

Köyde hala yaşayan insanlar bulunuyor ancak bölge halkından Çan Çevre Derneği‘nin, İklim Adaleti Koalisyonu ve Ekoloji Birliği bileşenlerinin yaptığı basın açıklamasına bir ilgi gösterilmiyor.

‘Çalışanlar santralde fotoğraf dahi çekemiyor’

Çan Belediyesi yönetiminin termik santrallere ilişkin tavrını sorduğumuz hem dernekten hem de yerel siyasetin içerisinde yer alan isimlerden biri olan Mehmet Öz şöyle yanıt veriyor:

“Çan’da on yıl süren bir AKP iktidarı varken hiçbir şekilde bu konu gündeme getirilmedi. ODAŞ’ın yapımı da bu sürelere tekabül ediyor. Daha sonra gelen CHP iktidarında aynı durum devam ediyor.”

Çanakkale, Çan termik santral- Yayaköy/ Fotoğraf: Cansu Acar

Öte yandan termik santralde çalışanların durumunu sorduğumuz Öz “Çalışanların santralde fotoğraf çekmeleri dahi yasak. Sağlık sorunları, çevre problemleri, hava kirliliği gibi konular buralarda çok dert edilmiyor. İnsanlar tarım ve hayvancılıktan uzaklaşmış, sanayiye yönelmiş. Bu çalışma hayatı insanlara cazip gelmiş” diyor.

Çanakkale, Çan termik santral- Yayaköy/ Fotoğraf: Cansu Acar

Burada Çan Çevre Derneği Başkanı Av. Ümran Aydın tarafından basın açıklaması yapıldıktan sonra yeniden harekete geçiliyor ve son durağa doğru kervan yola düşüyor.

Kervanın son durağı: Parion Antik Kenti

Kervan son olarak Çanakkale’nin Biga ilçesindeki Parion Antik Kenti‘nde forum gerçekleştirildi. Burada kervan yolculara Parion Antik Kenti’nin tarihi anlatıldı.

Çanakkale, Çan termik santral- Yayaköy/ Fotoğraf: Cansu Acar

Ardından Biga Ekoloji ve Yaşam Platformu Başkanı Hülya Kurt Akdeniz foklarından, termik santraller ve Biga’nın çeşitli çevre problemlerinden bahsetti.

Parion Antik Kenti/ Fotoğraf: Cansu Acar

İklim Adaleti Koalisyonu üyesi Levent Büyükbozkırlı uluslararası iklim krizi üzerine ve kervanın neden gerekli olduğuna ilişkin konuştu.

Levent Büyükbozkırlı

İklim Adaleti Koalisyonu‘ndaki Türk Tabipler Birliği temsilcisi Uzman Doktor Demet Parlar ekolojik dayanışmanın ve etkileşimin önemini ortaya koydu.

Demet Parlar

Son olarak Çanakkale Ekoloji Platformu ve Kazdağları Ekoloji Platformu eş sözcüsü Av. Burcu Özaydın Çanakkale ve civarındaki termik santraller dolayısıyla halkın yaşadığı sağlık problemlerine ve geçimlerini kazanırken hayatlarını kaybettiklerine ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

Parion Antik Kenti/ Fotoğraf: Cansu Acar

İklim Adaleti Kervanı’nın ilk yolculuğu Muğla’dan başlayarak Çanakkale’ye kadar sürdü. Kervan yolcuları İstanbul’a dün akşam saatlerinde döndü. Fakat İklim Adaleti Koalisyonu Zonguldak ve Erzincan başta olmak üzere çeşitli şehirlerde iklim adaletine dikkat çekmek, termik santraller ve maden ocaklarına karşı mücadeleye devam etmek üzere yola devam edeceklerini duyurdu.

Soma termik santrali/ Fotoğraf: Cansu Acar

Yollara devam edeceğini duyuran İklim Adaleti Koalisyonu’nun acil talepleri ise şöyle:

