Ana Sayfa Blog Sayfa 4406

Redhack, Melih Gökçek’i sızdırdı

Daha önce Dışişleri Bakanlığı ve YÖK’ün gizli belgelerini ele geçiren Redhack yani “Kızıl hackerlar” bu kez de Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’i hedef aldı.

Redhack, ele geçirdiği 6 belge ve 4 bilgi notunu Twitter’da yayınladı.

Belgelere göre, TOBB Başkanvekili Faik Yavuz’a ait Yenimahalle Macunköy’de yer alan arsanın mevcut emsal değeri, Yavuz’un ricası üzerine yükseltilmiş.
Böylece arsanın 41 bin 482 metrekarelik inşaat alanı iki katına çıkartılmış.    Redhack’in yayınladığı bir diğer belgede ise Yavuz’un iş bulma kurumu gibi çalıştığı ileri sürüldü.

Yavuz’un Kırıkkale Sulakyurt İlçesi’nde görev yapan bir polis memurunun Ankara merkeze tayininin yapılması için İçişleri Bakanlığı’ndan ricacı olduğu belirtildi.

Yavuz, öğretmen tayinleri için ise eski Ankara İl Milli Eğitim Müdürü’nden de ricacı olmuş.

Redhack, “Kendini eleştiren kadınların telefonlarını yayınlayan ve Redhack’i 1 ayda yakalatacagını söyleyen Melih Gökçek cevap vermiyor. Cepten arasak mı” şeklinde bir Twitter mesajı geçerek, hem Gökçek’in hem de korumasını telefon numaralarını yayınladı.

(CnnTurk)

375 CHP üyesi bilgisi olmadan AKP’ye üye yapıldı

CHP Trabzon Merkez İlçe Başkanı Ahmet Kaya, Belediye Meclis üyelerinin de aralarında bulunduğu 375 CHP üyesinin, bilgileri olmadan AKP’ye üye kaydedildiğini söyledi.

CHP Trabzon Merkez İlçe Başkanı Ahmet Kaya, partisinin il binasında düzenlediği basın toplantısında, “Ömrünü bu partiye adamış CHP’liler bilgileri ve onayları dışında AKP üyesi yapılmış. Türkiye Cumhuriyeti siyasal tarihine baktığımızda hiçbir partinin böyle bir yönteme başvurduğunu görmedim. AKP insanların imzalarını taklit ederek, onaylarını almadan partilerine üye yapabiliyorlar. Bu ciddi bir ahlaksızlıktır” dedi.

DHA‘nın haberine göre durumdan Yargıtay’dan Genel Merkez’e gelen bir yazıyla haberdar olduklarını söyleyen Kaya, “Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı önce 178 kişinin, sonra da 197 kişinin ismini bildirdi. Yani CHP Merkez ilçeye üye 375 kişi AKP’ye üye yapılmış. Bize nasıl üye olunacağı bellidir. Formlarımız var. AKP yöneticileri, partilerine geçtiklerini iddia ettikleri CHP’lilerin üye formlarını gösterebilecekler mi?” diye konuştu.

AKP’nin üye toplama sistemine de dikkat çekmek istediğini söyleyen Kaya, “Yardım almak isteyen yoksul insanlara, ’Üye olun öyle yardım alın’ deniliyor. Bir kurumda işe girmek isteyen insanların hangi partiye üye olduklarına bakılıyor ve eğer MHP veya CHP üyesiyseler, ’Oradan istifa etmeden işe alamayız’ diyorlar. Belediyenin şirketlerinde çalışanlar, taşeron işçiler, iradeleri dışında üye yapıldı” iddiasında bulundu.

Bilgileri dışında AK Parti’ye üye yapılan CHP’lilerin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na konuyla ilgili suç duyurusunda bulunacaklarını belirten Ahmet Kaya, “Bu sahtekarlığa karşı sessiz kalmayacağız. Hukuki yollarla hakkımızı arayacağız. Bir kişi iki partiye aynı anda üye olamadığı için arkadaşlarımızın üyelikleri düştü. Belediye Meclis üyelerimizin bile üyeliklerini tazelemek zorunda kaldık” dedi.

