Ana Sayfa Blog Sayfa 674

Kadınlar, 25 Kasım’daki şiddet ve işkenceyi yargıya taşıdı

25 Kasım Platformu, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü’nde İstanbul’da polisin uyguladığı şiddeti ve işkenceyi yargıya taşıdı.

İstanbul’da 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü kapsamında, Taksim Tünel’e çıkan sokaklarda ve Karaköy’de yürüyüş gerçekleştirmek isteyen kadınlardan 216’sı gözaltına alınmıştı.  Gözaltında alınan kadınların tamamı serbest bırakılırken, iki mülteci kadın ise Selimpaşa Geri Gönderme Merkezi‘ne gönderildi ve haklarında sınır dışı kararı çıkarıldı. 27 Kasım pazar günü Kadıköy’de yapılan eylem için buluşan 116 kadın da gözaltına alındı. Eylemler sırasında sadece kadınlar değil, eylemi takip eden gazeteciler ve karakol işlemlerinde kadınlara refakat etmek isteyen avukatlar da şiddete maruz kaldı.

Platform üyeleri, yaptıkları suç duyurusu öncesinde Çağlayan’daki İstanbul Adliyesi önünde bir açıklama yaptı ve polis şiddetine uğrayan tüm kadınları suç duyurusunda bulunmaya çağırdı.

Platform adına konuşan Meltem Yalçın eylem sırasında olanları şöyle anlattı:

“25 Kasım Kadın Platformu olarak her yıl olduğu gibi bu yıl da Taksim Tünel Meydanı’nda toplanmak üzere çağrımızı yaptık. Ama devlet, kadınların şiddete karşı güvenli bir şekilde buluşmasını sağlamak yerine, tüm gücünü kadınları engellemek için seferber etti. Beyoğlu Kaymakamlığı’nın 24 Kasım günü yayınladığı hukuksuz yasak kararına karşı iptal davamız sürüyor.

25 Kasım gecesi yaşananlar da kamu düzenini kimin bozduğunu, toplumsal iç barışı kimin tehdit ettiğini, kimin hak ve özgürlükler sorunu yarattığını bir kez daha açıkça gösterdi. 25 Kasım günü öğlen saatlerinden itibaren Beyoğlu, Şişhane ve Karaköy polis tarafından abluka altına alındı. Metro kapatıldı, insanların seyahat hakkı engellendi. Bütün bu ablukaya rağmen Tünel’e çıkan sokaklarda, Şişhane’de, Galata’da ve Karaköy’de polis engelini aşıp toplanan ve yürüyüş başlatan kadınlar polis tarafından çevrelenip darp edilerek gözaltına alındı.

Gözaltı işlemi sırasında hiç bir uyarı yapılmadı, polis en başından itibaren hakaret ve taciz içeren sözlerle, kalkanla, tekme ve yumruklarla şiddet uygulayarak, bayıltarak, kimimizin bacağını kırarak, kimimizi kan içinde bırakarak ve ters kelepçe yaparak bizleri gözaltına aldı.

Gözaltılar sırasında bilinçli olarak ölüme veya sakat bırakmaya sebebiyet verebilecek kadar ağır darp, trans kadınlara dönük taciz ve transfobi, tutanaksız olarak telefonlara ve dijital aletlere el konulması, gözaltında çıplak arama dayatması, doktorların şiddete maruz kalan arkadaşlarımızı muayene etmemesi, şikayetlerini kayıt altına almaması başta olmak üzere pek çok hak ihlali, daha birçok keyfi işlem ve işkence yöntemi uygulandı.”

25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü’nde İstanbul’da en az 216 kadın gözaltına alındı. İki arkadaşımız Selimpaşa Geri Gönderme Merkezi’ne gönderildi ve haklarında sınır dışı kararı çıkarıldı. Bu eylemler sırasında sadece kadınlar değil, eylemi takip eden basın mensupları ve karakol işlemlerinde yanımızda olmak isteyen avukatlar da şiddete maruz bırakıldı.”

‘Kabul etmiyoruz, normalleştirmeye karşı çıkıyoruz’

Tüm bunlara karşın karşın İstanbul’un her yerini eylem alanına çevirdiklerini ve kendilerine uygulanan şiddeti kabul etmediklerini söyleyen Yalçın sözlerini, “Prosedür denilerek işkence ve kötü muamelenin normalleştirilmesini, kadınların canına kast ederek susturmaya çalışan bu yeni polis şiddeti ‘konseptini’ asla kabul etmiyoruz. Suç duyurularımız ve disiplin soruşturması başvurularımız devam edecek. “Biz kadınlar haklarımızdan, hayatlarımızdan, mücadelemizden, özgürlüğümüzden, eşitlikten asla vazgeçmeyeceğiz. Sokaklarda görüşmek üzere” diyerek tamamladı.

AB, büyük kirleticilere dokuz yılda 100 milyar Euro ‘ücretsiz karbon’ izni verdi

Ayrıca WWF, ücretsiz izinlerin, enerji verimliliğini artırmak gibi iklim koşullarıyla birlikte gelmediğini ve bazı kirleticilerin kullanmadıkları izinleri satarak beklenmedik kazançlar da elde edebildiğini söyledi.

Avrupa Komisyonu, ETS’yi “ AB’nin iklim değişikliğiyle mücadele politikasının mihenk taşı ve sera gazı emisyonlarını uygun maliyetle azaltmak için kilit aracı” olarak tanımlıyor. Karbon emisyonu izinlerinin sayısı her yıl azaltılıyor, bu da son yıllarda izin fiyatını yükseltti ve şirketleri emisyonlarını azaltmaya teşvik etti.

Elde edilen gelir iklim eylemine harcanmıyor

Guardian‘ın aktardığına göre, ETS tarafından kapsanan karbon emisyonları, büyük ölçüde yenilenebilir enerjideki büyüme sayesinde, başladığı 2005 yılından bu yana %37 oranında düştü. Ancak WWF, ücretsiz izinlerin ETS’yi baltaladığını ve ağır sanayiden kaynaklanan emisyonların düşmediğini raporladı. Analiz ayrıca, ETS’den elde edilen gelirin en az üçte birinin iklim eylemine harcanmadığını; fosil yakıt yakma verimliliğini artırmaya yönelik projelerin ise neredeyse yarıya yükseldiğini ortaya çıkardı.

Grafik: Guardian, Kaynak: WWF Europe

ETS reformu Avrupa parlamentosu, Konsey ve Komisyon arasında müzakere ediliyor. Ücretsiz tahsisatların sona ermesi için olası tarihler 2032 ile 2036 arasında değişiyor. Ücretsiz tahsisatlar, başlangıçta sanayi şirketlerinin karbon vergilerinden kaçınmak için üretimi AB dışına taşıması gibi potansiyel bir riskle mücadele etmek için gerekçelendirilmişti, ancak WWF buna dair hiçbir kanıtın da bulunmadığını kaydetti.

Raporun baş yazarı Romain Laugier çalışmalarıyla ilgili şunları söyledi: , “Analizler, son on yılda ETS’nin, AB ülkelerinin bunun yerine endüstriyel dekarbonizasyona yatırım yapabilecekleri milyarlarca ve milyarlarca gelirden vazgeçilen bir ‘kirleten ödemez ilkesine’ dayandığını gösteriyor. AB müzakerecileri, ücretsiz tahsisatları mümkün olan en kısa sürede aşamalı olarak kaldırmalı ve bu arada, bunları alan şirketlerin emisyonlarını kesme konusunda katı koşulları yerine getirmesini sağlamalıdır.”