  •  İklim krizi eylem planı: Türkiye acilen elektrik üretimi, ulaşım, binalar, sanayi, hizmetler, tarım, atıklar, arazi kullanımı sektörlerini kapsayan detaylı bir eylem planı hazırlamalıdır. Bu planda sorumlu kurumlar, eylemlerin tamamlanma tarihleri ve öngörülen sera gazı salım azaltımları belirlenmiş olmalı, takibi ciddi yapılmalı ve ilerlemeler kamuoyuyla paylaşılmalıdır. Türkiye, tarihsel sorumluluk ve adil paylaşımdan yola çıkarak bir karbon bütçesi hesaplamalı ve sera gazı salımlarında en geç 2025’e kadar tepe noktasına ulaştıktan sonra, karbon bütçesiyle uyumlu olarak salımlarda düşüşe geçmeli, 2050’de sera gazı salımları sıfırlanmalıdır.
  • Kömürlü santrallerin kapatılması : İklim krizinin baş sorumlusu olan ve özel sektöre önemli kaynak aktarımı yoluyla elektrik maliyetlerini de arttıran kömürlü termik santrallerin kapatılmasına yönelik eylem planı acilen devreye alınmalıdır;
  • Yenilenebilir Enerji : Tüm yeni enerji santrali projelerinde doğaya ve sosyal yaşama etkiler (dışsallıklar) yatırım maliyetlerine dahil edilmelidir, sosyal, çevresel ve sağlık etki değerlendirmeleri layıkıyla yapılmalıdır. Bu projeler kuş göç yollarını, tarım arazilerini, ormanlık alanları, yaşam alanlarını tehdit etmemelidir. Yenilenebilir adı altında akarsu havzalarını kalıcı olarak tahrip eden HES’lere, tarım alanlarını ve yeraltı/yerüstü su varlıklarını zehirleyen JES’lere, Biyokütle Santrallerinin zehirli baca gazı atıklarına, ormanlık alanlara yapılan RES’lere izin verilmemelidir.
  • Enerji Politikaları : Enerji, sermayeye kaynak aktarımı olarak değil, temel ihtiyaç olarak görülmeli, metalaştırılmamalıdır. Yeni yatırımlar, uzun vadeli planlamalarla uyum içinde, toplumsal faydaya ve yerelin ihtiyaçlarına dönük olmalıdır. Enerji taleplerinin azaltılması, enerji kayıplarının düşürülmesi, 50%’ler seviyesinde enerji verimliliği arttırımı, enerji politikalarının öncelikli alanları olmalıdır. Enerji talepleri, sürekli yeni santral yaparak değil, enerji verimliliği ile ikame edilmelidir.
  • Orman varlıklarının korunması : Önemli karbon yutak alanları olmalarının yanısıra biyoçeşitlilik açısından değerli endemik türleri barındıran ormanlarımız her türlü yapılaşmaya ve talana karşı korunmalıdır.
  • Tarım alanlarının ve sucul ekosistemlerin korunması : Endüstriyel tarım yerine organik tarıma yönelik teşvikler sağlanmalıdır. Yeraltı ve yerüstü sularının kirletilmesine engel olunmalıdır; denizlerin ve derelerin atık su deşarj alanı olarak kullanımı sonlandırılmalı; ileri biyolojik arıtma tesisleri kurulmalı ve arıtma suyunun yeniden kullanımı sağlanmalıdır.
  • Kentleşme/sosyal yaşam: Megakent planlamalarıyla yaşanmaz hale gelen kentlerde kent hakkı savunusu dahil olmak üzere kar ve rant odaklı uygulamalara karşı kentlerin küçültülmesi ve kentten kırsala dönüşü teşvik eden, yerelde üretip, yerelde tüketmenin güçlendirildiği politikalar uygulanmalıdır. Kentsel planlama ekolojik kriterler ve toplumsal ihtiyaçlar gözetilerek yapılmalıdır, nüfusu belli mega-kentlerde yoğunlaştıran ve büyük altyapı ihtiyacı doğuran plansızlıklardan vazgeçilmelidir. Kent nüfusunun doğayla ilişkisinin kesintiye uğramasına izin verilmemelidir. Kentleşme, tarım ve sanayi dengesini gözetecek ve lojistik akışlarını olabildiğince azaltacak şekilde yeniden planlanmalıdır. İklim krizine yönelik yerel çözümlerin üretilmesi sırasında kadın hareketleri, sendika temsilcileri, meslek odaları, ekoloji örgütleri gibi farklı oluşumlarla sürekli bir araya gelinmeli, bu grupların görüş ve önerileri ciddiyetle değerlendirilmelidir.
  • Ekokırım yasası : Ekoloji örgütlerinin, emek ve meslek örgütlerinin ve halktan yana uzmanların katılımıyla ekokırımın, ceza kanunumuzda suç olarak kabul edilmesini istiyoruz.
  • Ekonomi politikaları : Ekosistemleri tehdit eden ekonomik büyüme ve tüketim merkezli politikalar yerine gelişim üzerine kurulu, piyasalaşmamış geçim ekonomisine ve sağlıklı çevre, su ve gıda gibi temel insan ihtiyaçlarına odaklanan politikalar üretilmelidir. Üretim ve hizmetlerin toplumsal ve ekolojik adalet kriterlerine göre geliştirilmesi ile tüketimi ve üretimi azaltmak yönünde toplumsal dönüşüm sağlanmalıdır. Bu bağlamda, çalışma sürelerini kısaltmak, servetin yeniden dağıtımı (gelir transferi), küresel düzeyde asgari kurumlar vergisi, çevre kirliliğine mutlak sınırlamalar getirilmesi (sosyal maliyet ve tahribatın bedelinin ödenmesi) gibi politikalar uygulanmalıdır.

DHA muhabiri annelik izninde işten çıkarıldı

İki buçuk yıl Demirören Haber Ajansı’nda (DHA) Samsun‘da telifli muhabir olarak çalışan gazeteci Zeynep Irmak Öcal, aralıktaki doğumunun ardından nisan ayında işine dönecekken, “Anne oldun, sahada çalışamayacaksın” denilerek işten çıkarıldı.

Öcal, ‘Sözün bittiği yerdeyim’ ifadeleriyle yaptığı paylaşımda şunları kaydetti:

“Ben bir gazeteciyim, bu işi her daim severek yaptım, çalıştığım her kurumla aile oldum, Şimdi öyle bir şeyin içine düştüm ki ne yapacağımı bilemiyorum.

DHA‘da iki buçuk senedir telifli muhabir olarak çalışıyorum ancak tam mesai ile gecemi gündüzüme katarak çalıştım. Hem muhabirlik, hem canlı yayınlar, hem redaktör olarak görev yaptım. Muhabir arkadaşlarımın haberlerini ulusala taşımak için kendi haberlerimdne ayırt etmeden düzenledim ama meğer bunların hiçbiri görülmemiş.

Aralık ayında anne oldum, bu süreçte izne ayrıldım ve nisan ayında işime dönmek için plan yapıyorken, bugün anne olduğum için işime son verildi. Nedeni ise ‘Siz anne oldunuz, süt izniniz olacak, sahada aktif görev yapamayacaksınız, çocuğunuz hasta olur’ gibi türlü türlü akla mantığa uymayan sadece varsayıma dayanan bahaneler.

Gelinen bu noktada ne diyeceğimi bilmiyorum. Evet ben anne oldum ama siz nsan olamadınız.”

