Ana Sayfa Blog Sayfa 4753

Yeşiller: İşkenceye 6 saat tolerans

Yeşiller Partisi, 28 Mart günü Ankara’da görülecek olan ve Metin Lokumcu’nun öldürülmesini protesto eden 48 kişinin yargılanacağı dava için bir açıklama yayınladı. Açıklamada,”Yeşiller Partisi olarak, 31 Mayıs’ta Ankara’da yaşananların asıl sorumlularının yargılanmasını istiyoruz. İşkenceye sıfır tolerans diye yola çıkanların, Başkent’in merkezinde işkenceye nasıl 6 saat tolerans gösterdiklerinin sorgulanmasını istiyoruz. Bu talebimizle 28 Mart günü Ankara’da Adliye önünde olacağız. İşkenceye, kötü muameleye karşı olan herkesi de Adliye önünde olmaya çağırıyoruz.” denildi.

Açıklamanın tam metni şu şekilde:

31 Mayıs 2011’de Ankara’da sokağa çıkan ve Hopa’da Metin Lokumcu’nun polis gazıyla öldürülmesini protesto eden 54 kişii gözaltına alındı. Gözaltına alınan 48 kişi hakkında 12 yıla kadar hapis cezası isteği ile dava açıldı. Protestocuların amacı Adalet ve Kalkınma Partisi Ankara İl Başkanlığı önüne yürüyüp, orada bir basın açıklaması gerçekleştirmekti. İl Başkanlığı önüne gelindiğinde polisin müdahalesi ile karşı karşıya kalan grup dağıtıldı.

Ne olduysa da ondan sonra oldu. Dağılan grubun içerisinden rastgele seçilen 54 kişi gözaltına alında. Halkevleri üyesi Dilşat Aktaş’ın polislerin sokak ortasında yaptığı işkence sonucunda kalça kemiği kırıldı. Gözaltına alınan kişilere Ankara’nın merkezindeki polis araçlarının içerisinde 6 saat işkence yapıldı. 4 güne varan gözaltı süresince kimseyle görüştürülmediler ve Adli Tıp raporları polis gözetiminde alındı.

28 Mart Çarşamba günü saat 09.00’da bu yaşananlar hakkındaki dava görülecek. Tabii ki işkence yapanlar değil; protesto hakları engellenip, işkence görenler yargılanacak.

Yeşiller Partisi olarak, 31 Mayıs’ta Ankara’da yaşananların asıl sorumlularının yargılanmasını istiyoruz. İşkenceye sıfır tolerans diye yola çıkanların, Başkent’in merkezinde işkenceye nasıl 6 saat tolerans gösterdiklerinin sorgulanmasını istiyoruz. Bu talebimizle 28 Mart günü Ankara’da Adliye önünde olacağız. İşkenceye, kötü muameleye karşı olan herkesi de Adliye önünde olmaya çağırıyoruz.

Tarih   : 28 Mart Çarşamba
Saat     : 09:00
Yer       : Ankara Adliyesi Önü

Özel Haber: Kaş’ta mermer ocakları çevre felaketine yol açıyor

14 Mart Dünya Nehirlerini Koruma Günü vesilesiyle 18 Mart Pazar günü Antalya’ nın Kaş İlçesi’nde yaşayan ve kendilerine Akarsuları Takip ve Gözleme Grubu (AKGÖZ) adını veren bir grup, Myros Nehri (Demre Deresi) boyunca Dirgenler köyünden Myra Harabeleri’ne kadar olan bölgede incelemelerde bulundu. Grup adına konuşan Sualtı Araştırmaları Derneği (SAD) Kaş resmi temsilcisi Gökhan Türe ve Yeşiller Partisi Kaş temsilcisi Hakan Ozan Erzincanlı şunları söylediler:

İncelememizin odak noktası, Dirgenler-Demre Vadisi boyunca mermer ocakları için işletme ruhsatı almış şirketlerin ticari faaliyetlerinin ekolojik ve çevresel sonuçlarını görmekti. Ve güzel bir vadiyi insanlık olarak nasıl tahrip ettiğimizi hep birlikte üzülerek gördük.

Eskiden çok çok güzelmiş burası, ama madenciliğe kurban edilmiş. Sanki memleketin başka noktalarında mermercilik yapılamazmış gibi… En kırılgan ekolojik alanlardan olan akarsu vadilerine nasıl izin verilir anlamam. Ancak Kaş ve Demre çok güzel uyumuş ya da uyutulmuş.