WWF’den Alex Mason ise “Eğer vergi mükellefleri on milyarlarca dolarlık gelirden feragat edeceklerse, o zaman endüstri bu parayı karbondan arındırma teknolojilerine yatırım yapmak için kullanmalı, kesinlikle hiçbir şey yapmamalı ve hatta ücretsiz ödeneklerden kar elde etmemelidir”  dedi.

ETS’de toplanan meblağlar, Covid-19 sonrası toparlanma ekonomik aktiviteyi artırdığı ve ETS karbon fiyatını yükselttiği için keskin bir şekilde artıyor. 2022’de ETS’nin yaklaşık 33 milyar Euro toplaması bekleniyor.

Vergi artınca şirketlerin başka yere taşındığına dair kanıt yok

WWF, hem iklim krizinin aciliyeti nedeniyle hem de vatandaşlara kesilecek karbon vergisini haklı çıkarmak için bunun %100’ünün iklim eylemine yatırılması gerektiğini belirtiyor. Rapora göre , 2013-21 yıllarında 25 milyar Euro’luk ETS geliri, doğrudan devlet kasasına girdi.

Carbon Market Watch‘ın 2021 tarihli bir değerlendirmesi , çelik, çimento, petrokimya ve rafineri şirketlerinin 2008 ile 2019 yılları arasında 50 milyar avroya varan beklenmedik karlar elde ettiğini göstermişti. 

WWF’nin analizine göre de karbon fiyatındaki artışlar nedeniyle endüstrilerin üretimlerini başka bir yere taşımaya karar verdiğine dair hiçbir kanıt yok, bu da potansiyel riskin, hükümetlerin neredeyse 100 milyar avroyu kaybetmesi gerçeğinin üzerine yerleştirildiği anlamına geliyor. AB ayrıca blok dışından yapılan yüksek karbon ithalatına sınır vergileri getirmeyi düşünüyor.

Rapor şu sonuca varıyor: “Küresel sıcaklık artışını 1,5C’de tutmak ve kontrolden çıkan iklim değişikliğini durdurmak için çok az zamanımız kaldı ve kamu parasını nasıl harcadığımız çok önemli. ETS kapsamında ücretsiz tahsisat verilmesinin ciddi bir politika hatası olduğu açık görünüyor.”

SALT’tan gerçek hikayelerle iklim krizi belgesel seçkisi: Bu son şansımız mı?

Modern sanat galerisi SALT’ın, iklim krizinin ekosistem ve biyoçeşitlilik üzerindeki etkilerine dikkat çekmeyi amaçlayan ‘Bu son şansımız mı?’ isimli seçkisi 8-30 Aralık tarihlerinde SALT Beyoğlu’ndaki Açık Sinema ve saltonline.orgda izleyiciyle buluşacak.

Yunanistan’dan Kanada ve Peru’ya uzanan belgesel filmleri bir araya getiren seçki, toprağı odağına alıyor ve değişen ekolojik koşullara uyum bağlamında tarım ve gıda sistemlerini irdeliyor.

Programın odağını, dünyanın dört bir yanında değişen iklime uyum sağlamaya çalışan topluluklar için önem kazanan geleneksel tarım yöntemlerinden gıda ekosistemlerine, toprağa dair güncel meseleler oluşturuyor.

River (Nehir), Jennifer Peedom ve Joseph Nizeti, 2021, 75′

Gösterimler ücretsiz

Seçkide yer alan filmler Güney Amerika’nın And Dağları bölgesinde geleneksel tarım yöntemleriyle toprağın koruyuculuğunu üstlenen beş kadının; Yunanistan’ın küçük bir köyünde endüstriyel tarıma karşı sıra dışı bir mücadeleye girişen iki kuzenin ve bambaşka bir coğrafyada, Kuzey Atlas Okyanusu’ndaki küçük bir adada deniz çöplerinin peşine düşen bir doğa savunucusunun izini sürüyor.

Geographies of Solitude (Yalnızlığın Coğrafyaları), Jacquelyn Mills, 2022, 103′

Herkesin katılımına açık ve ücretsiz olan gösterimler, 8-11 Aralık tarihlerinde Salt Beyoğlu’ndaki Açık Sinema’da gerçekleştirilecek.

Gösterimlerin ardından tüm filmler saltonline.org üzerinden birer hafta süreyle çevrimiçi olarak da izlenebilecek. Yalnızca Türkiye’den erişime açık olan filmler, orijinal dilinde Türkçe altyazılı olarak gösterilecek.

Akşener’den partisinin hayvan hakları politikası: Tüm canlıları onurlu bir yaşam hakkına kavuşturacağız

Buradan açıkça ilan etmek istiyorum: Bizim; 11 yaşındaki Mustafa’mızının, hayatını kaybetmesine de; geçtiğimiz hafta, Konya’daki barınakta yaşanan vahşete de; zerre tahammülümüz yoktur.

Bizim için, buradaki esas mesele; “yaşam hakkının“ ihlalidir. Nasıl ki tüm insanların, onurlu bir yaşam hakkı varsa; O insanlarla aynı dünyayı, aynı toprağı, aynı havayı paylaşan tüm canlıların da, onurlu bir yaşam hakkı vardır.

Bizim anlayışımıza göre; mesele, ‘yaşam hakkı’ olunca, devlet de, bu konuya duyarsız kalamaz. Sokaklarımızın, milletimiz için, güvensiz hâle gelmesine de, barınaklarımızın, işkence merkezlerine dönüşmesine de, razı olamaz. Ancak; devlet yönetmekten, bihaber olan bu iktidar, bu konuda da, tüm beceriksizliğini gözler önüne seriyor. Hatırlayın; 18 Kasım’da, Sayın Erdoğan, bir açıklama yapmıştı. Demişti ki; ‘Sahipsiz sokak hayvanlarının yeri, sokaklar değil, barınaklardır. Belediyeler, barınaklar inşa ederek, başıboş sokak hayvanlarını toplamalı. Konya Büyükşehir Belediyemizin, çok örnek bir çalışması var.’

‘İşkenceci vicdansızları lanetliyorum’

Bu açıklamadan, tam 1 hafta sonra, Sayın Erdoğan‘ın, örnek gösterdiği, Konya Sahipsiz Hayvan Bakımevi ve Rehabilitasyon Merkez’inde, korkunç bir vahşetin, görüntülerine şahit olduk. Eminim ki, birçoğunuz, benim gibi, o işkence görüntülerini, izlemekte bile zorlandı. İnsanlıktan nasibini almamış, vicdansız bir caninin, yaptıkları karşısında, hepimizin yüreği sızladı. O sessiz hayvanlara, işkence eden vicdansızları, kendilerine emanet canlıları, açlıkla sınayan kalpsizleri, buradan, bir kez daha lanetliyorum. Allah her birini ıslah etsin!”

Sarıyer‘de sokakta yaşayan bir köpeğin üzerine oturup boğazını sıkarak öldürmeye çalıştığı görüntülerden de bahseden Akşener, “Bazı yerlerde ‘taciz, istismar’ diye geçiyor. Net bir şekilde, kedi ve köpeklere tecavüz eden erkeklerin görüntüleri geliyor. Bunlara baktığımız zaman, o gün o kedi-köpeğe tecavüz eden yaratığın, yarın bizim küçük çocuklarımıza aynı şeyi yapmayacağını kimse söyleyemez. Hayvanlar üzerinde denenen pek çok adiliğin daha sonra çocuklara ve kadınlara uygulandığını psikologlar ve sosyoloji söylüyor. Hayvan, ilk adım. Hayvana karşı yapılan o iğrençlik ilk adım” diye konuştu.