(sol.org.tr)

Grup Yorum üyesine 39,5 yıl hapis istemi

Grup Yorum üyesi Seçkin Aydoğan’ın “örgüt üyesi” olduğu iddiasıyla yargılandığı davada 39,5 yıl hapsi istendi

Grup Yorum üyesi Seçkin Taygun Aydoğan’ın da aralarında olduğu 6 sanığın “terör örgütü üyesi olmak, izinsiz gösteri yapmak ve polise direnmek” iddialarıyla yargılandığı davaya devam edildi. İstanbul 15. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki duruşmaya tutuklu sanıklar Grup Yorum üyesi Seçkin Taygun Aydoğan, Cemray Baş ve Melis Çitlioğlu katıldı.

Savcı mütalaasını açıkladı

Duruşmada, Savcı İsmail Işık esas hakkındaki görüşünü açıkladı. Savcı Işık, sanıklar Eser Morsümbül, Cemray Baş, Gürkan Türkoğlu, Seçkin Taygun Aydoğan, Melis Çitlioğlu ve Hazal Kaya’nın “Görevini yaptırmamak için direnme, kamu malına zarar verme, silahlı terör örgütüne üye olmak, terör örgütü propagandası yapmak, kanuna aykırı toplantı ve yürüyüşlere katılmak, yürüyüşlere silahsız olarak katılarak ihtara rağmen dağılmamak” suçlarından 10 yıl 3 aydan 39,5 yıla kadar hapisle cezalandırılmasını istedi.

Savcı Işık, DHKP/C’ye yönelik yapılan operasyonu protesto etmek için 13 Aralık 2011 tarihinde bazı şahısların Güzeltepe Mahallesi’nde toplandığı ve yola barikat kurarak trafik akışını engellediğini ileri sürdü. Olay yerine giden emniyet güçlerinin olaylara ilişkin 2 adet tutanak düzenledikleri anlatılan mütalaada, ilk tutanakta “olay yerindeki 10-15 kişilik bir grubun polise taşla saldırdığı” bilgisinin yer aldığı ifade edildi. Olaylar sırasında Melis Çitlioğlu, Hazal Kaya, Seçkin Taygun Aydoğan ve Gürkan Türkoğlu’nun yakalandığı mütalaada iddia edildi.

Söz isteyen Aydoğan salondan zorla çıkarıldı

Mütalaanın açıklanmasının ardından Mahkeme Başkanı Ali Alçık, ara kararları açıklamak üzere duruşmayı bitirdiğini açıkladı ve sanıkların salondan çıkarılması talimatı verdi. Bu sırada Grup Yorum üyesi Seçkin Taygun Aydoğan, “14 aydır tutukluyum, konuşmak istiyorum” diyerek söz istedi ve salondan çıkmadı. Bunun üzerine Başkan Alçık, jandarma görevlilerine “Çıkarın dediysek çıkarın, talimatımı yerine getirin” dedi. Ancak Seçkin ve diğer sanıklar slogan atarak bir süre direndi. Jandarma görevlileri sanıkları zor kullanarak salondan dışarı çıkardı.Sanıkların tutukluluk hallerinin devamına karar veren Mahkeme, mütalaaya karşı savunma hazırlaması için sanıklara süre vererek duruşmayı erteledi.

(Turnusol)

Yüz bin memur bugün iş bırakıyor

Maliye, Adalet ve İçişleri bakanlıklarıyla Sosyal Güvenlik Kurumu ve İŞKUR’da çalışan bazı memurlar, bugün iş bırakacak.

KESK’e bağlı Büro Emekçileri Sendikası’na üye memurlar, bugün tüm Türkiye ‘de bir günlük iş bırakma eylemi yapıyor.

Büro-sen üyesi memurlar, vergi ve ücrette adalet, ek ödeme ve fazla mesai ücretlerinin maaşlara dahil edilerek emekliliğe yansıtılması ve güvenceli iş talebiyle eylemde.

Büro-sen üyeleri, işyerleri önünde kitlesel basın açıklamasında bulunacak.
Ankara ‘da ise Maliye Bakanlığı ‘na yürüyen memurlar, bakanlık önünde açıklama yapacak.

