Ana Sayfa Blog Sayfa 4878

İliştirilmiş Gazetecilik ve Uludere – Anıl Çizmecioğlu

Meslekte yıllarını geçirmiş bir foto muhabiri ile bir söyleşi sırasında, bize Irak savaşından bir anısını anlatmıştı.

İliştirilmiş gazeteci olarak Amerikan ordusu ile birlikte hareket eden “üstad”, Hummer jiplerden birine binmenin koşullarından bahsediyordu.

Anlattığına göre bu askeri araçlar 3 kişilikmiş. Bir asker aracı kullanır, diğer asker aracın üstündeki silahı kullanır ve bir kişide içeriden silaha mermi temin edermiş. Bir iliştirilmiş gazetecinin araca alınması söz konusu olduğunda, askerlerden birisi çıkarılır ve o muhabir hem işini yapmak hem de silaha mermi temin etmek suretiyle alınırmış. Bu koşulla o araca binen ve o eylemi yaptığını anlatan “üstad”ı dinlerken şoke olmuştuk.

Şimdi daha büyük bir şok yaşamaktayız. Zira bir ülkede yaygın medya yukarıdaki koşullarda bir iliştirilmiş gazeteci konumuna geldi.

28 Aralık gecesi savaş uçaklarının Şırnak’ta sınırdan geçen köylülere ateş açarak onlarca insanı öldürmesinin ardından, yaygın medyanın tutumu hakkında uzun uzadıya düşünmek gerekiyor.

Olayın ardından saatlerce hiçbir haber yapmayan, hiçbir altyazı geçmeyen, saatler sonra yaptığı haberlerde de terör örgütü mensubu bir grubun savaş uçakları ile vurulduğu, PKK’nın terör yuvalarına bomba yağdırdığı ya da üzerlerine bomba düşen bir grup köylünün öldüğü gibi haberler yapan yaygın medya, hükümete ve TSK’ya ne kadar ilişmiş olduğunu açıkça gösteriyor.

Bu yazıyı yazmakta olduğum dakikalarda, olay yerinde bulunan muhabirlerin çektiği fotoğraf ve videolar, Kürt haber ajanslarının ilk elden verdiği kesin bilgilere rağmen, yaygın medya haberi kuşkulu ve taraflı vermeyi sürdürüyordu. Medyanın eskiden de yaptığı gibi bu olayı da ilerleyen günlerde nasıl hasır altı edeceği bütün bunlardan tahmin edilebilir artık.

Meydana gelen olayın detaylarında bir çok kuşkulu ve çelişkili ifadeler var. Ancak burada olayın vahametinin yanında bu yazıda konu olunan diğer vahim durum da medya-hükümet ilişkisinin sonuçlarının onlarca insanın hayatına gösterdiği önemle daha iyi görülebiliyor.

İnsan hayatını bu kadar ucuzlatan, bu savaşı bir Türk-Kürt savaşı haline getiren düzene, yaygın medyanın her gün yaptığı haberlerin dili ve içeriğiyle kuşkusuz çok büyük yardımı oldu ve oluyor.

Son örnekten de çok iyi anlaşılacağı üzere, Türkiye’deki yaygın medya o araca binerek, silaha mermi uzatmayı layıkıyla yerine getiriyor.

Anıl Çizmecioğlu – www.Bianet.org

35 ölü: Şehit mi, zayiat mı, terör mü?- Ali Bayramoğlu

Hareket halindeki her şeyi imha etme… Asayiş tedbirlerinin özü budur…
Osmanlı-Türk devlet geleneğinin önde gelen sorun çözme tekniği budur…
Sürgün, köy boşaltma, köy yakma, katletme…
Bunlardan uzaklaştığımızı sanıyorduk…
Ama, hayır…
Sonunda bu da oldu, 2011 yılının son ayında, 21.yüzyılın göbeğinde, Türk Silahlı Kuvvetleri, köylüleri bombaladı. Ve 29’u aynı aileden 35 kişi hayatını kaybetti.
Haber şu:
“Türk Hava Kuvvetleri’ne ait savaş uçakları dün gece Şırnak’ın Uludere ilçesine bağlı Ortasu köyünde PKK’ya yönelik hava operasyonu düzenledi. Genelkurmay Başkanlığı, dün akşam saatlerinde Irak sınırları içinde hududa doğru bir grubun hareket halinde olduğunun İnsansız Hava Aracı görüntüleri ile tespit edildiğini, bunun sonucu olarak bölgenin F-16 savaş uçakları ile ateş altına alındığını açıkladı. Şırnak Valisi Vahdettin Özkan, saat 23.00 sıralarında başlayan bombardımanda 35 sivilin öldüğünü açıkladı.
İnanılır gibi değil…
Ama aklımıza kazıyalım:
“Hareket halindeki her şeyi imha etme…”
Bu ülkede asayiş tedbirlerinin özü aslında budur…
Yaşanan bu vahim olay tam olarak bu duruma işaret etmektedir.
Şeyh Sait ve sonrası, Ağrı ve sonrası, Dersim ve sonrası, 1990’lar ve sonrası…
İnsansızlaştırma, susturma, öldürme…
Bunu bugünün politikalarına şu şekilde de tercüme edebiliriz: Siyasetten aciz, toplumsal çözümden feragat, asayişe ve silaha teslim olma,
Bu felaket göstermektedir ki, silah, savaş, çatışma üzerine kurulu seferberlik her zaman ve herkes için ölümcüldür.
Diğer yönüyle soru şudur:
Nasıl becerilebildi? Sorumlu kim? 24 askerin şehit olmasıyla ayağa kalkan medya, devlet ve siyaset, 35 sivil ölüm karşısında ne yapacak, ne diyecek?
Muhtemelen “zayiat” diyerek geçiştirecektir bazıları, kimileri o sivillerin orada ne işi vardı diyecektir…
Dahası var:
Son dönemlerde “askeri işletme düzeldi”, “PKK’yla bu denli etkili mücadele ilk kez oluyor”, “AK Parti’yle, Ergenekon’la, iç siyasetle ilgilenmeyi bırakan ordu işini tam yapmaya başladı”, “Teknik ve teknolojik donanım hata yapmayacak kadar mükemmel…” tarzı açıklama, yorum ve iddiaların arkasındaki gerçek bu mudur?
Bu mudur?
YDH döneminde Cem Boyner, “kendi dağını, taşını bombalayan ordu” derdi, daha ileri gittik, “kendi halkını bombalayan ordu”…
Aklıma, 1938 yılında Elazığ Turan Matbaası’nda Tunceli Vali ve Kumandanlığı tarafından bastırılan bir kitapçık geliyor…
Kitapçığın ‘Köyde eşkıya araması’ bölümünün 6. maddesinde ‘Silah atan köy yakılmalıdır’ denilirken, 7. maddesinde bu işin nasıl yapılacağı anlatılıyordu: Damlar taş ve topraktan ibaret olup yalnız tavan direkleri ve ağaç dalları vardır. Bunları yakmak güçtür. Ancak dam üstünden bir kısım toprak atılarak ağaçlar meydana çıkarılır. Toplanacak odun ve çalılar burada yakılmak suretiyle bina ateşe verilir.”
Aklıma İçişleri Bakanı Şahin’in sözleri geliyor…
Aklıma asayiş tedbirlerine övgü düzen, demokratikleşme paketlerini tehlike ilan eden yeni şahinler geliyor…
Yazık bu ülkeye…