Mücadele Edelim

En azından akarsu vadilerine izin vermesinler ya da mücadele edelim ruhsatlar 2 yıl sonra iptal olunsun. Ruhsatlar devlet tarafından 500 TL gibi ücretlere şirketlere dağıtılıyor. Aslında işletme sahasını kapatan şirketin burayı düzenlemesi, ağaçlandırması zorunluluğu var ancak buna da uyan yok. Güzelim vadi göz göre göre mahvoluyor. Köylüler de bu mermer ocakları sayesinde toprak yolun asfalt yapılmış olmasından dolayı memnunlar. Alan memnun satan memnun ancak olan doğaya ve geleceğimize oluyor, gören-duyan-dinleyen yok.

Kültürel Miras Tahribatı

Nehrin sağında ve solunda bulunan Likya patikaları, Yörük Deve Kervan Yolları ve suyolları(akaklar), şimdi çok büyük tahribata uğramış durumda. Uzman bir takımın hasar tespit çalışması yapması gerekiyor. Ortada bir mevkide, belki Bizans dönemine tarihlendirilebilecek bir manastır var. Belki sadece bir kilise hizmeti sunan bir tesis ya da bir Hıristiyan çilehanesi idi. Kimileri buranın Ayasofya’ nın minyatürü olduğunu hatta Ayasofya’ nın bu kiliseyi kopyalanarak yapıldığını söylüyorlar. Ancak net bilgilerimiz yok. Böyle değerli eserlerin uzmanlarca incelenmesi gerekir.

Biz orada Mermer ocakları tarafından mahvedilmiş bölgenin, içler acısı fotoğraflarını çektik. Fotoğraf derneklerini toplumsal “çevresel farkındalık” yaratmak amacıyla bu vadiye davet ediyoruz.

Halk İsterse

Bu konuda ne yapabiliriz diye konuşuyoruz aramızda. Henüz yasal bir çalışma yok. Dolayısıyla girişim de yapılamadı. Bize destek olması için çevre mevzuatına aşina olan avukatlar lazım. Halk isterse onlar için çalışacak avukat vardır diye düşünüyoruz. Ve evet bu önemli: “halk isterse”. Peki, bizler halkın istemesini nasıl sağlarız? Buna kafa yormak gerek. Ya da bu diyarlardan gitmek gerek. “Ne halleri varsa görsünler” mi demek daha doğru bilemiyoruz.

Maalesef halk olarak hep çıkarcıyız. Bu evrensel kural…

Frankfurt’ta 17 yıl sonra sol iktidar

0

Sol Parti, Yeşiller Partisi, Korsan Parti ve göçmenler de destek verdi.

Frankfurt’ta yapılan Anakent Belediye Başkanlığı seçimlerinde yüzde 57 alan SPD, 17 yıl aradan sonra CDU hakimiyetine son verdi. Frankfurt’un yeni Anakent Belediye Başkanı SPD’li Peter Feldmann, değişime destek veren göçmenlere teşekkür etti.

Frankfurt’ta 17 yıl aradan sonra Anakent Belediye Başkanlığı SPD’ye geçti. Katılım oranının yüzde 35’da kaldığı seçimde, SPD adayı Peter Feldmann yüzde 57,4 oy alarak büyük sürpriz yaptı. Seçimin favorisi, Hessen İçişleri Bakanı Boris Rhein ise yüzde 42,6’da kaldı.

Seçimin ilk turunda yüzde 33’de alan ancak ikinci turda Yeşiller’in önemli bir kısmı, Sol Parti, Frankfurt Havaalanı Karşıtları ile Korsanlar’ın desteğini alarak SPD‘li Peter Feldmann, 17 yıllık CDU hakimiyetine son verdi.

Peter Feldmann’ın büyük başarısı kentte SPD’lileri sevince boğdu. Büyük üzüntü yaşayan Frankfurt Anakent Belediye Başkanı Petra Roth ile seçimlerde hezimete uğrayan Hessen İçişleri Bakanı Boris Rhein, Peter Feldmann’ı Belediye Sarayı’nın merdivenlerinde karşılayıp kutladılar. Peter Feldmann yeni görevine 1 Temmuz’da başlayacak.

