Ana Sayfa Blog Sayfa 4754

Ağır Ceza Mahkemesi sivil toplumun müdahillik talebini kabul etti

2010 yılında İzmir’de Esra Yaşar, Ayşe Selen Ayla ile Azra Has adlı üç kadının öldürülmesi davasının dokuzuncu duruşmasında bugün önemli gelişme yaşandı. Davaya müdahillik talebinde bulunan Siyah Pembe Üçgen LGBTT Derneği’nin isteği, mahkeme heyeti tarafından kabul edildi. Mahkeme, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın müdahilliğini de onaylarken, tüzel kişiliği olmadığı gerekçesi ile, Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nu geri çevirdi.

Az sayıda olumlu örnekten biri

Hassas grupları temsil eden veya insan hakları üzerine çalışan sivil toplum örgütleri müdahillik taleplerini mahkemelere sıklıkla iletiyorlar. Darbecilerce gerçekleştirilen insan hakkı ihlalleri, Festus Okey cinayeti, Ahmet Yıldız cinayeti, HIV/AIDS ile yaşayanların davaları ve kadın cinayetleri sivil toplumun olumsuz yanıt aldığı çok sayıda örnekten bazıları. Türkiye mahkemeleri, zarar gören taraf olmadıkları hükmüne vararak sivil toplumun müdahilliğini genellikle reddediyor. Son derece sınırlı sayıdaki olumlu yanıttan birisi geçtiğimiz sene, Necla Yıldız cinayetine bakan Ankara 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nin, Büro Emekçileri Sendikası ile Çağdaş Hukukçular Derneği’nin başvurusunu kabul etmesiydi. Bugün de İzmir 7. Ağır Ceza Mahkemesi, Ankara’nın kararını takip etmiş oldu.

Müdahillik neden önemli?

Dezavantajlı kimliklerden mağdurlar adalete erişimde ciddi çekinceler ve sıkıntılar yaşıyorlar. Örneğin, HIV/AIDS ile yaşayanlar kişiler, mahremiyetlerinin korunamayacağını düşünerek, kendilerine yönelen herhangi bir suç veya tehdit nedeniyle mahkemelere başvuramıyorlar. Türkiye’deki yasal statü boşluğu ve ekonomik nedenlerle mülteci ve göçmenler de sivil toplum örgütlerinden destek istiyorlar. Benzer bir durum kadın cinayetlerinde yaşanıyor. Çoğu zaman cinayetin faili kadının kendi ailesinden, aile kararını uygulayan bir yakını oluyor. Böyle durumlarda aile, davayı sahiplenmek bir yana, bizzat zanlı durumunda oluyor. Karar alma ve uygulama mekanizmalarında yeterince temsil edilmeyen, ekonomik, sosyal ve kültürel açılardan ayrımcılığa uğrayan tüm kimlikler, yargı aşamalarında sivil toplum örgütlerinin müdahilliğine büyük ihtiyaç duyuyorlar. Sivil toplum örgütleri, işkence ve kötü muamele, ayrımcılık ve nefret suçu vakalarında, suçun hedefinin sadece mağdur değil, onun temsil ettiği sosyal grup üzerinden toplumsal barış olması nedeniyle, zarara uğradıklarını beyan ederek müdahillik taleplerinde bulunuyorlar. Örgütler, ayrıca, polis, zorunlu müdafi avukat, savcı ve yargıçların ideolojik tutumlarını gerekçe göstererek, bu taleplerinde ısrar ediyorlar. Zanlıların kamu görevlisi olması halinde, Türkiye kolluğu ile yargı sisteminin taraflı olabilen yaklaşımı pek çok davanın mağdurlar tarafından yargıya hiç taşınmamasına ya da yargılamaların çok uzun sürmesine ve hatta zamanaşımı ile cezasızlığa kapı açıyor.

Duruşmada ne oldu?

Esra Yaşar, Ayşe Selen Ayla ile Azra Has’ın katil zanlısı H.A.’nın yargılandığı davanın dokuzuncu duruşması İzmir 7. Ağır Ceza Mahkemesi’nde 26 Mart Pazartesi günü görülmüş oldu. Adliye önünde basın açıklaması yaptıktan sonra öldürülen kadınların aileleriyle birlikte duruşmayı izleyen Kadın Cinayetlerini Durdurucağız Platformu ve Siyah Pembe Üçgen LGBTT Derneği üyeleri, tutuklu yargılanan H.A.’nın suçunu kabul edip anlattıktan sonra bu ifadesinden vazgeçtiğini, şimdi de “aklı dengesi bozuk” raporu almaya çalıştığını aktardılar. Mahkeme, Adli Tıp Kurumu’ndan gelecek raporu beklemek üzere 22 Haziran tarihine ertelendi..

