Ana Sayfa Blog Sayfa 4859

“Asker ölümleri aydınlatılsın”

Barış İçin Vicdani Ret Platformu, bir haftada altı askerin şüpheli şekilde ölmesine tepki göstererek TSK’nın bir an önce bu ölümleri aydınlatmasını istedi.

Bianet’ten Nilay Vardar’ın haberine göre;

Barış İçin Vicdani Ret Platformu, son 10 günde altı Kürt askerin şüpheli şekilde ölümünün ve Uludere katliamının aydınlatılmasını istedi.

Harbiye Ordu Evi önünde bir araya gelen grup adına basın açıklamasını okuyan Aykut Karnap, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) Uludere katliamını “kazara oldu” diye açıkladığını hatırlatarak hükümet ve TSK işbirliği ile bu olayın üstünün örtüldüğünü söyledi.

Karnap, TSK’nın br yandan da şüpheli asker ölümlerine intihar deyip üzerini kapatmaya çalıştığını belirtti.

“TSK, her şüpheli asker ölümüyle ilgili intihar diyor. TSK, Çanakkale’nin Gelibolu ilçesinde kısa dönem askerlik yapan Dersimli Deniz Yurtseven’in arkadaşından aldığı G-3 silahıyla,  Kastamonu’nun İnebolu ilçesinde Jandarma Komutanlığı’nda askerlik yapan 22 yalındaki Doğukan Kahyaoğlu’nun nöbet tutan arkadaşının tüfeğiyle intihar ettiğini söylüyor.”

Karnap, artık çocukları ölen ailelerin de “vatan sağolsun” demediğini söyledi.

“Zorunlu olarak askere giden bu gençler, ya kuşkulu bir biçimde, ya da kendilerine ait olmayan savaşta ölüyor. Artık aileler de vatan sağolsun  demiyor. Yurtseven’in ailesi de tepki olarak askeri tören istemediğini söyledi ve evlerine Türk bayrağı astırmadı.”

“İnsanlara acıdan başka bir şey getirmeyen bu savaşın parçası olmayacağız. Uludere katliamının ve şüpheli asker ölümlerinin aydınlatılmasını istiyoruz.”

Ölen askerler şöyle:

1 Ocak: Semih Çiftçi‘nin, Antep’in Islahiye ilçesinde askerlik yaparken, yılbaşı gecesi intihar ettiği ileri sürülüyor. Çiftçi’nin dayısı Kamil Göktaş, merminin yeğeninin kafasının arkasından girdiğini iddia ederek namluyu kafasının arkasına dayamasının imkansız olduğunu söyledi. Göktaş, semih Çiftçi’nin yılbaşı gecesi tüm akrabalarını arayarak yeni yıllarını kutladığını ve kendisinin intihar ettiğine inanmadıklarını ifade etti.

1 Ocak: Lütfü Esmer‘in, Elazığ’da gece  nöbetini tutarken tüfeği ile oynadığı sırada tüfeğin ateş alması sonucu gözünden vurularak hayatını kaybettiği iddia edildi. Van nüfusuna kayıtlı 19 yaşındaki Esmer’in ailesi , olayın araştırılması için İnsan Hakları Derneği’nden (İHD) hukuki yardım istedi.

2 Ocak: Doğukan Kahyaoğlu, 22 yaşında ve bir çocuk babası; Kahyaoğlu’nun nöbet tutan arkadaşının tüfeğini alarak intihar ettiği ileri sürüldü. Malatyalı olan Kahyaoğlu’nun psikolojik sorunları olduğu ve bu nedenle kendisine askerlik süresince tüfek verilmediği iddia edilirken askerhaklari’nda yer alan bilgiye göre, Kahyaoğlu’nun cenazesi otopsi için Ankara’ya gönderildi.

3 Ocak: Deniz Yurtsever, Çanakkale Gelibolu Topçu Birliği’nde kısa dönem askerlik yapıyordu. Yurtsever’in terhisine üç hafta kala,  nöbet değişimi sırasında kalbine ateş ederek intihar ettiği ileri sürülüyor. Yurtsever’in ailesinin avukatı Sevil Aracı, ailenin oğullarının intihar ettiğine inanmadığını söylüyor. Aracı, Yurtsever’in, ailesiyle en son yılın ilk günü telefonda konuştuğunu ve  Deniz’in sıkıntısı olmadığını söylediğini ifade ediyor.