DHA’nın bu kararı üzerine ajansın Sinop temsilcisi Deniz Özen, yayımladığı bir video ile istifa ettiğini duyurdu. Ajans kimlik kartını yırtan Özen, şunları söyledi:

“Gecesini gündüzüne katarak çalışan bir kardeşimiz işten çıkarıldı, nedeni ise sadece anne olması.Neden? DHA Genel Müdürü Celal Bey’in gerekçesi şu; ‘Sen şimdi anne olacaksın, çocuğun hastalanır süt iznin falan olur. Sen hastalanırsın biz bunlarla uğraşamayız. Bu nedenle seninle çalışmak istemiyoruz’. Bizler DHA’yı aile oalrak bilirdik. Yanılmışız. Ben Deniz Özen olarak bugün itibariyle DHA ile ilişkimi kesiyorum. Kimlik kartımı da burada yırtıyorum. Biz mesleğimizi onurumuzla yapıyoruz ve Irmak arkadaşımıza yapılan bu olayı esefle kınıyoruz. Takdiri siz kamuoyuna bırakıyoruz.”

Kadın Gazeteciler Koalisyonu (CFWIJ) “Kadın gazetecilere karşı cinsiyet ayrımcılığı & sosyal statüsü üzerinden hak & özgürlüklerinin ihlal edilmesi asla kabul edilemez” mesajıyla olayı kınarken, gazeteciler de #CinsiyetçiDHA etiketiyle duruma tepki gösterdi.

RTÜK’ün 2021 raporu: 56 milyon lira tutarında 1661 ceza verildi

Radyo Televizyon Üst Kurulu’nun (RTÜK), 2021 Yılı Faaliyet Raporu’nu yayımlandı.

Rapora göre bir yıl içinde 1661 ceza kararı alan RTÜK, toplam tutarı 55 milyon 822 bin 366 lira 70 kuruş olan bu cezaların 17 milyon 10 bin 985 lirasını tahsil etti.

RTÜK’ün CHP‘li üyesi İlhan Taşcı, rapordan önce 2021 Aralık sonunda üst kurulun yıl içinde Halk TV‘ye 23, TELE 1′e 21, Fox TV’ye 15, KRT’ye 8, Habertürk’e ise 4 olmak üzere toplam 71 ceza verdiğini, bunun tutarının ise 21 milyon 500 bin lira olduğunu açıklamıştı.

Taşçı, iktidarı öven kanalların 100 bin şikayete rağmen hiç ceza almadığını belirterek, “800 personel yalnızca dört kanalı izliyor. Liyakatsizliğin adaletsizliğin, keyfiliğin ve ayrımcılığın tablosu” ifadeleriyle durumu eleştirmişti.

 

Faaliyet Raporu’na göre 2021’de RTÜK hakkında açılan 236 davanın 91’i kurulun lehine, 11′ ise aleyhine sonuçlanırken 134 dava ise henüz karara bağlanmadı.

Davaların 140’ı verilen idari para cezalarına, 35’i yayın durdurma cezalarına, 16’sı yayın lisansı iptali kararına, 9’u idari para cezasına ve program durdurma yaptırımına karşı açıldı. Davaların 29’u izinsiz yayınlar ve diğer davalar, 6’sı ise personelle ilgili oldu.

RTÜK, çeşitli medya kuruluşları, gerçek kişiler ve sosyal medya hesapları hakkında toplam 129 suç duyurusunda bulundu.

Raporda 2021’de RTÜK İletişim Merkezi‘ne 44 bin 176 “Vatandaş Bildirimi” geldiği aktarıldı.

Şikayetler en çok “dizi ve filmlerle ilgili ve “Genel Ahlak, manevi değerler ve ailenin korunması ilkesine aykırılık”,”Çocuk ve gençlerin fiziksel, zihinsel veya ahlaki gelişimine zarar verici yayın”, “Kuruluş/kişileri eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü, aşağılayıcı veya iftira niteliğinde ifadeler içeren, insan onuru ve özel hayatın gizliliğine aykırı yayın” konularında oldu.

Pınar Gültekin davasında karar yine çıkmadı

Temmuz 2020’de Muğla‘da katledilen Pınar Gültekin‘in davasının on birinci duruşmasında da sonuç çıkmadı. Tutuklu sanık Cemal Metin Avcı‘nın mahkeme heyetine yeni deliller sunacağını belirtmesi ve erteleme talep etmesi üzerine duruşma 16 Mayıs’a ertelendi.

Duruşma öncesi Muğla Adliyesi önünde bir araya gelen kadın örgütleri, Pınar Gültekin’in fotoğraflarını taşıdı.

Cemal Metin Avcı’nın “canavarca hisle öldürme” suçundan yargılandığı dava ve cinayete yardım ettiği iddia edilen kardeşi Mertcan Avcı hakkında “kasten öldürme” suçundan açılan dava dosyaları birleştirildi. Sanık Mertcan Avcı’nın tutuklanması talebi ise reddedildi.

Muğla 3’üncü Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen duruşmaya Pınar Gültekin’in babası Sıddık Gültekin katıldı. Katil zanlısı Cemal Metin Avcı tutuklu bulunduğu cezaevinden SEGBİS sistemi ile duruşmaya bağlanırken, tutuksuz yargılanan kardeşi Mertcan Avcı mahkemede hazır bulundu.

İlgili haber: Adli Tıp Raporu kesinleştirdi: Pınar Gültekin yaşarken yakılmış

Şüphe üzerine gözaltına alınan Cemal Metin Avcı, ilk ifadesinde hakkındaki suçlamaları reddetmesinin ardından deliller ortaya konunca bir süre arkadaşlık yapıp ayrıldığı Gültekin’i bağ evinde öldürdüğünü, cesedini yaktıktan sonra varille Gülağzı mevkisindeki ormanlık alana attığını itiraf etmiş ve tutuklanmıştı.

Davada,Cemal Metin Avcı tutuklu yargılanırken, annesi Ayten Avcı, babası Selim Avcı, boşandığı eşi Eda Karagün ve ortağı Şükrü Gökhan Orhan tutuksuz yagılanıyor.

