Ana Sayfa Blog Sayfa 5268

Dwight’ın sayıları Hido’nun asistleri

0

12 maçla devam eden NBA’de, milli basketbolcumuz Hidayet Türkoğlu’nun formasını giydiği Orlando Magic, sahasında Oklahoma City Thunder’ı konuk etti. Howard’ın 40 sayı 15 ribaundla double double yaptığı maçta, Hido da 10 asistle parladı.

Amway Center’da oynanan maçta Orlando Magic, Oklahoma City Thunder’ı konuk etti. Thunder karşısında süper yıldızı Dwight Howard ile coşan Magic, 19 bin 11 taraftarı önünde 2 saat 31 dakika süren mücadele sonunda salondan 111-88 galip ayrıldı.

HOWARD TUTULMUYOR
All-Star hafta sonunda verilen aradan beri ilk maçını kazanan Magic, Howard’ın 40 sayı 15 ribaundluk performansıyla kendine gelirken, Jason Richardson 17, J.J. Redick, 16 ve Jameer Nelson da 14 sayıyla maçı tamamladı.

HİDO’DAN 10 ASİST
Maça ilk beşte başlayan ve 38 dakika süre alan Hidayet Türkoğlu, verdiği paslarla galibiyete önemli bir katkı yaparken, milli basketbolcumuz 10 asist, 7 sayı, 4 ribaund, 1 top çalmayla maçı tamamladı.

KEVIN DURANT YETMEDİ
Thunder’ın en skorer ismi ise Kevin Durant oldu. Durant 23 sayı 16 ribaundla maçı tamamladı. Russell Westbrook 18 sayı, James Harden 16 ve Daequan Cook da 15 sayıyla takımına destek verdi.

Orlando, pazar günü Charlotte’ı konuk edecek ve ardından Doğu’nun en iyi takımlarından Miami ve Chicago ile karşılaşacak.

Oklahoma City, Orlando karşısında 11 oyuncusunu kadroya alırken bunlardan 10’u süre aldı ve takıma yeni katılan Kendrick Perkins, Nate Robinson ve Nazr Mohammed şans almadı.

HOWARD’DAN 47. DOUBLE-DOUBLE
Orlando Magic’in galibiyetinde başrol oynayan ve maçın en skorer ismi olan Howard, peş peşe 4’üncü maçında en az 30 sayı kaydederken bu sezon 47’inci kez double-double yaptı.

NBA’DE GÜNÜN SONUÇLARI
Phoenix 110
Toronto 92
Sacramento 98 Charlotte 110
Detroit 94 Philadelphia 110
Utah 95
Indiana 84
Washington 113 Miami 121
New York 109 Cleveland 115
New Orleans 95
Minnesota 81
Oklahoma City 88 Orlando 111
New Jersey 96 San Antonio 106
Denver 106 Portland 107
Atlanta 95 Golden State 79
LA Clippers 95 LA Lakers 108

İkiz kardeşin sinsi mi sinsi planı

Ruhani değerler ve dini inançlar iyidir, güzeldir, saygı ve sevgi duyulasıdır.

Ve ama insanların din adına birbirini öldürmesi, ötekileştirmesi, baskılaması kötüdür; karşı çıkılası ve reddedilesidir.

Vatanı sevmek, üzerindeki canlılara, kültürlere, doğasına, geçmiş ve geleceğine sahip çıkmak iyidir, güzeldir, saygı ve sevgi duyulasıdır.

Ve ama milliyetçilik, ırkçılık ve bayrak adına insan öldürmek, ayrımcılık yapmak, düşman yaratmak kötüdür; görüldüğü yerde karşı çıkılıp reddedilesi, insanlık onuru adına “DUR!” denilesidir.

Ve bütün bu zıtlıkların arasında kimilerimize tüm gücüyle parlayan, kimilerimize ise hepten görünmez olan bir sırat köprüsü vardır.

Bir yanı cennettir hikayenin, bir yanı cehennem.

Çoğumuz da cennet için çabaladığımızı sanarken dünyadaki cehenneme kor taşırız kürek kürek, farkına bile varmadan.