Ali Bayramoğlu – Yeni Şafak

Savaş karşıtları Uludere katliamını protestoya çağırıyor

Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu, dün savaş uçaklarının 35 köylüyü öldürdüğü Uludere katliamını protesto etmek için bu akşam 19:00’da Taksim’de yapılacak olan gösteriye çağrı yaptı. Protesto için Taksim tramvay durağında buluşulacak. Küresel BAK’ın açıklamasında İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin ve Genelkurmay Başkanı Necdet Özel ve Hava Kuvvetleri Komutanı Mehmet Erten istifaya çağrıldı.

Küresel BAK sözcüsü Kerem Kabadayı imzasıyla yapılan açıklama şöyle:

Bu sabah uyandığımızda, çocuk bedenlerinin F-16 tarafından bombalandığını, paramparça edildiğini öğrendik. Uludere’de 36 insan, savaş uçakları tarafından bombalandı. Yaşamlarının baharında apaçık bir devlet şiddetiyle öldürüldü. 2011’in son günlerinde, savaşın, militarizmin, şiddetin ne anlama geldiğini bir kez daha gördük.  Uludere’de gerçekleşen devlet eliyle işlenmiş bir katliamdır! Ne hükümetin sessizliği ne de Genelkurmay’ın yapay açıklaması, bu gerçeği gizleyemez.

Dışişleri Bakanı Davutoğlu, insansız savaş uçakları, Predatörlerin Türkiye’ye geldiğini müjdelediğinde, bizler, “Görmüyor musunu, Predatörlerinizden kan damlıyor!” demiştik. ABD’nin Irak işgalinde kullandığı ve yüz binlerce masum Iraklının ölümünde kullanılan Predatörler, Kürt sorununun adil, demokratik ve barışçıl çözümünde hiçbir işleve sahip olamazdı. Olamadı da. Genelkurmay, Peradtörlerin sınıra doğru bir hareketlilik gözlediğini ve bombardımana bu bilginin yol açtığını söylüyor.

Ve onlarca çocuk, bombalanarak öldürülüyor!

Bizler, barış duygusunun hakim olması için çabalayanlar, bu katliam karşısında ne diyebileceğimizi bilemiyoruz.

Ölü genç bedenler, katırların sırtında, battaniyelere sarılı olarak taşınıyor.

Kardeşlerimiz artık konuşamayacak, gülemeyecek, değişen mevsimleri göremeyecek… devlet şiddetiyle çekilip alındılar aramızdan.

Ama şunu biliyoruz: barış mücadelimize ara vermeyeceğiz.

Ve şunu biliyoruz: bu katliama katılan, onay veren, katliamın siyasi sorumluluğunu yapanlar hesap vermeden, görevlerinden istifa edip de yargılanmadan, 2011 yılı bizim açımızdan asla bitmiş olmayacak.

Bu yüzden, hükümet derhal bir açıklama yapmalıdır!

Irkçı, savaşı tırmandırmayı hedefleyen açıklamalar yapan İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin istifa etmelidir.

Açıklamasında 36 sivilin öldürüldüğüne hiç değinmeyen ve bu katliamı teröre karşı mücadele azmine bağlayan Genelkurmay Başkanı istifa etmelidir!

F-16’lara sivillerin üzerine bomba yağdırma emrini veren Hava Kuvvetleri Komutanı istifa etmelidir!

Biz, küresel barış ve adalet mücadelesi verenler, ne yazık ki bu yıl sonunda, yeni yıl dileklerinde bulunamayacağız.

Bir kez daha söylüyoruz: katlimanın sorumluları hesap verene kadar bu yıl bizim için sonlanmayacak!