9 Ocak: Emrah Eser, Van’da askerlik yapan Eser’in terhisine 44 gün kala tüfeği ile intihar ettiği iddia edildi. Tokatlı olan Eser’in ölümünden dört gün önce, Facebook sayfasına “Sayın arkadaşlar, geri dönmem için 48 gün kalmış yani şafak 48” yazmıştı.

10 Ocak: Van’ın, İran sınır bölgesindeki Saray ilçesinde Kurucan köyündeki askeri birlikte görevli ve isimleri öğrenilemeyen iki  asker,  henüz öğrenilemeyen bir sebepten dolayı nöbet tuttukları gözetleme kulesinde tartıştıktan sonra ellerindeki uzun namlulu silahlarla birbirlerine ateş açtı. Açılan atış sonucu Diyarbakırlı olduğu belirtilen asker hayatını kaybetti.

Gül: Başbuğ Yüce Divan’da yargılanmalı

Cumhurbaşkanı Gül, tutuklanan eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un nerede yargılanacağı konusunun hukuk tekniğiyle ilgili olduğunu belirterek, “Anayasa’daki Yüce Divan’da yargılamayla ilgili madde daha geçerli” dedi.

Gazetecilerin sorularını yanıtlayan Gül, bir gazetecinin, ”Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un tutuklu yargılanmasından dolayı duyduğu rahatsızlığı dile getirdi. Sayın Başbuğ’un tutuklu yargılanmasından dolayı sizin düşünceniz nedir? Başbuğ, Yüce Divan’da mı, özel yetkili mahkemede mi yargılanmasını kişisel olarak düşünüyorsunuz?” sorusu üzerine, şunları söyledi:

”Bu konulardaki fikirlerimi daha önceden de biliyorsunuz, tutukluluklarla ilgili görüşümün ne olduğunu. Sayın başbakanın söylediği şeyleri ben de destekliyorum. Zaten bu konuları daha önce de ifade etmiştim, gerek mecliste gerek başka ortamlarda.

Diğer konu tamamen hukuk tekniğiyle ilgili bir konu. Dolayısıyla ilgili makamlar karar verecektir. Benim şahsi kanaatim, anayasadaki özel maddenin daha geçerli olduğu yönünde Yüce Divan olarak. Ama nihayetinde bu, bir hukuk tekniği ile ilgili bir konu. Dolayısıyla ilgili makamların, ilgili sorumlu kurumların kararına bakmak lazım.” Bir gazetecinin ”Cumhurbaşkanının görev süresinin 7 yıl olması ve bir kez daha seçilemeyeceği meclisteki düzenlemede var. ‘Cumhurbaşkanlığı süresi yasa ile belirlenemez’ yönünde hukuki görüşler de var” demesi üzerine Gül, ”Bu konu ile ilgili ben söyleyeceklerimi hep söyledim. Şu konuyla ilgili soruları başkalarına sorun” yanıtını verdi.

(Ajanslar)

19 Ocak’ta Taksim’den Agos’a yürünecek

Hrant Dink cinayetiyle ilgili davada 5 yıldır ciddi bir ilerleme kaydedilemedi. Birkaç tetikçi yargılanırken, “öldür” emri verenlere, sorumluları koruyanlara, Hrant’ı öldüren mekanizmaya dokunulmuyor. “5 yıldır acımızla alay eden, savsaklayan ve adaletin tetikçilere verilecek cezayla sağanacağına başından hükmetmiş bir mahkeme yaramıza merhem olmayacak” diyen Hrant’ın Arkadaşları, 19 Ocak günü saat 13:00’te Taksim’den Agos gazetesinin önüne büyük bir yürüyüş düzenleyecek.

Yürüyüş için Hrant’ın Arkadaşları’nın çağrısı şöyle:

19 Ocak 2007’de Hrant Dink’i öldürdüler.

Tam 5 yıl oldu!

Bütün deliller iki-üç kişinin planlayıp işlediği bir cinayetle yetinmemize izin vermeyecek kadar açık

İşaret edenler de, tehdit edenler de, öldür diyenler de, pusu kurup erkete bekleyenler de bu işten yakayı sıyırmak üzere. Görülen o ki, 5 yıldır acımızla alay eden, savsaklayan ve adaletin tetikçilere verilecek cezayla sağanacağına başından hükmetmiş bir mahkeme yaramıza merhem olmayacak. Korku ve nefret coğrafyasında büyüyen çocukların yaşamını kolaylaştırmayacak.