***

Benim kendi çapımda bir teorim var : Şu dünyadaki en büyük, en tehlikeli, en zararlı kötülükler, bu dünyadaki en büyük, en saygı duyulası, en şahane güzellikleri çaktırmadan hançerleyip yerine geçmiş şeytani ikiz kardeşlerinden ibarettir. Güzel ve iyilerin arkasından sinsice yaklaşmış, onları boğazlayıvermişler. Elleri çabuk ya, giysilerini hemen kendi üzerlerine geçirmişler; ağızları iyi laf yapar ya, hiçbir şey olmamış gibi devam etmişler kelamlarına.

Çoğunluk farketmemiş bu cinayeti. Anlamamış eski ve tanıdık “iyi” sandıklarının aslında onu öldürüp tahtına oturmuş yeni “kötü” olduğunu. Bu değişimi farkedecek kadar şanslı, haykıracak kadar da cesur olanlar da alınlarına “hain” , “yabancı maşası” , “şaşkın melul” damgaları vurularak atılmış kenara.

Kötü, kötü olduğu gerçeğini, kötü olduğunu farkedip de haykıranları “kötü” diye damgalayarak saklamış iyi insanlardan.

Kötü ikiz kardeş, boğazlayıp yerine geçtiği iyi ikiz kardeşin kullandığı sözleri, sembolleri almış; zamanla ve acelesiz değiştirmiş. İyi ikiz kardeşin sevgi ve dayanışma ve hoşgörü ve beraberlik mesajlarının ambalajı aynı kalmış, içleriyse nefret ve çatışma ve “ya benim gibi yaşa ya da hiç yaşama” ve düşmanlıkla doldurulmuş.

***

Eğer durum bu değilse, gayet iyi niyetli görünen insanların milliyetçiliği dünyadaki en güzel ve doğal duygu sanmalarını nasıl açıklayabiliriz ki? Hadi onu açıkladık, aynı insanların milliyetçiliğe karşı olanları kötü niyetli vatan hainleri olarak görmelerini nasıl anlamlandıracağız?

İyi ikiz kardeşini öldürüp yerine geçen kötü ikiz kardeş ve kurmayları kötü ve cani ve gaddar, evet. Aradaki farkı görmeyen veya görmeye korkanlar ise sadece şanssız ve bahtsız.

Rachel Dink ‘in söylediği gibi, “Bir bebekten katil yaratanlar…” paçalarına yapışılması gerekenler. Katil olduğunun veya katilleri alkışladığının farkında olmayanlar değil. Doğru ve güzele hizmet ediyorum diye övünenler değil.

Karşı olduğun ve hatta tiksindiğin değer, söylem ve eylemleri sahiplenenlere ve onaylayanlara bir an bak. Her birinin birer insan olduğunu göreceksin; zayıflık, korku, ihtiyaç ve pişmanlıklarıyla birer insan.

Akşamları “bugün de ne güzel kötülükler yaptım be dünyaya, aferin bana” diye övünen var mıdır acaba? Varsa da hani bir elin parmaklarından fazla mıdır?

***

Buraya kadar yazılanlara kısmen bile olsa hak veriyorsan, iki çift lafım var sana.

Sen ki bu cinayetin, bu sinsi planın, bu kirli oyunun ayırdına varanlardansın. Öyle ya da böyle, o veya bu nedenle.

Bu farkındalık durumudur ki, büyük sorumluluk da yüklüyor omuzlarımıza. Toplumu değiştirecek olan bizleriz, toplumu değiştirmek isteyen bizleriz.

Ve tam da bu yüzden beceriksizlikliğimizi “insanlar aptal, toplum çürümüş” diye açıklayarak kendimizi kandırmaya hakkımız yok.

***

Şeytani kardeşin iyi ikizini boğazlayıp çaktırmadan yerine geçtiğini farketmeyenler, mevcut ideolojilerin iyi ve güzel olduğuna inanlar bu inançlarının bir sonucu ve gereği olarak da seni ve beni kötü niyetli, hain ya da aptal görüyorlar. Aynı senin ve benim onları gaddar, cani ve ahmak olarak gördüğümüz gibi.