Kerem Kabadayı

Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu yürütme kurulu adına

 

Medyanın “ö” hali-2: Bugün medya öldü

Devam yazıları, genellikle iki yazı arasında çok boşluk bırakmadan yazılıyor. Böyle yazılmasının nedeni de, tahmin ettiğim kadarıyla okuyanların ilk yazı ne anlatıyordu, ne diyordu diye düşünmesini engellemek. Bu soruların yanıtlarının hemen akla gelmesini sağlamak.

Böyle olunca da 15 Kasım’da yazdığım “Medyanın “ö” hali (1)” yazısının bir anlamı kalmıyor. Fakat bu yazıyı devam ettirmek için bundan daha anlamlı bir gün, bugün yaşadıklarımızdan da daha anlamlı örnekler bulmak mümkün olmadığı için, devam etmek gerekli.

15 Kasım’daki yazı şöyle bitiyordu: “İşte medyanın yeni hali bu. Kendisine bağımsız sosu dökenin de, muhalif sosu dökenin de hali bu. Yandaş halden, “Ö” haline, Özdeş haline geçtiler ve tüm ülkenin, milyonlar insanın gerçekle olan ilişkisini yamultmak üzerine çalışıyorlar.”

Peki bugün ne oldu da bu kadar anlamlı bir örneğe sahip olduk?

Bildiğiniz gibi demek isterdim, ama bu yazının konusuyla çelişeceği için diyemiyorum, çünkü bilinmemesi için her şey yapıldı, bugün Türkiye’de bir katliam yaşandı. En az 35 kişi öldü. 15 kişinin kayıp olduğu söyleniyor. Bu kadar kişi, kaçakçılık yaparken, İnsansız Hava Araçları tarafından farkediliyor ve kimdir, nedir denilmeden havadan bombalanıyor. 30 yaşının altında, çoğu kaçakçılıktan gelen parayı üniversiteye hazırlık dersanelerine veren insanlar ölenler. Yani ordunun, kendi yurttaşlarını, “yanlışlıkla” öldürdüğü bir gün bugün. Ve eminim ki bundan ülkenin çok büyük bir kesiminin haberi dahi yok! Olanların da büyük bölümünün gerçekle olan ilişkisi yamultulmuş olduğu için, bildikleri ya gerçek değil, ya da çarptırılmış.

İşte medyanın özdeş olduğu bir ülkede yaşanan bir katliam böyle haber olmuyor ve haber oluyor! İki durum da incelenmeli çünkü iki durum da acıklı.

Haber olmuyor! Şırnak’ta 35 sivilin kendi ülkesinin hava kuvvetleri tarafından bombalanması bugün saat 12.00’ye kadar bu ülkenin ana akım medyasında yoktu! Böyle bir olay olmalıştı. “İddia bile edilmiyor”du bu durum. Çünkü bir gazetecilik kalmamıştı! Bir durum gerçek mi, değil mi araştırmak yoktu. Resmi kurumlardan gelen açıklamalar üzeri bir kaç magazin haberi gazeteci olmak için yetiyor ve artıyor.

Sonra birden Uludere’de bir şeyler olduğunu söylemeye başlado medya. Ne oldu da saat 12.00’den sonra haber olmaya başladı bu katliam? Saat 11.45’te Genelkurmay Başkanlığı açıklama yaptı. Özdeş medyamız o zaman uyandı duruma. Utanmadan, Genelkurmay’ın açıklamalarını “Flaş” diye verdiler. Açıklamalar “Flaş”tı fakat medya neye açıklama getirildiğini hiç “alıcısına” sunmadan nasıl böyle bir haber yapabilir ki? Düşünün TV’nin karşısında bir kişi, haber başlıyor, spiker “Uludere konusunda Genelkurmay açıklama yaptı, orada sivil yerleşim yok dedi!” diye bir haber okuyor. Ne anlar bu kişi? Bir şey anlamaz tabii ki.

(Burada not düşelim, örneğin Yeşil Gazete’de haber 08.36’da yayındaydı! Alternatif medya, yeni medya artık adına ne dersek diyelim izleyicilerine gerçeği hızlıca sundu. Olay yerinden görüntüler daha ana akım medya daha yüzünü yıkamamışken insanlar tarafından izleniyordu!)

Haber olmaya başladıktan sonra özdeş medyanın yamultma işlevi devreye girdi. Haber yapmak için yalanlamayı bekleyecek kadar gerçek işlevinden kopmuş medya, olan biteni bambaşka şekilde vermeye başladı. Mesela yaptıkları yeni haber binasıyla övünen bir zamanların haber kanalı haberi şöyle duyurdu: “Şırnak sınırındaki olay!” Bu öyle geçiştirilebilecek bir tanım değil. Açın yandaş medyayı 2 Temmuz civarı. Hep “Sivas Olayları” ibaresiyle karşılaşırsınız. Katliamı, olaylaştırmak yandaş medyanın, özdeş medyaya hediye ettiği bir davranıştır çünkü. Ya da, büyük bir kanalın ana haber sunucusu, olayın tüm ayrıntıları ortaya çıkmışken, “Bu olay çok karışık sivil mi, değil mi belli değil!” diyebildi. Medyanın yalanını kendisine gerçek olarak almak zorunda olan insanlar için ne kadar acı bir çarpıtma!

Haberlerde de durum böyleydi. İlk önce asgari ücrete yapılan zam haberi, sonra doğalgaz ile ilgili bir haber, bir de işte bir yerlerde birileri ölmüş ama onlar da kaçakçıymış! Resmi açıklamalar şöyle, böyle….