Bir kişi daha eksilmeyene kadar mücadelemiz sürecek

Dava öncesinde kadın örgütleri ve hak savunucuları polis engeline rağmen yürüyüş düzenledi ve ardından Sınırsızlık Meydanı‘nda basın açıklaması yaptı.

Açıklamada, “Türlü bahanelerle katili aklamaya çalışanların karşısında dimdik durmaya devam edeceğiz. Kız kardeşimiz Pınar mücadelemizde yaşayacak, tek bir kişi daha eksilmeyene kadar adliyelerde, sokaklarda, kampüslerde mücadelemizi büyüteceğiz. Yaşasın kadın dayanışmamız. Pınar Gültekin isyanımızdır” denildi.

Dava öncesinde konuşan Pınar Gültekin’in annesi Şefika Gültekin, “Adalet istiyoruz, bu mahkeme heyetini değiştirsinler. Artık istemiyoruz onu. Adaletin çıkacağını hiç zannetmiyoruz” dedi. Ailenin reddi hakim talebi bu duruşmada da reddedildi.

HDP İzmir milletvekilleri Serpil Kemalbay ve Meral Danış Beştaş da, Muğla’da kadınların protestosuna destek verid.

Kemalbay dava sonrasıanne Şefika Gültekin ve HDP İzmir il binasına 17 Haziran’da düzenlenen silahlı saldırıda öldürülen Deniz Poyraz‘ın annesi Fehime Poyraz ile bir fotoğraf paylaşarak, “Şefika Gültekin ve Fehime Poyraz ortak acıları için 11. duruşmaya birlikte katıldılar. Çıkışta Şefika anne “Bu mahkemeden bir şey çıkmaz” diyerek meseleyi ortaya koydu. Biz bu iki güçlü kadının yanında olmaktan onur duyuyoruz” diye yazdı.

Ne olmuştu?

Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi öğrencisi Pınar Gültekin, 16 Temmuz 2020’de kayboldu. Soruşturma kapsamında beş gün sonra gözaltına alınan eski sevgilisi Cemal Metin Avcı, Gültekin’i boğarak öldürdüğünü, cesedini bağ evindeki varile koyup yaktığını, üzerine de beton döktüğünü itiraf etti. Avcı’nın gösterdiği yerde bulunan varilde, Gültekin’in kısmen yanmış cesedine ulaşıldı.

Adliyeye sevk edilen Cemal Metin Avcı, “canavarca hisle ve eziyet çektirerek öldürme” suçundan çıkarıldığı hakimlikçe tutuklandı. Kardeşi Mertcan Avcı’nın telefon sinyallerinden ağabeyiyle aynı zamanda bağ evinde olduğu tespit edildi ve tutuklandı.

24 Ocak’taki duruşmada Savcı, Pınar Gültekin’in hayattayken yangına maruz kaldığının oy birliği ile kabul edildiğini belirterek, Cemal Metin Avcı’nın “canavarca hisle öldürme” suçundan cezalandırılmasını talep etti. Mertcan Avcı’nın da “suç delillerini gizleme ve değiştirme eyleminde bulunması”, Cemal Metin Avcı’nın eski eşi Eda Karagün, iş ortağı Şükrü Gökhan Orhan, annesi Ayten Avcı ve babası Selim Avcı’nın da “suç delillerini yok etmek ve gizlemek” suçlarından cezalandırılmasını istedi.

Mertcan Avcı’nın tutukluluğuna avukatı tarafından itiraz edildi. İtirazı değerlendiren Muğla 3’üncü Ağır Ceza Mahkemesi sanığın kaçma şüphesinin olmaması, adli kontrol tedbirlerine uyması gerekçesiyle itiraz yolu açık olmak üzere tahliyesine karar verdi.

Pınar Gültekin’in ailesinin avukatı, sanık Cemal Metin Avcı’nın annesi Ayten Avcı, babası Selim Avcı, boşandığı eski eşi Eda Karagün ile ortağı Şükrü Gökhan Orhan’ın da “delilleri yok etme, gizleme ve değiştirme” suçunu işlediğini belirterek şikayetçi oldu. Muğla Cumhuriyet Savcılığı, 2 Ekim 2020’de şüpheliler hakkında ek kovuşturmaya yer olmadığına karar verdi. Karara yapılan itirazın Muğla Sulh Ceza Hakimliği de kesin olarak reddine hükmetti.

Ailenin avukatı Rezan Epözdemir, Muğla Sulh Ceza Hakimliğinin verdiği kesin kararın Adalet Bakanlığı tarafından kanun yararına bozulması istemiyle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına başvurdu.

Başsavcılık, kararı bozarak 4 şüpheli hakkında iddianame hazırlanmasına karar verdi. Savcılık tarafından hazırlanan yeni iddianamede şüpheliler Selim Avcı, Ayten Avcı, Eda Karagün ile Şükrü Gökhan Orhan’ın “kasten öldürme” sonrasındaki zaman diliminde olay mahalline birlikte gidip, suç delillerini yok ederek, gizlediklerine dair haklarında yeterli şüphe bulunduğuna kanaat getirilerek ayrı ayrı cezalandırılmaları talep edildi.

Baba Gültekin, “Ben bu mahkemeden gerçekten hiçbir şey beklemiyorum. Mertcan Avcı mahkemeye çıkmadan Muğla 3.’üncü Ağır Ceza Mahkemesi bunu tahliye ediyor. Kızımı kardeşiyle beraber, babasıyla annesiyle, ortaklarıyla beraber, delilleriyle her şey ortada iken diri diri yakıyorlar. Canice katliam yapıyorlar” dedi.

Karar çıkması beklenen bu duruşma da sanık Cemal Metin Avcı’nın mahkeme heyetine yeni deliller sunacağını belirtmesi ve erteleme talep etmesi üzerine 16 Mayıs’a ertelendi.

