ManşetKöşe YazılarıYazarlar

TÜİK verileri bize neler söylüyor?

0

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), geçen ayın son günü, merakla beklenen yeni artış oranlarını açıkladı. Hayır, yıllık enflasyonun değil, Türkiye’nin iklim değişikliğine neden olan yıllık sera gazı salımlarının artışından söz ediyorum. TÜİK, sera gazı envanterini her yıl mart ayının sonunda açıklar. Her envanterde, 1990’dan, yayın yılından iki yıl öncesine kadar, yılda ne kadar sera gazı üretip saldığımız, hem toplam ve kişi başı hem de sera gazlarına ve sektörlere dağılımına göre açıklanır. Yani bu yıl 1990-2020 verileri açıklandı ve Türkiye’nin sera gazı salımlarının tekrar artışa geçtiğini öğrenmiş olduk.

Peki, biraz da yorumlayarak, bu yılki sayılar bize neler söylüyor bakalım.

Sera gazı salımları “peak” yaptı mı?

Türkiye’nin ilk sera gazı envanteri, Çerçeve Sözleşme’ye taraf olmasından sonra, 2006’da yayımlandı. O zamanki verilere göre, 1990’daki toplam sera gazı emisyonlarımız 170 milyon ton, 2004 emisyonlarımız ise 296 milyon tondu. 1990’dan itibaren artışın yüzde 74, bunun da Ek-1 ülkeleri arasında rekor demek olduğunu öğrendiğimizde epey gürültü koparmıştık. Çünkü o zaman geçerli olan (ama tabii Türkiye’nin henüz taraf olmadığı) Kyoto Protokolü, 1990 düzeyine göre ortalama %5 azaltımdan söz ediyordu ve daha ilk envanterde, Türkiye’nin emisyonlarını 1990 düzeyinin altına indirmesinin pek de kolay olmadığı ortaya çıkmıştı.

Sonradan bazı metodolojik düzeltmeler yapıldı ve 1990 emisyonlarının ilk başta hesaplandığı kadar düşük olmadığı görüldü. Son envanterlere göre 1990 emisyonları 220 milyon ton. Ancak 2010’dan sonra emisyon artışı epey hızlandı. Ta ki 2017’ye kadar. 2021’de yayımlanan bir önceki envantere göre Türkiye’nin emisyonları 2017’de en yüksek düzey olan 525 milyon tona ulaşarak 1990 seviyesinin yüzde 139 üzerine çıkmıştı. Ancak toplam emisyonlar daha sonra aşağı doğru kırıldı ve iki yılda yüzde 3,5’tan fazla azalarak 2019’da 506 milyon tona geriledi. Üstelik ekonomide bir küçülme de yoktu. Aynı dönemde ekonomi ne kadar büyüdüyse, emisyonlar da yaklaşık o kadar azalmıştı. Bu durum belki TÜİK’in büyüme rakamlarını olduğundan yüksek açıklamış olmasından kaynaklanabilirdi. Ancak TÜİK öyle düşünmüyordu ve 2019 envanterinde görülen düşüşün gerçek olduğu ve kaynağının elektrik üretiminde kömürün payının azalması olduğu yorumunu yapıyordu. Yani TÜİK’e göre büyümeyle emisyonlar gerçekten “ayrışmaya” (decoupling) başlamıştı.

Bu yılki envanter ise başka bir hikâye anlatıyor. Önceki yılların emisyon değerleri yine (metodolojik nedenlerle) biraz değişmiş, ama çok dramatik bir değişiklik yok. Yeni envanterde bizim “tepe” (peak) yılı olduğunu düşündüğümüz 2017’nin emisyon değeri 528 milyon ton. 2020 ise 524 milyon tonla bir önceki yıldan yüzde 3,1 yüksek, yani azalma eğilimi durmuş görünüyor; ama 2017 hâlâ 4 milyon ton daha yüksek, yani 2017’nin tepe yılı olma özelliği sürüyor. Neticede 2020 emisyonları 2018 düzeyine geri dönmüş durumda. O halde TÜİK haklı mı? Ayrışma gerçekten sürüyor mu, yoksa bitti mi? Peki ya sera gazı salımlarını pandeminin ilk yılında tekrar artışa geçmesi normal mi? İnsanların eve kapanması 2020 emisyonlarını etkilemedi mi?

Bunun için sera gazlarına biraz daha yakından bakmak gerekiyor.

Hangi sera gazları?