Bugün bize gösterdi ki, 29 Aralık 2011 tarihi Uludere’de yaşanan katliamda ölenlerin yanısıra medyanın da ölüm tarihidir. Medya artık bitmiştir. Hiçbir haberine inanılmayacak, gazetecilik reflekslerini kaybetmiş (burada Radikal’den Serkan Ocak ve Akşam’dan Serdar Akinan’ın Uludere’ye doğru yola çıktığını da belirtmek gerek) bir haldedir medya. Hükümetin işine gelmeyeni, hükümetle arasından su sızmayan kurumların işine gelmeyeni, onlardan izin almadan haberleştiremeyecek bir durumdadır. Artık yüzümüzü bu ana akım medyadan çevirmeliyiz. Özdeş medyadan da ölmüş medyadan da kurtulmalıyız.

Yeşil Gazete yazıları ve diğer yazılar için: http://www.urbarli.net

TTB-SES’in ikinci ay raporu: “Van’da depremin yarattığı yıkım kronikleşti”

TTB-SES Van Depremi İkinci Ay Değerlendirme Raporu'nu resme tıklayarak indirebilirsiniz

Türk Tabipleri Birliği (TTB) Van depreminin ikinci ayında bir değerlendirme raporu yayımladı. 23 Ekim’de yaşanan 7,2 büyüklüğündeki depremin hemen ardından TTB Olağandışı Durumlar Kolu’nun organizasyonuyla bölgeye giden ekipler, daha önce de 7. gün, 21. gün ve birinci ay raporlarını yayımlamışlardı.

Deprem bölgesindeki yaşam koşullarını, sağlık sorunlarını, sağlık hizmetlerinin ve sağlık çalışanlarının sorunlarını değerlendiren raporların sonuncusu olan ikinci ay raporu dün Sağlık Emekçileri Sendikası (SES) ile birlikte hazırlandı ve Ankara’da yapılan basın toplantısıyla kamuoyuna sunuldu.

Yapılan basın açıklamasında “23 Ekim 2011 tarihinde meydana gelen depremin ardından Türk Tabipleri Birliği (TTB) ve Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES) deprem sonrası ilk saatlerden itibaren bölgeye değerlendirme için bir ekip göndererek sağlık hizmetleri ve koordinasyon konularında katkı sunmaya başlamıştır.Deprem sonrası ilk günlerden başlayarak çok sayıda rapor ile deprem bölgesine ilişkin durumu, faaliyetleri ve önerilerini paylaşan TTB ve SES, bölgede görevlendirdiği gönüllü ekipler tarafından toplanan veriler ve yerinde gözlemlerle yeni bir durum değerlendirmesi yapmıştır. Van İl Merkezi ve köyleri ile Erciş İlçe ve köylerinde incelemeler yapılarak hekimler, sağlık ve sosyal hizmet çalışanları, kurum yetkilileri ve halkla görüşülmüştür. Bu rapor gönüllü ekiplerin gözlemleri, elde ettiği veriler, yetkililerle yaptığı görüşmelerin notları, yerinde gözlem ve ulaşılabilen istatistiksel verilerden hareketle hazırlanmıştır” denildi.

Van depreminin ikinci ayında, iddia edilenin aksine normal duruma dönülemediği, tam tersine depremin yarattığı yıkımın kronikleştiği belirtilen raporda “Kamu yöneticileri, Van’da hayatın normale döndüğünü iddia etmektedirler. Van’da yaşam hiçbir şekilde normal değildir. Normale döndüğü iddiasının arkasında, topluma sağlanan çeşitli hakların geri alınması çabası bulunmaktadır” denildi.

TTB ve SES tarafından yapılan ikinci ay değerlendirmesinin ve önerilerin ana başlıkları şöyle:

İkinci ayın sonunda kentteki konutların hasar tespitlerinin tamamlanması bir yana, toplam 29 ASM’nin bile kesin hasar tespitleri tamamlanmamıştır. Tamamlanan hasar tespitleri hakkında sağlık çalışanları bilgilendirilmemiştir. Hastanelerin ve birinci basamak sağlık kurumlarının kesin hasar çalışmaları bir an önce tamamlanmalı, sonuçlar yazılı olarak kurumlara ve halka duyurulmalıdır.

Depremden sonra ikinci ayın sonunda da Van’da görevli olan sağlık çalışanlarının neredeyse tümü halen kalıcı, güvenilir ve korunaklı barınma olanaklarından yoksundur. Sağlık hizmetlerinin rotasyonla sürdürülmekte, çalışılan 7-10 gün boyunca sağlık çalışanları arabalarında ya da kimi zaman her gece ayrı bir yerde geçici barınma alanlarında kalmaktadırlar. Diğer yandan yeni yılla birlikte tüm sağlık çalışanlarının kente dönmesinin isteneceği bildirilmektedir. Sağlık çalışanlarına kalıcı barınma sağlanmadan kente dönmeleri, kent dışında bulunan eş ve çocuklarının Van’a dönmesi mümkün değildir. İki aydır ihmal edilen ancak yine de özveriyle çalışmaya devam eden sağlık çalışanlarına kalıcı, güvenli ve korunaklı barınma bir an önce sağlanmalıdır.

Van’da yaşayan halkın önemli bir bölümü kent dışına göç etmiştir. Geride kalan yaklaşık 100 bin nüfusun ancak yaklaşık 20 bini çadırkentlerde ve çadırlarda barınmaktadır. Kış koşullarının giderek ağırlaştığı göz önünde bulundurularak bir an önce banyo ve tuvaleti olan konteynır, prefabrik ev ya da kalıcı konut sağlanmasına başlanmalıdır.