ABD’de bir RES şirketi, türbinler 150 kartalı öldürdüğü için 8 milyon dolar tazminat ödeyecek

ABD‘de bir rüzgar enerjisi şirketi olan ESI Energy, rüzgar türbinlerinin en az 150 kartalı öldürmesinden dolayı suçlu bulundu. 8 milyon dolar tazminat ödemesine karar verilen şirket ayrıca Göçmen Kuş Anlaşması Yasası‘nı ihlal etmekten suçlu bulunduğu için de beş yıl süreyle denetimli serbestlik cezasına çarptırıldı.

Şirket, daha fazla ölümü önlemek için 27 milyon dolar harcamayı da kabul etti.  ABD medyasına göre bu, kartalların bölgede bulunma olasılığı yüksek olduğu zamanlarda türbinlerin kapatılmasını da içeriyor.  ESI Energy, gelecekte bir kartalın türbin kanadı çarpmasıyla ölmesi veya yaralanması halinde de hayvan başına  29.623 dolar ödeyecek.

Guardian‘ın aktardığına göre, ülkenin Adalet Bakanlığı‘ndan yapılan açıklamada, NextEra Energy Resources‘ın yüzde yüz iştiraki olan ESI Energy şirketi, 2012’den bu yana tesislerinde en az 150 kel ve kaya kartalın öldüğünü ve bu ölümlerin 136’sının kartala bir rüzgar türbini kanadının çarpması sonucu gerçekleştiğini kabul etti. Ölümlerin şirketin ABD’de işlettiği 154 rüzgar santralinin 50’sinde meydana geldiği açıklandı.

ABD Federal yasalarına göre, kartalları öldürmek veya onlara zarar vermek yasa dışı ve cezai işleme tabi tutuluyor.

Adalet Bakanlığı, şirketin kartal ölümleri belgelendiğinde veya tahmin edildiğinde kartalları korumak veya gerekli izinleri almak için adım atmadığını kaydetti.

Her yıl 400 bine yakın kuş türbinler yüzünden ölüyor

Minnesota Üniversitesi Veteriner Fakültesi’nde profesör ve dekan yardımcısı olan Julia Ponder da, bir rüzgar türbininin kanatlarının uçlarının saatte yaklaşık 320 kilometre hızla dönebileceğini ve herhangi bir kuşu hemen öldürebilecek kadar hızlı olduğunu aktardı. 2013 yılında yapılan bir araştırma, ABD’de rüzgar türbinlerin her yıl 140 bin ile 328 bin kuşun öldürdüğünü ortaya koydu.

NextEra’nın başkanı Rebecca Kujawa ise, verilen karara katılmadığını belirterek “herhangi bir yapı inşa etmek, herhangi bir araç kullanmak, herhangi bir uçağı uçurmak sonucu kazara kartal veya diğer kuş çarpışmalarının meydana gelebileceğini” söyledi.

Şirketin ABD’deki  rüzgar üretim tesisleri aralarında Wyoming, New Mexico, Arizona, California, Illinois, Kuzey Dakota, Michigan‘ın da aralarında bulunduğu çok sayıda eyalette bulunuyor.

Altın kartal da risk altında

Amerika’da birkaç yüz kel kartal dışında hepsinin 20’inci yüzyılın ortalarında sentetik böcek ilacı DDT sonucu öldüğü varsayılıyor. DDT’nin yasaklanması sonucu, kel kartal, 2007 yılında Nesli Tükenmekte Olan Türler Yasası korumasından çıkarıldı ve tahmini nüfusu 2019 yılına kadar 316 bin 700’e yükseldi.

Ancak aşının ve boynunun arkasında altın renkli tüyleri olan koyu kahverengi bir kuş olan ve yine nesli tehdit altında olan altın kartalı ise rüzgar çiftlikleri, araç çarpmaları, habitat tahribatı ve yasadışı avcılık baskısı yüzünden kel kartal kadar şanslı değildi ve halen türleri tehdit altında bulunuyor.

Minnesota Üniversitesi, Raptor Center tarafından sağlanan tarihsiz bir fotoğrafta kurşunla zehirlenmiş bir kel kartal görülüyor.

Her iki türün de geri dönüşü, son zamanlarda avcıların vahşi yaşamda bıraktıkları kurşunları yutmaktan kaynaklanan kurşun zehirlenmesi nedeniyle yavaşladı.

ABD Balık ve Yaban Hayatı Servisi, geçen hafta Alaska ve Hawaii hariç ABD genelinde tahmini 316.700 bireysel kel kartal ve özellikle batı eyaletlerinde tahmini 40.000 altın kartal bulunduğunu söyledi.

 

Tarlabaşı Toplum Merkezi, hedef göstermelerin ardından kapatılma tehlikesiyle karşı karşıya

Bazı medya organları tarafından hedef gösterilen Tarlabaşı Toplumunu Destekleme Derneği bünyesindeki Tarlabaşı Toplum Merkezi (TTM), iki ayrı davayla karşı karşıya. 

27 Haziran 2021’de Kaos GL Derneği ile birlikte planlanan “LGBTİ+ Öğrencileri Aile ve Okul Kıskacına Karşı Nasıl Korumalı?” etkinliği, Milat Gazetesi ve A Haber televizyonlarında “Toplum merkezinde LGBT ve terör eğitimi” gibi haberlerle hedef gösterilmişti. Haberler ve gazetenin bileşenlerinin hedef gösteren paylaşımları yıl boyunca sürdü.

Haziran-Eylül 2021 döneminde çeşitli denetimlerin ardından “yokluğun tespiti” ve “fesih” için ayrı ayrı davalar açıldı.

İstanbul Valiliği tarafından “Derneğin amacının gerçekleşmesinin olanaksız hale geldiği” gerekçesi ile derneğin kendiliğinden sona erdiğinin tespit edilmesi talepli davanın ilk duruşması, 14 Nisan 2022 Perşembe 11.45’te İstanbul 8. Sulh Hukuk Mahkemesi’nde görülecek.

