Ana Sayfa Blog Sayfa 5462

Olay Felsefesi ve İklim Değişikliği

 Felsefe neresinden bakarsak bakalım düşünmektir. Yöntemli, sistematik ve bilincin derinlikleri ile temas halinde düşünmektir. Descartes’in Meditations kavramının karşılığı olan tefekkür bu tür düşünme edimini içerir.

Türk Öykücülüğünde Aykırı Bir Çığır:

Kırık Dökük Adamlar

Kırık Dökük Adamlar

Bizim hanım olsa atlardı hemen “O zamanlar tadı vardı her şeyin” diye ama o kadar basit değil. Şimdi ne kadar karmaşık, ne kadar birbirine girmişse her şey, o zamanda göksüz bir çöl gibi sadeydi yaşam. Öyle sadeydi ki bazen birbirimize besleyecek kin bulamazdık. Birine gönül düşürsek gönlünü edeceğimiz iki kelam gelmezdi dilimize. Şimdiki gençler âşık olmayı bile öğrendiler ki bu yüzden aşk romanları artık yazılmaz, yazılsa da satılmaz oldu.

Genç Türk yazarların öykü üretkenliği konusundaki azimlerini bütün imkanlarıyla sergiledikleri son yıllar edebiyatımız için umut veriyor. Çünkü öykü Türk yazarların geneli için mutlak bir türden ziyade, başta roman olmak üzere diğer türlere geçişin bir ilk adımı olarak algılanır ve önümüzdeki öykü bolluğu diğer türler açısından da Türk edebiyatının ileride canlı bir tartışma arenası olacağını gösteriyor.

Özkan Şahin’in “Kırık Dökük Adamlar” adlı öykü kitabını akademisyen bir arkadaşımın tavsiyesi ile edindim ki bahsini ettiğim bolluk içerisinde yeni çıkanların sürekli takibi de ayrı bir mesele. Kırık Dökük Adamlar on öyküden oluşan büyük hacimli sayılmayacak bir kitap. Lakin toplumsal apolitizasyonun had safhada olduğu ve edebiyatımızın son yıllarda tehlike sinyalleri verdiği konu çeşitliliği ve dil hususiyetleri üzerinde takdire değer bir ustalığın sergilendiği kitapta, eğer öykülerin ilerleyişindeki alışılmadık hızı saymazsak kurgu konusunda da bariz bir ustalıkla karşılaşıyoruz.

Muhteva kaynağını bizatihi toplumun kendisinden almış ama kahramanların öyküler içerisinde açığa çıkan elitist tavırları, Türkiyeli farkında adamların, toplumun basit kesimleri ile olan ilişkilerindeki düzeye dair bir vurgu ve bu vurgu hemen hemen bütün öykülerde kendini hissettiriyor.

Öykülere gelirsek; benim kitaptaki gözde öyküm kitaba ismini veren “Kırık Dökük Adamlar” adlı öykü oldu. Öykü de her bir kahramanın gündelik duyarlılığının okuyucuya veriliş usulü ve terörün, politik şiddetin mal olacağı acının en başta yaşam derdine düşmüş sakil yığınların başına bela olacağı, hayranlık uyandıracak ve edebiyatımızda daha önce rastlamadığımız bir usulle sunuluyordu. Apolitizasyonun doğurduğu yabancılığın ve ana sorunlara uzaklığın, burjuva ideolojisinin baskın argümanlarının edebiyatımızı işgal ettiği bir süreçte terör ile gündeliğin ilişkisinin yansıtılması bir okur olarak gözümde farkında olunması gereken bir çığır olarak belirdi. “Çevirmen” adlı öyküdeki o hepimizin aşina olduğu şaşkın, tutunamayan, iki arada bir derede kalmış Türk okumuşunun para ile olan ilişkisinin kendisini düşürdüğü hale dair aykırı bir tasvirdi.