GÖÇMENLERE TEŞEKKÜR ETTİ

Peter Feldmann, göçmenlerin de hiçbir seçimde olmadığı kadar partisine destek verdiğini belirterek, “Bu seçimde şimdiye kadar hiç oy kullanmamış insanlar sandığa gitti. Göçmen sivil örgütleri bana destek verdiler. Hepsine çok teşekkür ederim. Göçmenler bilmelidir ki artık onların taleplerini yakından takip eden, hakları için lobi görevi yapacak bir Frankfurt Anakent Belediye Başkanı var. Bu başarıda yalnız değiliz. Yeşiller, Korsanlar, Sol Partililer ve Havaalanı Karşıtları birlik olduk. Sonuç yüzde 40’ın üzerinde olsaydı yine gelecek için umut verirdi. Yüzde 50’nin üzerinde olması muhteşem oldu. Frankfurt’ta SPD’nin de kazanabileceğini gösterdik. Seçtiğim konuların gerçekleşmesi için var gücümle çalışacağım“ diye konuştu.

Frankfurt Belediye Sarayı’na gelen Hessen Başbakanı Volker Bouffier ise adayları Rhein’in iyi çalıştığını belirterek sonuca bir anlam veremediğini söyledi. (Hürriyet Avrupa)

Özgür Gündem zorla kapatıldı, Türk basını gönülden kapalı! – Doğan Akın

0

Kürt siyasetinin ana akım yayını Özgür Gündem’in pazar sayısı, cumartesi gecesi yapılan baskında toplatıldı. Toplatmanın yanı sıra Özgür Gündem bir ay süreyle kapatıldı. Gerekçe; 1, 8, 9, 10 ve 11. sayfalarda yer alan haber, yorum ve fotoğraflarda “örgüt propagandası” yapılması.

Yayına başladığı 1992 yılından beri muhabirleri, dağıtıcıları, büro görevlileri, hülasa her adımda katledilmiş 76 emekçisiyle tarumar edilmiş, halen 12 mensubu hapiste olan Özgür Gündem’in bir kez daha basılmadan toplatılması ve bir kez daha kapatılması, Özgür Gündem’in tarihi açısından artık neredeyse haber değeri bile taşımıyor!

Ancak Özgür Gündem’in kapatılması, İlhan Selçuk’un deyimiyle “medyalaşan basın”a dair büyük bir haber olarak karşımızda duruyor. Zira Taraf, Cumhuriyet, Evrensel ve Birgün’ü, bir başka deyişle Türk basınının toplam tirajı içinde küçük bir bölümü ifade eden yayınları bir kenara bırakırsanız, bir gazetenin henüz basılmadan toplatılması ve bir ay süreyle kapatılması gazeteler tarafından “haber değeri” taşımıyor.

T24’te dün gazete sayfalarını çevirmekten kollarımız yoruldu, kıyıda köşede saklanıp da gözümüzden kaçırılan “haber”i olan varsa söylesin, düzeltiriz, Türk basını, dün tarihine bir utanç sayfası daha ekledi. Misal Habertürk’te Umur Talu’nun, Radikal’de  Yıldırım Türker’in bu vakıa karşısında da susmayan kalemleri ve dili tutulmuş gazetelerde susmayacak köşeler bu bir kez daha kirletilmiş mazide tashihe yeltenmez.

Radikal’deki yazısı “Kürt basınını bir kez daha yalnız bırakırsak her sözümüz boşlukta çınlayacaktır. Söze sahip çıkmanın tam zamanıdır” satırlarıyla biten Türker’in sözleri daha yola koyulmadan Radikal’de yalnız bırakılmış, Özgür Gündem’in kapatılmasına basın örgütlerinin tepkisi kabilinden olsun, tek satırlık haber değeri biçilmemişti!

Umur Talu’nun “Artık öldürülen muhabir yok; 12 çalışanı hapiste! Artık bombalama yok; sadece bir ay kapatıldı” isyanı,  İslamcı yazar Mehmet Şevket Eygi’nin ağzından “Sivil darbeyi hükümet önledi” sözleri istiflenen Habertürk’ün birinci sayfasından ancak çok uzaklardaki köşesinde sansüre kayıt düşüyordu.

 

Konjonktür hukuku ve konjonktür gazeteciliği

 

Mevzuata bakarsanız aslında savcılar ve hâkimlerin iyi dayandığını da düşünebilirsiniz! Zira Terörle Mücadele Kanunu’nun Özgür Gündem’in kapatılmasına da dayanak olan 6. maddesi,  “terör örgütü” kapsamında değerlendirilen bütün oluşumlar karşısında “gazeteciliği” yasaklıyor. “Açıklama ve Yayınlama” başlığını taşıyan bu madde,   “ Terör örgütlerinin bildiri veya açıklamalarını basanlara veya yayınlayanlara bir yıldan üç yıla kadar hapis  cezası verilir” hükmünü taşıyor.  Yasadaki bu ve yayın sahibi ile sorumlularına cezalar öngören benzeri hükümler, haberciliği  “terör örgütü propagandası”  saymaya hazır bir “konjonktürel  hukuk” anlayışının dayanağı olarak orada tutuluyor.