Bu yüzden de senden ve benden karşılarına geçip “Yaptığın yanlış, nefret dolusun, şiddet topusun” dememizi bekliyorlar. Aynı bizim onlardan “Vatan hainisin, dış odakların maşasısın, kandırılmış bir saftoriksin” demelerini beklediğimiz gibi.

Ve sen ve ben, beklentilerini her seferinde karşılıyoruz. İşte bu yüzden yıllar ve yıllar geçiyor, aralarından 3-5’ini safına katabilirsek seviniyoruz.

Ve madem ki şeytani kardeşin uzun mu uzun yıllardır devam eden bu sinsi mi sinsi planına karşı herşeyden önce etik bir savaş açtık, kaybetmemize neden olacağı çok belli olan işleri büyük bir gayretle yapıp “Çok mücadele ettik ama olmuyor” deme lüksümüz de yok.

Biliyorum, karşındakinin korku ve ihtiyaçlarının en temeline inmeye çalışmak, onu gerçekten anlamaya çalışmak zor iş. Çok zor iş. Özellikle de haklı olduğuna emin olduğunda. Hele ki karşındaki aklına gelebilecek bütün ayrımcı ve nefret dolu söylemleri çatır çatır savunuyorken.

İşte o an, her zaman yaptığımız gibi, karşı tarafa bize göre süper anlamlı ve güçlü laflarla, söylemlerle cepheden saldırabiliriz. Yine bize ve belki tartışmayı izleyen bir kaç kişiye göre “kazanabilir”, iyice güçlenmiş bir egoyla ayrılabiliriz ortamdan.

Ve pek muhtemelen, bize göre fikren darmadağın ettiğimiz kişi “Tövbe, ben ne yanlış yoldaymışım meğer” diyip şeytani kardeşin sinsi mi sinsi putlarını teker teker kırmayacak, tam tersine iyice sarılacaktır onlara, ona göre kötü ve hainlerin zehirli sözlerinden bir sığınak olarak.

Şiddetsiz İletişim (Non-violent communication) teorisinin önerdiği ve daha bir çok iletişim tekniğinin desteklediği yaklaşımda ise karşındaki “sana göre kötü yoldaki kişinin” düşünce ve dertlerinin arkasındaki korku ve ihtiyaçları anlamaya çalışmak egonu şişirmeyecek, başka bir söz dalaşından daha zaferle çıkmanın o keskin tadını bırakmayacak damağında.

Ama pek muhtemelen işe yarayacak. Çünkü insanların temel ihtiyaçlarından biri de anlaşıldığı ve değer verildiğini hissetmek. Bu ihtiyaç karşılanmadığı sürece, özellikle politik ve ideolojik düzeydeki tartışma ve müzakereler sonuçsuz kalacak.

“Toplumu ve insanları nasıl değiştirebiliriz?” sorusunun cevabında da, büyük bir hata yaparak unuttuğumuz veya küçümsediğimiz bu gerçekler yatıyor.

Haftaya devam edelim kaldığımız yerden. Örneklerle falan, he mi?

Yeşillerde gençlik sorunu – Uğur Özkan

Daha temiz bir dünya isteyenler ve daha yeşil bir dünya için çalışanlar, söyleyin bana, sizin yaş ortalamanız kaç? Bu soruya vereceğiniz cevabın “25 – 30 civarı” olacağını düşünüyorum. Bu sayı bence çok yüksek!

Son on yılda çevreciliğin kazandığı ivmenin, önceki yıllara göre daha yüksek bir seviyede olduğuna inanıyorum. Çevreciliğin son yıllarda daha fazla ivme kazanmasının nedeni hiç süphesiz ki sosyal medyanın hayatımızda giderek daha fazla yere sahip olmasıdır. Sosyal medyanın etkisini düzenlenen eylemlerde sosyal ağlar üzerinde örgütlenme olarak görebiliyoruz. Ayrıca televizyon kanallarının yayın akışında bir yere oturtabildikleri “çevreci” programların artması da elimizde somut bir veri olarak yer alıyor. Çevreci programları izleyenleri nicelik bakımından değerlendirecek olursak, bu programları izleyen kişi sayısı her ne kadar herhangi bir diziyi izleyen kişi sayısından az olsa da herhangi bir programı izleyen kişi sayısından daha fazla. Peki, bu izleyicilerin profilini çizersek karşımıza nasıl bir tablo çıkar?