Başbakan “Hrant Dink cinayetini aydınlatmak namus borcumuzdur” dedi. 5 yılda önümüze konanlara bakıyoruz; alacaklıyız! Vicdanı olan herkes 5 yıldır içinden her gün gitgide büyüyen bir yumruyla yaşıyor. Unutulmasına göz yummak, arkadaşımızı bir kez daha öldürecek. Yeni cinayetlerin kapısını aralamayı bekleyen “karanlıkta yaşayanlar”ın hevesini artıracak.

Biz, hakikat anlatıcımızı anmak, bu ülkede vicdanıyla yaşayan insanların varlığını göstermek, “biz bitti demeden bu dava bitmez” demek için biraraya geliyoruz.

5 değil 95 yıl da geçse,

Hepimizi Hrant’ız, hepimiz Ermeniyiz!

Saat 1’de Taksim’den Agos’a,

Vurulduğu yere yürüyoruz!

Ada’da homofobiye yer yok

0

İngiltere Güney Futbol Ligi takımlarından Oxford City‘nin golcüsü Lee Steele, Twitter hesabından homofobik açıklamalar yaptığı gerekçesiyle takımından kovuldu.

38 yaşındaki Steele, 2009 yılında eşcinsel olduğunu açıklayan eski Galler rugby takımı kaptanı Gareth Thomas hakkında yazdıkları yüzünden işinden oldu. Türkiye’de Biri Bİzi Gözetliyor olarak bilinen şovun Galler versiyonuna katılan Thomas hakkında, “Gareth Thomas’ın yanındaki yatakta yatmak hoş olmazdı. Arkamı kollarım” ifadelerini kullanan Steele, takımdan kovuldu.

Takımın teknik direktörü Mike Ford oyuncuyu göndermekten başka çareleri olmadığını söyledi.

(Eurosport)

4 sene sonra gelen zafer

0

Almanya’nın Münih kentinde düzenlenen Oyuncular Turu Şampiyonası‘nın 12. ayağında, Joe Perry‘i yenen Stephen Maguire, 4 sene sonra bir sıralama turnuvasında şampiyon oldu.

Yarı finalde karşılaştığı Stephen Hendry ile karar frame’ine giden zorlu mücadelen galip ayrılarak finale çıkan Maguire, karşısında turnuva boyunca iyi bir performans göstermiş İngiliz oyuncu Joe Perry’yi buldu.

105 ve 77’lik iki frame üst üste kazanan İskoç oyuncu durumu 2-0’a getirerek maça hızlı bir başlangıç yaptı. Sonrasında karşılıklı alınan birer frame ile durum 3-1 oldu. Beşinci frame’i Perry’ye kaptıran Maguire daha sonra rakibinin skoru eşitlenmesine izin vermedi ve 4-2 ile maçı bitirdi.

Kariyerinin altıncı şampiyonluğuna ulaşarak tam 45 aylık kupa hasretine son veren Maguire, en son 2008 yılında Çin Açık’ı kazanmıştı. Tecrübeli oyuncu maç sonunda duygularını şu şekilde ifade etti:

“Christmas sebebiyle fazla antrenman yapamamıştım ve buraya gelirken de fazla bir beklentim yoktu. Ama turnuva boyunca en iyi oyunumu final maçında oynadım ve şampiyon olmayı başardım. Bekli de bu işin sırrı budur. Bu şampiyonluk ile özgüvenim yerine geldi ve önümüzdeki Masters turnuvasını dört gözle bekliyorum.”

Oyuncular Turu Şampiyonası’nın finalleri Mart ayında, İrlanda’nın Galway kentinde gerçekleşecek.

(Eurosport)

Bulgaristan Türk azınlığa asimilasyonu kınadı

0

Bulgaristan parlamentosu, Türk asıllı azınlığın Komünizmin son yıllarında asimilasyona zorlanmasını kınayan bir bildiriyi kabul etti.

Bildiri özellikle 80’li yılların ortasında Türk azınlığın isimlerinin Bulgarlaştırıldığı döneme odaklanıyor.

Asimilasyon politikasını reddeden Türklerin kimileri hapsedilmiş, kimi öldürülmüştü.