Konjonktürü, misal, Başbakan’ın medya  patronları ve yöneticileriyle yaptığı toplantıda Kandil’de yapılan söyleşileri “terör örgütünün propagandasına yönelik para kazanma peşinde yapılmış bir iş” sayması tayin eder!

Misal, aynı konjonktür,  Seul’e giden Başbakan’ın yanındaki genel yayın yönetmenlerinin gazetelerinde Özgür Gündem’in basılmadan toplatılması ve kapatılmasını  haber saymama olarak tezahür eder!

Ve bu konjonktür, aynı gazetelerdeki “Başbakan’dan Suriye muhalefetine destek” başlıklarıyla bu ülkede muhalif olmanın bedeliyle alay eder?

Evet konjonktür;  Gazetecileri Koruma Merkezi  bile Özgür Gündem’e yapılanlar karşısında ABD’de “dehşete” düşerken bu  ülkenin müzik kutusuna dönüştürülmüş gazetelerinde jetonun düşmemesidir…

Sahi; her iktidara müptela  bir basının her iktidara ikram ettiği bu gazetecilik, kaç paranın dölüdür!

 

Doğan Akın – www.t24.com.tr

 

Gazete – Ahmet Altan


 

Herhalde yirmi yıla yakın bir zaman olmuştur.

O zamanlar Mehmet Ağar “bin operasyon yapmakla” övündüğü kariyerinin gene önemli bir yerlerinde bir şeydi, Özgür Gündem gazetesi bir gece bombayla havaya uçurulmuştu.

Biz ertesi gün aralarında Orhan Pamuk’un, Hale Soygazi’nin, Lale Mansur’un, Orhan Alkaya’nın da bulunduğu bir grupla Beyoğlu’nda Özgür Gündem gazetesi satmıştık.

Aradan geçti bunca zaman.

Ve, Özgür Gündem gazetesi bir ay süreyle kapatıldı.

Büyük gelişme doğrusu.

Artık bombayla havaya uçurmuyorlar, sadece kapatıyorlar.

Türkiye’nin aldığı büyük mesafe bu.

Dönüyorsun dolaşıyorsun, “Kürtler sussun, konuşmasın” noktasına varıyorsun.

Bu politika hiç değişmiyor, bazen adamları asarak, bazen gazetelerini bombalayarak, bazen gazetelerinin baskısını yasaklayarak susturmak istiyorsun.

Türk hükümetinin emrinde nereden baksan otuza yakın gazete, bilmem kaç televizyon var, ağzı laf yapan yüzlerce konuşmacı bazen AKPhattından, bazen CHP hattından Kürtlere yükleniyor.

Zaten mesele Kürt meselesi olunca AKP’si, CHP’si, MHP’si tek sıra halinde diziliveriyorlar.

Bunca adam, bunca parti, bunca gazete, bunca televizyon, bir Kürt gazetesinin söylediğine cevap verecek gücü bulamıyor.

“Tartışalım” diyemiyorlar da “Kürtlerin gazetesi sussun” diyorlar.

Çaresizlik budur işte.

Haksızlık insanı böyle çaresiz kılar.

Hiç bana “şiddetten”, “PKK’dan” söz etmeyin, eğer Kürt gazetesine “şiddet yanlısı” diyorsanız açın da Türk gazetelerine bakın, orduya methiyeler düzüyorlar, onlarca insanın öldüğü operasyonları büyük kahramanlık menkıbeleri olarak anlatıyorlar, şiddeti, savaşı alkışlıyorlar.

Türk gazetelerinin bu yayınları “şiddet düşkünlüğü” değil mi?

Siz hiç “şiddeti övdüğü” için kapatılan Türk gazetesi gördünüz mü?

Göremezsiniz çünkü bizde Türk’ün şiddetini övmek serbesttir.

Kürt olursan, değil şiddeti övmek, Türk gazetelerinin bu şiddet düşkünlüğünü eleştirsen bile “tehlikeli” sınıfına girersin.

Çünkü Türk demek “devlet” demektir.