Karşımıza çıkacak tablo şudur: Çoğunlukla yirmi yaşın üstünde, üniversitede okuyan ya da hâlihazırda bu “yeşil işler”le meşgul olan kişiler oturmuşlar, bu programları izliyorlar. Bu tabloya bir itirazım var. Neden bir üniversite öğrencisi bu programları izliyor da bir ilköğretim öğrencisi ya da ortaöğretim (lise) öğrencisi izlemiyor?

Bir lise öğrencisi olarak, en mustarip olduğum konu budur. Ülkemizde, bir insanın hayatı üniversiteden itibaren başlıyormuş gibi hareket ediliyor. İnsan, ailesi tarafından şekillendiriliyor, sonra kapalı bir karton kutu içerisinde üniversite kapısına bırakılıyor. Üniversite kapısından içeri girdiğinde bir anda kutu patlıyor ve karşınızda “özgür” bir insan! Bir eline sorumluluk ile sosyal bilinç; diğer eline de eğlence vb. şeyler veriliyor ve beyin bir şeyler “işlemeye” o andan itibaren başlıyor. Üniversite, sosyal sorumluluk ve sosyal bilinç almak için oldukça kötü bir yer. Yeşil güruhun, en büyük hatayı hedef kitle olarak üniversite gençliğini alması ile yaptığını düşünüyorum. İnsanlar zaten üniversiteye gelene kadar bir şekilde biçimlenmiş oluyorlar. “Peki, bu yeşil güruhtaki üniversiteli oranı neden bu kadar çok?” şeklinde bir soru yöneltebilirsiniz. Bu sorunun cevabı çok basit. Zaten bu kişiler çoğunlukla pozitif yönde biçimlenen insanlar ve üniversiteye geldiklerinde artık “özgür” oldukları için rahatça “yeşil işler”e daha çok zaman ayırabiliyorlar.

Üniversiteli birçok yeşil insan var; fakat bu insanların ulaşabildikleri kişiler yine üniversiteli diğer gençler oluyor. Her ne kadar daha üniversiteye bir buçuk yılım olsa da kampüs hayatını tahmin edebiliyorum. Bir üniversiteli gencin 5 iletişim puanı olduğunu varsayalım. Bu üniversiteli genç, 5 iletişim puanının 3’ünü ya kampüsünde, ya da kampüs dışında başka üniversiteliler için kullanacaktır ve bu bir döngü halinde devam edecektir. Üniversite bitince iş hayatı koşuşturması başlayacak ve üniversite boyunca alınan tüm proje kararları, çevreci düşünceler teker teker terk edilecek. Sonuç; büyük bir fiyasko!

Bu büyük fiyaskoyu önlemek ancak ve ancak, kademeli olarak üniversite gençlerine verilen önemin lise gençlerine devredilmesi ile sağlanabilir. Bunun büyük bir risk almak anlamına geldiği ve yeşil güruhun çok çalışması gerektiği çok açık. Zira lise, yaş itibariyle öğrencilerin ergenlik çağında oldukları bir eğitim kurumu. Fakat öğrencilere gösterilecek ilginin ve verilen mesajların -ergenlik çağında olsalar da- öğrencilerin bilinçaltında, daha doğrusu akıllarının bir köşesinde yer bulacağından eminim. Üniversite seçimlerinin -dolayısıyla meslek seçimlerinin- de lise sonunda yapıldığını dikkate alırsak lise dönemi gerçekten önemli. Bu dönemde öğrencilere verilen yeşil mesajlar sonucunda, öğrenciler mesleklerini yeşil bir dünya ile ilişkilendirmek isteyeceklerdir. Örnek olarak hukuk okumak isteyen bir gencin, yeşil mesajlar sayesinde “çevre hukuku” konusunda bilgi sahibi olması, bu tür projelerde yer alması, yeşil güruhun bu gence en azından “Çevre hukuku ne demek, sana bi’ anlatalım şunu.” ya da “Biz neden ekolojiye bu kadar önem veriyoruz, neden yeşil politikalar izlenmesini istiyoruz, gel sana bahsedelim.” demesi yeşil politikanın ve çevreciliğin geleceği için çok büyük bir önem taşıyor.