1989 yılında Komünizmin yıkılmasından kısa süre önce, Türkiye’ye göç etmek isteyen Türk asıllı 360 bin kişi Bulgaristan’daki evlerini terkederek sınırın öte yakasına geçmişti.

Türkiye’ye göçenlerden 170 bini daha sonra durumun normalleşmesi ardından Bulgaristan’a geri döndü.

Parlamentoda onaylanan bildiri, Bulgaristan’da Türklere karşı girişilen asimilasyon kampanyasının resmen kabul edildiği ilk belge olması açısından büyük önem taşıyor.

Türk asıllı toplumun ”totaliter bir rejimin yürüttüğü bir tür etnik temizliğe” maruz kaldığı belirtilen bildiri, oylamaya katılan 115 milletvekilinin 112’si tarafından desteklendi. 3 milletvekili ise çekimser kaldı.

Bildiride, asimilasyon kampanyasından sorumlu kişilerin adalet önüne çıkarılması ve cezalandırılması istenerek, davanın zaman aşımına dayalı sebeplerle üstünün örtülmemesi talep edildi.

Bulgaristan’ın toplam nüfusunun yaklaşık yüzde 13’ünü Türk azınlığın oluşturduğu tahmin ediliyor.

(BBC)

“Adana Zehir Soluyor” eylemi gerçekleşti

Eğitim-Sen Adana Şubesi Çevre Komisyonu’nun düzenlediği “Adana Zehir Soluyor” çevre yürüyüşü yağış altında gerçekleşti. Yaklaşık 50 çevre gönüllüsü ellerinde dövizlerle slogan atarak 5 Ocak Meydanı’ndan İnönü Parkı’na kadar yürüdü.

Adana ilinin çevre sorunlarını masaya yatırarak çözüm için kamuoyu oluşturmak isteyen Eğitim-Sen Çevre Komisyonu, ilk olarak bedava dağıtılan kalitesiz kömürlerin kullanımı sonucu ortaya çıkan hava kirliliği hakkında bir etkinlik düzenlediler. Hazırlanan dövizler ve atılan sloganlarla hava kirliliğine neden olan kömürün kullanımını protesto eden katılımcılar, etkinlik sırasında yüzlerine taktıkları maskelerle izleyenlerin dikkatini çekmeyi başardı.

İnönü Parkı’na kadar farklı çevre sorunlarına yönelik sloganlar seslendiren katılımcıların, oy hesaplarıyla bedava kömür dağıtan AKP’yi hedef alan sloganları da dikkatlerden kaçmadı. İnönü Parkı’nda ise Çevre Komisyonu üyesi Münir Korkmaz bütün katılımcılar adına, hazırlanmış olan basın bültenini medya mensuplarının önünde okudu.

 

Bizler Susmayacağız!

Basın açıklamasında; Adanalıların sağlığı hiçe sayılarak, hava kirliliğine neden olan bedava dağıtılan kömürlerle, Adana Valiliği başta olmak üzere, merkezi ve yerel tüm yetkililerin duyarsız tavırları eleştirilirken; insanları üşümek ya da zehirli hava solumak arasında seçim yapmaya zorlayan bir anlayışın olduğu dile getirildi. Basın açıklaması sık sık katılımcıların sloganlarıyla kesildi.

Çözüm Belli; Merkezi ısıtma sistemleri!

Her gün binlerce sobada yakılan kömürün atmosferi çöplük haline getirerek, insanların temiz hava ihtiyacını karşılayamaz hale getirdiğini belirten Korkmaz, insan sağlığına duyarsız bu davranışın oy odaklı olduğunu belirtti. Ayrıca bu sorunun, merkezi ısıtma sistemleriyle büyük oranda çözüleceğini de vurguladı.

Yetkililere hava kirliliğini ihbar ediyoruz!

Adana İl Çevre Müdürlüğü’nde gelişmiş hava kirliliği ölçüm cihazlarının bulunduğunu vurgulayan Münir korkmaz, hava kirliliğinin yoğun olduğu 17:00 ile 21:00 saatleri arasında Adana’nın değişik noktalarında periyodik ölçümler yapılması gerektiğini, böylece gerçeğin ortaya çıkacağını söyledi. Ayrıca TMMOB’ye bağlı Çevre Mühendisleri Odası Adana Şubesi’ni, Adana Tabip Odası’nı ve Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Bölümü’nü göreve çağırdıklarını da dile getirdi.