Nefret suçlarına ve nefret söylemine karşı yasal boşluk var

Sivil toplum temsilcileri kadın cinayetlerinin ve nefret suçlarının politik olduğunu anımsatarak, geçtiğimiz günlerde GazetemEge’de yayımlanan, trans bireyleri hedef gösteren yazısı nedeniyle Hilmi Çınar hakkında suç duyurusunda bulundular. Yasal boşluğun nefret söylemine olanak verdiğini, söylemin de nefret suçlarına zemin hazırladığını dikkat çeken aktivistlerden Deniz Solmaz, “Nefret suçları ağırlaştırılarak cezalandırılacağına, haksız tahrik, iyi hal indirimleriyle adeta ödüllendirilmektedir.” dedi.

Yaygın kullanımı “nefret suçları” şeklinde olsa da, bu suçların faillerinin hedeflerindeki kişilere ve kimliklerine karşı mutlaka düşmanlık duygusu içinde hareket etmiş olmaları gerekmiyor. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’nın da önerdiği, pek çok ülkenin mevzuatına yer alan “nefret suçlarında ayrımcı seçme modeli”ne göre failin mağduru kimliği nedeniyle seçmiş olması, suçun nefret suçu olarak tanımlanması için yeterli. Çünkü, mağdurların sosyal kimlik özellikleri nedeniyle daha savunmasız görülmeleri, saldırganların o kimlik kategorilerinden kişilere yönelmelerine neden oluyor.

Haber ve fotoğraflar: Murat Köylü

 

 

Cameron Dünya’nın tabanına indi

Titanik, Terminatör, Aliens ve Avatar gibi ödüllü Hollywood filmlerinin yönetmeni James Cameron,“Dünyanın tabanı” diye adlandırılan, denizlerin en derin yeri Büyük Okyanus’un batısındaki Mariana Çukuru’na tek başına dalış yapmayı başardı.

Amerikan coğrafya ve bilim araştırmaları dergisi National Geographic tarafından organize edilen ve “Deep Sea Challenge” adı verilen yaklaşık 11
kilometrelik dalışın sonunda ünlü yönetmen böylece son 50 yıldır buraya ulaşmayı başaran ilk insan
oldu.

Cameron’ın dünyanın en derin noktasına görüntü çekmek ve oraya özgü canlılardan numune almak üzere yaptığı dalışı yaklaşık 5 saat sürdü.

Mariana Çukuru’na daha önce iki kişi inmeyi başarmıştı.

Uzun zamandır okyanuslara tutkuyla bağlı olan ve Titanik filmini çekerken de denizaltı kullanan ünlü yönetmenin tek kişilik Avustralyalı mühendisler tarafından inşa edilen denizaltısı 3 boyutlu kameralarla donatılı bulunuyor.

Cameron, burada geçirdiği süre zarfında 3 boyutlu bir belgesel için çekim yaptı, bilim adamları için numune topladı.

(EN)

Korsanların yıldızı parlıyor

Almanya’da hafta sonu Saar Eyaleti’nde yapılan seçimlerde yine iyi bir sonuç elde eden Korsanlar Partisi’nin yıldızı giderek parlıyor. Araştırmalara göre, Korsanların potansiyel oy oranı yüzde 24 civarında.

Onlar dijital çağın yeni siyasi oluşumu… Sanal dünyada sansür tartışmalarının ortaya çıkmasıyla internette özgürlüğü ve özgür içerik paylaşımını siyasi hedefleri haline getiren Korsanlar Partisi, Almanya’da başarı grafiğini yükseltmeye devam ediyor.

Hafta sonu Saar Eyaleti’ndeki seçimlerde yüzde 7,4 oranında oy toplayan Korsanlar, geçen eylül ayında Berlin Eyaleti’nde yapılan seçimlerde de yüzde 8,9 oy oranıyla eyalet parlamentosuna girmeyi başarmıştı. Korsanların başarısı hedef kitlesinin yer aldığı internette de büyük sükse yarattı ve parti seçim gecesi Twitter’ın “Trendy Topic“ listesinde yerini aldı.