Sorunumuz da bu zaten.

Devletle Türk aynı anlama geliyor ama devletle Kürt aynı anlama gelmiyor.

Aynı devletin iki büyük parçasından biri devletle özdeş, diğeri değil.

Hiç bir zaman da olmamış.

AKP, bu durumu değiştirmek için söz vermişti.

Herkes eşit olacaktı, herkes aynı vatandaşlık haklarına sahip olacaktı, herkes özgür olacaktı.

Yarı yolda vazgeçti.

Hem nefesi yetmedi, hem içi istemedi.

“PKK işi bozdu, müzakereleri kesti” diyeceksiniz, peki, PKK oyunbozanlık ettiyse bu sizi tartışmada haklı taraf yapar; Kürt gazetesiyle tartışmaktan hiç korkmaz, aksine “gelsin de tartışlım, haklı olduğumuzu kanıtlayalım” dersiniz.

Neden diyemiyorsunuz?

Neden gazete kapatmak zorunda kalacak kadar aciz duruma düşüyorsunuz?

Çünkü mesele PKK değil.

Mesele, çok basit bir soru:

Niye Kürtler Türklerle aynı haklara sahip değil?

Sen Kürtlerin haklarını kabul ettin mi?

Hayır.

Sen çocuğunu kendi anadilinde okutan Türk’e tanıdığın hakkı Kürt’e tanıdın mı?

Hayır.

Sen, Anayasa’nda “Türk” derken Kürt’ü yok saydın mı?

Evet.

Sen, “devletin yeni Kürt planı” dediğinde sadece şiddetten söz ettin mi?

Evet?

Senin “yeni” planında Kürtlerin en doğal haklarının kabulüyle ilgili tek satır var mı?

Yok.

O zaman sen elindeki bilmem kaç gazetene, televizyonuna rağmen bir tek Kürt gazetesinden korkarsın.

Suriye’nin diktatörünü eleştirirken kendi ülkende gazete kapatırsın.

Sen PKK’dan korkmuyorsun.

Sen Kürt halkından korkuyorsun.

Çünkü onların haklarını inkâr ettiğini biliyorsun, Avrupa Birliği’nin kabul ettiği ölçülerden hiç birini kabul etmediğini, o ölçüleri Kürt halkı için geçerli saymadığını biliyorsun.

Haksızlık, insanı zorba ve korkak yapar.

Yasakçı yapar.

Çaresiz yapar.

Yeryüzünde “hakkaniyetli ve dürüst” olmaktan daha büyük bir güç yok, dürüst olmayan, elinde ne kadar büyük ordular, silahlar olursa olsun güçlü olamaz.

Koskoca devlet, bir gazeteden korkuyor.

Kürt halkı haklarına sahip olsaydı, devlet bir gazeteden korkar mıydı?

Korkmazdı, niye korksun?

Ama sen Kürt meselesini PKK’yı yenerek çözümleyeceğini sanırsan her şeyden, herkesten korkarsın, o korkuyla gider Uludere’de 34 köylüyü öldürür, gelir burada gazete kapatırsın.

Türklerle Kürtler eşit olmadığı sürece bu korku hiç bitmez.

“Eşit olursak parçalanırmışız”, eşit değiliz, çok mu bütünüz?

Dağlarda her gün ölen onca insan “bütünlüğün” işareti mi?

Darbecilerin yöntemini kullanarak gazete kapatmak bütünlüğün işareti mi?

Ahmet Türk’ü polislere dövdürmek bütünlüğün işareti mi?

Nevruz’u yasaklamak bütünlüğün işareti mi?

Bir devletin kendi vatandaşlarından korkması bütünlüğün işareti mi?

Ne bütünlüğü?

Bu eşitsizlik Türkiye’yi “parçalanmaktan” beter ediyor, rezil duruma düşürüyor.

Çok merak ediyorum Başbakan ya da Dışişleri Bakanı, ülkelerinde gazete kapatılmasını, toplantı yasaklanmasını, poşi taktı, dans etti, şarkı söyledi diye insanların hapse girmesini dünya liderleriyle görüşürken nasıl savunuyorlar.

“Kürtler Türklerle eşit olmak istiyorlar, gazeteleri kapatmayalım da ne yapalım” mı diyorlar?

Yıl 2012, Türkiye bir gazeteden korkan bir ülke.

Haksızsan korkarsın.

Öldürür, hapse atar, gazete kapatır ve gene korkarsın.

Haksızlık korkak yapar insanı çünkü, kendi haksızlığından korkar insan.