(Ajanslar)

Gül’ü protestoya hapis

Cumhurbaşkanı Gül’ü Kocaeli Üniversitesi’nde protesto eden 46 öğrenciye hapis cezası verildi.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ü, geçen yıl 6 Nisan’da Kocaeli Üniversitesi’ni ziyareti sırasında protesto edip, müdahale eden polislere direndikleri belirlenen 46 üniversite öğrencisi, 5’er ay hapis cezasına çarptırıldı.

Kocaeli Üniversitesi’nin Umuttepe Kampusü’nü ziyaret eden Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Rektör Prof. Dr. Sezer Ş. Komsuoğlu ile görüşürken, B Kapısı’nda toplanan bir grup öğrenci protesto gösterisi başlatmış, içeri girerek Rektörlük binasına yürümek istemişti. Öğrenciler, burada geniş önlem alan polis ekiplerinin oluşturduğu engeli aşma girişiminde bulunmuştu. Bunun üzerine polisler, tazyikli su, biber gazı kullanarak müdahalede bulunup, 55 öğrenciyi kargatulumba gözaltına almıştı.

Bu öğrencilerden 46’sı hakkında, Kocaeli 3. Asliye Ceza Mahkemesi’nde dava açıldı. 10 aydır tutuksuz yargılanan 46 öğrenci hakkında dün karar açıklandı. 46 öğrenci, ‘2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefet’ suçunu işledikleri gerekçesiyle 5’er ay hapis cezasına çarpırılırken, ‘polise mukavemet’ suçlamasından ise beraat etti.

Mahkeme, öğrencilere verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ve 5’er yıl süre ile denetime tabi tutulmalarına karar vererek, hükümle ilgili olarak Yargıtay yolunun da açık olmasını kararlaştırdı.

(Ajanslar)

Alakır özgür akıyor

Alakır Nehri Kardeşliği’nden mesaj var. 5 Aralık 2012’de Antalya Bölge İdare mahkemesinin Dedegöl Enerji’ye ait Kürce HES (Hidroelektrik Santrali) ile ilgili verdiği ‘yürütmeyi durdurma’ kararırının dün itibarı ile uygulamaya geçirilmesi ve hidro elektrik santrali için barajlarda iki seneye yakın zamandır tutulan suyun vadiye yeniden bırakılması üzerine Alakır Nehri Kardeşliği Platformu bir mesaj yayınladı.

Derelerin, vadilerin, ovaların, tüm tabiatın gözünü kar hırsı bürümüş sermayeye kaptırılmayacağına olan derin inancımıza bir harç daha katan bu mesajı sizlerle paylaşıyoruz

“ALAKIR ÖZGÜR AKIYOR!

Bugün itibariyle (26 şubat 2013 salı) saat 15:00’te yetkililer nezaretinde, 5 aralıkta Antalya Bölge İdare mahkemesinin Dedegöl Enerji’ye ait KÜRCE HES (Hidroelektrik Santrali) ile ilgili verdiği’yürütmeyi durdurma’ kararı  uygulanarak baraj kapakları açılmış ve 2 seneye yakındır suya kavuşmayı bekleyen vadideki tüm canlıların hasreti sona ererek ALAKIR ÖZGÜR AKMAYA ve vadiye can katmaya yeniden kaldığı yerden devam etmeye başlamıştır.

3 senedir (11 mart 2010’dan beri) KÜRCE HES projesinin yıkımına karşı yürüttüğümüz hukuksal mücadelede, maddi ve manevi desteğini alakırıntüm canlılarından esirgemeyerek, özveriyle, aşkla, barış ve kardeşlikle bu ‘yaşam’ mücadelesine emeğini, yüreğini koyan herkese alakırın tüm canlıları adına teşekkürler.

Ancak mücadele devam ediyor. Muhtemel tüm oyunlara karşı bu yeni süreçtede tüm farkındalığımızla uyanık kalacağız. Her an gece, güzdüz baraj kapaklarının kapatılmadığını kontrol ediyor olacağız.