‘Açık bir platform sunduk’

Saar Eyaleti’nde yüzde 5 oy alabilen başlıca siyasi rakibi Yeşilleri de geride bırakan Korsanlar Partisi mayıs ayında Kuzey Ren Vestfalya ve Schleswig-Holstein eyaletlerindeki seçimler için de umutlu.Partinin Saar Eyaleti teşkilatından Michael Hilberer, elde ettikleri seçim başarısını şöyle değerlendirdi: “Evet, öncelikle biz normalde sandık başına gitmeyen seçmenlerin oylarını topladık. Eğer insanların demokratik sürece katılımını sağlayabiliyorsak ne mutlu bize. Sanıyorum, başarımızı değerlendirmek için siyasette insanlara açık bir platform sunduğumuzun idrak edilmesi gerekiyor. Kanımca bu, bizim en önemli başarı sırrımız.”

Korsanların zaferi karşısında şaşkın olan diğer siyasi partiler ise ortaya çıkan yeni siyasi taleplerin farkında. İktidar partilerinden Hrıstiyan Demokrat Birlik’in genel sekreteri Hermann Gröhe, internet politikası, vatandaş katılımı ve şeffaflığın artırılması gibi konular üzerinden ortaya çıkan ve seçmen toplayan bir partinin diğer partiler tarafından da dikkate alınması gerektiğini dile getirdi.

Gröhe şöyle konuştu: “Evet, bu partiyi ciddiye alıyoruz. Biz de önemli siyasi konularda vatandaşın daha erken bir aşamada katılımını sağlayacak ve bu ülkede yaşayan insanların protestoyu bir çıkış yolu olarak görmesini engelleyecek daha etkin adımlar atılabilmesi için çalışmalıyız. Korsanlar Partisi’nin bu seçimde elde ettiği başarı, her parti için daha iyisinin nasıl olabileceği konusunda düşünmek için bir vesile olmalı.”

Hür Demokratlar rahatsız oldu

Korsanların başarısından en çok rahatsız olan ise Saar Eyaleti’nde yüzde 1,2 oranında oy alabilen iktidar ortağı Hür Demokrat Parti oldu. Hür Demokratların genel sekreteri Patrick Döring, seçim gecesi yaptığı değerlendirmede “kitlelerin despotu” nitelemesiyle Korsanlar Partisi’ni hedef aldı. Döring, internetteki anonim tartışmalarda çoğunluğun görüşlerine ilişkin tamamen yanlış bir izlenim oluşturulduğunu ve Korsanların da buna öncülük ettiğini savundu.

İnternet politikası, Almanya’daki diğer büyük siyasi partilerin de gündeminde artık daha önemli bir yer tutmaya başladı. Sosyal Demokrat Parti Genel Sekreteri Adrea Nahles şunları söylüyor: “Federal Parlamento’daki bütün partilerin, internet politikasını bir süredir önemli bir konu olarak dikkate aldığımızı düşünüyorum. Bu birkaç yıl önce başladı. Saar Eyaleti’nde de genç seçmenlerin oyunu internet politikalarımız üzerinden aldık. Yani orada bu konuda birinci sırada yer alan Korsanlar değil, Sosyal Demokratlardır.”

(DW)

Grup Yorum üyesine cezaevinde saldırı

Tekirdağ 1 No’lu F Tipi Hapishanesi’nde tutuklu bulunan Grup Yorum üyesi Seçkin Aydoğan’ın saldırıya uğrayarak ciddi şekilde yaralandığı belirtildi.

Grup Yorum’dan yapılan yazılı açıklamada, Aydoğan’ın, Tekirdağ 1 No’lu F Tipi Hapishanesi’nde Eser Morsümbül ve Onur adlı bir tutuklu ile birlikte 24 Mart Cumartesi günü sabah saatlerinde saldırıya uğradığı belirtildi.

Açıklamada şöyle denildi:

“…Grubumuz üyesi Seçkin Aydoğan bugün tutuklu bulunduğu Tekirdağ 1 No’lu F Tipi Hapishanesi’nde yanındaki diğer tutsaklar Eser Morsümbül ve Onur ile birlikte sabah saatlerinde saldırıya uğramıştır. Saldırı sonrası sağlık durumları hakkında bilgi alınamazken, tutsakların her birinde özellikle de Seçkin’de ciddi yaralanmalar olduğunu öğrendik. Arkadaşımız ve diğer tutsakların yaşadığı bu saldırıdan ve bundan sonra başlarına gelecek her şeyden Tekirdağ 1 No’lu F Tipi Hapishanesi Müdürü, diğer görevliler ve gardiyanlar sorumludur….”