Kitap tartışıldıkça öyküler hakkında çok şey söylenecek elbette ama; kitaptaki “Cemal” adlı öykü Türk edebiyatı var oldukça tartışılacağa benziyor. Açık söylemem gerekirse bir Yusuf Atılgan hayranı olan şahsımı böylesi bir öykü ile karşılaşmak üzdü. Öykü, ne kadar Yusuf Atılgan ve mirasına ithaf edilmiş olsa da ben öyküyü Aylak Adam’ın mahremiyetine dair bir saygısızlık olarak algıladım. Öykü dikkat çeken bir zekanın ürünü ve alışılmadık bir şekilde, bir kahramanın yazarını anlattığı bir öykü olsa da, Aylak Adam gibi dahiyane bir eserin sınırları irdelenmemeli ve Yusuf Atılgan’ın bilerek bıraktığı boşlukların içi doldurulmamalıydı. Öykü üzerine konuştuğum arkadaşlarımın çoğunluğu benimle aynı fikirde olmasa da, yeni eserlerini beklediğim yazarın “Cemal” adlı öyküsünün genç yazarlara örnek olmasını dilemiyorum.

Son olarak “Türbe” adlı öyküye değinme ihtiyacı duyuyorum. Eğer şimdiye kadar okuduğum öyküler arasında bir sıralama yapmam gerekirse “Türbe” mutlaka şahsi listemin ilk ellisine girecektir. Özellikle seküler bir dünya görüşüne sahip olduğunu düşündüğüm yazarın İslam ve tasavvuf temelli öyküsü, İhsan Oktay Anar romanlarının insanı farklı boyutlara götüren o masallarını andırıyor. Yaşarken basit bir sütçü olan kahramanın, öldüğünde mezarının bol ziyaretçili bir türbe haline gelişini anlattığı öykü, fantastizmi, sosyal duyarlılıkla birleştirmiş, ilginç, defalarca okunası bir öykü.

“Kırık Dökük Adamlar” zamanla radikal duruşunu geniş kitlelere kabul ettirecektir. Özellikle genç yazarların, yazma serüvenlerine yön verecek birçok unsurla dolu bu kitap zengin etkileşimlerini açığa vuran üslupları ve dağınık muhtevaların uyumla dikkate değer bir ruh haline geldiği bu kitapla aradıklarına dair çok şey bulacaklardır.

Hakan Gerçek

101 çocuğa 466 sene

Aslında son dönem yazamadığım evredeydim. Hiçbiryere, hiçbir biçimde yazmamışım. Ceylanı yazamadım, çünkü ne zaman başlasam sözcükler yetmedi, tümceler beni aştı.

Güler Zere ölüyor, beynim uyuşuyor ve susmalara sığınıyorum yetmiyor gücüm diye bağırmak geçerken içimden yazmalar kifayetsiz. Sadece çevreci olmak istemiyorum artık. Ses olmak ve bunca acıya daha fazlasını yapmam lazım, yazmak yetmiyor.

Ve daha birçok şeyi yazamadım ama sorumluluklar ve Mehmet’in mailinin içeriği bunu yazmaya itti beni. Ses ver diyordu inadına

Çocuklar için Adalet Çağrıcılarından Mehmet ATAK bu satırlara başlamadan az evvel bu başlıkla  bir mail atmıştı grubumuza.

5820 lere varan bir sayımız var ve adanada davadan bu sonuç çıkıyor.

Türkiye ‘de, değişik kentlerde taş atan çocuklara verilen cezalar mevcut. Yaşları onbir ile 16 arasında değişiyor. Diyarbakırda, Bursa’da , Adana’da davalar devam ediyor. Buna ilişkin, çocuklar için adalet çağrıcıları ısrarlı mücadelerini sürdürüyor.Her ayın ilk haftası mutlaka bir etkinlik yapılıyor. Ayrıca Meclise gidip içlerinden bir heyet görüşmeler yaptı ve cumhurbaşkanı ile de görüşme talepleri şu ana dek yanıtlanamadı. En son bu hafta cezaevindeki çocukların anneleri meclise çıkıp taleplerini ilettiler ve açıkçası çok iyimser değiller.