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın düzenlediği iddianame ile ise “hukuka ve ahlaka aykırılık” gerekçeleriyle derneğin feshi davasının ilk duruşması da 18 Mayıs 2022 tarihinde görülecek.

TTM açıklamasında, derneğin “kanuna ve ahlaka aykırı” hale geldiğini öne sürendavanamede sıralanan eylemlerin hiçbiri fesih sonucunu doğuracak yoğunlukta olmayan, ancak idari para cezası yaptırımı doğurabilecek defter kayıtlarındaki eksikler ile eğitim faaliyetlerinde bulunulup izin alınmadığı, dernek yayınlarının Cumhuriyet Başsavcılığı’na bildirilmediği gibi hususlardan kaynaklandığını belirtti.

Dava kapsamında dernek hakkında verilen “faaliyetten alıkonulma” tedbir kararı ise 6 Nisan’da TTM’nin başvurusu üzerine kaldırılmıştı.

Davaya temel oluşturan denetçi raporunda, derneğin LGBTİ+’larla ilgili ifadeleri hukuka aykırı ve ayrımcı bir şekilde “müstehcenlik” olarak yer alırken; rapor ve davanamede “Toplumda kısaca LGBTİ (lezbiyen, gey, biseksüel, travesti, intersex) olarak bilinen kişilerin cinsel eğilimlerini normalleştirmek sureti ile çocukların cinsel kimliklerini etkilemeye çalışması” ifadeleri yer aldı.

Derneğin yıl içinde geçirdiği “müstehcenlik” soruşturması takipsizlikle sonuçlanırken, Milat Gazetesi muhabiri “İnşallah yakında tüm mecralarda bizimle karşılaşacaksınız… Aralık ayında malumlar için rüzgarlar ters esecek…” şeklinde doğrudan derneği hedef alan bir tehdit paylaşımı
yapmıştı.

Açıklamasında davaları, “İdari ve hukuki yaptırımlarla devam eden ve geldiğimiz aşamada sınırları keyfi ve öngörülemez hale gelen bir süreç” olarak tanımlayan TTM, haklarında açılan son davayı, kendilerini hedef gösteren medya kuruluşunun haberiyle öğrendiğini ifade etti.

Açıklamada “TTM’ye yönelik saldırılar, hakkımızda yürütülen idari ve hukuki süreçler ile örgütlenme özgürlüğü hakkımıza öngörülemez ve hukuka aykırı bir biçimde müdahale edilmesini özetlemektedir” denildi.

Tarlabaşı Toplum Merkezi, 2006 yılında İstanbul Bilgi Üniversitesi Göç Çalışmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi tarafından Beyoğlu Tarlabaşı semtinde kente göçle gelenlerin kent yaşamına eşit katılımını desteklemek amacıyla oluşturulan bir pilot proje olarak başladı. Haziran 2007 tarihinde ise Merkezin çalışmalarının sürdürülebilmesi için Tarlabaşı Toplumunu Destekleme Derneği’nin kuruluşu gerçekleştirildi. TTM’nin faaliyetleri Dernek tarafından yürütülüyor.

TTM, yoksulluk, ayrımcılık ve toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin en yoğun şekilde yaşandığı dezavantajlı kılınmış bölgelerden biri olan Tarlabaşı’nda, çocukların ve kadınların tüm haklarına eşit bir şekilde erişebilmelerini desteklemek ve bu doğrultuda hak temelli yaklaşımla koruma, güçlenme ve savunuculuk  deneyimini yerelden genele yaygınlaştırmayı amaçlıyor. Faaliyetler uzman ve çalışanların yanı sıra gönüllülerin de desteğiyle yürütülüyor.

Ne olmuştu?

25 Haziran 2021: Milat Gazetesinde süreci başlatan karalama haberi yayınlandı ve Milat gazetesi muhabirinin sosyal medya paylaşımları başladı.
Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı Beyoğlu İlçe Müdürlüğü Sosyal Hizmetler Birimi tarafından dernek ziyaret edildi.

29 Haziran 2021: İstanbul Valiliği İl Sivil Toplumla İlişkiler Müdürlüğü tarafından gerçekleştirilen denetim iki gün sürdü.

2 Temmuz 2021: A Haber televizyon yayınında ve internet sitesinde toplum merkezi hakkında haber yaptı: “Şişli’de toplum merkezinde LGBT ve terör eğitimi.”

19 Temmuz 2021: Dernek Yönetim Kurulu başkanının İstanbul Emniyet Müdürlüğü Çocuk Şube Müdürlüğü tarafından “müstehcenlik” iddiasıyla ifadesi alındı.

26 Temmuz-Ağustos 2021: İçişleri Bakanlığı Dernekler Denetçileri denetimi gerçekleşti.

28 Temmuz 2021: Kolluk kuvvetlerinin mahalleyi ziyaret ettiği, dernek hakkında sorular sorduğu ve derneğin çocuklara “terör örgütü propagandası” yaptığına dair yorumlarda bulunduğu öğrenildi.

12 Ağustos 2021: Beyoğlu Kaymakamlığı tarafından oluşturulan bir komisyon tarafından denetim yapıldı. Dernek Başkanı denetime dayanak olan yazıyı CİMER’e başvuruda bulunarak talep etti, ancak iç belge olduğu gerekçesiyle bilgi paylaşılmadı.

1 Ekim 2021: Milat Gazetesi muhabirinin sosyal medya paylaşımı: “Çocuklara yönelik renkli eğitim ve PKK eğitimine devam ediyorlar. Yetkili makamlar suç unsuru bulamadı demek ki!!!”

26 Ekim 2021: İstanbul Valiliği İl Sivil Toplumla İlişkiler Müdürlüğü’nden derneğin amblem kullanımının mülki idare amirliğine bildirilmesi gerektiğine ilişkin bir uyarı yazısı alındı.