Türküler Seçkin için…
Bu arada Grup Yorum, Seçkin Aydoğan’ın serbest bırakılması için her pazar Galatasaray Meydanı’nda konser veriyor. Aydoğan, Nurtepe’de 13 Aralık 2011’de Haklar Derneği’ne yapılan operasyonda gözaltına alınmıştı. 16 Aralık’ta tutuklanan Aydoğan, Tekirdağ 1 No’lu F Tipi Hapishanesi’ne gönderildi. Savcı Hüseyin Kaplan’ın hazırladığı iddianameye göre, Aydoğan, Taksim Meydanı’nda yapılan “Yürüyüş çalışanları serbest bırakılsın” protestosuyla basın açıklamasına katıldığı ve “örgüt sloganı attığı” gerekçesiyle, “2911 Sayılı Toplantı ve Yürüyüş Kanunu’na Muhalefet, Terörle Mücadele Kanunu 7/2. maddesindeki örgüt propagandası ve Türk Ceza Kanunu 314. maddesindeki örgüt üyeliği” suçlamalarıyla yargılanıyor. Grup Yorum, hayranlarını ve kendilerine destek olmak isteyen herkesi Çağlayan Adliyesi 15. Ağır Ceza Mahkemesi’nde 2 Nisan’a görülecek duruşmaya davet ediyor.

CHP meydana iniyor!

CHP Genel Başkan Yardımcısı Erdoğan Toprak, yarın Ankara Tandoğan Meydanı’nda yapılacak mitinge, çocuğunun hakkını ve ülkenin geleceğini düşünen; eşit, bilimsel ve parasız eğitimden yana olan herkesi beklediklerini belirtti.

Toprak, yaptığı yazılı açıklamada, grup toplantısını milletle yapacaklarını ifade etti.

Toprak, şunları kaydetti:

“Bizi TBMM’nin yüce çatısı altında konuşturmayan, arkadaşlarımızı yerlerde tekmeleyen anti-demokratik zihniyete karşı demokratik tepkimizi salı günü Tandoğan’da ortaya koyacağız.”

CHP’li olan, olmayan binlerce insanın Türkiye’nin dört bir yanından Tandoğan’a akacağını bildiren Toprak, “Bu nedenle mitingimiz öncesinde, miting esnasında ve sonrasında yaşanacak her provokasyondan AKP sorumlu olacaktır. AKP demokratik tepkimizi karalamaya, küçümsemeye ve illegal göstermeye çalışacağına hükümet olma sorumluluğunun bilinciyle hareket etmelidir” ifadelerini kullandı.

Mitingi halka duyurmak için hafta sonu Ankara’nın tümünde astıkları davet afişleri, pankartları ve flamaların önemli bir kısmının karanlık eller tarafından yırtılmış, sökülmüş ve parçalanmış olduğunu öne süren Toprak, şunları belirtti:

“AKP yetkilileri bize saldıracaklarına, afişlerimize saldıranları bulup hesap sorsunlar. En demokratik hakkımızı duyurmamıza izin vermeyen bir zihniyet bu ülkeye nasıl demokrasi getirecektir?”

“Demokrasi tarihinde bir ilk”

Partisinin demokrasi tarihinde bir ilki gerçekleştirerek grup toplantısını milletle yapacağını vurgulayan Toprak, şöyle devam etti:

“Bu, bizim için büyük bir onurdur. Ama aynı zamanda bu miting; TBMM çatısı altında bizi konuşturmayarak ve haklarımızı gasp ederek bizi bu eylemi yapmaya iten AKP için utanç kaynağı olacaktır. Demokrasi tarihimiz bu olayı not edecektir. Biz CHP olarak, çocuğunun hakkını ve ülkenin geleceğini düşünen; eşit, bilimsel, parasız eğitimden yana olan herkesi yarın saat 13.30’da Tandoğan Meydanı’nda bekliyoruz. Çünkü eğitim sistemi bölünür ve kesintili hale gelirse Türkiye dünyanın en geri ülkesi haline gelir.”

Senegal’de bir devir kapandı

0

Senegal’de 12 yıllık Abdülaye Wade iktidarı sona erdi.