Orada bir  yerlerde nedeni ne olursa olsun çocuklar var, hani daha çocuklar, kızım gibi, ceylan gibi.

Mehmet demişki : çocuklar için herkesin yapabileceği birşeyler var

Evet var : örneğin www.cocuklaraadalet.com sitesine girip bir imza verebilirsiniz.

İlk burdan başlayabilirsiniz.

Kendi yaşadığınız yerlerde imza toplayıp kitleleri bilinçlendirebilir sonra çiaç grubundan Mehmet Atak’la iletişime geçebilirsiniz.

Kendi insiyatifinizle eylemler başlatırsınız hatta öyle eylemler olur ki, esefle kıskanırız.

Etkinliklere gelebilirsiniz. Bunun duyurusunu yapabilirsiniz.

Cem Garioğlunun 6.5 yıl ceza alacağı bir sistemde çocukça atılan taş çok ses veriyor bu ülkede ve giderek ruhsuzlaşıyoruz. Duyarsızlaşıyoruz. Bencilleşiyoruz. Faydacı ve hesapçı yaklaşıyoruz. Gülüşlerimiz sahte veya donuk. Sevgisizlik diz boyu. Ama unutmamak lazım, adalet birgün hepimize lazım olacak.

Çocuklar dünyanın neresinde olursa olsun çocuktur. Ve büyümez ölü çocuklar biliriz. Biliriz çocukların dini ve ırkı yoktur. Çocuklar kürt-alevi-çingene doğup doğamayacağını seçemez.

Çocuklar masumdur ve seçme şansları yoktur. Hangimiz taş atmadık bilinmez. Doğudaki çocukların çoğunun bebeği bile yoktur. Düşleri vardır.Bir de bazen kıytırık sopaları ve insan sıcağı gülüşleri. Nerden mi biliyorum ?, 1990 savaşında tam da o bölgede gönüllü çalışan bir mühendisdim.Yokluğu,

yoksulluğu bilirim, soyadları garip olmadığı için tüm suçun onların olduğunu da.

Vee  şimdi diyorum ki , Şanar belki bişeyler yapar, Mehmet  O’na da ses ver demişti : çocuklar için herkesin yapabileceği birşeyler var.

Umuda giden yolların tükenmemesi için hemen şimdi.

Ceylan İçin “İnsan”lık Zinciri

Ceylan İçin “İnsan”lık Zinciri

Gizem Ertürk

Dün akşam, Diyarbakır’ın Lice ilçesinin Şenlik köyü, Paşaciya mezrasında militarizmin son çocuk kurbanı olan Ceylan için sokaktaydık… Katillerden hesap sorulması için sokaktaydık. Ceylan’ın ölümünün, diğer çocukların katliamları gibi üzerinin örtülmemesi için sokaktaydık… Sahte raporlara, samimiyetsiz açıklamalara inanmadığımızı göstermek için sokaktaydık… Artık sabrımızı kalmadığını göstermek için sokaktaydık…

Basın açıklamasını Ceylan Önkol İnisiyatifi adına okuyan Av. Eren Keskin; Ülkede süren savaşta, birçok çocuğun mayınlarla parçalanarak, bombalara maruz kalarak ve çatışmalarda öldürüldüğünü, bazı çocukların gazete satarken katledildiğini belirten Keskin,  açıklamasında “Bizler ve bizim gibiler yıllarca sokaklara çıktık, bağırdık, haykırdık. Bugün bir kez daha bir çocuk ölümü ile acılar içindeyiz. 28 Eylül 2009 günü Lice’nin Şenlik Köyü Xambaz mezrasında evinin 200 metre ötesinde koyunları otlatırken 12 yaşındaki Ceylan Önkol, kendisine ateş edilmesi sonucunda yaşamını yitirdi. İHD’nin oluşturduğu heyet bölgeye gitti. Ve olayı tanıklarla konuşarak yerinde tespit etti. Olayın ardından, her savaş acısı karşısında aynı umursamaz tavrı gösteren Genelkurmay yetkilileri, Ceylan’ın ölümünün ardında yatan gerçekleri gizlemeye çalıştılar. Ve Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne imza atmış bir devletin Başbakanı, komşu coğrafyada öldürülen çocuklar için gösterdiği tavrı, Ceylan için çok gördü. Ancak bu kez olmayacak! Biz susmayacağız!” dedi.