5 Kasım 2021: Dernek mali kayıtlarına ilişkin hatalardan kaynaklı olarak idari para cezasını içeren Beyoğlu Kaymakamlığı idari yaptırım kararı, İlçe Emniyet Müdürlüğü’nden Yönetim Kurulu Başkanı tarafından teslim alındı.

20 Kasım 2021: Milat gazetesi muhabiri, kendisinin TTM ile ilgili bir paylaşımı hakkında Twitter’ın şikâyetini paylaşıp “İnşallah yakında tüm mecralarda bizimle karşılaşacaksınız… Aralık ayında malumlar için rüzgarlar ters esecek…” şeklinde doğrudan derneği hedef alan bir tehdit paylaşımı
yaptı, daha sonra bu paylaşımı sildi.

29 Kasım 2021: Derneğin yokluğunun tespiti davası Yönetim Kurulu başkanı ve başkan yardımcısına tebliğ edildi.

24 Aralık 2021: Savcılıktaki müstehcenlik konulu soruşturmadan takipsizlik kararı çıktığı öğrenildi.

9 Şubat 2022: Milat Gazetesi manşet haberinde yeni bir davadan söz edildi:

“…LGBT’nin odağı Tarlabaşı Toplum Merkezi’nin sözde eğitim verdiği çocuklara yönelik pedofili faaliyetlerinde bulunduğu ve PKK sempatizanlığı empoze ettiği için İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından Asliye Hukuk Mahkemesince faaliyetten alıkonulması ve derneğin feshi için önceki gün dava açılmasına rağmen CHP’li İBB’nin birkaç gün önce yayınladığı raporda sapkın merkeze övgüler yağdırıp iş birliği yaparak TTM’yi kurtarmaya çalıştığı ortaya çıktı.”

10 Şubat 2022: Avukatlar adliyeden bilgi alarak derneğin feshi davasının açılmış olduğunu doğruladı. Bu sayede Dernek hakkında açılan davadan, Milat gazetesinin daha önce haberdar olduğu anlaşıldı.

21 Şubat 2022: Derneğin feshi davasının görüldüğü İstanbul 18. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin savcılığın tedbir talebini kabul ederek derneğin faaliyetten alıkonmasına karar verdiği öğrenildi.

6 Mart 2022: İhtiyati tedbir kararına itirazın değerlendirildiği duruşmada tedbir kararına yapılan itiraz kabul edildi ve faaliyet durdurma kararı kaldırıldı.

Kadıköy’de yağmur hasadı verimi: Pilot projeyle 740 ton su tasarruf edildi

Kadıköy Belediyesi, pilot proje olarak başlattıkları yağmur suyu hasadı projesiyle bugüne kadar 740 ton su tasarrufu yapmayı başardı. Böylece ilçenin cadde ve sokakların temizliğinde kullanılan suyun yüzde 50’si yağmurdan elde edilmiş oldu. Belediye birimlerindeki pilot uygulama ile de sifon suyu ve bahçe sulamada yağmur suyu kullanıldı.

Kuraklık ve susuzlukla mücadele için, yağmur suyu ve gri suların yeniden kullanımına yönelik Kadıköy Belediyesi Plan ve Proje Müdürlüğü tarafından Belediye Meclisi’ne sunulan teklif, 5 Şubat 2021 tarihinde oybirliği ile kabul edilmiş; plan notu İBB Meclisi’nce 2022 yılı şubat ayında onaylanmıştı.

Kadıköy Belediyesi, uygulamayı tüm ilçeye yaygınlaştırmak için yasal prosedürün tamamlanmasını bekliyor.  Düzenleme ile ilçede 400 metrekare ve üzeri büyüklüklerdeki parsellerde yeni yapılacak tüm binalarda yağmur suları toplama tanklarında biriktirilecek. Ayrıca biriktirilen yağmur sularının bahçe sulama, sifonlarda ve benzeri işlerde kullanımı da zorunlu hale getirilecek.

Tüm Kadıköy’de sudan tasarruf etmeye hazırlanan belediye, projeye iki yıl önce pilot uygulama ile başlamıştı. Üç noktada kurulan sistemle Kadıköy Belediyesi yıllık 740 ton ya da bir başka deyişle 38 bin damacanadan fazla su tasarrufu sağlamış oldu.

Bakanlığın öngördüğü parseller, daha da küçültüldü

Bilinçli su kullanımının önemine dikkate çeken Kadıköy Belediyesi Plan ve Proje Müdürü Zerrin Karamukluoğlu,  “Yağmur suyunu daha iyi kullanabilmek, bu doğal kaynağımızı değerlendirebilmek adına bir plan notu hazırladık. Bu hazırladığımız plan notunda da 400 metrekare ve üzeri parsellerde yapılacak binalarda yağmur suyunun toplanması ve depolanmasına ve bunun kullanımına yönelik bir hüküm geliştirdik” dedi.

Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın 2000 metrekare ve üzerindeki parsellerde yağmur suyunun depolanması için getirdiği zorunluluğun Kadıköy için kullanılabilir olmadığına dikkat çeken Karamukluoğlu şöyle konuştu: “Çevre ve Şehircilik Bakanlığının 2000 metrekare ve üzerindeki parsellerde yağmur suyunun depolanması ile ilgili bir hükmü vardı fakat biz bunu 400 metrekare olarak belirledik. Çünkü Kadıköy’deki parseller küçük. 2000 metrekarenin üzerinde çok fazla parsel olmadığı için yağmur suyunun toplanması konusunda yeterince bir fayda elde edemeyeceğimizi düşündük. Bu nedenle 400 metrekareden başlamak üzere 2000 metrekare ve üzeri parsellerde depolama yapılması gerektiğine ilişkin daha detaylı bir çalışma yaptık”

Amaçlarının Kadıköy Belediyesi sınırları içerisindeki tüm binalarda suyun tasarruflu kullanılması olduğunu söyleyen Zerrin Karamukluoğlu şöyle devam etti:

“ Bu plan notu teklifimiz yürürlüğe girdiğinde Kadıköy sınırları içinde yeni yapılacak binalarda yağmur suyu depolanmış olacak. Suların kullanımı daha sağlıklı, iklim açısından çevre açısından daha faydalı bir şekilde değerlendirilmesi söz konusu olacak. Ayrıca bu plan notu yeni yapılacak binalar için getirilmiş olmakla birlikte, mevcut binalarda da eğer binalarının sistemi uygunsa bunu kullanılabilecekler. Bunun önünde herhangi bir engel olmadığı gibi yağmur sularının daha faydalı kullanılması için tavsiyede ediyoruz.”