Bu kazanılmış haklarımıza yönelik yapılması muhtemel yeni oyunlara karşı her türlü tepkimizi göstereceğimizi ve bu yıkım projeleri tamamenvadiyi terk edene kadar tetikte olup, mücadelede kalacağımızı birkez daha bildiriyoruz.

Tüm nehirler özgürce ait olduğu tüm canlılara akmadan, tüm yaşam kaynaklarının, kültürlerin, düşünce ve eylemlerin önüne çekilmiş olantüm barajlar yıkılmadan, insanlık onuru tekrar özgürleşmeden ne sevinebiliriz ne bir kutlama yapabiliriz nede ‘yaşam’ mücadelemizdenen ufak bir ödün verebiliriz.

Canlıların ve insanlığın önündeki tüm barajlar yıkılıncaya ve özgürleşinceye kadar mücadeleye devam!

ALAKIR NEHRİ KARDEŞLİĞİ”

(Yeşil Gazete)

 

‘Bal Bal Demekle Ağız Tatlanmaz’ – Oya Baydar

Yazının başlığını BDP Eşbaşkanı Demirtaş’ın grup konuşmasından ödünç aldım. Bu topraklar üzerinde yaşayan herkesin Kürt meselesinde kendi meşrebince barış ve çözüm istediği, iyimserliğe ve umuda göz kırptığı şu günlerde, pişmiş aşa soğuk su katmakla eleştirilmeyi göze alarak, endişeli modern değilsem de endişeli barışçı veya endişeli demokrat ruh halimi paylaşmak istiyorum.

Otuz yıllık kirli ve sonuçsuz bir savaşın ardından bugün varılan noktada, Türk Devleti, siyasi iktidar yani AK Parti Hükümeti, ekonomik ve siyasi güç odakları, geniş halk kitleleri artık böyle gidemeyeceğini; savaşı, çatışmayı, gerginliği bitirecek bir çözüm gerektiğini kavradı. Kürt halkı, silahlı silahsız Kürt hareketi, Kürt siyaset odakları da öyle. Sür git devam etse de yeneni yenileni olamayacak, toplumsal dokuyu çözen, insanı ezen, çürüten, artık acı, ölüm, umutuzluktan başka getirisi kalmamış bir kısır döngüydü savaş. Günümüzün çok karmaşık ve belirsiz Dünya ve Ortadoğu koşullarında sürdürülmesi büsbütün güçleşmişti. Kısaca; varılan noktada bir adım ileri atabilmek ve çözümsüzlük çemberinden sıyrılabilmek için taraflar barışa mecburdu.

Daha düne kadar Kürt hareketinin bütün kesimlerine, özellikle de BDP’ye karşı hakarete varan aşağılayıcı sözlerden kaçınmayan, Öcalan için “Ben olsam asardım” diyerek idam sopası sallayan, BDP milletvekillerinden “bunlar” ya da “dini Zerdüşt olanlar” diye söz eden Başbakan’ın üslubunu yumuşatması da; Kürt hareketinin ve halkının (en azından şimdilik) tartışmasız lideri Öcalan’ın daha önceki kimi talepten vazgeçmesi de çözümsüzlüğün kavranmasının sonucuydu. Kerhen demeye dilim varmıyor ama çözüm sürecine koşulların dayatmasıyla başlandığı bir gerçek. Böyle olunca, yani barış ve çözüm niyeti dudaktan kalbe, dilden beyine, sözden zihniyete ulaşmadıkça endişelenmek için her zaman neden vardır.

 

Çözümden kim ne anlıyor?

 

Bu noktada benim kendi kendime sorduğum ilk soru, çözümden ne anlaşıldığı. Bu soru özellikle devlet-hükümet kanadına yönelik. Çünkü, şu kesitte Öcalan’ın temsil ettiği varsayılan Kürt siyasi hareketinin önerdiği çözüm herkesin anayasal eşit yurttaş kimliğiyle varolabileceği tam demokratik bir Türkiye. Buna karşılık devletin/Erdoğan’ın çözümden kastı, bizlere yansıdığı kadarıyla, Kürt silahlı güçlerinin silah bırakıp sınır dışına çıkmaları, onun deyimiyle “Türkiye’nin teröristlerden temizlenmesi”. Bunun ötesinde iyimser niyet okumalarından, dezenformasyonlardan, umut çıkarımlarından başka şey bilmiyoruz. Şeffaf olduğu iddia edilen süreç Kürt tarafı açısından ne kadar şeffafsa Erdoğan-devlet tarafı açısından o kadar belirsiz ve örtük.