,Ahmet Altan – Taraf

 

 

Güney Marmara için özerklik – İkbal Polat

90’lı yılların başında İstanbul’da öğrencilik yapan Bursalılar bilirler, Cuma akşamı erken gelmek gerekir Kabataş Deniz Otobüsü iskelesine. Eğer yetişemezseniz eve gitmeniz gece yarısını bulabilir. Halbuki deniz otobüsü ile bir saatte Yalova, sonra yaklaşık birbuçuk saat sonra Bursa’da, yani evde akşam sofrasına yetişebilirsiniz.

2000’lerin başında Yenikapı seferlerinin başlaması ile Kabataş seferleri kaldırıldı. Yenikapı’dan Mudanya- Güzelyalı ve Yalova seferleri başladı.

Bugünlerde İDO, İDOBUS adı altında Kabataş’dan Güzelyalı’ya deniz otobüsü seferleri başlattı. Ayrıca Kabataş’tan deniz otobüsü ile Güzelyalı’ya oradan da aktarma yaparak İzmir’e otobüs yolcuğu ile İstanbul-İzmir yolu 6 saate kısaltılıyor. Her saat başı Kabataş’tan kalkacak deniz otobüsü ile iki saatte Mudanya-Güzelyalı’dasınız. Dinamik fiyat politikasının uygulandığı deniz otobüslerinde, önceden satın alırsanız 1 TL’ye yolculuk edebilirsiniz.

Bu ne demek? İstanbul’un Bursa’ya yakınlaşması demek.

Bursa’da işten çıkıp Bursaray’la Güzelyalı’ya gidip sonra da deniz otobüsü ile Kabataş’a geçip Finükülerle Taksim’e çıkıp Asmalı’da bira içebilirsiniz demek. Üstelik de 5 liraya. Bir hesap yaptığımızda, FSM’de 7-8 liraya içtiğin birayı düşündüğünde deniz otobüsü fiyatı bedavaya gelebilir. Sonra da gece geri dönüp ertesi gün mesaiye devam.

Bursa’da oturup, çalışarak İstanbul’da eğlenebilirsin. Yani Bursa’da kazandığını İstanbul’da harcarsın, Bursa’nın parası İstanbul’a gider.

Bilirsiniz küçük yerlerde rekabet koşulları zayıf olduğu için ürün ve hizmetlere erişim büyükşehirlere göre daha pahalı ve zordur. Misal matbaacılık alanında da böyledir, İstanbul’da daha uygun fiyatlara işler yaptırma şansınız daha yüksek.

En ironik olan ise tekstilin üretim merkezi olmasına rağmen tüketimde İstanbul’da daha ucuz fiyatlara erişme şansınızın olması. Bursa’lılar üretir ama İstanbul’da ucuza erişilir. Çünkü pazar orada, fiyatlar belirlendikten sonra ürün tekrar Bursa’ya gelinceye kadar fiyat artar. Gıda ürünleri için de geçerli. Çanakkale’de üretilen domates salçası, markette karşısına fahiş fiyatla çıkabiliyor.

Deniz otobüsü seferlerinden başlayıp nereye geldim. Özetle biz üretiyoruz, İstanbul kazanıyor. Bugün İDO seferlerinden bahsettiğimiz Mudanya İskelesi’nden çok değil yüz yıl öncesi Marsilya’ya ipek, şarap ihracatı yapılırmış. İngiliz kumaş borsası Bursa’da Kozahan’da ipek kozasının fiyatı belirlendikten sonra değerleri açıklarmış. Şimdi ise ticaret finans merkezi olma yolunda olan İstanbul’a üretim yaparak sömürülüyor.

Peki ne yapmak gerekiyor? Bursa’yı, Çanakkale’yi, Yalova’yı, Balıkesir’i yani Güney Marmara’yı İstanbul’un arka bahçesi olmasından kurtarmak gerekiyor. Bunun için de öncelikle merkezi idarenin şekillendirdiği ulaşım politikalarına, her seferinde İstanbul merkezine bağlayan yollara dur demeli.

Misal Gebze-İzmir Otoban yolu. Bu yolun Güney Marmara’ya ne faydası olacak? Bizi nasıl kalkındıracak? İstanbul’daki matbaalarda basılan kitaplar daha hızlı gelince mi gelişeceğiz? Ya da bizde üretilen salçalar daha hızlı İstanbul’da depolanıp sonra da bizim mahalleye gelerek mi?