Lisede ya da ortaokulda okuyan bir gence verilen bilginin sadece eğitim ağı çevresinde dolaşmayacağı da aşikâr. Üniversitede okuyan bir genç gerek kampüs hayatı, gerek yasal olarak özgür olmasından ötürü ailesi ile çok fazla görüşemeyebilir. Fakat bir ortaöğretim öğrencisi ailesiyle hem yaş hem de yasalar gereği iletişim içerisinde olmak durumunda. Elbette 14 yaşlarında bir gencin, 20 yaşındaki bir gence göre daha az sosyal hayatı olacaktır. Bana göre burada önemli olan 14 yaşındaki gencin çevresindeki insan sayısı değil, bu gencin etkilediği insanın durumudur. Zira ülkemizde “aile” kavramı herhangi bir Avrupa ülkesine göre çok daha önemli. Yani ülkemizde bireysel bilinçlendirmeler kadar aileye yönelik çalışmalar da önem kazanmalı. Çevremden tanık olduğum kadarıyla arkadaşlarımı “yeşil işler”den alıkoyanlar çoğunlukla aileleri. Yani, çevreci oluşuma karşı oluşan bu önyargıyı yıkmakta öğrenciler büyük bir önem arz ediyor.

“‘Şöyle yapmalıyız, şunu yapmak daha önemli.’ demek kolay; peki bu dediklerini nasıl yapacağız?”

Yapılabilecek birçok şey var. Ülkemizde kemikleşmiş bir “yeşil yapı” olmadığı için bunları gerçekleştirmek çok zor. Lise aşamasına şunu örnek verebilirim: Her lisede bir çevre temsilcisi bulundurulması, öğretmenlere çevreciliği öğretmek, okullarda çevre kulüplerinin kurulmasına önayak olmak. Sivil bir girişimle bunu gerçekleştirmek zor, fakat imkânsız değil. Bu konuya yürek veren öğrencilerin desteklenmesi gerekiyor. Bana göre, acilen yeşil hareket lise düzeyine inmelidir. Eğer bu gerçekleştirilmezse, yeşil hareket kendi kendine gelin – güvey olmaktan ileriye gidemez.

2 Mart öncesi Kıbrıs’ta kurşunlu gözdağı

2 Mart mitingi öncesinde, Türkiye ve Kıbrıs’ta çok konuşulan ‘Yasemin Hareketi’ yöneticilerinin de yer aldığı, Afrika Gazetesi!nin hazırlandığı binanın duvarları kurşunlandı.

Lefkoşa’da Meclis ve TC Elçiliği arasındaki binanın nasıl ve kimler tarafından kurşunlandığı bilinmiyor, polis olay yerinde incelemelerini sürdürüyor.

Henüz bir açıklama yapılmadı.

Gazete binasına iki el ateş edildiği ve bir tehdit mektubu bırakıldığı öğrenildi.

Şener Levent konuşuyor!

Şener Levent kurşunlama sorası ilk açıklamaları yaptı:

“Bu bir yıldırma hareketidir, karanlık güçlerin ya da yer altı güçlerinin faaliyette olduğunu görüyorum… Güvenlik güçlerinin uyanık olması gerekir. Ortada bir delil var, o delil de mermi kovanları ve mermiler. Bizi bırakılan el yazısı nottur.”