Sağlıklı ve temiz bir çevrede yaşamak, en doğal insan hakkımızdır!

Basın bülteninin sonunda ise, Adana’da yaşanan çevre sorunlarını her zaman dile getireceklerini belirten Korkmaz, “Havamızı, suyumuzu, kentimizi, yaşamımızı, halkımızı, haklarımızı savunmaya devam edeceğiz” dedi. Vurgulanan konunun takipçisi olacaklarını, sonuçları izleyeceklerini ve çevresel konularda duyarlılıklarını sürdüreceklerini de sözlerine ekledi.

(ekolektif)

Cezaevlerinde işkence sürüyor

Bu sabah eski milletvekili Mahmut Alınak’tan email ile bir mektup aldım. Alınak’ın Başbakan Erdoğan’a yazdığı bu mektup avukatı tarafından gönderilmişti, çünkü Alınak Kocaeli 2 Nolu F tipi Cezaevi’nde düşünce suçundan tutuklu.

Mahmut Alınak iki dönem milletvekilliği yapmış bir hukukçu ve yazar. Mektupta cezaevinde maruz kaldığı muameleyi anlatıyor. Elbette herkesin cezaevinde yaşadıkları aynı öneme sahiptir ve herkesin tanıklığı değerlidir. Ancak eğer 60 yaşında, 12 Eylül döneminde de cezaevinde yatmış, eski bir milletvekili bunları söylüyorsa, durum iyiden iyiye vahim demektir.

Yıllardır Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nda (TİHV) işkence rehabilitasyonu üzerine çalışıyorum. İşkence görenleri tedavi etmeye çalışırken aynı zamanda işkenceyi önlemek için de mücadele edersiniz. Sayısız hikaye dinledikten ve sayısız işkence bulgusu saptadıktan sonra, istemeden de olsa işkencenin ne olduğu üzerinde düşünür, uzmanlaşırsınız. Neyin işkence, neyin işkence olmadığını, hangi durumun işkenceden kaynaklanıp, hangisinin kaynaklanmadığını daha rahat ayırdedebilirsiniz.

Doksanlı yılların karanlığı bittikten sonra Türkiye’de işkencenin azaldığını ve işkence yöntemlerinin değiştiğini tespit etmiştik. Türkiye’nin AB adaylığının başlayabilmesinde bu tespitin de rolü vardır. Ancak Avrupa Birliği kendi adaylık kriterlerine uydurabilmek için bir gün içinde Türkiye’de işkencenin bittiğine, sadece bazı yerlerde kötü muamelenin devam ettiğine karar verdi. Oysa Türkiye’de sadece askı, elektrik, falaka gibi iz bırakan ağır fiziksel işkencelerin büyük ölçüde ortadan kalktığı, ama başta kaba dayak olmak üzere fiziksel işkencenin sürdüğü, psikolojik işkencenin ise arttığı hem İHD ve TİHV raporlarından, hem de diğer tanıklıklardan belliydi. Bugün de durumda bir değişiklik olmadığı, hatta belki daha da kötüleşmeye başladığı anlaşılıyor.

Aşağıda Mahmut Alınak’ın mektubunu tamamen aktaracağım. Ama önce uluslararası kabul gören işkence tanımını vereyim. Böylece Mahmut Alınak’ın mektubunda tarif edilenin işkence olup olmadığına siz de karar verebilirsiniz. Birleşmiş Milletler’in (BM) 1984 tarihli İşkenceye Karşı Sözleşmesi’ne göre;

“Bir kişiden veya üçüncü bir şahıstan bilgi almak, o kişinin veya üçüncü bir şahsın itiraf etmesini sağlamak, o kişiyi veya üçüncü bir şahsı işlediği veya işlediğinden şüphelenilen herhangi bir eylemden dolayı cezalandırmak, her türlü ayrımcılıktan kaynaklanan herhangi bir nedenle söz konusu kişiyi veya üçüncü bir şahsı korkutmak veya zorlamak amacıyla, kamu görevlisi veya resmi görevli olarak hareket eden herhangi bir şahsın rızası, emri veya göz yummasıyla, söz konusu kişiye acı çektirmek veya canını yakmak kastıyla yapılan zihinsel ve/veya fiziksel herhangi bir hareket işkencedir.”