Van’dan göç etmeyen ancak çadırkentlerde de barınmayan büyük bir nüfus vardır. Bu kişiler genellikle derme-çatma, su-tuvalet olanakları olmayan çadırlarda kalmaktadır. Ayrıca beslenme, giyim, ısınma gereçleri gibi temel yardımlara da ulaşamamaktadırlar. Çadırkentlerde barınmayan nüfusa da ilgi gösterilmeli, en az çadırkentlerde kalanlara sağlanan kadar düzenli beslenme, giyim, ısınma ve maddi yardım sağlanmalıdır.

Sosyal güvencesi olmayan bireylere ücretsiz ilaç sağlanması, ne yazık ki sadece bir ay sürdürülebilmiştir. 22 aralık tarihinde kaldırılan ücretsiz ilaç yardımı hemen tekrar başlatılmalıdır.

Van’da yataklı tedavi hizmetleri sadece bir hastanede çok az sayıda yatakla sunulmaktadır. Bu, özellikle çocuk hastalıkları ile gebelik ve doğumla ilişkili durumlar açısından önemli bir sorun oluşturmaktadır. Hastanelerin güçlendirilmesi ya da yeni bina inşaatları bir an önce tamamlanmalı, özellikle kadın doğum ve çocuk hastalıkları hastanesi bir an önce faaliyete geçirilmelidir.

Sağlık hizmetlerinin akılcı bir şeklide planlanmasında nüfusun tam olarak tespit edilmesi büyük önem taşır. Van nüfusu’nun hane temelli olarak tespitine bir an önce başlanmalıdır.

ASM’lerde sadece başvuranlara tedavi hizmetleri sunulabilmektedir. Nüfusun tam olarak bilinmemesi ve rotasyonla çalışılmasına bağlı olarak sağlık çalışanı sayısının 1/3-1/4 oranında azalmış olması, özellikle koruyucu sağlık hizmetlerinin sunulmasındaki en önemli engellerdir. Van’da etkin bir birinci basamak sağlık hizmetinin sunulmasının önündeki asıl engel birinci basamak ekibini bir hekim ve bir aile sağlığı elemanına indirgeyen aile hekimliği sistemidir. Sağlık ekibini ve hizmet yükümlülüklerini daraltan bu uygulamadan vazgeçilmelidir.

Van’da sürdürülen birinci basamak sağlık hizmetlerinde, hekimlere bağlı hasta listeleri uygulamasından vageçilmeli, hizmetler bölge-tabanlı olarak düzenlenmelidir.

Van’da bulunan ASM’lerin kiminde nüfus hızla azalmakta, özellikle tek katlı evlerin yoğun olduğu gecekondu bölgelerinde ve köylerde ise ASM nüfusları artmaktadır. 26 Aralık 2011 tarihinde Sağlık Müdürlüğü’nden elde edilen bir bilgiye göre, ASM hekimlerine bildirilenin aksine hiçbir ASM’nin nüfusu deprem öncesi nüfusları sabit kabul edilecek şekilde belirlenmemiştir. Birinci basamak sağlık çalışanlarının ücret güvencesini ortadan kaldıran bu uygulama iptal edilmeli, asm çalışanlarının ücretlerinin bağlı nüfusun büyüklüğüne göre belirlenmesinden vazgeçilmelidir. Çalışanların büyük maddi kayıpları olduğu ve nüfusun hareketli olduğu göz önünde bulundurularak yeterli düzeyde bir sabit ücret belirlenmelidir.

Van’da bulunan ASM’lerin bina güçlendirme ve tadilat bedellerinin hekimler tarafından ödenmesi istenmektedir. ASM binalarının güçlendirme ve tadilat giderleri sağlık bakanlığı ve valilik tarafından üstlenilmelidir.

Depremle mücadelede, bir taraftan Van/Erciş’in hayat şartlarını iyileştirmeye yönelik koruyucu sosyal politikalara, öte yandan da rehabilitasyon ağırlıklı, sosyal-pedagojik projelere ihtiyaç vardır. Sosyo-kültürel ve ekonomik durumları hakkında elde edilen bütün istatistikî veriler, aktif sosyal politika ve sosyal hizmetler boyutuyla değerlendirilmelidir. Bu çerçevede oluşturulacak çalışmaların türü, süresi, boyutu, tahminî maliyeti ile sosyal faydalarının belirlenmesi gerekmektedir. Yöre halkına yönelik,  deprem sorunu ile ilgilenecek, valiliğe bağlı özel bir organizasyon birimi oluşturulmalıdır. Bu organizasyona kamu kurum/kuruluş ve demokratik kitle örgütleri dahil edilmelidir.  Bu birim, Van-Erciş’te depremden kaynaklı oluşan sorunları çözmeye, sosyal dengeyi kurmaya, deprem kaynaklı travmanın azaltılmasına yönelik çalışmalar yapmalıdır.