‘Para verip kurtulamayacaklarını, hapis yatacaklarını bilmeliler’

Meral Akşener’in hayvanlara karşı şiddet ve vahşete karşı önerileri şöyle:

  • Birincisi, ceza yasasında bunların kabahatler kanunu şeklinden çıkartılıp, ceza yasasına konuşmasıdır. Para verip kurtulacağını düşünmemelidir! Hapis yatacağını bilmelidir, caydırıcılık sağlanmalıdır.
  • Biliyoruz ki; Bu caniler için, yürekleri soğutacak bir cezai yaptırım, maalesef kanunlarımızda yer almıyor. Üstelik iktidar da, her zaman olduğu gibi, olay yaşandıktan sonra, “gereken tedbirleri aldık” demenin, ötesine geçemiyor.
  • Hatta; Devlet yönetmenin, gereğini yerine getirerek, bu konuya son verecek netlikle, somut adımlar atacağına; yine, insanlarımızı, birbirinin karşısına dikerek, işin içinden sıyrılmaya çalışıyor. Ciddiyetsiz açıklamalar, bilinçsiz yönlendirmelerle, milletimizi, düşman kamplara ayırıyor. Bir yanda; sahipsiz sokak hayvanlarının, saldırısına uğrayan, sevdikleri zarar gören, ve haklı olarak tepki gösteren vatandaşlarımız, hayvan düşmanı ilan edilirken; diğer yanda ise; Hayvanları koruyan, ve onların güvensiz barınaklarda yaşamasına, tepki gösteren, hayvanseverlerimiz de, “hayvanperest” ilan edilerek, hedef gösteriliyor. Böyle vicdansızlık olmaz! Böyle ciddiyetsizlik olmaz! Böyle devlet yönetilmez!

‘Hayvan sahiplerinin onları sokağa bırakması cezaya tabi olmalı’

Akşener, aklın, bilimin, hukukun ve vicdan çerçevesinde sorunları çözmek zorunda olduklarını belirterek, şöyle konuştu:

İYİ Parti olarak, sorumlu devlet anlayışımız gereği; Hem sahipsiz sokak hayvanlarının korunması, Hem de, sokaklarımızın güvenliğinin sağlanması için, bir çalışma yaptık. Bu doğrultuda, İYİ Parti iktidarında; sahipli hayvanların olduğu kadar, sahipsiz hayvanların da, yaşam hakkını destekleyeceğiz.

Ekonomik durumu iyi olan aileler çocuklarına oyuncak alır gibi yavru köpek alıyorlar. Genelde cins ve küçük ırk oluyor. Yazlık dönemi bitiyor ve onları sokağa bırakıyorlar. Bir derin sorunumuz da budur. Öyle bir yasa yapılmalı ve uygulanmalı ki, satın alma halinden sokağa bırakılma haline kadar olan süreç kayıt altında olmalı. Sorumluluğu üzerine alıp hayvan sahiplenen kişilerin sağlık, ekonomik dışında sokağa salmasının imkansız hale getirilmesi ve bunu yaptığı takdirde ceza görmesi gerekiyor.

Güçten düşmüş hayvanlara destek

Beykoz ormanlarına atılan hayvanlarla ilgilenen bir vatandaşım. Sokaktan toplanıp belediyeler tarafından atılanlar var, o köpeklerin içine kediler atılıyor, küçük ırk hayvanlar atılıyor. Lüks arabalar yolda duruyor, köpeği atıyor ve gidiyor. Hayvan bekliyor. Sonuç olarak o kalabalığın içine girince önce dayak yiyor, gönüllüler gecikirse, büyük köpekler küçük köpekleri yiyor. Kısırlaştırma yapılmadığı için inanılmaz bir popülasyon artışı var. Kötülüğün karşısında iyi insanların elinden gelen çaresizlik halinde tezahür ediyor.

Saldırganlık geçmişi olan, engelli, ya da güçten düşmüş hayvanların, yerel yönetimlerce kurulan, veya izin verilen hayvan bakımevlerine, insancıl yöntemlerle, naklini sağlayacağız.”

İllegal hayvan üretimi ve hayvan dövüştürmeleri takip edeceklerini ve bunlara en ağır ceza verilmesini sağlayacaklarını belirten Akşener şöyle konuştu: “Sosyal medyadan bunların dövüş tarihleri, yerleri ilan ediliyor, bahisler açılıyor. Bugün bunu yapan yarın çocuklarımızı dövüştürür, çocuklarımız üzerinden bahis açar. Kızlarımız üzerinden bahis açar. Hayvanla başlayan eziyet denemedir, sonrası insanlar üzerindedir!  Hayvanların; fizyolojik, sosyal, psikolojik, çevresel ve davranışsal gereksinimlerini, karşılamak için, barınaklarımızı, evrensel standartlarda, geliştireceğiz.

Özellikle, bugün yaşadığımız acıların, bir kez daha tekrarlanmaması için; saldırganlık geçmişi olan hayvanların, dünya standartlarında, bir rehabilitasyon programına alınarak, iyileştirilmelerini sağlayacağız”

Düzenli ve disiplinli bir kısırlaştırma programı

Akşener barınaklardaki hayvanların kontrolsüz nüfus artışını önlemek için de düzenli ve disiplinli bir kısırlaştırma programını hayata geçireceklerini bildirdi:

“Şu anda, 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanun’a ek olan, Hayvanların Korunmasına Dair Uygulama Yönetmeliği Kapsamında, Geçici Bakımevi Şartları‘nın içeriğinde; bir barınağın, nasıl olması gerektiğine dair, her türlü detayı içeren, kapsamlı bir mevzuat bulunuyor. Ama; mevzuatta bulunan maddeler, bugün; maalesef ne uygulanıyor, ne de denetleniyor. Yani; barınakların koşulları ve hayvanların kaderi, tamamen oralarda çalışan personelin, inisiyatifine bırakılıyor. İşte bu yönetimsizliğin, acı sonuçları da; Konya’da olduğu gibi, karşımıza çıkıyor. Sessiz dostlarımız, kafeslerin içinde; Aç kalarak, sevilmeden, koşup oynamadan, hatta çoğu zaman, kötü muameleye maruz kalarak, yaşam mücadelesi veriyor.

Barınakları gönüllüler denetleyecek

Bir belediyenin barınağının önünde bir kız çocuğu, küçüklü-büyüklü köpekler ve bir anne köpek yavrusunu alıp ağzında o kız çocuğuna uzatıyor. Anne çocuğunu kurtarmak istiyor. O çocuk orada kaldığında muhtemelen ölecek. Bunu alın diyor. Bu barınağın içindeki iğrençliği size anlatamam. Barınaklara hayvanseverlerin canları istediğinde girip çıkmasını sağlamak zorundayız, biz bunu yapacağız. O kadar çok kaynak lüzumsuz yere dağıtılıyor ki, hayvanseverlerin, derneklerin, gönüllülerin, barınakların içine girip çıkmasının sağlandığından itibaren bu gönüllülerin ortaya koyduğu kaynaklar daha fazla garibana ulaşacak hale gelir.