Bilakis otoban yolun zarar vereceği tarım alanlarını, ekolojik dengeyi düşündüğümüzde zararı bile var. Gebze-İzmir otoban yolu yüzünden Gemlik’te 130bin zeytin agaci ve 18bin donum verimli arazi otoyol nedeniyle yok olacağı söyleniyor.

Verimli toprakları, zengin ekolojik sistemi, tarihi ve kültürel değerleri olan bu bölgeyi sürdürülebilir ve yaşanabilir olarak gelişebilir ve insanları da refaha ulaşabilir. Ama bunun için merkezi idarenin vesayetini durdurmak gerekiyor. Güney Marmara’dakilere sormadan alınan kararların önüne geçmek gerekiyor. Güney Marmara için demokrasi ve yerel özerklik gerekiyor.

Güney Marmara Bölgesinin kentsel ekonomisini geliştirmek ve de ekolojik dengesini koruyabilmek için tek yol özerklik ve de demokrasi. Yoksa merkezi idarenin İstanbul merkezli kalkınma projeleri ile yoksullaşma ve de doğal ortamımızın yok olması kaçınılmaz.

 

İkbal Polat

 

İkbal Polat

 

“Nefretme” diyen herkes Dünya Tiyatrolar Günü’nde sokakta

Başta azınlıklar, inanç grupları, LGBT,Roman ve engelli örgütleri olmak üzere, nefret suçları mağduru kesimleri temsil eden60 sivil toplum kuruluşunu bir araya getiren ve temel amacı, Türkiye’de nefret suçlarına ilişkin bir yasal düzenlemenin Meclis ve kamuoyunun gündemine getirilmesi olan Nefret Suçları Yasa Kampanyası Platformu 27 Mart Dünya Tiyatrolar Günü vesilesiyle sokak etkinlikleri düzenliyor.

15:30’dan itibaren Beyoğlu İstiklal Caddesi, Mis Sokak girişinde başlayacak etkinliklerde aAktivist tiyatrocu öğrencilerden oluşan “Entegre Sokak Tiyatrosu” grubu, İstiklal Caddesi, Mis Sokak girişinde yaklaşık 20 dakika sürecek ve nefret suçlarını işleyecek bir performans sergileyecek. Ayrıca  platform olarak bu performans paralelinde kampanyayı destekleyen sanatçılar, aydınlar, akademisyenler; sivil toplum temsilcileri ve aktivistlerle birlikte broşür dağıtıp, nefret suçları yasası için imza toplayacak ve çeşitli yan etkinlikler düzenleyecek.

Ayrıntılı bilgi nefretme.org/ dan edinilebilir.

 

(Yeşil Gazete)

 

Fenerbahçe’nin ardından sıra Galatasaraylı voleybolcularda

0

Galatasaray Voleybol Takımı, CEV Cup Final ilk maçında, saat 19.00’da, Burhan Felek Spor Salonu’nda İtalya temsilcisi Yamamay Busto Arsizio ile karşılaşacak.

2009-2010 sezonunda CEV Cup’ta şampiyonluk sevinci yaşayan Yamamay Busto Arsizio bu sezon İtalya Kupası’nı aldı ve ligde de tek yenilgiyle liderlik koltuğunda oturuyor. Yamamay Busto Arsizio ligde tek yenilgisini 4 Mart 2012 tarihinde CEV Cup yarı finalinde elediği Robur Tiboni Urbino karşısında 3-2’lik skorla aldı.

Yamamay Busto Arsizio bu sezon CEV Cup’ta sırasıyla Le Cannet – Rocheville (Fransa), Iqtisadchi Baku (Azaerbaycan), BKS Bielsko – Biala (Polonya), Schweriner SC (Almanya) ve Robur Tiboni Urbino (İtalya) takımlarını eledi.

Tarihinde ilk defa Avrupa’da final oynayacak olan Galatasaray ise CEV Cup’ta önce Güney Kıbrıs temsilcisi Apollon Limassol’u 3-0’lık iki maçla safdışı bıraktı. Sonrasında Belçika temsilcisi Asterix Kieldrecht ile eşleşen sarı – kırmızılı ekip ilk maçı 3-0 kazandıktan sonra ikinci maçı deplasmanda 3-2 kaybetmesine rağmen altın seti kazanarak tur vizesi aldı.