Dünya Tabipler Birliği’nin (DTB) 1975 Tokyo kararındaki tanım da işkence mücadelesinin temellerindedir:

“İşkence, yalnız başına ya da bir yetkilinin emri altında davranan bir ya da birden çok sayıda kişinin, bilgi edinmek, itiraf almak ya da başka bir nedenle, kasıtlı, sistemli ya da düşüncesiz biçimde, bir kişiye zor kullanarak, ona fiziksel ya da ruhsal yönden acı çektirmesidir.”

Türkiye için DTB tanımında yer alan “başka bir neden” çoğu zaman BM tanımında nedenlerden biri olarak yer verilen yargılamadan cezalandırmadır. Mahmut Alınak’ın anlattığı olay da, karakollarda yaşananlar da, polisin sokakta göstericilere yaptıkları da, genellikle suçlu olduğuna kendi başına (veya amirlerinin emriyle) karar vermiş olan görevlilerin, kendini bir cezanın infazından sorumlu olarak kabul etmesinin sonucu. Polisin meşhur “biz yakalıyoruz, mahkeme salıyor” özdeyişinde en kısa ifadesini bulan bu anlayışa göre, tutuklanan kişi, cezaevinde yattığı süre içinde cezasını çekmelidir, hatta hapiste yatmak yeterli ceza olmadığı için bir de üzerine eziyet çekmelidir. Yoksa maazallah devletin suçlu olduğunu kuşkusuz bildiği bu kişiler mahkeme tarafından “cezalarını yeterince çekmeden” bırakılabilirler. Türkiye’de henüz ne herkesin suçu kanıtlanana kadar masum olduğu ilkesi, hatta ne de habea corpus içselleştirilmiş değil.

Mahmut Alınak’ın mektubu bir de cezaevinden çıkarılmak istenmemiş. Bu da tabii ki işledikleri işkence suçunun üzerini örtmek isteyen cezaevi yönetiminden beklenen bir şeydir. Neyse ki bu mektup bir şekilde elimize ulaştı, sanırım başka bazı gazetelerde de yer aldı. Ben bu mektubun ve başka tanıklıkların da gösterdiği gibi Türkiye’de işkencenin hala devam ettiğini, sadece bazı nedenlerle (ama asıl nedenin insan hakları olduğuna kuşkuluyum) azaldığını ve biçim değiştirdiğini düşünüyorum. Toplumsal bilinçte işkence ağır bir suç olarak görülmedikçe ve güvenlik kuvvetlerinin yetiştirildiği ideolojik arka plan yıkılmadıkça, işkence de bitmeyecek gibi görünüyor.

İşte Mahmut Alınak’ın mektubu:

SAYIN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
BAŞBAKANLIK- ANKARA

İNSANLIK ÖLMÜŞTÜR!

Ben 12 Eylül hapishanelerinde de yattım. Ağır işkenceler gördüm, ama soyundurularak aranmadım. Gel gör ki, “ilahi adalet, kardeşlik ve insan hakları” sözcüklerini dilinden düşürmeyen iktidarınız zamanında hapishanede soyundurularak arandım.

Ben ve benimle birlikte yedi kişi kelepçeli olarak getirildiğimiz Kandıra 2 Nolu F Tipi Cezaevinin idari bölümüne kadar ayrı noktalarda tam on dokuz defa arandık. Aramalar X Ray cihazından geçirilmenin yanında, ayakkabılarımızın içine kadar ayrıntılı olarak yapıldı. Buna rağmen cezaevi idari bölümünde eroin ve esrar taşıyormuşuz gibi, bizden soyunmamız istendi. Biz toplu halde haysiyet kırıcı olduğunu söyleyerek soyunmayı reddettik. Bunun üzerine Pazartesi günü (geldiğimizde Cumartesiydi) gelecek ekiplerin müdahalesi ile zor kullanılarak soymakta tehdit edip, bizi bir tecrit odasına kapattılar. Üç saat kadar o soğuk odada bekletildik. Yanımdakiler gencecik insanlardı, onların saldırıya uğramalarına ve dövülerek soyundurulmalarına yüreğim izin vermedi. Bunun üzerine soyunmayacağımızı, ancak soyarak arayacaklarsa bunu kendilerinin yapmasını söyledik. Böylece bizi bir odada tek tek soyarak aradılar. Sonra öğrendik ki, tüm F Tipi Cezaevlerinde aynı uygulama hüküm sürüyormuş.