 

Kürtler neden endişeli ?

 

Süreç, karşılıklı adımlar atılarak yürünen bir yoldur. Zaman zaman durması, tıkanması da bu yüzdendir zaten. Açık konuşalım: Bölgeyi iyi bilen, iyi koklayan herkesin üzerinde birleştiği; coşkudan çok kaygı ve soru taşıyan ruh halinin nedeni, gaspedilmiş haklarını kazanmadan, çiğnenmiş kimliklerine, örselenmiş onurlarına merhem sürülmeden, bu ülkede eşit yurttaşlar olarak yaşayabilecekleri anayasal-yasal zemin hazırlanmadan teslim olma kaygısıdır. Kürtler bugüne kadar çok aldatıldılar ve çok ezildiler. “Yıllar boyunca neden öldük ve öldürdük, bunca acı nedendi?” sorusunu sorduracak eşitsiz bir çözümdendir kaygıları. Bunu siyasetin gözlükleriyle ve acımasızlığıyla değil ancak vicdan gözüyle, yürek diliyle, Kürtleşerek anlayabiliriz. Sürekli -ve haklı olarak- Türklerin kaygılarını gidermekten söz edildiği şu günlerde asıl Kürtlerin kaygılarını giderecek adımlar atılmalı, sözler söylenmelidir diye düşünüyorum. Üzerlerinden pazarlık yapıldığı, Anayasada Türk sözcüğünün yer almamasından ibaret bir değişiklik karşılığında, AKP’nin siyasi amacı olan başkanlık rejimine kurban edilecekleri algısı giderilmedikçe, kısaca güven sağlanmadıkça Kürtlerin tedirginliği dağılmayacaktır. Meselenin çözümünü Kürtler için eşit yurttaşlığın ve hakların güvenceye alınmasında gören bencileyin “pimpirikli demokratlar”ınki de…

“Çözüm mü demokrasiyi getirir, demokrasi mi çözümü” sorusu ilk bakışta saçma görünebilir kimilerine. Ben bu soruyu da cevabını da önemsiyorum. Bir başka yazıda açmak üzere benim cevabım: İkisi içiçe olmakla birlikte, çözüme doğru kalıcı adımların ancak 12 Eylülden kalma tüm yasaların ve anayasanın değiştirilip demokrasinin ilerletilmesiyle atılabileceği… Korkum ise, Kürt halkına ve barışa ihanetle demokrasiye ihanet arasında ölümcül bir seçim yapma noktasına getirilmemiz.

Oya Baydar – www.t24.com.tr

 

 

Türkleştiremediklerimizden misiniz? – Ufuk Uras

“Türk gibi kuvvetli”, “Türk’e durmak yaraşmaz, Türk önde, Türk ileri” gibi çok anlamlı laflar ortalığı kaplamışken, ağırlıklı olarak MHP’li ve CHP’li bir kitle, bazı insanların kendilerini bu kimlikle ifade etmek istememesini bir türlü anlayamıyor. Neden acaba? Kendi kimliğinin bir gerçekliği olduğunu, diğerleri ise kendisine tabi değilse, hayali olduğu inancının kendisi değil midir zaten milliyetçiliğin esası?

Sencer Divitcioğlu, tarih çalışmalarında Türk sözcüğünün, Orta Asya’daki 12 boydan oluşan federasyonun adı olduğunu yazar.

Türk “budunu”nu tarihten azade sabit bir gerçeklik olarak millet diye tanımlayan, bilimin evrensel ilkelerinden habersiz, bazı YÖK standartlı üniversite hocaları bu saçma sapan tezlerinin ne kadar “ilmi” olduğunu anlatıp duruyorlar.