Basın açıklamasının ardından, geçtiğimiz günlerde Lice’ye giderek Ceylan Önkol’un ailesini ziyaret eden sanatçılardan olan İlkay Akaya ve Yasemin Göksü “Gezme Ceylan Bu Dağlarda” türküsünü kalabalık ile hep bir ağızdan okurken duygu dolu anlar yaşandı.

Türkünün ardından Galatasaray’dan tünele doğru insanlık zinciri oluşturuldu. Binlerce insan ele ele tutuşarak Türk, Kürt, Ermeni Halklar Kardeştir diye haykırarak militarizmi ve faşizmi lanetledik.

“Kürdistan Faşizme Mezar Olacak, Kürdistan’da Savaşan Çocuklara Bin Selam, Ceylan’ın Hesabı Sorulacak, Yaşasın Halkların Kardeşliği / Biji Bratiya Gelan, Ölümlere Dur De, Ölüm Değil Çözüm, Katil Devlet Hesap Verecek, Ceylan’ın Katili Ergenokan Devleti, Hepimiz Kürdüz Hepimiz DTP’liyiz, Kürdistanlı Çocuklar Yalnız Değildir” sloganlarıyla, alkışlar ve düdükler eşliğinde Taksim Meydanı’na doğru yürüyüşe geçildi. Yürüyüş Taksim Meydanı’nda yapılan açıklama ile sona erdi.

Uğur Kaymaz, Xezal Berü, Mizgin Özbek, Rozerin Aksu, Hogır… Şimdi de Ceylan Özkol bu ülkenin ölü çocukları… Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne imza atmış bir devlet çocuklarını acımasızca katlederken ülkede yaşamanın utancını taşıyan insanlar ses çıkarıyor… Ölü çocuklarımız toprakların altına gizlenemeyecek kadar fazlalar… Onları görmezden gelemezsiniz… Ceylan’ın o güzel, kocaman gözlerinde kaçamazsınız… Ceylan’ın dosyasının birbirinden komik gerekçelere –kızcağızın intihar ettiği bile söylendi- kapanmasına, katillerinin aklanmasına izin vermemeliyiz. Vicdanı olan herkesi bu insanlık suçuna karşı koymaya, peşini bırakmamaya çağırıyoruz.

Yasemin Göksu'nun Kaleminden "Ceylan'ı Ziyaret"

jDün bizim için, tek kelime ile “ağır ve travmatik” bir gün oldu.

Gazeteden, tv den takip etmekle, orada, o insanlarla yan yana olmak, Ceylân’ın kısacık ömrünü geçirdiği köyünü görmek, evine girmek..

Tüm gazetelerde yayınlanan o, kocaman gözlü fotoğrafını, evinin duvarında görmek…

Anne Saliha hanım’ın elini tutup, gözünün acısına bakabilmek.. .

Bizi sanki, olayın tamamını aydınlatıp, “kızınızın katili “filanca kişidir, tarafımızdan şu kadar ceza verilmiştir” diyecekmişiz gibi, gözlerinde tarifsiz bir umut ve minnetle karşılayıp, çaresizce dertlerini anlatmaya çalışan aileye ve köylülere, beklentilerini karşılayacak bir söz verememek… ama biz bu kadar az değiliz, size pek çok insanın desteğini getirdik, bu işin peşini bırakmayacağız diyebilmek.. .