Şimdi buna ne denir? İnsanlık mı bu? Hangi vicdana, hangi kitaba, hangi hukuka, hangi dine sığar? Hani yaratılanı yaratandan dolayı seviyordunuz? O sözleriniz burada komik kaçıyor Başbakan!

Merak ediyorum, iktidarınızın denetimindeki bu zulüm sürerken, siz ve bakanlarınız, milletvekilleriniz, il ve ilçe yöneticileriniz nasıl rahat uyku uyuyabiliyorsunuz?

Tutuklu olarak bazı insani haklarımız olurdu. Ama insanlık uğramamış sizin hapishanelerinize. Besbelli bize esir muamelesi yapılıyor, statümüz budur. Avukat görüşüne gidip gelirken, ayakkabılarımızın içi de dahil altı noktada aramaya tabi tutuluyoruz. Gidip gelirken, cebe el sokmak yasak, saat taşımak yasak, görevlilere mektup ya da dilekçe verdiğinde ayağa kalkmak mecburiyettir.

Amerikan Guantanamo Hapishanesi’ni aratmayan bir tecrit hüküm sürüyor. Günün yirmi dört saati beton üzerindeyiz. Betondan hastalanmamak için ayaklarımızın altına bir tahta parçası bile koyamayız. Adliyeye götürülüp getirilirken, ring adı verilen araçların hücrelerinde saatlerce kelepçeli olarak bekletiliyoruz. Kısacası bedenen, zihnen ve ruhen çürütülerek öldürülmek isteniyoruz.

Sayın Erdoğan “ Terörist” diye hapishaneye tıktığınız bizler, hükümetinizin mührünü taşıyan bu uygulamaları, hayvanlara bile reva görmeyiz. Bir hayvanı bilmeden, istemeden incitmişsek eğer, acı çeker, ondan özür dileriz. Ve o acıyı hayat boyu taşırız yüreklerimizde.

Ya siz? Sormama ne gerek var! İktidarınız kendisine yakışanı yapıyor.

Bu faksı, sizden bu zalimliği sona erdirmeniz istemek için göndermiyorum. Böyle bir isteğim yok. Sadece tarihe not düşmek istedim. Bu faksı çöpe atmayın, bir gün özür dilemek için lazım olur diye başbakanlık arşivine koyun.

Sayın Erdoğan,

Ölümden öteye köy yok. Baş eğerek pis bir hayat geçirmektense, ölümü aşkla kucaklamaya hazırım.

Mahmut Alınak
Kars ve Şırnak eski Milletvekili
Kandıra 2 Nolu F Tipi Cezaevi

Örümcek kadının öpücüğü – Müge İplikçi

Deniz Gezmiş’le Bülent Ersoy’un arkadaş olabileceği fikri birçok kişiyi şaşırttı. Öyle ki bunun üzerine ilginç açıklamalar yapıldı. Bu açıklamalardan en ilginci Deniz Gezmiş’in arkadaşlarından biri olan Bozkurt Nuhoğlu’ndan geldi. “Benim en sevdiğim filmlerden biri Örümcek Kadının Öpücüğü’dür. Bilenler bilir, filmin kahramanlarından devrimci karakter, cezaevinde bir eşcinselle aynı hücreyi paylaşır ve filmin ilk yarısında yılların ezberiyle hücre arkadaşına, bir devrimciye yakışmayacak şekilde davranır. Ama sonra hatasını anlar. Ben de o devrimcinin durumundayım. Yılların alışkanlığıyla, koşullanmışlığıyla, ezberiyle hatalı davrandım” dedi.

Bu açıklaması bir özürdü. Daha önce yapmış olduğu “Deniz, karakteri düşük insanlarla hiçbir surette ve hiçbir mekânda beraber olmamıştır. Bu insanlardan nefret ederdi. Bu kadın kılığındaki erkeğe, erkek kılığındaki kadına lanet olsun. Yalan söylemesin, Deniz’in arkadaşları onu cezalandırır” şeklindeki açıklamasına yönelik bir özür.

Kendisine özür açıklaması için teşekkür edelim çünkü böylelikle solculuğun homofobik bir üsluba (en azından günümüz koşullarında) bürünemeyeceğini de kanıtlamış oldu. Özellikle eşcinsellere yönelik nefretin gemi azıya aldığı bu günlerde solculuğa, devrime, devrimciliğe referans verilerek eşcinselliğe fatura çıkartılması pek parlak bir tutum sayılmaz.