Senegal’deki devlet başkanlığı seçiminin ikinci turununda da halkın büyük çoğunluğu tarafından kabul gören Macky Sall, Devlet Başkanı Abdülaye Wade’ı geride bırakarak seçimi kazandı.

Macky Sall’in zaferi ülkede büyük sevinçle karşılandı.
Başkent Dakar’da toplanan binlerce kişi, haberi şarkılar söyleyerek ve dans ederek kutladı.

Senegal’de, ilk tur öncesi Anayasa Mahkemesi, anayasanın ters yönde hükmüne rağmen 85 yaşındaki Wade’in üçüncü kez aday olabileceği kararı
vermiş, ülke iç savaşın eşiğine gelmişti.

Bu sırada Macky Sall seçim sonucunun ardından kameraların karşısına geçti. Senegal’in demokrasi ile
anılmasını sağlayacağını belirterek, “Kazanan Senegal halkı oldu” dedi. Sall, 2004-2007 yılları arasında başbakanlık görevinde bulunmuştu.

Yenilgiyi kabul eden Wade’in ise Macky Sall’i telefonla arayarak, seçim zaferinden dolayı kutladığı
belirtildi.

İlk turu 26 Şubat’ta yapılan devlet başkanlığı seçiminin resmi sonuçlarının haftasonuna kadar açıklanması bekleniyor.

13 yaşındaki kızını sözleşmeyle satan babaya ceza

0

Antalya’da 6 yıl önce 13 yaşındaki kızını 5 bin lira karşılığında sözleşmeyle satan babaya 7 yıl 9 ay, kızı satın alan kişiye ise 24 yıl hapis cezası verildi.

Bugün 19 yaşında olan E.Y. isimli kızını 6 yıl önce 5 bin lira karşılığında sattığı öne sürülen baba ile küçük kıza tecavüz etmekle suçlanan 54 yaşındaki hırdavatçı Y.A.’nın yargılandığı davanın 3. duruşmasında karar çıktı.

Mahkeme heyeti, kızı satın alan Y.A.’yı “cinsel istismar amaçlı kişiyi hürriyetinden yoksun bırakma” ve “zincirleme olarak cinsel saldırı” suçlamalarından toplam 24 yıl hapis cezasına çarptırdı.

Y.A. ile sözleşme yaptığı iddiası ile 5 bin lira karşılığında kızını bu kişiye teslim eden baba O.Y.’ye de “cinsel amaçlı özgürlüğünün kısıtlanmasına ve cinsel saldırıya yardım etmek” suçlarından 7 yıl 9 ay 22 gün hapis cezası verildi.

Mahkeme heyeti, O.Y.’nin 3 yıl 10 ay 22 gün velayet hakkının da ertelenmesine karar verdi.

Ortadan kaybolan baba O.Y., görüldüğü yerde yakalanarak cezaevine konulacak.

UTANÇ SÖZLEŞMESİ
İddialara göre; şu anda 19 yaşında olan E.Y., 2006 yılında babası O.Y. tarafından oğlunun çalıştığı inşaat malzemeleri dükkanının sahibi Y.A.’ya 5 bin lira karşılığında satıldı.

Küçük kızın babası ile işadamı arasında yapılan satış, sözleşmeyle de imza altına alındı.

E.Y.’nin vesikalık fotoğrafının da yapıştırıldığı sözleşmeye “Kızımı 5 milyon (5 bin TL) liraya sattım. 12.2.2006 tarihi itibariyle kızım E.Y.’yi O.A.’ya teslim ediyorum. Parayı peşin aldım. Yukarıdaki tarihten itibaren Y.A.’nın kontrolünde olacaktır. Baba olarak rıza gösteriyorum’ diye yazılmıştı.

Fenerbahçe taraftarına mektup

Hepinize selam olsun.

Bugün twitter #istanbulemniyetmuduruistifa etiketiyle çalkalandı. Siz kadın ve erkek, sağcı ve solcu, dindar ve ateist, türk ve kürt ve ermeni, heteroseksüel ve LGBT, genç ve yaşlı tüm Fenerbahçeliler, aranızdaki tüm farklılıkları bir kenara bırakıp ortak bir değer için sesinizi yükselttiniz.

Ne iyi yaptınız… “Fenerbahçe taraftarı” kimliği etrafında birbirinize destek oldunuz, tanımadığınız bir insanın, bir Fenerbahçelinin yediği tekmeye tepkinizi verdiniz.