Aslında, Tarım ve Orman Bakanlığı’nın sorumluluğunda olan, ama her işi olduğu gibi, bu işi de, eline yüzüne bulaştıran iktidarın aksine; biz; barınakların, evrensel standartlara göre ruhsatlandırılmasını ve düzenli olarak denetlenmesini sağlayacağız. Hayvanseverlerin duyguları üzerinden kaynak oluşturmaya çalışan, denetlenemez, lüzumsuz, bu işten rant sağlayan durumlar var. Bu şeffaflık sağlandığında buradan rant sağlayan, hayatını bu tür işlerle insanları çarparak götürenlerin de önüne geçilmiş olur.

‘Rehabilite edilen hayvanları sahiplendireceğiz’

Ayrıca; rehabilite edilen ve eğitilen hayvanlarımızın, doğru ailelere sahiplendirilmesi için, düzenli ve etkili kampanyalar yürüteceğiz.

Bunun yanında ise; milletimizi, evcil hayvan sahipliğinin, sorumlulukları konusunda bilgilendirecek, hayvanları terk etmenin etkileri, ve sonuçları konusunda, farkındalık çalışmalarını artıracak, cezai yükümlülükleri de ağırlaştıracağız. Şüphesiz ki; Sahipsiz sokak hayvanları meselesinde, atılması gereken en önemli adımlardan biri de; merdiven altı ve kayıt dışı üretimin engellenmesidir. Bu doğrultuda, İYİ Parti olarak biz; sorunun köküne inecek, hayvan üretimine, belirli standartlar ve caydırıcı vergiler getirerek, hayvan nüfusu artışını, kontrol altına alacağız. Mutlaka kısırlaştırma yapılması gerekiyor.

‘Cezaları artıracağız’

Ve son olarak da; 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu’nun, caydırıcılık konusundaki yetersizliğinin önüne geçen, ek düzenlemeler getireceğiz. Hayvanlara karşı, sokakta, evde, ya da barınakta işlenen suçların, idari para cezasıyla geçiştirilmesine, asla izin vermeyeceğiz. Cezaların, suçun ağırlığına göre, sınıflandırılmasını sağlayacağız.

Boğaziçi direnişine destek

Meral Akşener, Boğaziçi Üniversitesi’nde iki yılı aşkın süredir nöbet tutan akademisyenlere de  destek verdi: “İki yılı aşkın süredir, maruz kaldıkları hukuksuzluk karşısında hakkını arayan, her gün, nöbetler tutarak, bu ahlaksızlığa itiraz eden, demokratik, özerk ve özgür bir üniversite hayalinden vazgeçmeyen, Boğaziçi Üniversite’mizin tüm akademisyenlerine ve öğrencilerine, her zaman yanlarında olduğumuzu, bir kez da söylemek istiyorum”

“Ülkemizin, en değerli kurumlarından biri olan, Boğaziçi Üniversitesi’nin, bütün köklü gelenekleri ve nitelikli eğitim kalitesi, yerle bir edilmek isteniyor. Üniversitemiz, zincirleme biçimde; hoyratça bir siyasi kadrolaşmaya, liyakatsiz atamalara, sarayı aratmayan, ucube bir yönetim anlayışına, sahne oluyor”diye konuşa

“Sayın Erdoğan’ı, zamanında Sayın Gül‘e yapıldığı gibi bir vakıf kanalıyla; öğrencilerin yurt dışına, Türkiye’deki eğitimine katkıda bulunan muhafazakar, hassasiyeti yüksek bir vakıf kanalıyla, Sayın Erdoğan da Sayın Gül gibi yurt dışına gönderilip orada okuması sağlansaydı, Boğaziçi bunları yaşamayacaktı. Ama aynı yıllarda bir arkadaşımızı yurt dışına gönderip, birinci sınıf okumasına vesile olunurken, sayın Erdoğan’a bayilik verilince böyle oldu. Her şey gençlikte gizli. Öyle ayrım yapmayacaksınız. Yarın bir gün bu durumlarla karşılaşmamak için her bir gencimize o imkanları sağlayacağız. Ayrım gözetmeden… Okul var, bayilik yok!”

 

Trans kadına saldırıp ormanlık alana atmıştı: En üst sınırdan ceza almalı

Trans kadın Çiğdem, 25 Şubat sabah 9.44’te İzmir Gaziemir’deki bir ormanlık alanda baygın şekilde bulundu. Ağır şekilde darp edilmişti. Altı gün boyunca yoğun bakımda kaldı. Vücudunun birçok yerinde kırıklar vardı. Yoğun bakımdan çıktığında yaşadıklarını hatırlamıyordu. Olayın ardından ilk duruşma dün (29 Kasım) İzmir Bayraklı Adliyesi 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görüldü. Dava, adli tıp raporunun beklenmesi kararıyla 27 Aralık’a ertelendi.

KaosGL‘nin aktardığına göre; polis ekipleri, olay anı görüntülerine ulaştı. Ertan K. isimli erkeğin sabah 9.16 sıralarında Çiğdem’i arabadan atarak ormanlık bölgeye bıraktığı ortaya çıktı. Ertan K., yakalanarak gözaltına alındı. Araçta yapılan incelemede sürgü basamağı üzerinde iki farklı yerde kan izleri, bagaj tarafında saç kalıntıları olduğu belirlendi.

Ertan K., polis sorgusunda kanıtlara rağmen Çiğdem’i darp etmediğini Mahkemedeki ifadesinde “sadece iki tokat attığını” öne sürdü. Ertan K., 26 Şubat’ta tutuklandı ve hakkında kasten öldürmeye teşebbüsten iddianame düzenlendi.

‘En üst sınırdan ceza almalı’

Duruşma öncesi Genç LGBTİ+ Derneği basın açıklaması yaparak, “Translara yönelik her türlü nefret saldırısı ve cinayeti politik ve önlenebilirdir” dedi. Direnişin Renkleri, Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu ve Lavender LGBTİ+’nın da destek verdiği açıklamada Genç LGBTİ+ şöyle dedi:

“Kaybettiğimiz ve nefret saldırılarına maruz bırakılan tüm translar için üzüntü ve öfkemizle, ısrarla ve daha yüksek sesle hayatlarımıza sahip çıkıyoruz: İzmir’de ve tüm Türkiye’de transfobik nefret saldırıları başta olmak üzere, her türlü transfobik ayrımcılık ve şiddete, nefret saldırılarına karşı bir aradayız! Seks işçisi trans kadınlara yönelik gerçekleşen tüm saldırıların failleri nefret saiki tespit edilerek en üst sınırdan ceza almalıdır! Translara yönelik ve her türlü nefret suçu ve cinayetinin önlenmesi için tüm kamusal ve sosyal mekanizmalar işletilmelidir!”

 

BM: 2022’de 100 milyonun üzerinde kişi yerinden edildi

Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP), 2022’de çatışma, şiddet ve doğal afetler nedeniyle yerinden edilen kişi sayısının 100 milyonu geçtiğini açıkladı.

UNDP‘nin açıkladığı raporda, bu yıl boyunca ülke içinde ve dışında yerinden edilmelere dair istatistikler paylaşıldı. Rapora göre çatışma, baskı, şiddet ve doğal afet gibi sebeplerden evini terk eden kişi sayısı 2021’in sonunda 59,1 milyon olarak kayıtlara geçti.

2022’de meydana gelen Ukrayna-Rusya savaşı, kuraklık ve doğal afetler, yerinden edilmeleri tetiklerken bu sayı 100 milyonu geçti.Yerinden edilenlerin büyük çoğunluğu temel ihtiyaçlarını karşılayamazken, çalışma, sağlık, eğitim gibi temel haklardan mahrum bırakıldı.