Mülteciler Van dışına göç etmeye zorlanmış, kentte kalanlara sağlanan yardımlar kesilmiştir. Ne korunaklı barınma araçları sağlanmakta, ne herhangi bir yardım ulaştırılmakta ne de sağlık hizmetine ulaşmalarına ilişkin bir çaba harcanmaktadır. Yemek dağıtan Van Belediyesi dışında el uzatan yoktur. Mültecilere bir an önce güvenli ve korunaklı barınma sağlanmalı, acilen ekonomik ve sosyal destek sunulmalı, kronik hasta ve engelli sayısının yüksek olduğu dikkate alınarak evde bakım hizmetleri bir an önce başlatılmalıdır

Van’da bulunan tüm ASM’lerde dönüşümlü çalışma düzeni 26 Aralık’ta sona erdirilmiştir. Tüm ASM hekimleri görev yerlerine geri çağrılmıştır. Tüm ASM hekimlerinin ve hekim dışı çalışanlarının görevlerine geri çağrılmasının, ASM çalışanlarının yaşamakta olduğu barınma sorununu daha da artıracağı ortadadır. Kalıcı, güvenli, korunaklı ve aileleriyle birlikte barınabilecekleri barınma alanları oluşturulmadan asm çalışanlarının geri çağrılmasından vazgeçilmelidir.

Raporun tamamı BURADAN indirilebilir.

(Yeşil Gazete)

Tarihi Emek Sineması önünde film galası

Üzerinde yıkımı veya kapatılması gibi çeşitli tartışmalar yapılan tarihi Emek Sineması‘nın korunması için “Bu Son Olsun” filminin yapımcıları, ilginç bir galaya imzaya atacak. Gala 3 Ocak Salı günü tarihi Emek Sineması’nın önünde gerçekleştirilecek.

Yönetmenliğini Orçun Benli’nin yaptığı 12 Eylül dönemini mizahi tarzda anlatan “Bu Son Olsun” adlı film, vizyona 6 Ocak Cuma günü girecek.

Filmin galası, 3 Ocak’ta Yeşilçam Sokağı’nda Emek Sineması’nın önünde, açık havada çadırlar ve ısıtıcılar eşliğinde düzenlenen kokteyl ile başlayacak.

Sokaktaki kokteylin ardından filmin gösterimi aynı sokakta bulunan Sinepop Sineması’nda yapılacak.

Gala için Yeşilçam Sokağı kapatılacak. Yaklaşık bin kişinin ağırlanması planlanan galaya filmin yapımcısı ve oyuncuları da katılacak.

Yönetmenliğini Orçun Benli’nin yaptığı filmin müzikleri Cahit Berkay imzasını taşıyor.

Filmin oyuncuları arasında Engin Altan Düzyatan, Hazal Kaya, Mustafa Uzunyılmaz, Ufuk Bayraktar, Ferit Kaya, Orhan Eşkin, Volga Sorgu, Engin Alkan, Serdar Orçin, Deniz Uğur, Bülent Çolak, Eray Özbal ve Tuğrul Tülek bulunuyor.

Filmin konusu ise şöyle:
“Yaşar, Apo, Kovboy Ali, Cevat ve Ertuğrul kendilerine Balat semtini mesken tutmuş beş evsizdir. Hayattaki tek gayeleri, karınlarını doyurmak ve en büyük tutkuları olan şaraptan bir gün bile olsun ayrı kalmamaktır. Günübirlik yaşayan bu beş kişi, gayelerine ulaşabilmek için zamanın fırtınalı politik atmosferinden dahi faydalanmasını bilir.

Sokaklarda yaşayan bu beş kişi 12 Eylül 1980 sabahı geldiğinde sokağa çıkma yasağı ile karşı karşıya kalırlar. Ancak onların gidebilecekleri yer yine sokaklardır. Yaşanan bir dizi yanlışlıklar komedisi sonucu kendilerini siyasi mahkumlarla birlikte aynı cezaevinde bulurlar.

Cezaevi yönetimi arasında ise bir güç savaşı mevcuttur. Uzun yıllardır dilediği gibi yöneten cezaevi müdürü Hızır, askeri müdahale ile cezaevine atanan Yüzbaşı Kenan’ın üstü olmasından memnun değildir. Bu esnada diğer cezaevi personeli de yaşanan yeni durum içinde kendilerine iyi bir yer edinme peşindedir. Bu keşmekeş Yaşar ve arkadaşları için iyi bir fırsattır ve bu fırsatı değerlendirip kendilerini rahata erdirmeyi bilirler.

Koğuşlardan bilgi taşıma konusunda cezaevi müdürü Hızır ile anlaşan Yaşar, bunun karşılığı mutfak, kütüphane, çamaşırhane gibi ortak kullanım alanlarının kendilerine bağlanmasını sağlar. Böylece artık evleri olduğu gibi artık bir işleri de vardır.

Ancak kısa sürede bu yeni evlerinin hayallerindeki ev olmadığını anlarlar. Kendileri kayrılırsa da mahkumlara yapılan zulüm karşısında sessiz kalamazlar. Zamanla içeride yaşananlara gönlü elvermeyen Yaşar, dışarıdan da tanıdığı mahkumları kurtarmak ve duvarların birbirlerinden ayırdığı Sinan ile Lale çiftini kavuşturmak için bir plan yapar. Bu plandaki en büyük kozu ise kendilerini küçük gören cezaevi yönetiminin aşırı özgüvenidir.”

Asgari ücrete 42 Lira zam

Çalışma Bakanı Faruk Çelik‘in açıkladığı rakamlara göre 2012’de asgari ücret ilk altı ay 701, ikinci altı ay 739 lira olarak uygulanacak.

Çalışma Bakanı Faruk Çelik 2012’de uygulanacak asgari ücreti açıkladı: 16 yaşını dolduranlar için ilk altı ay boyunca aylık net 701 lira, ikinci altı ay 739 lira.