Devletin, baskıcı, ayrımcı, adaletsiz, şiddet dolu, acımasız varlığını ve dilini ve de yöntemlerini, birinci ağızlardan dinlemek…

Doğrusu, fazlasıyla dirayet gerektiren bir durumdu.

Fotoğraflardan göreceğiniz üzre, dağ başında, ama üç tarafındaki karakollar tarafından, Ceylân’ın vurulduğu yer de dahil, çok geniş bir görünüş alanı olan, küçücük bir köy. Annenin, ailenin, köylünün kederini tarif etmek imkânsız. Öfkelerini şiddete dönüştürmek için bileylemiyorlar. Öfkeleri, çaresizliklerinin içine gömülmüş duruyor. Çünkü açığa çıkarttıkları anda, devletin soğuk ve acımasız şiddetine olanca sertliğiyle çarpacaklarından hiç kuşkuları yok. Yani isyan edemiyorlar, sadece çaresiz bir destek umudu, çözüm beklentisi içinde çırpınıyorlar.

Savcı, olay yerine gelmediği gibi, aradan geçen onca zaman sonra, beyefendi görme zahmetine katlandığında, bir de hizmette kusur bulmuş. Kardeşinin parçalarını annesinden alıp, incelenmesi için “yetkililere” götüren ağabeye, “neden kardeşinin parçalarının yapıştığı dallardan biraz daha kırıp getirmedin, niye kanın döküldüğü toprak bu kadar az gelmiş buraya” gibi, saldırı ve azarlarla, görevini tam yapmasını engelleyen bazı hainlere haddini bildirmiş. Ayrıca, s…git buradan o…..çocuğu, hepininz teröristsiniz, seni içeri atarım görürsün ……. gibi methiyelerle, kendilerini uğurlamış.

Ceylân’ın patlama sırasında bulunduğu yer ve gitmek için kullandığı yol, tüm köylünün 8 senedir kullandığı bir güzergâh olup, orada daha önceden böyle bir bomba, memi vs olmasının imkânsız olduğunu, PKK nin ulaşma imkânı olmadığını, ama yine de PKK ise yetkililerin bunu gerçekten ortaya çıkarıp, cezalandırması nı istediklerini, Ceylân’ın, fotoğraf çekildiği vakit henüz sekiz yaşında, ama olay sırasında, nüfus cüzdanındaki tarihten iki yaş büyük, yani 14 yaşında olduğunu,  ayrıca da okulda sürekli takdir alan, kuranı su gibi defalarca hatim etmiş çok zeki bir çocuk olarak, yerde bulduğu herhangi bir yabancı cisme, elindeki sert bir şeyle asla vurmayacak kadar bilinçli bir kız olduğunu ve yöredeki hiç bir çocuğun da kazayla, görmeden bir şeyin üzerine basmak olasılığı dışında böyle bir davranışta asla bulunmayacağını…

Hadi her türlü olasılığı göz önünde bulundursalar da, Ceylân’ın, patlayıcıya vurması halinde, ellerinin, yüzünün ve elindeki tahranın parçalanacağını, oysa sadece gövdesinin ortasının parçalandığını, söylüyorlar, bunları zaten biliyorsunuz. Baştan 3. fotoğrafta, abisinin elinde tuttuğu tahranın sapındaki eziği açıkça görebilirsiniz. Tahrayı, güvenli olsun diye, kolu hafif kıvırarak, bıçak kısmı dirseğin iç kısmına dayalı, sapı aşağıya karın kısmına gelecek şekilde taşırlarmış. İşte zaten aletin sapındaki eğrilik de direkt karnına nişan alındığını ispatlıyor.