İklim krizi sayıyı 2050’ye doğru 216 milyona çıkarabilir

Raporda, iklim değişikliğinin olumsuz etkilerinin 2050’ye doğru yerinden edilen kişi sayısını 216 milyona çıkaracağı öngörüldü.

BM Cenevre Ofisi’nin haftalık basın toplantısında konuya ilişkin açıklama yapan UNDP yetkilisi Luca Renda, sadece Ukrayna’daki savaşın yerinden edilme sayısını 6,5 milyon artırdığına dikkati çekerek, “Yerinden edilmeler artık küresel bir krize dönüştü” dedi.

Renda, “Bu görünmez krizin bir diğer sebebi, kalkınma yardımlarındaki boşluklardır.” ifadesini kullandı ve kalkınma konusuna yeni yaklaşım getirmenin krize etkili çözüm sağlayacağı tespitini yaptı.

Psikolojide çevre ve iklim değişikliği: Eko-anksiyete, adalet ve yer bağlılığı

Psikolojide Çevre ve İklim Değişikliği Çalışmaları Sempozyumu Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Psikoloji Bölümü ev sahipliğinde 26-27 Kasım 2022 tarihlerinde gerçekleştirildi. Sempozyumda çevre davranışı, iklim değişikliği, insan ve insan dışı doğa arasındaki karşılıklı ilişkiler bağlamında farklı perspektiflerden çeşitli sunumlar gerçekleştirildi.

Türkiye’de çevre ve iklim konularına odaklanan ilk ulusal psikoloji etkinliği olan sempozyum, bölümün bünyesindeki  EnviPsy-Çevre Psikolojisi Araştırma Grubu & Laboratuvarı‘nda 26-27 Kasım 2022’de çevrimiçi olarak düzenlendi.

Çevre kırımının ortasında doğan bir nesil ve eko-anksiyete

Düzenleme Kurulu Başkanı Doç. Dr. Gözde Kıral Uçar’ın açılış konuşmasıyla başlayan sempozyuma Türkiye’nin farklı üniversitelerinden çok sayıda araştırmacı ve dinleyici katıldı.

Yedi oturumda 32 bildiri sunumunun gerçekleştiği etkinlikte psikolojinin farklı alt disiplinlerinin çeşitliliğini yansıtan çok sayıda çalışma paylaşıldı. Hayvansal ürün kullanımının psikolojik öncüllerinden kampüste atık ayırma davranışının teşvik edilmesini amaçlayan uygulama önerilerine, eko-anksiyete ve iklim değişikliğine yönelik bireysel uyum davranışlarından çevre yanlısı davranışlarda sosyal kimliklerin rolüne çeşitli konuların tartışıldığı sempozyumda ayrıca iki farklı panel oturumu gerçekleşti.

Eko-anksiyete nedir?  

Yer bağlılığının çevre yanlısı davranışlar ve sivil katılımla ilişkisi, çevre meselelerinde adalet algısınn rolü, çevre sorunlarında kolektif eylem, çevreci olan/olmayan davranışlara kuramsal yaklaşımlar gibi konuların ele alındığı ilk panel oturumunda çevre ve iklim değişikliği çalışmaları sosyal ve politik psikolojinin sunduğu kuramsal ardalandan hareketle tartışıldı.

‣Eko-anksiyete ile nasıl başa çıkılır?

Sempozyumun diğer gününde gerçekleşen panel oturumunda ise klinik psikoloji, nöropsikoloji ve bilişsel psikoloji perspektifinden çeşitli araştırmalar incelendi. Panel oturumunda doğanın psikolojik sağlık üzerindeki onarıcı etkileri ve müdahalelerdeki yeri başta olmak üzere çevre yanlısı davranışların nöropsikolojik bir perspektiften değerlendirilmesi tartışıldı ve doğa ile etkileşimin insan beynini nasıl etkilediği sorusuna yanıt arandı.

Sempozyumda gerçekleştirilen bilimsel oturumların ardından Wikimedia Topluluğu Kullanıcı Grubu Türkiye ile bir Vikimaraton tanışma etkinliği gerçekleştirildi. Uludağ Üniversitei Psikoloji Bölümü’nden Prof. Dr. Leman Pınar Tosun ve Wikimedia Topluluğu Kullanıcı Grubu’ndan Başak Tosun tarafından yönetilen etkinlikte Vikipedi’nin işleyiş prensibi, çevre, iklim değişikliği ve psikoloji konularında Vikipedi’ye nasıl içerik sağlanabileceği ve bu katkının ilgili konularda çalışan araştırmacılar için taşıdığı öneme dikkat çekildi.

Karbon ayakizinin en aza indirilmesi, lisans ve lisansüstü öğrencilerinin katılımının kolaylaştırılması gibi nedenlerle çevrimiçi ve ücretsiz olarak gerçekleştirilen etkinliğin çeşitli öneri ve beklentilerin ifade edildiği değerlendirme toplantısında konuşan düzenleme kurulu başkanı Doç. Dr. Gözde Kıral Uçar, etkinliğin devamının geleceğini, çevre ve iklim değişikliği konularında psikologların daha aktif bir katılım sağlaması için her türlü olanağı değerlendirmeye çalışacaklarını belirtti.

Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nde kurulan EnviPsy-Çevre Psikolojisi Araştırma Grubu & Laboratuvarı’nın bu sempozyumun gelecek yıllarda devam etmesi için gerekli desteği sunacağını belirten Kıral Uçar’ın ardından söz alan düzenleme kurulu üyesi Prof. Dr. Derya Hasta, beklediklerinin çok ötesinde bir ilgiyle karşılaştıklarını ifade ederek sempozyumun gerçekleşmesindeki en değerli katkının katılımcıların ilgisi olduğunu belirtti.

Yeni araştırma: İklim ve ekolojik krize bağlı anksiyete çocuk ve gençlerde daha yaygın

Eko-anksiyete nedir?

Klinik Psikolog Melek Saltıkalp, eko-anksiyeteyi tanımlamadan önce anksiyeteyi bilmek gerektiğini belirtiyor. Anksiyete için “Günlük hayatın devam edebilmesi için ihtiyaç duyduğumuz bir duygudur. Tehdit durumunda ortaya çıkması bizi korur. Ancak, anksiyete bozukluğu bozukluk herhangi bir tehdit olmadığı halde kişinin vücudunun sürekli alarm halinde olmasıdır” tanımını yapan Saltıkalp, eko-anksiyetenin tanımını şöyle yapıyor:

Eko-anksiyete, kişinin iklim değişikliğine bağlı olarak ortaya çıkan ekolojik felaketlerden endişe duymasıdır. Ortada herhangi bir durum olmadığı halde kronik bir halde devam eder. Yani herhangi bir felaket olmadığı halde kişide felaket olacağına dair bir korkudur. Kişinin günlük işlevlerinde bozulmalara, umutsuz hissetmesine, bu duruma duyarsız kişi veya kurumlara karşı öfke hissetmesine ya da önceki jenerasyonun yeteri kadar dikkat etmemesinden dolayı bu felaketlerin ortaya çıktığına dair kişileri suçlaması şeklinde belirtiler ortaya çıkabilir.”