Dış Türklere ya da Irak’taki soydaşlara etnik vurgu yapıldığında sorun görmeyenler, ülke özelinde Türk sözcüğüne etnisite ötesi bir anlam yükleyerek, başkalarının kendi tariflerine uymalarını adeta emrediyorlar.

12 Eylül rejimin tarifleriyle sorunu olmayan bu zevat, tarif edilmekten artık gına gelen kesimlerin sesine soluğuna kulak tıkayabiliyorlar, tabii ki “ilmi” bir şekilde.

Bu tarifleri ortak kılmayı, herkesin kendini özgürce ifade edeceği bir zeminde anlaşmayı akıllarının köşesine getirmiyor bu ırkçı faşist çevre.

Bir an için onların tariflerinin doğru olduğunu varsaysak bile, “bu tarifi kabul etmeyenlere 12 Eylül teknikleri dışında ne yanıt üretiyorsunuz?” diye sorduğum her TV kanalında, bugüne kadar tek bir yanıt alabilmiş değilim.

İki kişi arasında iletişimin bile olabilmesi için seçilen kelimelerle, onlara verilen anlam konusunda bir oydaşma gerekir. Semiyolojinin (göstergebilim) esası bu keyfiyete dayanır.

Kendi tariflerinizi biteviye tekrar edeceğinize, farklı tariflerle müzakere ve uzlaşma yoluna gidebilmeyi kabul etmek için, herhalde siyasetin oksijeni olan demokrasiden biraz nasibinizi almanız gerekiyor.

Herkes kendileri gibi olmadan, kendi tariflerine biat ettirmeden rahata ermiyor bu faşist kafa yapısı. Sütçü süt satar da, Türkçü ne satar, alıcısı var mı?

Prokrustes yatağı gibi hayat kendilerine uymayınca, hayatı kafalarındaki şablona uydurmaya çalışmak ne büyük işkence.

Bulgaristan’da Todor Jivkov, “Bulgar devletine vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes Bulgar’dır,” deyince niye hemen zıplamıştınız; sizin kimliğiniz kimlik, canınız can da, başkalarınınki patlıcan mı?

Miloseviç’in, “Sırp ulusuyla Boşnak milliyetini eşit göremezsiniz,” anlayışına insanlık niye itiraz etmişti. Yugoslavya’da Tito politikalarına değil de, Miloseviç politikalarının yaşattığı tektipleşmeye itiraz edenler, kendi ülkelerinde Miloseviç politikalarını sıkılmadan savunabiliyorlar.

İsteyen istediğini savunabilir tabii ki, ama lütfen bu rezillikleri solculuk diye takdim etmeyin;

İttihat Terakki’nin 1911 Kongresi’nde aldığı Anadolu’yu Türkleştirme politikalarını solculuk deyip, solun ahlaki, vicdani, evrensel değerlerinin ırzına geçmeyin.

Herkes her ne kadar kafatası milliyetçiliğine karşı olduğunu söylese de, taskafa milliyetçilikle arasındaki farkı açıklayamıyor.

Milliyetçilik insanın ülkesini sevmesi değil, heterojen bir coğrafyayı homojenleştirme girişiminin adıdır.

Irkçılığa, şovenizme ve milliyetçiliğe karşı tutum almadan soldan bahsetmek söz konusu olamaz.

Gelin artık başkaları adına konuşma, tahayyüller, diller ve kültürler üzerinde hapishaneler inşa etme ısrarından vazgeçelim; anayasadaki yasakçı ve negatif düzenlemeleri kaldırıp, pozitifini yasalarla çözüme kavuşturalım.

Devlet toplumu şekillendirmesin, devleti toplumun rengârenk yapısı belirlesin. Göreceksiniz ki barış ve demokrasi toplumu bölmez, tam tersine bütünleşmenin sigortasıdır.

Ahmet Kaya’ya, bir TV’de, “Ne mutlu Türküm diyene, diyebilir misiniz?” diye sorduklarında, “Ben, mutlu bir Türk değilim ki,” demişti. Bırakınız mutluluğun tarifini başkaları adına yapmak yerine, insanın kendi tarifini kendisinin yapmasının zaten en büyük mutluluk olduğunu artık idrak edelim.