Bu arada biz köyden dönerken çok önemli bir ayrıntının farkına vardık. Coğrafyanın kuraklığı ve çıplaklığı nedeniyle, güneş öğleye kadar yatay olarak vurduğu noktada öylesine sert yansıyorduki, metal türevi olan uzaktaki küçücük şeyler bile, bu ışınlardan dolayı kocaman parlıyordu. Ceylân 11.30 civarında vurulmuş. Baktığımızda gördüğümüz şey şuydu, büyük ihtimalle, Ceylânın kolundan karnına doğru inen metal tahradan, güneşin karşıdan yatay olarak vurmasıyla yansıyan ışık, tam karşıda tepedeki karakollardan birine silah gibi görünmüş olabilir. Bu da yazılmıştı gazetelerin birinde ama görünce insan daha iyi anlıyor. Yani, eğer böyleyse, korku ve ani tepki, bir masumu yok etti demektir.

Mezarı, evlerinin karşısındaki dik bir tepenin üzerinde… Benim inerken zorlandığımı ve geride kaldığımı görünce, dönüp, bildiği birkaç kelimelik türkçesiyle, “ben yanında” dedi bana ve sıkıca tutup, aşağıya kadar indirdi beni gördüğünüz gibi. İnmekte güçlük çektiğimden değil, bir anne olarak, başına gelen bu onulmaz yangında kavrulurken bir şey yapamamaktan,
öylesine utandım, öylesine yerin dibine geçtimki, bunu, sahip olduğum kelime dağarcığımla tanımlayabilmem imkânsız.

Köye giderken, Diyarbakır’da, fotoğrafta gördüğünüz tahta levhayı kestirip, üzerine, Ceylân için yüreğimizin parçalandığını anlatan, CEYLANA ME, DİLé ME, PERÇE PERÇE cümlesini yazdırdık. Fidanlar ve köklü çiçekler ektik mezarına.En son, İlkay’la birlikte, hayatımızın en zor anlarından birini yaşayarak, annesinin ve abisinin isteği üzerine, “Gezme ceylan bu dağlarda seni avlarlar” diye türkü çığırmaya çalıştık, yüreğimiz ağlarken…

Sonra, bizim için hazırladıkları ve yemezsek çok kırılacakları yemekleri yemeye çalıştık, yine, yüreğimiz ağlarken…

Vurulduğu yeri göremedik… Orada bir anıt inşa etme şansımız olur mu bilemem. Ama belki köylerine olabilir. Bence, bugüne dek, bu savaşın kurbanı olmuş yüzlerce çocuğun ismi de olmalı üstünde. Barış için sanat..girişimine sunacağım bunu.

Mutlak, kurulacak küçük ekipler halinde, sık aralıklarla oraya gidilmeli… Konunun takipçisi olunmalı… Biz bir suç duyurusunda bulunacağız savcı için, bu desteklenmeli. .. Yarınki yürüyüşte, bu çocuğa, dolayısile, bugüne dek yitenlere sahip çıkılmalı… MALI, MALI, MALI…

Kendimizi, kendimize affettirmenin başka bir yolunu bilmiyorum ben…

Yasemin Göksu

abcdefgh

Sanal Aktivistin Alet Çantası – Blog hizmetleri

Yakında hazırlıklarını tamamlayacağım “Sanal Aktivist Eğitimi” için hazırladığım notlarımı burada sizlerle paylaşacağım. Bugünkü konumuz ise ücretsiz blog hizmetleri.

Ne Kürt Ölsün Artık Ne De Türk!

Roda Uyanık

‘O zaten büyüdüğünde terörist olacaktı, iyi ki öldü…’