 

İliç’te kapasite artışına verilen ÇED’in iptal davası görülürken şirket binası önünde protesto

Erzincan, İliç’teki Çöpler Altın Madeni’nin kapasite artışı için verilen ‘ÇED Olumlu Kararı’na karşı açılan dava bugün görülüyor. Anagold bünyesindeki Alacer Gold ve AKP’ye yakın bir şirket olan Çalık Holding yaşamı zehirleyen madenin sahibi. Duruşma öncesinde vatandaşlar madenin sahibi Anagold Madencilik’in Ankara merkezinde ve ortağı Çalık Holding’in İstanbul merkezinde protesto gerçekleştirdiler. Aktivistler bina önüne yaklaştırılmadılar. Öte yandan birçok aktivist de Erzincan’daki duruşmaya destek veriyor.

Erzincan İdare Mahkemesi’nde görülen dava siyanür solüsyonun çevreye aktığı madende süregelen faaliyetleri kamuoyuna duyuran Sedat Cezayirlioğlu ve TMMOB tarafından Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na karşı açıldı.

Dava, Anagold’un Çöpler Altın Madeni’nin Kapasite Artırımı için verilen ‘ÇED Olumlu Kararı’nın iptali için açılmıştı. Cezayirlioğlu’nun gönüllü avukatı İsmail Hakkı Atal tarafından duruşma öncesi yapılan açıklamada şu ifadelere yer verildi:

“Erzincan Anagold Çöpler Altın Madeni’nin 200 futbol sahası büyüklüğündeki, içinde 42 çeşit zehirli kimyasal barındıran zehirli atık havuzu, 600 futbol sahasına çıkarılmak ve maden Kemaliye -Tunceli -Ovacık v.s. çevre il ve ilçelere doğru genişletilmek isteniyor. 20 yılda doldurulması planlanan 66 milyon tonluk zehirli atık havuzu, yangından mal kaçırırcasına üç yılda dolduruldu ve şirket dokuz ay boyunca zehirli kimyasalları evaporatörlerle buharlaştırarak tüm Doğu Anadolu’yu zehirledi.

Cumhuriyetin kuruluş ayarlarına geri dönülerek enerji ve maden işletmeleri halkın ölmesini umursamayan özel sektöre kapatılmalı, ekokırım yeni Anayasa’da ve Türk Ceza Kanunu’nda ağır yaptırımlara bağlanarak suç haline getirilmelidir.”

Ne olmuştu?

Erzincan’da 21 Haziran’da bir siyanür sızıntısı yaşanmıştı. Kanada ve Çalık Holding ortaklığındaki Anagold Altın Madeni’nde siyanür solüsyon bulunan bir boruda yırtılma meydana gelmiş ve bölgeye 20 ton siyanür solüsyon dağılmıştı.

Yeşil Gazete’nin daha önce gündeme getirdiği üzere; söz konusu bölgeyle ilgili Türk Toraks Derneği ve Türk Tabipler Birliği tarafından yıllar önce raporlar yazılmış, siyanürlü liçlemenin tehlikelerine dikkat çekilmiş ve derhal durdurulması istenmişti.

Erzincan siyanür soluyor

2001’de sondaj çalışmalarına başlanan maden işletmesinde 2010’da siyanürle altın üretimine geçildi. 2019’da sodyum siyanür 11 bin tona, sülfürik asit üretimi 122 bin tona çıkarıldı. 2021’de yayınlanan raporda ise 18 adet tehlikeli maddeye yer verildi. Bunlar arasında solunum yollarına, sudaki organizmalara, ciddi yanıklara, aşındırıcı etkilere, cilt ve gözde aşırı tahrişlere neden olan sodyum siyanürnitrik asitbakır sülfatsodyum hidrosülfit gibi tehlikeli maddeler de bulunuyor.

‣Altın madeni kapasitesini artırırsa Fırat Nehri ölecek

Çöpler Kompleks Madeni için ilk ÇED çalışmaları 2007-2008 tarihlerinde yürütülmüş ve hazırlanan ÇED raporuna, 16 Nisan 2008 tarihinde “ÇED Olumlu” kararı verilmişti.

Maden için 2008’de verilen ÇED Raporu kapsamında 18 yıl sürdürülmesi planlanan faaliyetlerde 100 milyon ton kaya (pasa) ve 52 milyon ton cevher çıkarılacağı belirtiliyordu. Ancak rakamlar zaman içerisinde arttı. 2014’teki ÇED raporunda pasa 173 milyon tona çıkarıldı. 2021’de ise rakamlar dört kata kadar arttı; pasa 420 milyon tona, cevher 85,3 milyon tona çıkarıldı.

‘Kesinlikle yasaklanmalı’

TTB’den 25 Mayıs 2021’de konuya ilişkin paylaşılan raporda “Siyanürlü madencilik faaliyeti dört ana aşamadan oluşur: Arama, sıyırma ve patlatma, öğütme ve siyanürleme, atıkların depolanması. Madenciliğin tüm bu aşamaları doğa ve insan sağlığı için farklı tehditler içerir. Biyolojik çeşitlilik, tatlı su varlığı ve insan sağlığını tehdit edecek derecede toksik bir kimyasal olan ‘siyanürlü liçleme kesinlikle yasaklanmalıdır” ifadelerine yer verilmişti.

Türk Toraks Derneği tarafından 24 Temmuz 2017’de bildirilen görüşte ise tesiste kullanılacak maddelerin hemen hepsinin insan sağlığı ve ekolojik yaşam açısından riskli olduğunun altı çizilmişti. Türk Toraks Derneği tarafından verilen görüşte “Bazıları (örneğin kuvars içeren kum) sadece çalışan sağlığı açısından risk oluşturmakta iken (silik, silikozise yol açmaktadır, kanserojen olduğu bilinmektedir); çoğu madde başta çalışan sağlığı olmak üzere, çevredeki insanlar, ekolojik yaşam üzerinde olumsuz etki potansiyeline sahiptirler” denildi.

İşletmenin çalışma süresince hiçbir risk olmayacağı varsayımında bulunması durumunda dahi maden işletmeciliği sona erdikten sonra bu atıkların ortadan kaldırılamadıkları için mevcut tehlikenin varlığını ilelebet süreceği söylenen görüşte, “Bölgenin Fırat Nehri‘ne yakınlığı göz önüne alındığında olası bir sızıntı, yıkım riskinin yol açabileceği çevresel bir felaketin ne boyutlara ulaşacağını öngörmek mümkün değildir” ifadelerine yer verildi son olarak şunlar aktarıldı:

Çevre sağlığı ve hava kirliliği bağlamında işletmede kullanılacak dizel yakıtların yaratacağı çevre kirliliğinin boyutunun da devama miktarlarda olduğu gözlemlenmektedir. Bölgenin aktif fay hatlarına ve Fırat Nehri’ni besleyen su kaynaklarına yakın olması nedeniyle oluşabilecek bir kaç/afet durumunda olumsuz etkilerin Fırat Nehri havzasındaki tüm coğrafyayı ve ekosistemini etkileyebilecek potansiyele sahip olduğu gözükmektedir.”