 

Ufuk Uras – Özgür Gündem

Avrupa Yeşilleri’nden Merkel’e Türkiye uyarısı

Almanya Başbakanı Angela Merkel’in Türkiye’ye yaptığı 2 günlük gezinin ardından bir açıklama yapan Avrupa Yeşilleri Merkel’i tutarlı olmaya ve Türkiye’nin AB’ye girmesine daha fazla zorluk çıkarmamaya çağırdı.

Avrupa Yeşiller Partisi (EGP) eşbaşkanı Reinhard Bütikofer

Alman milletvekili ve Avrupa Yeşiller Partisi (EGP) eşbaşkanı Reinhard Bütikofer, Merkel’in 24-25 Şubatta gerçekleşen ziyaretinin ardından yaptığı açıklamada ilk adım olarak AB’nin Türkiye vatandaşlarına uyguladığı vize rejiminin serbest bırakılmasını önerdi. Merkel – Sarkozy ikilisinin Türkiye’nin AB’ye üyelik sürecini tıkadığı vurgulanan açıklamada “Yeşiller olarak Almanya Başbakanı’nı engellemelere son verip, Türkiye’nin üyeliği için gerekli adımları atmaya çağırıyoruz” denildi.

Merkel’in Türkiye görüşmelerinde tutarsız bir politika sergilediğini söyleyen Bütikofer, Merkel’in söyledikleri ile uygulamalarının farklı olduğuna dikkat çekti. “Merkel bir yandan Türkiye’nin AB üyeliği konusunda vaadlerde bulunuyor, öte yandan çekimser duruşunu değiştirmiyor” diye konuşan EGP eşbaşkanı, müzakerelerde sadece bir başlık daha açılmasının yetersiz olacağını dile getirdi.

Şimdiye kadar  Merkel’in Türkiye için gönlünden geçenin tam üyelik değil imtiyazlı ortaklık olduğu bilinmekteydi. Yeşiller tarafından yapılan açıklamada bir başlık açılmasının Merkel’in kararlı olduğunu göstermeye yetmeyeceği ve Merkel’in tutumunun sadece Almanya Başbakanı olarak değil AB’nin önde gelen karar vericisi olması nedeniyle önem taşıdığı belirtildi.

(Yeşil Gazete)

Cemreler düşerken

Fotoğraf: Emin Erdoğdu

Memleketten güzel haberler gelmeye devam ediyor. Yemyeşil otların arasında yeni açmış sapsarı aynısafa çiçeklerinin resimlerini göndermiş bir dostum, kırlangıçlar da yakında dönerler diye not yazmış. Günler iyiden iyiye uzamaya başlamıştı, bahar yakındır. Tabiatın muazzam saati hiç şaşmamacasına işliyor. İlk cemre sessiz sedasız düşmüş havaya, bugünlerde ikincisi de suya düşermiş. Bu haberleri duyunca nedense içim ısınıverdi.

Bütün bu olup bitenden haberim olmamasına şaşırmıyorum. İnternette ve televizyonlarda hava durumunu en ince ayrıntısıyla bıktırıncaya kadar veren bir medeniyette insanların tabiatla ilişkisi ne kadar sınırlanmış. Geleneksel bilgi tümüyle yok sayıldığı gibi, insanlara hava durumunu anlamak için kendi kişisel gözlemlerini yapma fırsatı da tanınmıyor. Tabiat olayları karmaşık görsel grafikler ve sıkıcı istatistikler olarak sunuluyor. Sonunda, ekranlardan bize aktarılan bilginin doğruluğundan kuşku duymadan sadece uygulamamız gereken tedbirlere itaat eden pasif bireylere dönüyoruz.

Oysa hava durumu tahminleri bilim insanlarına bırakılmayacak denli derin, öğretici ve eğlenceli bir mevzu. Ayvaların çiçek açmasıyla yazın geleceğini, ya da palamutların yağlanmasına bakarak kışın sert geçeceğini tahmin edenleri hor gören meteorologları ciddiye almamak lazım. Binlerce yılın gözleminden damıtılan bilgileri bir kenara atmaya kimin gücü yeter?