Bu ve buna benzer insanlık dışı yorumlara birçok haber sitesinde rastladığım için bu cümle etrafında çevireyim istedim esas can yakan meseleyi. Geçen gün Şırnak’ın Cizre ilçesinde 18 aylık bir bebek annesinin kucağında başına isabet eden gaz bombası ile ağır şekilde yaralandı, hâlâ yoğun bakımda. Valilik yaptığı açıklamada, bebeğin başına isabet edenin bomba değil taş olduğunu söyledi (!) . Diyarbakır’ın Lice ilçesinde de karnından vurulan Ceylan Önkol’un raporu tamamlanıp açıklandı. Meğer o güzel gözlü Ceylan’ın canı sıkılmış da elindeki tahta parçasıyla cinsi tespit edilemeyen bir bomba atarla oynamış. O kadar çok kurcalamış ki bomba patlayıvermiş ve Ceylan’ın eli değil karnı parçalanmış. Ne ilginç değil mi? Eli sağlam ama karnı parça parça… Yani Ceylan kendinin katili(!) açıklanan rapora göre.  Oysa Ceylan’ın ağabeyi diyor ki; ‘her taraf karakol, kardeşimin elindeki tahta parçasını silah sanmışlar, onu terörist sanmışlar’

Bunun üzerine hiçbir şey söylemeyeceğim…

Benim içimin kandan şelalesi akmaya devam ederken, Ceylan’ın annesi Kürtçe yaktığı ağıtın arasına öyle bir aman katıyor ki…

‘ Kızım savcı olmak istiyordu. Savcılardan, yetkililerden rica ediyorum (hâlâ rica ediyor), bu olayı çözsünler. Benim Ceylanımın bağırsakları dışarı çıkmıştı. Doğruyu söylesinler. Yeter artık! Benim kızım öldü başkaları ölmesin. Bu savaşı bitirin! Ne Kürt ölsün artık ne de Türk! Biz kardeşçe yaşayalım! Benim ciğerim yandı, başka kimsenin yanmasın, bu son olsun!’

Bu ağıt ve barış isteği ne kadar etkiledi okuyanları? Ya savaşta ısrar edenleri? Ya bu Kürt çocuklarının ölümüne sevinen faşistleri?

Hangi anne çocuğunun ölü parçalarını toplayıp gömdükten sonra Barış gelsin artık kimse ölmesin diyebilir? Biz bu anneyi dinlerken bile isyan ederken, yüreğimiz katran yeri kabullenemezken…

O zaten büyüdüğün de terörist olacaktı, iyi ki öldü’ sevincine karşılık bir annenin ağıt yakarken barış istemesi ne dayanılmaz bir acı!

Bu vahşete seyirci kalan utanmazlar, bu vahşete sevinen her yerde cirit atan insan kılığında ki şeytanlar!

Sizin varlığınız Saliha Önkol’un zerre kadar umurunda değil. O, başındaki ak tülbendin üzerinde alnını bağladığı siyah yazma içinde tutuyor yasını. O, yüreğinin nefessiz, Ceylansız bırakılmış odalarında yaşamaya çalışırken barış gelsin artık, yeter! Diyebiliyor. Ve ondaki bu yürekliliğin milyon da birine bile sahip değilsiniz siz.

Ve gelinen son nokta: Bu acı Barış çığlığına rağmen it ürür kervan yürür hâlâ…

Yeşiller Barıştan Yana

Türkiye Ermenistan ilişkilerinin normalleşmesine ilişkin protokollerin 10agrı1 Ekim’de imzalanması barıştan yana olan herkesi sevindirdi. Zaten her iki ülke halkları için de bedeli ödenemez acılara neden olan neredeyse bir asırlık geçmişi olan bu sorunun barış ve diyalog yoluyla çözümünden başka da seçenek yoktu.

Dostluk Açılımı

turkiye-ermeistanİki, iki buçuk yıl önce çok yakın bir arkadaşımla konuşmamaya başlamıştım. Bir ara her yediğimiz içtiğimiz aynı giden bu dostumla aramızdaki sorunları çözememiş,

Şehirleşmenin Getirdiği Enerji Sorunları ve Sağlık

Enver Gülşen

Şehirleşmenin gün geçtikçe artması ve teknoloji kullanımının yaygınlaşmasıyla birlikte, özellikle büyük ilçe ve illerde enerjinin üretim ve dağıtımı ile ilgili sorunlar kendini göstermeye başladı.