İTÜ’den Prof. Dr. İsmail Duman’ın ÇED raporuna ilişkin görüşü de diğer iki görüşle benzer nitelikte: 

“Fare zehri olarak da bilinen Arsen’in akut etkisi, aşırı miktarda alındığında öldürücü olmasıdır. Kronik etkileri ise şöyledir: cilt kanseriduyu bozukluğurefleks kaybı ve depresyonkansızlıkkalp yetmezliğikan kanserilenf sistemi kanserkaraciğer tümörüdoğuştan sakatlıklargelişmesini tamamlamadan doğan bebeklerakciğer kanseriböbrek yetmezliği ve akıl hastalıkları

Öte yandan madende saatte 460,65 metreküp su kullanıldığı belirtiliyor. Tesis ayrıca büyük miktarlarda karbondioksit atmosfere salıyor. Raporda karbondioksit (CO2) miktarına ilişkin olarak şu ifadeler yer alıyor:

“Düşük pH seviyesinde cevherdeki karbonatlar asitle reaksiyona girerek CO2 açığa çıkarmaktadır. Asitlendirme prosesi ile büyük miktarlarda CO2 açığa çıkmakta ve böylece otoklavda daha az CO2 açığa çıkarak BO ünitesinde oksijen kullanımı verimini kuvvetlendirmektedir.”

 

Ekokırım ve Doğa Hakları Konferansı’na günler kala: Yeşil hareketin bileşenleri bir araya geliyor

Yeşil Düşünce Derneği Yeşil Avrupa Vakfı’nın da desteği ile ‘Ekokırım ve Doğanın Hakları Projesi’ ile destek sunmak amacıyla 3 Aralık’ta, Avrupa ve Türkiye’den doğa hakları savunucuları ile aktivistleri, ekokırıma karşı mücadele eden teorisyenleri, hukukçuları, aktivistleri ve yeşil hareketin bileşenlerini ‘Ekokırım ve Doğa Hakları’ konferansında bir araya getirecek.

Konferans 3 Aralık 2022 Cumartesi günü 09.30 ile 17.00 saatleri arasında Beşiktaş’ta Bahçeşehir Üniversitesi Hukuk Fakültesi Özer Seliçi Toplantı Salonu’nda gerçekleşecek.

Yeşil Düşünce Derneği, yeşil hareketin Türkiye ve dünyadaki mücadelelerden edindiği deneyimleri ve ortak hafızayı paylaşmak, doğa haklarının korunması için izleme ve savunuculuk gibi faaliyetlerin geliştirilmesine katkı sağlamak, yeni ve güçlü bir siyasi söylem üretilebilmesine imkan yaratma hedefiyle Yeşil Avrupa Vakfı’nın da desteği ile ‘Ekokırım ve Doğanın Hakları Projesi’ ile destek sunmaya çalıştığını bildiriyor.

Gündem: Ekokırımı ve iklim krizini devam ettiren politikalar

Dernek konferansa tüm iklim, ekoloji ve çevre aktivistlerini, akademisyenleri ve hukukçuları bu buluşmaya, ekokırıma ve iklim krizine karşı ortak söz üretmeye davet ediyor. Konferans öncesi paylaşılan bildiride ise şu sözlere yer veriliyor:

“Tüm dünyada kar odaklı büyüme ekonomisini beslemek üzere karar alıcıların ve şirketlerin doğayı sadece bir kaynak olarak değerlendiren politikaları sonucu dünyadaki tüm yaşamı tehdit eden bir iklim krizi ve ciddi bir ekolojik yıkımla karşı karşıyayız. Bu krizler en çok ekokırımın yaşandığı kırsal ve ormanlık bölgelerde yaşayan insanları etkiliyor, yaşam alanları insanlardan alınarak şirketlere devrediliyor. Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de ekokırımı ve iklim krizini devam ettiren politikalar gündemde.

Türkiye’nin Paris Anlaşması’nı onaylamasının ardından çevre ve iklim politikalarında karbon salım miktarında ciddi azaltımlar sağlayacak, adil dönüşüm yolunda adımlar atılmasının önünü açacak birtakım değişiklikler bekleniyor. Ancak sivil toplum kuruluşlarının net yüzde 35 azaltım hedefi gibi taleplerine rağmen karar alıcıların çözüme yönelik gerçekçi hedefler belirlemediklerini, aksine geçen sene belirlenen artıştan azaltım miktarının bile yüzde 21’den yüzde 40’a çıkarıldığını görüyoruz.

Direnişe rağmen kesilen ormanlar, açılan maden sahaları ve niceleri…

Ülkenin dört bir yanında, halkın direnişine rağmen ormanlar yok edilerek termik santralleri beslemek için yeni kömür madeni sahaları açılmak isteniyor, canlıların su hakkı yok sayılarak nehirlere setler kuruluyor, halkın itirazlarına rağmen nükleer santrallerin inşasına devam ediliyor.

Tüm bu yıkımlara rağmen dünyada ve ülkemizde direniş de giderek güçleniyor. Türkiye’de Ekolojik Anayasa Girişimi, Doğanın Hakları Var kampanyaları ve ekolojik yıkımlara karşı mücadeleler yürütmüş olan yeşil hareketin geçmişine dair kolektif bir hafıza da mevcut.”

PROGRAM

09:30 – 10:00 | Açılış ve Kayıt

10:00 – 10:15 | Açılış Konuşmaları

10:15 – 12:15 | Ekokırım Teorik Tartışmaları

  • Serkan Köybaşı, Bahçeşehir Üniversitesi
  • Jessica Den Outer, Çevre Jürisi
  • James Dawes, Macalester College
  • Barış Erman, Yeditepe Üniversitesi

12:15 – 13:10 | Öğle Arası

13:10 – 13:20 | Video Gösterimi: ‘3. Köprü Mücadelesi’ne Bir Bakış’

13:20 – 14:50 | Doğaya Karşı İşlenen Suçlar

  • Özlem Altiparmak, Altıparmak Hukuk Bürosu
  • Zaklina Zivkovic, Politik Ekoloji Örgütü – Poleko
  • Arif Ali Cangı, Çevre Ekoloji Avukatı

14:50 – 15:20 | Ara

15:20 – 17.20 | Forum

İnsan sağlığına ve çevreye olumsuz etkisi olmayan kozmetik ürünler nasıl seçilir?

Kozmetik endüstrisi, hammaddelerin tedarik edilmesinden üretim, dağıtım ve son tüketiciler tarafından üretilen atıklara kadar birçok süreçte çevreyi olumsuz etkiliyor. Doç. Dr. Göktürk Avşar, kozmetik ürünlerin içeriğindeki ağır metaller başta olmak üzere bazı maddelerin kullanımı sonucunda deniz canlılarının, faydalı deniz bakterilerinin ve alglerin önemli ölçüde zarar gördüğünü söylüyor.

AA‘dan Biriz Özbakır‘ın aktardığına göre; Doç. Dr. Göktürk Avşar, bu ürünlerin çevreye verdiği zararların farkında olarak tercih edilmesi ve çevre sağlığı açısından daha dikkatli tüketilmesi gerektiğini belirtiyor.

Özellikle durulanabilir kozmetik ürünlerinin kullanımı sonucunda bazı bileşiklerin deniz canlılarına, faydalı deniz bakterilerine ve alglere önemli ölçüde zarar verdiğini ve ekosistemi değiştirdiğini vurgulayan Avşar, “Gelecek nesillere sürdürülebilir bir gelecek bırakmak istiyorsak çevremizi düşünmek zorundayız. Kozmetik ürünlerde kullanımı sınırlandırmakta fayda var” dedi.