Tabiatı gözlemek bir yandan insanı kâinatın eşsiz döngüsüne hayran bırakır, diğer yandan da geleceğe dair sonuçlar çıkarmaya çalışarak bugün bilim dediğimiz şeyin temellerini atar.

Kim bilir kaç bin yıldır insanlar doğayı gözleyerek eski takvimle kasım’ın yüzbeşinci günü ilk cemrenin havaya düştüğünü söylemiş? Kim bilir hangi acı tecrübelerden sonra belli başlı fırtınaları adlandırmış, zemherinin soğuğuna karşı uyarmış, eyyamı- bahurun sıcaklığını cehennemim kapısının açılmasına benzetmiş, kuşların göç takvimlerini şaşmaz bir doğrulukla saptamış, tarlaya tohumların ne zaman atılacağının, hasadın ne zaman başlayacağının, denize ne zaman girileceğinin, kışlıkların ne zaman çıkarılacağının bilgisini ulaştırmış yüzyılların ötesinden.

Bütün bu damıtılmış bilgileri düşündürücü özdeyişlerle, eğlenceli mesellerle, şenliklerle, şiirlerle aktarmışlar bizlere. Hangi meteorolog kupkuru bir bilgilendirmeden öte bir şeyler söyleyebiliyor, çiçeklerden, yıldızlardan kanıt, kuşlardan, balıklardan tanık gösterebiliyor? Hangi meteroloji uzmanı cemrelerin düşmesini bir kaside, bir “cemreviye” ile anlatmayı akıl edebilir?

Bir süredir sayısız gökdelenin gölgesinde yaşadığım bu uzak ve devasa kentte yabancılığımı en çok geleneksel bilgiye erişimdeki eksiklikte hissettim. Bilgisine güvenebileceğim kimseyle tanışmadığım gibi cemrelere dair yazılı bir şeyler öğrenebileceğim Saatli Maarif Takvimi benzeri yazılı bir kaynak da bulamadım. Zaten bu şehirde cemrelerin ne zaman düşeceği kimsenin umurunda değil. Tabiatın uyanışını kutlamak için newroz’u da, nevruz’u da, yazın gelişini karşılamak için hıdrellezi de bekleyen yoktur her halde. Birkaç kişiye sormaya yeltendim, derdimi anlatabilmenin imkânsızlığını anlayınca vazgeçtim ve kendi yolumu kendim aramaya başladım.

Ne zamandır gökyüzüne bakmadığımı fark ediyorum. Burada ne bulutların şekline, yönüne,yüksekliğine, hızına bakarak yaklaşan fırtınaları sezebiliyorum, ne de ayı çevreleyen harelerden yağacak yağmurun şiddetini kestirebiliyorum. Kuşların çoğunu tanımıyorum, kendi kendine yetişen yabani bir çiçeği görmeyeli de uzun zaman geçmiş.

Akşamları havanın daha geç kararmasından baharın gelmekte olduğunu anlayabiliyorum; onun ötesinde ne bir renk ne bir koku! Yabancısı olmaktan farklı bir haz duyduğum bu şehirde etrafımı keşfetme fırsatı bulmadan kendimi ait hissettiğim coğrafyaya dönmüş olurum. Buraya geldikten sonra daha önceden tabiata ne kadar yakın yaşamış olduğumu sevinerek fark ediyorum. Bulutlar, kuşlar, yapraklar, yıldızlar, deniz bize ne çok mesaj verirmiş biz farkında olmadan ve günlük hayatın koşturması içinde bu uyarıların ne kadar değerli olduğunun farkına varmadan geçer gidermişiz.

Kasım’ın kırkaltısındaki erbain de, ellisindeki hamsin günleri de geride kaldı. Kasım yüze gelince, insanlar düze çıkarmış, kışın en zorlu günleri geride kalırmış. Kimse farkına varmasa da herhalde buralarda bir yerlere de düşüyordur cemreler. Sırada cemrenin suya ve kasım’ın yüzyirminci gününde toprağa düşmesi var. “Kasım yüzelli, yaz belli” demiş eskiler. Ardından kasım biter, Hızır ayları başlar; bütün cömertliği ve aydınlığıyla yaz kapıda demektir.