Belçika temsilcisinin ardından Yunanistan ekibi AEK Atina ile eşleşen Galatasaray rakibini set vermeden kupanın dışına itti ve çeyrek finalde Sırbistan takımı Kızılyıldızla eşleşti. Kızılyıldız’a da set vermeyen Galatasaray yarı finalde Romanya ekibi 2004 Tomis Constanta ile eşleşti. İlk maçı deplasmanda 3-0 kaybeden Galatasaray ikinci maçı İstanbul’da taraftarının da desteğiyle 3-0 kazandı. Altın seti de 15-11 kazanan Galatasaray adını finale yazdırmayı başardı.

“Erdal Öz edebiyat ödülü” Murathan Mungan’a

Erdal Öz’ün anısını yaşatmak amacı ile her yıl bir şair yada yazara verilen Erdal Öz edebiyat ödülüne 2012 yılında Murathan Mungan layık görüldü.

Can Yayınları’ndan yapılan açıklamaya göre, Enis Batur, Semih Gümüş, Feride Çiçekoğlu, Turgay Fişekçi, Kaya Genç, Nüket Esen ve Can Yayınları adına Zeynep Çağlıyor’dan oluşan Seçici Kurul, bu yıl 5. kez verilen ödülün, “30 seneyi aşkın süredir tiyatro, şiir, öykü, roman ve deneme alanlarında gösterdiği yaratıcılık, yenilikçilik ve yetkinliği” dolayısıyla Murathan Mungan’a verilmesini kararlaştırdı.

Murathan Mungan’a ödülü, 5 Nisan’da Pera Müzesi’nde düzenlenecek törenle verilecek.

Erdal Öz’ün anısını yaşatmak için ailesi ve Can Yayınları tarafından verilen edebiyat ödülü, 15 bin lira maddi destek ve Handan Börüteçene tarafından tasarlanan bir heykelcikten oluşuyor.

2008 yılından bu yana verilen ödülü bugüne kada,r Gülten Akın, İhsan Oktay Anar, Nurdan Gürbilek ve Şavkar Altınel layık görüldü.

Bu arada, Seçici Kurul, 2013 yılındaki jüriye, yeni üye olarak Handan İnci’nin davet edilmesine karar verdi.

Yılmaz Güney filmleri Yeşilçam Sineması’nda

Beyoğlu’nun nev-i şahsına münhasır sinema salonu Yeşilçam Sineması bu hafta yeni bir programa ev sahipliği yapıyor. Restore edilerek yenilenen Yılmaz Güney filmlerini bir hafta boyunca seyircilerle buluşturan sinema, usta ismi sinema perdesinde yeniden seyretmek isteyenleri ağırlıyor. Ayrıca çeşitli festivallerde görücüye çıkan kısa film ve belgeseller de programda yer alıyor.

23 Mart Cuma günü başlayan gösterimler için halen geç kalmış sayılmazsınız.

27 MART SALI

12.00 İşte Böyle: Belgesel (46’16”) Yön: Osman Şişman, Özlem Sarıyıldız / 2012

Bölge: Belgesel (40’) Yön: Güliz Sağlam- Feryal Saygılıgil / 2010

14.00 Sînor û Mırın (Sınır ve Ölüm): Belgesel (56’) Yön: A. Gök / U. Hakan / 2011

Kara Vagon: Belgesel (65’) Yön: Özgür Fındık / 2011

16.30 ve 18.30 Endişe: Yönetmen: Şerif Gören / Senaryo: Yılmaz Güney

28 MART ÇARŞAMBA

12.00 Toruk: Belgesel (32’21’’), Yön: Hasan Basri Özdemir / 2011

Akıntıya Karşı: Belgesel (69’), Yön: Özlem Işıl, Umut Kocagöz, Ezgi Akyol, Volkan Işıl / 2012

14.00 Sayfalar Arasında Bir Gölge, Sahaf Vahan: Belgesel (110’)Yön: Esra Yıldız / 2010

16.30 ve 18.30 Duvar: Yönetmen: Yılmaz Güney / Senaryo: Yılmaz Güney

29 MART PERŞEMBE

12.00 Halepçe Hıway Nemir / Sonsuz Umut: Belgesel (78’26)

Yön: Fatin Kanat-Necmettin Salaz / 2011

14.00 Annem Barış İstiyor: Belgesel (49’) Yön: Aziz Çapkurt / 2011

Evdalê Zeynikê: Belgesel (72’) Yön: Bülent Gündüz / 2010

16.30 ve 18.30 / Sürü: Yönetmen: Zeki Ökten / Senaryo: Yılmaz Güney

 

(Beyazperde.com)