Yeni envanterin en ilginç tablosu sera gazlarına göre salımların dağılımıyla ilgili. Aşağıdaki tabloda bir önceki yılla karşılaştırdığınızda bütün sera gazlarında artış olduğunu görebilirsiniz. Ama bir önceki yılla değil, tepe yılı olan 2017 ile karşılaştırdığınızda asıl artışın karbondioksitte değil, metan ve nitröz oksitte olduğu görülüyor. Karbondioksit salımı 2020’de 2019’a göre yüzde 3’e yakın bir artış göstermiş olsa bile, 2017 düzeyinden yüzde 4 düşük. Oysa metan emisyonları bir önceki yıldan yüzde 1,3 ve 2017’den yüzde 12 yüksek. Nitröz oksit emisyonları ise bir önceki yıla göre yüzde 9 ve 2017’ye göre yüzde 14’e yakın daha yüksek.

Bu değerler bir yandan karbondioksit için 2017’nin hâlâ tepe noktasını oluşturduğunu gösterse de aynı zamanda emisyonların pandemiye rağmen arttığı yorumlarının pek de doğru olmadığını gösteriyor. Çünkü dünyanın her yerinde pandemi nedeniyle daha çok ulaşımdan kaynaklanan fosil yakıtlara bağlı enerji emisyonları sınırlanmıştı. Oysa enerji emisyonları bir önceki yıla göre yüzde 0,5 civarında (pek anlamlı olmayan) bir yükseliş göstermişken, 2017 değerinin neredeyse yüzde 4 altında. Tarım emisyonları ise hiç tepe noktasına ulaşmayıp artmaya devam etmiş ve bir önceki yıla göre yüzde 7,5, toplam salımların “peak” yaptığı 2017’ye göre ise yüzde 16’ya yakın daha yüksek. Sanayi proseslerinden ve atıklardan kaynaklanan emisyonlar ise yaklaşık olarak 2017 düzeyinde. Demek ki asıl artış (metan ve nitröz oksitten de belli olduğu gibi) tarım emisyonlarında. Zaten metan emisyonlarının ayrıntısına bakıldığında artışın özellikle tarım ve hayvancılıktan kaynaklandığı anlaşılıyor. Enerji emisyonları ise 2020’deki kapatmalardan kaynaklanan bir duraklama içinde. Ama şimdilik. Yani ayrışma bitti ya da zaten hiç başlamamıştı. Pandemi olmasaydı enerji emisyonlarında da yüksek bir artış görecektik ve 2021 emisyonlarında muhtemelen göreceğiz de.

Gelecek sene bizi ne bekliyor?

Türkiye bu yıl kasım ayında Mısır’da yapılacak olan COP27’den önce Ulusal Katkı Beyanı’nı güncelleyecek. 2053’te net sıfır emisyon hedefi ilan etmiş bir ülkenin 2030’a kadar mutlak azaltım hedefi vermesi gerekiyor. Mutlak azaltım hedefi vermek demek, belli bir baz yıla göre (örneğin 2020) emisyonlarınızı yüzde şu oranda azaltacağınızı taahhüt etmeniz demek. Yani 2030’da Türkiye’nin enerji emisyonları 367 milyon tonun, toplam sera gazı emisyonları 524 milyon tonun altında olmalı. Oysa 2023’te yayımlanacak yeni envanterde 2021 emisyonları (geçen yıl hiçbir önlem alınmadığı, hatta kuraklık nedeniyle elektrik üretiminde fosil yakıt kullanımı ekstra arttığı için) büyük ihtimalle enerjide 2017 seviyesinin üzerine çıkarak 380 milyon tonu geçecek, toplam sera gazı emisyonları ise 550 milyon tonu bulacaktır. Bu da Türkiye’nin bu yıl 2030 için belirleyeceği azaltım oranı yüzde kaç olursa olsun, 2030’a kadar bundan daha yüksek bir azaltım yapması gerekeceği anlamına geliyor.

Türkiye’nin 2030’a kadar mutlak azaltım yapmadan 2053 hedefini tutturması mümkün değil. Tarım emisyonları bu kadar artar, sanayi proseslerinden kaynaklanan emisyonlar da yüksek kalırken, enerji, özellikle de elektrik sektörü emisyonlarından mümkün olduğu kadar hızlı kurtulmaktan başka çare yok. Bütün soruların yanıtı aynı. Türkiye’nin sera gazı envanterinde kömürden kaynaklanan emisyonlar 140 milyon tona yakın. Bundan kurtulmadan, ne yaparsanız yapın, azaltım yapmanız mümkün değil. Türkiye’nin radikal bir karar alması, gemileri yakması ve en kısa zamanda kömürden çıkması gerekiyor.

 

More in Manşet

You may also like

Comments

Comments are closed.