Aylık brüt olarak bakıldığında asgari ücret 2012’de ilk altı ay için 886,50; ikinci altı ay için 940,50 lira oldu.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik, “Böylelikle asgari ücret yılın ilk 6 ayı için yüzde 5,91; ikinci 6 ay için yüzde 6,09 artmış, 2012 yılındaki yıllık artış oranı ise yüzde 12,37 olmuştur” dedi.

16 yaşını doldurmamış işçiler için ise asgari ücret aylık brüt bazda ilk altı ay için 760,50 lira; ikinci altı ay için 805,50 lira olarak belirlendi. Bu rakamların aylık net ücret karşılığı ise şöyle: İlk altı ay için 610,94 lira; ikinci altı ay için ise 643,15 lira.

Açıklanan yeni rakamlara göre asgari ücretteki artış net 42 lira oldu. Şu anda uygulanmakta olan asgari ücret 16 yaşını dolduranlar için net 659 lira, brüt 837 lira olarak uygulanıyordu. 16 yaşından küçükler için ise asgari ücret rakamları brüt 715, net 572 liraydı.

Bu ay başında Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu’nun araştırma enstitüsü (DİSK-AR) tarafından Sağlık Bakanlığı ve Hacettepe Üniversitesi’nin desteği ile yapılan araştırmada kasım ayında açlık sınırı 992 lira, yoksulluk sınırı 3136 lira olarak belirlenmişti

Hayvanlar Büyük Konseyi Bildirisi

Ey insanlık,

Bizler hayvanlar alemi olarak son zamanlarda çok büyük sıkıntılar içerisindeyiz. O sebeple aynı alemden olduğumuz insan kardeşlerimize, bu metni iletmek zorunda kaldık.

Bizler hayvanlar olarak, alemdaşımız siz insanlar ile çok eskiye dayanan ilişkilere sahibiz. Bir zamanlar hep beraber mutlu mesut yaşardık. Ne zaman ki siz insanlar alet kullanmaya, ateş yakmaya başladınız; o günden beri size bir haller oldu.

İlk zamanlar sizlerle, hepimizin ayrı ayrı durumlarını içeren bir anlaşma yaptık. Ve uzun yıllar bu anlaşmaya hep beraber sadık kaldık. Bu anlaşmayı zaman zaman bozanlar olmadı değil elbet. Örneğin sizlerin bir dönem büyük bir savaşçısı ,ki siz ona Cengiz Han dersiniz, sırf alıştırma olsun diye askerlerini tüm Asya kıtasının çevresine çember şeklinde dağıtır ve sonra önüne çıkan tüm canlıları öldürerek bu çemberi kapatırdı. Bu zalimliğe karşılık anlaşma şartlarını uygulamak zorunda kaldık ve Asya’ nın kurak ve fakir olmasını sağladık. Dönem dönem anlaşma bozuldukça benzer cezaları karşılıklı birbirimize uyguladık.

Son zamanlarda da anlaşmanın şartlarının tarafınızdan çok ciddi biçimde bozulduğunu görmekteyiz. Sizlere bir kaç örnek ile anlatmaya çalışalım:

Çiftlik hayvanları son zamanlarda tarafınızdan asla kabul edilemeyecek kötü muamelelere maruz bırakılıyor. Mesela sığırlar… Onlar sizinle birlikte yaşamayı seçmişti. Size süt hatta gerektiğinde et, deri vs. verecek ve sizler de onlara yaşadıkları süre boyunca güvenlik ve refah dolu bir hayat sağlayacaktınız. Oysa sizler keşfettiğiniz en zalim şey olan para uğruna sığır kardeşlerimizi kendi gübreleri içerisinde çürütüyor, kimi zaman karanlık odalarda ömür boyu süren işkencelere maruz bırakıyorsunuz. Analarının sütünü daha fazla alabilmek için sığır yavrularını doğar doğmaz analarından ayırıyor; anayla yavruyu günlerce ağlatıyorsunuz.

Keza tavukların durumu bundan da içler acısıdır. Tavuk kardeşlerimizi hızla etlerini alabilmek için acayip mahluklara döndürmüşsünüz. Kısacık ömürlerini tıkış tıkış yerlerde geçirip, icat ettiğiniz ölüm makineleri ile korkular içerisinde katlediyorsunuz. Yumurta içinse tavukların gagasını kesiyor, aylarca küçücük hapishanelerde tutarak işkence ediyorsunuz.

En eski dostlarınız atlar ve köpekleri yemeyi bıraktınız. Ancak at kardeşlerinizin yerine tekerlekli cansız mahluklar kullanıyorsunuz ve bu mahlukların hepimizin havasına püskürttükleri zehirli gazlar dünyamızı kirletiyor. Hem bu mahluklar için her yere kapkara yollar yaptınız ve bu yollar bizler için bir ölüm ırmağı gibi, geçen ölüyor. Köpek kardeşlerimizi de özgürce mutlu yaşadıkları köylerden, çiftliklerden çirkin şehirlerinize taşıdınız. Beğendiklerinizi yanınıza alıyor, beğenmediklerinizi ve şanslı olanları barınak denen yerlerde hapis tutuyorsunuz. Şanslı olmayanları ise “uyutmak” denen garip bir tabirle hemen öldürüyorsunuz. Hatta duyuyoruz ki baş düşmanınız farelere karşı omuz omuza mücadele verdiğiniz bazı kedi kardeşlerimiz, hayatlarında bir kez çimlerde yuvarlanamadan karanlık evlerinizde yaşamak zorunda kalıyormuş.