Çünkü polis ve ona “orada dur, Fenerbahçelilerin Avrupa şampiyonluğunu kutlamalarını engelle!” emri veren emniyet müdürü haksızdı. Bir grubun kutlama yapmasını engellemek nasıl bir bahaneyle engellenebilir ki? Bırakın düşünce ve ifade özgürlüğünü, en basitinden insanın varoluş hakkına bile uymayan, gaddarca bir emirdi bu.

Bir insanın mutlu olma ve mutluluğunu diğerleriyle paylaşma, kutlama hakkını kim nasıl engelleyebilir? Kim sana “mutluluğunu şimdi yaşama, sonra yaşa.. Orada değil, burada yaşa… Kutlamanı bugün değil yarın yap!” diyebilir ki?

“Sen şimdi kutlama yaparsan sorun çıkabilir, Galatasaraylılar saldırır, Beşiktaşlılar saldırır, o yüzden kutlama yapamazsın” diyebilir mi devlet sana? Polisin görevi değil midir zaten kutlamasını yapan, ifade özgürlüğünü kullanan, meydanlara inen insanları “diğerlerinin” saldırılarından korumak? Kamu güvenliğini, kutlama yapmak isteyenleri onlara saldırma ihtimali olanlardan korumak yerine kutlama yapılmasını engellemek olarak gören bir devlet olabilir mi?

Ya da şöyle düşünelim, bir Galatasaraylı ya da Beşiktaşlı çıkıp “Sonuçta halkın çoğu Fenerbahçeli değil. Ben Fenerbahçelilerin şampiyonluk kutlamasını sevmiyorum, o yüzden polis saldırmakla iyi yaptı” diyebilir mi? Şükürler olsun ki ben daha böyle diyene rastlamadım, umarım da rastlamam. Çok saçma, çok anlamsız olurdu öylesi… Hem bugün sizlerin başına gelen, ya yarın da bir başka taraftar grubunun başına gelirse?

Ben Fenerbahçeli değilim. Ama tepkinizi paylaşıyor, sizle birlikte “Emniyet Müdür İstifa!” diyorum.

Aynı, bir kürt olmamama rağmen, Newrozlarını pazar günü kutlamak isteyenlerin karşısına “Olmaz!” diye dikilen, topla tüfekle saldıran devlete karşı sesimi çıkardığım gibi.

Bir insanın, bir taraftar grubunun, bir halkın, bir sınıfın, kendini ne şekilde tanımlarsa tanımlasın, hiç bir grubun kutlama hakkı gasp edilemez. “Bugün değil yarın kutlama yap”, “orada değil burada kutla” denemez. Sizlerin “Fenerbahçelilik” ortak kimliği etrafında birleşerek atılan o tekmeye karşı sesinizi yükseltmeniz gibi, ben de insanlık ortak kimliğinde buluşarak Newroz’da Hacı Bayram’ın polis tarafından öldürülmesine, milletvekili Ahmet Türk’ün gözünde yumruk patlatılmasına karşı sesimi çıkarıyorum.

BDP’li değilim. BDP’nin söylemlerinden bazılarına katılıyorum, bazılarına katılmıyorum. Ama katılsam da katılmasam da, BDP nezdinde kürtlerin kutlamak, söylemek, protesto etmek istedikleri herşeyi özgürce seslendirebileceği bir Türkiye istiyorum.

Aynı Fenerbahçelilerin şampiyonluklarını özgürce kutlayabildikleri, lezbiyen-gay-biseksüel ve transların “Onur Yürüyüşü”nü istedikleri gibi gerçekleştirebildikleri, nükleer karşıtlarının Akkuyu santralini dilediklerince protesto edebildikleri, HES’lere karşı çıkanların haklarında dava açılmadığı, sendikalaşan işçilerin işten atılmadıkları, gazetecilerin tutuklanmadıkları, solcuların coplanmadıkları, öğrencilerin yıllarca tutuklu yargılanarak ömürlerinin çürütülmediği bir Türkiye istediğim gibi.

Fenerbahçeliler, sizlerinki bir özgürlük mücadelesidir. Yargılanan başkanınızın tüm yargı sürecinin adil, hakkaniyet içinde, delillere dayanarak ve meşru biçimde yürütülmesini istemeniz bir özgürlük arayışıdır.