Şener Levent kendilerine bırakılan tehdit mektubunu da açıkladı:

“Şener Levent yalan yanlış şeyler yazma, bu seferlik böyle yazdın, bir başka sefere böyle olmaz. Bizim okulda bir yanlış bir doğruyu götürür. Bir yanlış daha yaparsan canından olursun”

yeniduzen.com

“Hakarete uğruyor, tehdit ediliyorum”

0

FC Nürnbergli futbolcu İlkay Gündoğan, Türk Milli Takımı yerine Alman Milli Takımında forma giymeyi tercih etmesi nedeniyle hakarete uğradığını ve tehdit edildiğini iddia etti.

Almanya Birinci Ligi’nde (Bundesliga) mücadele eden FC Nürnbergli futbolcu İlkay Gündoğan Türk Milli Takımı yerine Alman Milli Takımında forma giymeyi tercih etmesi nedeniyle hakarete uğradığını ve tehdit edildiğini öne sürdü.

Gündoğan Welt Kompakt gazetesine yaptığı açıklamada, sosyal paylaşım sitesi Facebook;ta kendi adına bir kullanıcı adı açtığını ancak, burada bazı Türk taraftarların Almanya Milli Takımında oynamayı tercih etmesi nedeniyle tehdit ve hakaretlerine maruz kaldığını iddia etti.

Gazeteye, “Benim göğsümde iki kalp atıyor. Türkiye’ye karşı büyük sempatim var. Ancak ben kendimi bir Alman gibi hissediyorum ve öyle yaşıyorum. Burada futbola başladım ve hiç bir zaman Almanya dışında bir ülke adına oynamayı düşünmedim” açıklamasında bulunan Gündoğan, sosyal paylaşım sitesi Facebook’ta olan kullanıcı adını iptal ettiğini kaydetti.

Gazete ayrıca Real Madrid;te forma giyen Türk asıllı Alman futbolcu Mesut Özil’in de internet sitesinde kendisine hakaret edilmesi nedeniyle forum sayfasını kapatmak zorunda kaldığını yazdı.

NBA’de takas çılgınlığı

0

NBA’de geceye son dakika takasları damga vurdu. Başta Boston Celtics ve Oklahama City Thunder olmak üzere birçok takım hareketli saatler yaşadı.

NBA’de geceye son dakika takasları damga vurdu. Başta Boston Celtics ve Oklahoma City Thunder olmak üzere birçok takım hareketli saatler yaşarken, bir saat içinde yedi farklı takas gerçekleştirildi.

Batı Konferansı takımlarından Houston Rockets, yıldız forveti Shane Battier karşılığında Memphis Grizzlies’in 2.21’lik pivotu Hasheem Thabeet’i kadrosuna kattı. 2009 NBA Draftı’nda ikinci sıradan seçilen Thabeet, bir türlü beklentileri karşılayamamıştı. 32 yaşındaki Shane Battier ise kariyerinin ilk beş sezonunu geçirdiği Memphis Grizzlies’e geri döndü. Bu takasta ayrıca çaylak İsmail Smith’i de Memphis’e gönderdi.

Houston, bir başka hamle yaparak oyun kurucu Aaron Brooks’u Phoenix Suns’a gönderirken, karşılığında Sloven guard Goran Dragiç’i aldı. 2010 yılında NBA’in en çok gelişme gösteren oyuncusu seçilen Brooks, kariyeri boyunca ilk kez Houston dışına çıkacak.

Gecenin son takasıysa Portland Trail Blazers ile Charlotte Bobcats arasında gerçekleşti. Kurulduğu günden bu yana Charlotte forması giyen atletik forvet Gerald Wallace, Joel Pryzbilla, Dante Cunningham ve Sean Marks karşılığında Portland Trail Blazers’ın yolunu tuttu. Wallace geçen sezon all-star seçilmekle kalmamış, NBA’in en iyi savunma beşinde yer almıştı.

‘GDO ve Biyogüvenlik’ konferansı

Yıldız Teknik Üniversitesi (YTÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Biyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Şeminur Topal, ”GDO’lu ürünlerin açlığa çözüm olmadığı ve verim artışı sağlanmadığı ortadadır” dedi.