İşin aslı homofobya, kısaca kendi gibi olmayana duyulan nefret, şişede durduğu gibi duran bir hikâye değil. Özellikle eşcinsellere yönelik bu nefretin meleze, kendinden farklı olana yönelik tavrı en olmadık zamanlarda bizzat bu sözcükleri sarf eden insanları zor duruma düşürebiliyor. Solcusu, sağcısı, İslamcısı, kadını, erkeği… Yaşamını eşitliğe adamış birinin küt diye kutsal kitaplara referans vererek eşcinselliği karalaması, bunu bir arıza olarak ifade etmesi ve kendini bu falso üzerinden (sanki bu falso yetmezmiş gibi) tanımlamaya çalışması içler acısı manzaralara yol açabiliyor. Böyle insanlardan ürküyorum çünkü onların öncelikle kendilerinden kaçtıklarını düşünüyorum. Kendinden kaçan ve kendini nefretleriyle inşa eden insanla iletişime giremezsiniz, zira onlar hep haklıdır!

Türkiye’de solun nasıl büyük badireler atlattığını yakın geçmişte yaşananlardan biliyoruz. Ancak Bozkurt Nuhoğlu’nun ikinci açıklamasındaki şu cümlesi de çok önemli: “Yılların alışkanlığıyla, koşullanmışlığıyla, ezberiyle hatalı davrandım.”

Yılların alışkanlığı… Nedir bu? Devrimi, dönüşümü, değişimi kendine hedef belirleyen bir oluşumun homofobyayla ne ilgisi olabilir diye düşünmekten kendimi alıkoyamadım.

Sahi devrim kimle gerçekleşecekti?

Deniz Gezmiş’in Bülent Ersoy’la arkadaş olmuş olma fikri bana hoş geldi. Ne sistemi eleştirmeye, ona karşı çıkmaya olan inancımı yitirdim ne de Bülent Ersoy’un kendi yaşamını seçebilme ve bu uğurda mücadele edebilme cesaretine duyduğum saygıyı. 12 Eylül’de şarkı söyleyenler generalin karşısında ışıl ışıl gülümserken, Ersoy darbeye tek başına kafa tutmuş biriydi. Keza bugün de “oğlum olsa askere göndermezdim onu” diyen biri.

Sahi devrim nedir?

 

Müge İplikçi – Gazete Vatan

Nükleer felakete bir dakika daha yaklaştık

Atom Bilimcileri Derneği tarafından ilan edilen bir dakikalık ilerlemeyle nükleer felakete beş dakika kalmış oldu.

Dünya üzerindeki nükleer tehlikenin artışına dikkat çeken “nükleer felaket” saati en son 2010 yılında bir dakika ilerlemişti.

Atom Bilimcileri Derneği’nin açıklamasında devletlerin nükleer silahlanmadaki artışın önüne geçmemelerinin endişe yarattığı belirtildi.

Dernek tarafından 1947 yılında başlatılan geri sayım kapsamında iki yıl önce yapılan açıklamada, dünya liderlerinin küresel nükleer tehdide karşı adım atmakta oldukları söylenmişti.

Bu yılki açıklamada ise bu eğilimin devam etmediği hatta bazı örnekler özelinde ters yönde yol alındığı bildirildi.

Dernek adına konuşan Jayanta Dhanapala, Rusya-ABD arasındaki ilişkinin iyileşmesine rağmen, diğer noktalarda beklenen ilerlemenin sağlanamadığını söyledi.

Açıklamada ABD, Çin, İran, Hindistan, Pakistan, Mısır ve İsrail’in Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşması (NPT) üzerinde uzlaşamaması ve Kuzey Kore’nin nükleer silah malzemesi üretimini azaltmaya razı olmamasının, dünyayı nükleer tehdit altında tutmaya devam ettiği belirtildi.

Dernek, Orta Doğu, Kuzeydoğu Asya ve Güney Asya’daki bölgesel gerilimlerin nükleer silah kullanımı ihtimalini gündemde tuttuğuna dikkat çekti.

Dernek ayrıca dünya ülkelerinin atmosferde yaşanan değişiklikler konusunda “geri dönülemez bir noktaya yakın olduğunun” altını çizdi.

(BBC)