Bu ülkede özgürlüklere ulaşmak için daha çok yolumuz var. Bunun için ilk yapmamız gereken de, haksızlığa uğrayan, özgürlükleri kısıtlanan, şiddete uğrayan, öldürülen, işkenceden geçirilen, demokratik biçimde ilettikleri taleplerine biber gazıyla cevap verilen tüm insanların birbirlerinin davasına destek olmaları.

Bu destek için her birimizin aynı düşüncede olması da gerekmiyor.

Bir Beşiktaşlı, Fenerbahçe’nin şampiyonluk kutlamasından zevk almasa da (hatta kıskansa bile!) bu kutlamanın yapılabilmesi için Fenerbahçelileri savunmalı…

Aynı Mısır’daki Tahrir Devrimi’nde namaz kılan müslüman Mısırlıların etrafında çember olarak onları polis müdahalesinden koruyan hristiyan Mısırlılar gibi.

Bir Türk, Kürtlerin taleplerini (hiçbirine katılmasa, hatta karşı olsa bile!) özgürce dile getirebilmesi için vücudunu siper edebilmeli polisin tazyikli suyuna…

Aynı Voltaire’in “Söylediklerinize hiç katılmıyorum, ama bunları dile getirme hakkınız için gerekirse canımı bile veririm” dediği gibi.

Bir AKP’li, tutuklu yargılanan CHP’li milletvekilinin tahliye edilmesi ve yargı sürecinin öyle devam etmesi için sesini çıkarabilmeli…

Aynı, MHP’nin de milletvekillikleri gasp edilen BDP’li vekillerin uğradığı haksızlığa karşı “BDP benim politik olarak düşmanım, ama düşmanım bile olsa haksızlığa uğramasına göz yumamam” demesi gerektiği gibi.

Uzun yıllar boyunca “devlet her ihtimalde haklıdır” sandık. Dün bacağı kırılan Fenerbahçeli arkadaş gibi, Güneydoğuda küçücük kürt çocuklarının kolları kameralar önünde kibrit gibi kırıldıkça (videosu burada, daha net kalitelisi de burada, ama yüreğiniz kaldırmayabilir, uyarayım…), Maraş’ta aleviler katledikçe, solcuların nedensizce alındıkları gözaltılardan cesetleri çıktıkça…

Yani haksızlık “bize” uğramadıkça ses çıkarmadık. Aynı nazi dönemindeki gibi, “önce çingeneleri aldılar, sonra ibneleri. Komünistleri götürdüler sonra, ardından da Yahudileri. Hiçbirine ses çıkarmadık. Sonra bizi almaya geldiklerinde karşı koymak istedik, destek bekledik; ama gördük ki bize destek verecek kimse kalmamış”.

Artık biliyoruz ki, devlet hep haklı değil. İnsanlara haksızca, nedensizce, gaddarca saldırabiliyor, özgürlüklerini kısıtlayabiliyor. Siz Fenerbahçeliler olarak bunu dün gece bir kez daha yaşadınız.

Bu şiddeti sizden önce yaşayan ve sizden sonra da yaşayacak diğerlerine de devlet belki haksızlık, gaddarlık yapmıştı?

Bu ihtimalin varlığını akıldan kovalamak, söylediklerine katılmasak bile bir mücadele verenlerin ağızlarının kapatılması, kollarının kırılmasına sessiz kalmak, az önce paylaştığım o videoda “like”ları toplamış yorumların yazarları gibi kalpsiz, nefret dolu, zavallı yaratıklara dönüştürür bizi.

İnsan kalabilmek için, “o ihtimali” aklımızdan hiç çıkarmayalım. Sen ki artık haksızlığa uğramanın ne demek olduğunu iyi biliyorsun Fenerbahçeli, n’olur sen çıkarma aklından, en azından.

Gelecek sefer, devlet bir yerlerde birilerini susturmaya kalktığında yine, senin izin verilmeyen kutlamanı düşün bir kez daha.

Sonra gidelim beraber, söylediğine hiç katılmıyorsak bile, destek verelim ağzı kapatılana, haksızlığa uğrayana.

Etraflarında etten bir duvar örelim, sıra bize geldiğinde etrafımızı örecek birileri olsun diye.

 

Japonya’nın tek bir reaktörü kaldı

Uzun yıllardır enerji ihtiyacının önemli bölümünü nükleer santrallerden sağlayan Japonya, bir santralını daha kapatarak nükleer enerjiden vazgeçmeye iyice yaklaştı.