22 Şubat’ta Sakarya Üniversitesi (SAÜ) Kültür ve Kongre Merkezi’nde Fen Bilimleri Enstitüsünce düzenlenen ”Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar ve Biyogüvenlik” konulu konferansta konuşan Topal, GDO’lu ürünlerin sağlık ve toplum açısından taşıdığı riskleri anlattı Bu ürünlerle ilgili çalışmalara, açlığa çözüm olacağı ve yeni kaynaklar üretileceği söylemiyle başlandığını belirten Topal, ”16 yıllık endüstriyel uygulama sürecinde gözlemlediğimiz, hiçbir şekilde yeni ürün üretilmediği, tam tersine dünya nüfusunun yüzde 90’ını besleyen 15 ürünün özellikle 9’una yönelindiği ve bu nedenle de rant kaygıları üzerine odaklanan bir teknoloji olduğunu görüyoruz” diye konuştu.

GDO’lu ürünlerin açlığa çözüm olmadığını, gerek verim artışı gerek bitki ilaçlarının kullanımında azalma sağlamadığını belirten Topal, ”Getirisi olmadığı gibi sağlık riskleri açısından götürüsü olabilen bir teknolojidir” dedi. GDO’lu ürünleri, kendi yapısı içinde doğal olarak yer değişikliği yapan hibrit tohumlardan ayırmak gerektiğine işaret eden Topal, hibrit tohumların, genetiği değiştirilmiş ürünle aynı nitelikte olmadığını dile getirdi. Topal, GDO’lu ürünlerin sağlık zararları arasında alerjiler, diyabet ve kanser risklerinin başta geldiğini söyledi.

”Bardakta satılan mısır”

GDO’lu ürünlerin toplumun en çok kullandığı 9 ürün üzerinde yoğunluk kazandığına dikkati çeken Topal, bu ürünlerin mısırda, soyada, domateste ve pamukta yaygınlaştığını söyledi. Topal, günlük tüketimde yeri olmayan ürünlerin tercih edilmemesi ya da hazır gıdalardan mümkün olduğunca kaçınılmasının önemine dikkati çekti.

Tüketicilerin GDO’lu ürünlerin tüketimi konusunda bilinçli hareket etmeleri gerektiğini belirten Topal, ”İthal mısırın niteliğinde ve tamamen GDO’lu ürün özelliği olduğunu düşünüyoruz. Bardak mısırların besleyici değerinden ve hijyen kuralına uygunluğundan söz etmek mümkün değil. Sokakta duran karton bardağın içine kaynatılıp soğutulmuş gibi olan mısırı koyuyorlar. Mısır çok çabuk mikroorganizma üreyebilecek karakterdedir. Bunu yememiz sağlıklı değil onun yerine, geleneksel ürünlerimiz var. En azından bir avuç fındık yiyin, ondan daha faydalıdır. Tüketicilere sokakta bardakta satılan mısırları yememelerini öneriyorum” ifadesini kullandı.

 

Cumhuriyet

Dokunmatik ‘zehir’e isyan

0

Cep telefonları için dokunmatik ekran yaparken sağlığı bozulan Çinli işçiler, Apple’a şikayet mektubu yazdı. Wintek, üretimi hızlandırdığı için kimyasal kullanmayı tercih ettiklerini söyledi.

Aralarında iPhone’un da olduğu telefonların yapımında çalışan 137 işçi, n-heksan adlı kimyasala maruz kaldıkları için sağlık sorunu yaşadıklarını söyledi. Tayvanlı fabrika sahibinin kendilerine yeterince tazminat ödemediğini söyleyen işçiler, Apple’dan yardım istedi. Apple, mektup hakkında yorum yapmayı reddetti.

Beş işçi tarafından Apple’ın İcra Kurulu Başkanı Steve Jobs’a yazılan mektupta, fabrika sahibinin sağlık sorunu yaşayan işçilere yeterli tazminat vermediği, tazminat alan işçilere işlerini bırakma baskısı yapıldığı ve sağlık sorunu yaşayan işçilerin sağlık ücretlerinin ödeneceği garantisinin verilmediği söylendi.