Denizlerin durumu iyice içler acısı olmaya başladı. Balıkların yerlerini acayip cihazlarla saptayıp, kocaman teknelerle ve ağlar ile büyük küçük demeden topluca yakalıyorsunuz. Arada istemediğiniz türler olsa bile hepsi ölmek zorunda. Birçok balık türü yok oldu ve kalanlar da bu gidişle tamamen yok olacak. Görünen o ki balıkları da kafeslere kapatıp, artık tamamen tavuk kardeşlerimize yaptığınız gibi bir düzen kurmak istiyorsunuz.

Hele yunuslara yaptığınıza hiç akıl sır ermez. Size zeka olarak en yakın bu denizler şahını yakalayıp kafeslere kapatıyor, onları kustura kustura, asla yemeyecekleri ölü  balıklara alıştırıyor, sonra da ölene kadar kendinize şaklabanlık yaptırıp eğleniyorsunuz.

Sizler ile sıkı fıkı yaşamayı kabul etmemiş, “vahşi” diye adlandırdığınız özgürlüğüne düşkün hayvan kardeşlerimizin ise çoğunun neslini tükettiniz. Kalanları da ya şehirlerinizde hayvanat bahçesi dediğiniz kapalı yerlerde numunelik tutuyor, ya da bilimsel araştırmalarınız için sınırlı yerlerde bir miktar yaşatıyorsunuz. Ayrıca yaşam alanlarımız da sayenizde git gide azalıyor. Her yere evler, yollar, fabrikalar yapıyorsunuz; tüm dünyayı kaplıyorsunuz.

Dünyanın yüzeyini bizi yok etmek pahasına kaplamanız yetmiyormuş gibi havamızı da mahvettiniz. Her yere kurduğunuz fabrikalar kara dumanlar püskürtüp havayı kirletiyor. Boğuluyoruz. Denizler her geçen gün pisliklerinizle kirleniyor. Sorarız size, buna ne hakkınız var? Bu dünya sadece sizin mi? Bizlerin olmadığı bir dünyada mutlu mesut yaşayabileceğinizi mi sanıyorsunuz?

Ey insanlık! Bilesiniz ki anlaşmanın şartlarını bozuyorsunuz. Bizler uzun zamandır yavaş yavaş gelişen bu değişikliklerin artık katlanılamaz olduğuna karar verdik. Bu sizlere son ihtarımız. Kardeşlerimize işkence etmeyi bırakınız, havamızı-suyumuzu kirletmeyiniz, bizleri son kalan yaşam alanlarımızdan sürüp türlerimiz yok etmeyiniz.

Bu sizlere son uyarımız. Yaşam döngüsü denen kaotik düzen, sizin o çok övündüğünüz aklınızla bile anlaşılması çok zor, çok karışık bir şeydir.

Ve bu döngü siz tek başınıza kaldığınızda dönmez oluverir. Üzülürsünüz.

Saygı ve sevgilerimizle

Hayvanlar Büyük Konseyi Adına
Dışsözcü
Hakan Ozan Erzincanlı

Yeşiller Partisi: Uludere katliamı insanlık suçudur

Yeşiller Partisi, Uludere’de yaşanan katliam ile ilgili bir açıklama yayınladı. Açıklama şu şekilde:

ULUDERE KATLİAMI İNSANLIK SUÇUDUR

Türkiye bu sabah, 35 yurttaşının savaş uçakları tarafından katledilmesi haberi ile uyandı. Dün gece saatlerinde Türk Hava Kuvvetleri’ne bağlı savaş uçakları 50 kişilik sivil bir grubun üzerine bomba yağdırmıştı. Uçaklara ateş emrini verenler son açıklamalara göre en az 35 kişinin öldürüldüğü bir katliamın sorumlusuydu.

Sivillere yönelik bu korkunç katliam hemen akıllara  1943 yılında öldürülen 33 sivili getiriyor. Aradan geçen 68 yıla rağmen, hala aynı acılar tekrarlanıyor. Barış umutları aynı acımasız yöntemlerle tüketiliyor.

Biz Yeşiller Partisi olarak olayın en ince ayrıntısına kadar aydınlatılmasını ve sorumluların yargı önüne çıkarılmasını talep ediyoruz. Genelkurmay Başkanlığı’nın böylesi korkunç bir katliamı normal göstermeye çalışan açıklaması utanç vericidir. Genelkurmay başkanı başta olmak üzere, olayın birinci dereceden sorumluları derhal görevden alınmalı, asker, sivil bütün sorumlular en ağır şekilde cezalandırılmalıdır.

Türkiye’nin hakim medyası da yine kötü bir sınav vermiştir. 35 sivil insanın savaş uçakları tarafından öldürülmesini, ancak resmi yalanlama gelince haber olarak sunabilen, o zamana kadar ne gelen bilgileri, ne fotoğrafları değerlendiremeyen hakim medya insanlık ve dürüstlük sınavından geçemememiştir.

Hükümeti derhal harekete geçmeye, sorumluları yargı önüne çıkarmaya ve Türkiye halkından özür dilemeye çağırıyoruz. Barış umutları söndürülemez. Türkiye bu insanlık suçunun üzerini örtemez.

Yeşiller Partisi

Taksim Meydanı’nda yoğun önlemler

Dün gece saatlerinde Uludere’da yaşanan katliam bugün saat 16.00’da Taksim Meydanı’nda protesto edilecek.

Protestonun saati yaklaşmışken Taksim Meydanı’nda yoğun güvenlik önlemleri alındığı, TOMA’larla desteklenmiş polislerin insanları protesto yapılacak yerden uzaklaştırdığı haberleri geliyor.