Geçen yılki deprem ve tsunami felaketi sırasında Fukuşima Santralı’nda yaşanan nükleer sızıntı ardından, ülkedeki nükleer santrallerin hemen hepsi güvenlik nedeniyle kapatılmıştı.

TEPCO şirketine ait Kashiwazaki-Kariwa santralında da şalterlerin indirilmesi ardından, 54 nükleer reaktörü bulunan ülkede sadece tek bir reaktör faaliyetini sürdürüyor.

Kuzeydeki Hokkaido Adası’nda bulunan bu reaktör de Mayıs ayında bakım için devre dışı bırakılacak.

Japonya normalde 13 ayda bir, reaktörleri bakım amacıyla bir süreliğine kapatıyordu. Ancak Fukuşima’daki sızıntıdan bu yana halkın tepkileri dolayısıyla denetimler için devre dışı bırakılan hiç bir reaktör yeniden açılamadı.

Bu durum ‘nükleer enerji alanında bir güven buhranı’ olarak yorumlanıyor.

Hükümet, bir süredir santrallar çevresinde yaşayanları reaktörlerin dayanıklı olduğuna ikna edebilmek için sistemler üzerinde stres testleri düzenliyor.

Ülke enerjisinin yüzde 30’unu sağlayan bir kaynağın bu şekilde denklem dışında kalması, uzun zaman sürdürülebilir bir durum değil.

Açığı kapatmak için elektrik şirketleri eski, atıl santrallarını yeniden hizmete alırken, doğalgaz ve diğer fosil yakıtların ithali büyük oranda arttı.

Bu da ülke üzerinde ciddi bir ek maliyet yaratıyor ve üretim girdilerine yansıyor. Japonya’nın Ocak ayında verdiği 437,3 milyar yen (5,4 milyar dolar, 9,5 milyar TL) tutarındaki rekor cari açığın en önemli nedenlerinden biri de buydu.

Dahası, önümüzdeki yaz ayları sıcak geçer ve soğutma için elektriğe talep yüksek olursa, kaynakların yetmeyebileceğinden endişe ediliyor.

Geçen yaz, aşırı talep yüklenmesini önlemek için bazı büyük fabrikalarda üretim gece saatlerine ve hafta sonlarına kaydırılmış, hükümet de işyerlerinden enerji tüketimini yüzde 15 azaltmalarını istemişti.

(BBC)

Özgür Gündem’in kapatılmasına protesto

Özgür Gündem Gazetesi’ne bir ay kapatma cezası verilmesi Beyoğlu’nda protesto edildi.

Bazı siyasi parti temsilcilerinin ve Özgür Gündem gazetesi çalışanlarının da aralarında bulunduğu protestocu grup, Taksim tramvay durağı önünde toplandı.

Gruptakiler, pankartlar açarak, sloganlar eşliğinde Galatasaray Lisesine kadar yürüdü.

Burada grup adına açıklama yapan, BDP Genel Başkan Yardımcısı Gültan Kışanak, ”Gazetecilerin özgürlükleri kısıtlandıkça, halkın gerçekleri görmesi engellenecektir. Basına yapılan sansür ve baskıyla hiçbir yere varılamaz. Daha aydınlık ve gelişmiş bir ülke için gazeteciler susturulmamalı, yazılarına sansür yasağı konmamalıdır” diye konuştu.

Özgür Gündem yazarlarından Bayram Balcı da, gazetesine yapılan engellemenin haksızlık olduğunu söyledi.

Balcı, şöyle devam etti:

”Bu saldırı sadece gazetecilere değil, halkın gerçeği öğrenme hakkına karşı yapılıyor. O yüzden sadece gazeteciler değil, haklarına sahip çıkan herkes bugün bu meydanda. Gazetemizin toplatılmasından, bir aylık kapatılmasına kadar bütün engeller önümüze konuldu. Biz gazeteciler olarak yargı kararlarında daha özgür ve sesimizin duyulduğu uygulamalar istiyoruz.”

İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi, gazetenin pazar günkü sayısının 1, 8, 9, 10 ve 11. sayfalarında yer alan haber, yorum ve fotoğrafların “Örgüt propagandası” yaptığı iddiasıyla, gazeteye bir ay kapatma cezası verirken, gazetenin pazar çıkan tüm sayılarına el konulmasına karar verilmişti.