YENİDEN ALKOL KULLANILACAK

Fabrikanın sahibi olan Wintek isimli şirket, alkol yerine heksan kullanmayı tercih ettiğini çünkü kimyasalın daha çabuk buharlaştığını ve dokunmatik ekran üretimini hızlandırdığını söyledi. Firma, ekranları temizlemek için alkol kullanmaya geri döneceğini açıkladı. Uzmanlar, n-heksan kimyasalına her gün maruz kalmanın uzun süreli zarara yol açabileceğini açıklıyor. Kimyasala maruz kalan işçilerin yorgunluk, el ve ayaklarında terleme, his kaybı ve şişme hissettiği belirtildi. İşçilerin bazıları yan etkileri hissetmeye devam ettiklerini söylüyor. Apple ise geçen hafta yayınlanan yıllık raporunda vakayı kabul etti.

Raporda, “Wintek’ten n-heksan kullanmayı bırakmasını ve kimyasalı üretim sürecinden çıkardıklarına dair kanıt sunmalarını istedik” deniyor. Apple ayrıca firmadan fabrikada yeterli havalandırma sağlamasını istediklerini de söylüyor. Bu Apple’ın Çin’deki fabrikalarıyla yaşadığı ilk sorun değil. Şirketin Çin’deki ana tedarikçisi Foxconn fabrikasında 12’yi aşkın işçi intihar etmişti. Apple raporunda Foxconn’daki koşulları düzeltmeye yönelik “intihar önleme uzmanları”nın işe alındığını da yazdı.(BBC)

TTB: İsyan ediyoruz

0

Türk Tabipleri Birliği, sağlıkta yaşanan sorunların sorumlusu gibi görülen ve görev esnasında şiddete maruz kalan sağlık personelinin yaşananlardan rahatsızlığını dile getirdi.

TTB’den yapılan yazılı açıklamada sağlık personelinin maruz kaldığı şiddeti kınadı. Türkiye’nin dört bir yanındaki hastanelerde, polikliniklerde, sağlık ocaklarında yaşlılarımızı, çocuklarımızı, düşkünlerimizi sağlığına kavuşturmak için fedakârca çalıştıklarını belirterek, son yıllarda giderek artan şekilde şiddete maruz kaldıklarına dikkat çekti.

Merkez Konseyi, sağlık personelinin yaşadığı darp, yaralanma, sakatlanma hatta ölüm olaylarının artmasına sebep olarak hükümetin yanlış yönlendirmelerini kaynak gösterdi. TTB, “Sevgisiz, hürmetsiz, değer bilmez yöneticiler tarafından sürekli olarak haksızlığa uğruyor, suçlanıyor, hedef gösteriliyoruz” açıklaması yaptı.

Konsey ayrıca, hekimlere yönelik yapılan olumsuz propagandalara rağmen sağlık sektöründeki sorunların sorumlusu olmadıklarını vurguladı. Çalışma koşullarının zorluklarına dikkat çekerek, bir doktorun günde yüz, yüz yirmi hastaya baktığını hastaya yeterli süre ayıramamanın, acil servis izdihamlarının sorumlusu olmadıklarını belirtti.

TTB, sağlık alanında yürütülen politikaları eleştirerek, “Hastaların ödediği katılım payı, ilave ücretler, sürekli değişen uygulamalar, Sosyal Güvenlik Kurumu’nun ödemediği ilaçların sorumlusu biz değiliz, sorumlular sorumluluklarını bilmeli, bizleri hedef göstermekten vazgeçmelidir” çağrısında bulundu. (Anka)

Son Dakika: “Torba” yasalaştı…

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, tam adı, Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılması ile Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ve Diğer Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun” olan ve kamuoyunda Torba Yasa olarak adlandırılan yasayı onayladı.

Yasa görüşmelerinde ve daha sonrasında büyük bir tepkiyle karşılaşmış ve içeriğinin belirsizliği çalışanlar tarafından tepkiyle karşılanmıştı.

-Yeşil Gazete-