Ekolojik Yaşam Parkı: Yağmurla bahçe sulama 

Belediye, ilk uygulamasını 2020 yılı aralık ayında Kemal Sunal Parkı ve Ekolojik Yaşam Merkezi’nde kurulan yağmur suyu hasat sistemiyle başlattı. Merkezin bahçesinde yetiştirilen sebze ve meyvelerin sulama suyu ihtiyacı karşılanıyor. Kullanılan suyun 20 tonu yağmur suyundan elde edildi.

Abdullah Öğücü Kız Öğrenci Yurdu: Çatıdan sifona 

Kozyatağı’nda bulunan Abdullah Öğücü Kız Öğrenci Yurdu’na kurulan yağmur suyu hasat sistemiyle çatıdan alınan yağmur suyunu bu depolara biriktirerek tekrardan odalardaki rezervuarlara verildi. Böylelikle 200 ton yağmur suyu kullanarak, içilebilir kalitede suyun kanalizasyona gitmesi önlenmiş oldu.

Kayışdağı hizmet birimi: Sokaklar yağmur suyuyla yıkanıyor 

Kadıköy Belediyesi Kayışdağı Hizmet Birimi’nde gerçekleşti. Birimde kurulan yağmur suyu hasat sistemiyle 520 tonluk yağmur suyu hasadı yapıldı ve böylelikle içilebilir kalitede suyun da israf edilmesi engellendi.

Hizmet birimine ait 8 sokak yıkama aracı, cadde ve sokakları yıkamakta kullandığı suyu kurulan 100 tonluk yağmur suyu deposundan karşılıyor. Böylelikle cadde ve sokakların yaklaşık yüzde 50’si yağmur suyu ile temizleniyor.

Yağmur suyu hasadı nedir? 

Yağmur suyu hasadı; bina çatı oluklarından, bahçe ve beton yüzeylerden toplanan yağmur sularının yağmur suyu deposunda biriktirilerek günlük faaliyetlerimizde geri kullanımı olarak tanımlanıyor. Çevreyi ve doğal kaynakları korumak adına önemli bir işleve sahip olun sistem, ekonomik anlamda da oldukça karlı. Yağmur suyu hasadı ile çatı, bahçe veya beton zemin gibi çeşitli alanlardan yağmur suyu sistemleri ile toplanan sular çeşitli kirlilik potansiyeli taşıyan alanlardan geçerek yağmur suyu deposuna geldiği için genellikle içme suyu olarak değil genel kullanım suyu olarak değerlendiriliyor. Biriktirilen yağmur suları bahçe sulamasında, klozetlerin sifon sistemlerinde, yangın suyu depolarında genel kullanım suyu olarak kullanılıyor.

‘Sifona her basış, 8 litre içilebilir suyun boşa gitmesi demek’  

Kadıköy Belediyesi Çevre Yönetimi ve İklim Değişikliği Müdürü Şule Sümer de proje hakkında yaptığı açıklamada, su tasarrufuna dikkat çekerek “Her bir sifon basılışı yaklaşık 8 litre içilebilir kalitede suyun kanalizasyona gitmesi demek” dedi.

“Su zengini bir ülke değiliz” diyen Sümer şunları anlattı:

“Neredeyse her yıl barajlarımızda ne kadar su kaldığını kontrol ediyor ve takip etmek zorunda kalıyoruz. Bu sene kar yağdı ve barajlarımız dolu ama bunun iki sene sonraki su miktarına bir etkisi olmuyor ne yazık ki. Çünkü burada 16 milyonluk bir şehirden ve bu şehrin su tüketiminden bahsediyoruz. Hepimizin kendi su yönetimini ve su döngüsünü sağlaması gerekiyor. İkim Adaptasyon Eylem Planı çalışmalarımız kapsamında binalarda yağmur suyunun geri kazanımı ile ilgili meclis karar aldık. Biz nasıl kurumumuzda yağmur suyunu geri kazanıp tekrar kullanarak musluk suyundan gelen iyi kalitede suyu korumaya çalışıyorsak insanlar da kendi apartmanlarında aynı şekilde özel sektör, AVM’ler, ticari iş hanları , kamu kurumları da gerektiğinde yağmur suyunu sifonlara vermek zorundalar”

Ticari alanların su tüketimine dikkat çeken Şule Sümer şu ifadeleri kullandı:

“Ticari alanlarda özellikle tuvaletlerde çok fazla su tüketiliyor. Buradaki suların tamamının aslında yağmur suyundan karşılanması mümkün. Mevcuttaki AVM’ler bunu kendi gönüllülük esasına göre bunu gerçekleştirebilirler ama bundan sonra yapılacak tüm AVM’lerde yağmur suyu sistemi ve 2000 metrekarenin de üzerinde gri su kurulması zorunlu olacak. 2000 metrekarenin ve 400 metrekarenin üzerinde birçok konut ve ticaret alanımız var. Mevcut binalar için bu bir zorunluluk olmayacak ama yakın bir gelecekte çok ciddi su yoksunlukları oluşmaya başladığında zaten onlar tarafından isteyerek yapılacağını ön görüyoruz.”