 Kozmetik ürünlerde hayvan deneyleri hakkında temel bilgiler

Ağır metallere dikkat

Çevre ve insan sağlığı açısından dikkat edilmesi gereken en zararlı maddelerin başında ağır metallerin geldiğine dikkati çeken Avşar, şöyle devam etti:

“Ağır metaller, insanlarda kanser gibi hastalıklara neden olmalarının yanında bitkiler için de oldukça zararlıdır. Toksik etkiye sahip olmaları nedeniyle bitkilerde su alımı, fotosentez, enzim aktivitesi, çimlenme, protein sentezi, membran stabilitesi, hormonal denge gibi birçok fizyolojik olayın bozulmasına neden olmaktadırlar. Ağır metallerin, başta karaciğer, böbrek ve bağırsak başta olmak üzere kalp ve beyne çok büyük zararları vardır. Özellikle kurşun, organlarda hasara neden olur.”

Kozmetikte kurşun, civa, kadmiyum ve arsenik sınırları…

Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu‘nun yayımladığı ‘Kozmetik Ürünlerde Ağır Metal Safsızlıklarına İlişkin Kılavuz’da, insan sağlığı açısından kozmetik ürünlerde bulunabilecek ağır metaller için belirlediği limit değerlerinin, civa için 1 ppm (milyonda bir birim), kurşun için 20 ppm, kadmiyum ve arsenik için 5 ppm düzeyinde olduğunu bildiren Avşar, kullanım süresine ve kullanıldığı bölgeye göre bu limitlerinin değişkenlik gösterebildiğini aktardı.

En çok kullanılan kozmetik ürünlerden olan rujların içeriğinde kurşun ve cıva gibi ağır metallere rastlanabildiğini anlatan Avşar, “Yapılan bazı çalışmalarda özellikle dudak bölgesi ürünlerinde 0,026 ile 7,19 ppm düzeyinde kurşun olduğu tespit edilmiştir. Ortalama kurşun seviyesi 1,09 ppm olarak değerlendirmeye alınmıştır. Göz farı, vücut losyonu, maskara, fondöten, pudra allık ve benzer birçok üründe kurşun seviyesinin 0,0084 ile 14 ppm arasında değiştiği rapor edilmiştir. Özellikle ruj, dudaklara sürülen bir ürün olduğu için, içeriğindeki maddelerin istemeyerek de olsa yutulabilmesi durumunda toksik etkiye neden olabilir” dedi.

GMP belgesine sahip olmaları gerek

Genellikle üretim sırasında kullanılan makine ve ekipman ile kullanılan bazı içeriklerin temas etmesi sonucu civa, kurşun, kadmiyum ve arsenik gibi ağır metallerin ortaya çıktığı bilgisini paylaşan Avşar, ilaç ve kozmetik sektöründe faaliyet gösteren firmaların, üst düzey hijyen kurallarına uyarak üretim yaptıklarını gösteren GMP (Good Manufacturing Practices / İyi Üretim Uygulamaları) belgesine sahip olmaları gerektiğini kaydetti.

‘Hawaii’de oksibenzon içeren kremlerin satışı yasak’

Ağır metaller dışında, kozmetik ürünlerde çok tartışılan bir diğer bileşiğin oksibenzon olduğuna değinen Avşar, şu değerlendirmelerde bulundu:

Reproductive Toxicology Dergisi‘nde yayımlanan bir çalışmada oksibenzonun çok uzun süreli ve sık kullanımında, anne karnındaki bebeklerin bağırsaklarının sonundaki sinir hücrelerinin eksik olduğu tespit edilmiş, bu nedenle bağırsak tıkanmaları gibi ölümcül sorunlara neden olabileceği bildirilmiştir. Oksibenzon, çevre sağlığı açısından da tehlike yaratabiliyor. Hawaii’de mercan kayalıklarında DNA hasarına neden olduğu gerekçesiyle oksibenzon içeren kremlerin satışı yasaklanmıştır. Özellikle oksibenzon içeren durulanabilen kozmetik ürünlerin, denizlerde mercan resiflerinin yaşamına ve gelişimine zarar verdiği söylenmektedir.”

Güneş kreminde oktinoksat

İyi bir ultraviyole emici olsa da güneş kremlerinde kullanımı tartışmalı olan oktinoksat maddesinin denizlere kadar ulaşması sonucunda resiflerin zarar gördüğünün altını çizen Avşar, bunun önüne geçebilmek için mineral bazlı kremlerin tercih edilmesi tavsiyesinde bulundu.

‘Kloroflorokarbon gazları asit yağmurlarına neden olabiliyor’

Krem, şampuan, saç şekillendiriciler, vücut losyonları gibi kozmetik ürünlerde pürüzsüzlük, homojenlik ve ferahlatıcı etkisi nedeniyle kullanılan siloksanların tüm türevlerinin Avrupa Kimyasallar Ajansı (ECHA) tarafından yasaklandığını hatırlatan Avşar, “Siloksanların hormonları bozduğu ve karaciğere zarar verdiği, aynı zamanda ekosisteme çok büyük zararlar verdiği biliniyor. Uzun vadede öngörülemez ve geri döndürülemez etkilere neden olabileceği için çevre sağlığı açısından yasaklanmıştır” dedi.

Avşar, kozmetik ve kişisel bakım ürünlerinde kullanılan diğer zararlı maddelerin çevreye etkisiyle ilgili şu bilgileri verdi:

“Diş macunlarının, kozmetik ürünlerin, sabunların ve deodorantların içinde yaygın olarak bulunan ve antibakteriyel bir bileşik olan triklosan, suya karıştığında deniz florasında önemli değişikliklere yol açıyor. Kozmetik ürünlerde kullanılan özellikle uzun zincirli parabenler de parçalanmaları nedeniyle suya karıştığında ekolojik açıdan tüm canlıları olumsuz etkileyebiliyor. Deodorant, parfüm gibi ürünlerde itici gaz olarak kullanılan bir diğer zararlı madde kloroflorokarbon gazları. İnsan sağlığına zararının yanında en önemlisi, atmosferde bulunan ozon tabakasındaki ozon molekülüne radikalik klorla gidip bağlanarak daha sonra asidik bir forma dönüp asit yağmurlarına neden oluyor. Hem çevre hem insan sağlığına çok büyük zararları olduğu için yasaklanmıştır.”

Bazı kozmetik ürünleri evdeki doğal ürünlerle yapmak mümkün

Hem çevreyi hem de insan sağlığını tehdit eden kimyasal içerikli kozmetik ürünler yerine 10-15 gün içinde tüketmek koşuluyla evde hazırlanabilecek pratik bir krem tarifi de veren Avşar, krem yapımını şöyle anlattı:

“Bir çorba kaşığı pirinç 50 mililitre suda bir gece bekletilir. Daha sonra blender ile öğütülür, süzülür. Keten tohumundan bir çorba kaşığı alınır 100 mililitre suda kısık ateşte 5-7 dakika kaynatılır, soğutulur. Jölemsi bir kıvam alır. Keten tohumu suyundan ve süzülmüş pirinç suyundan da üç çorba kaşığı alınıp karıştırılır. Üzerine 2 çorba kaşığı aloe vera jeli ve 10-15 damla çay ağacı yağı eklenir. Sonra üzerine ister üç kapsül E vitamini, isterseniz kenevir tohumu yağı eklenir. Kavanozlara koyup dolapta saklanır.”

Avşar, büyük bir cezveye elma ve limonu ince ince çekirdekleriyle birlikte doğrayıp 10 dakika kısık ateşte kaynattıktan sonra içine çubuk tarçın koyup, soğutup şişeye doldurarak buzdolabında korumak koşuluyla 10-15 gün süreyle kullanılabilecek bir tonik tarifi de verdi.