Ana Sayfa Blog Sayfa 4407

Doğa mücadelesinde kritik eşik yaklaşıyor

Bilmem farkında mısınız son zamanlarda köylerinde, ilçelerinde, şehirlerinde doğa mücadelesi yapanların; dereleri, ormanları, havayı korumaya çalışanların gündeme gelme sıklıklarında gözle görülür bir artış var. Zaten, protesto olmayan, halk tepkisi yüzünden iptal edilmeyen bir HES ÇED toplantısı ya da bir termik santral bilgilendirme toplantısı yok gibi. Bu şekilde planlanan toplantılar halk tarafından durduruluyor, yaptırılmıyor, kayıtlara halk istemediği için yapılamamıştır şeklinde geçiyor. Görünen o ki artık medya da bu yaşananlara gözlerini kapatamıyor.

80 yaşında, 90 yaşında insanlar ellerinde bastonlarıyla “Ölürüz de yaptırmayız!” diye bağırıyorlar. Şirket elemanlarını kovmak için teneke çalıyorlar. Daha genç olanlar, şirketlerin bir kolu gibi çalışan polise, jandarmaya karşı direniyorlar. Şiddet görüyorlar, hayatlarında ilk defa gaz bombası soluyorlar, devletin gerçek yüzüyle karşılaşıyorlar fakat vazgeçmiyorlar. Ve sonunda şirket yetkililerini köylerinden, beldelerinden, ilçelerinden kovuyorlar. Çünkü haklılar ve doğanın, yaşamın ve nefes alıp vermenin ötesinde tüm faaliyetleri kapsayacak olan hayatlarının mücadelesini veriyorlar. Sürdürdükleri mücadele, yaşam için mücadele! Yaşayan ölüler haline gelmemek için verilen bir mücadele. Ya da şöyle diyelim: Torunları da 90 yaşında hayatı, doğayı, su sesini savunabilsinler diye mücadele ediyorlar.

Aslında bu yaşananların farkında olmamamız için her türlü engel konuluyor. Kim koyuyor bu engelleri? Devlet ve şirketler… Onların elindeki büyük medya gücü, şiddet uygulama tekeli (artık özel güvenlik denen grup da halka saldırmak için fırsat kolluyor) ve bu şirketlerin ve devletin birbirleriyle olan çapraz ilişkileri. Bu kadar karmaşık para ve güç ilişkiler ağının bir noktasından mücadelelerin kendini gösterebilmesi neredeyse imkansız gibi. Göstermenin en önemli aracı medya. Ve görmezden geliyor bu mücadeleler ya da marjinalleşmeye/kriminalleşmeye prim vererek yönlendirmeye çalışıyor.

80 yaşında, 90 yaşında insanlar mücadeleye katılmasalar, belki de bu görmezden gelme durumu devam edecek. İnsanların yaşam mücadeleleri ancak o zaman medyatik bir “iş” haline geliyor büyük medya merkezleri için. Yaşananlar ancak buna benzer görüntüler ortaya çıktıktan sonra ana haber bültenlerine taşınabiliyor. Ya da köylü kadınların bir “rap” şarkı yapması gerekiyor medyanın olanları görebilmesi için. Doğaları için mücadele etmeleri yetmiyor çünkü görünmeleri için. Jandarmanın, polisin önüne yatmaları, panzerleri, dozerleri bedenleriyle durdurmaları önemsiz, su sesi için mücadele etmeleri de anlamsız geliyor.

Marjinalleşve ya da kriminalleşme… Medyada görünebilmek için ortaya konan iki seçenek… Ya çok şaşırtıcı bir şey yapacaklar ya da kriminalize edilebilecekleri görüntüler ortaya çıkartacaklar. İşte o zaman medya alıyor, dönüp dönüp belli görüntüleri veriyor ve yayınlıyor. Köylüler, vatanın kalkınması için canla başla çalışan, en ücra köşelere bile yatırım götürmeye çalışan çantası paralıları şiddetle kovdu! Bu görüntülerin üzerine bir de hükümetten “terörist” açıklaması geldi mi sahne tamamlanıyor. Fakat burada asıl şiddetin binlerce yıllık bir doğaya dozerlerle girmek olduğu, asıl terörizmin de canlı cansız tabiat üzerinde uygulandığını görmek istemiyorlar.

Fakat işte artık o kadar çoğaldı ki doğa mücadelesi bu noktayı aştı. Olaylar birleşti, bir olgu halini aldı. Rahat yok! Böylece görmek istemeyenler de görmek zorunda kaldı. Bununla da bitmiyor. Çok yakında çıkacak bir kanun ile işler daha da keskin bir noktaya varacak. Nasıl ki, kentsel dönüşüm ile şehirleri paraya çevirme amacı belirli noktalarda halktan dönünce, afetle alakalandırıp işi yasasına uydurmaya çalıştı hükümet, şimdi de aynısını tabiat için yapıyor. Kanunun ismi çok manidar: “Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma”. Özgürlük hakimlerinin tutuklama yaptığı bir ülkede, doğayı koruma amaçlı bir kanun da ne yapması gerekiyorsa onu yapıyor. Üstün kamu yararı, sürdürülebilir kullanım gibi hükümetin literatüre kazandırdığı  ifadelerle şimdiye kadar giremedikleri alanlara girmeyi, az da olsa takıldıkları hukuk dikenlerinden kurtulmayı ve direnen halkın üzerine üstün kamu yararını engellemeye çalışan marjinal terör odakları diye gidebilmeyi sağlıyor.

Bir tarafta medyanın görmezden gelemediği doğa mücadelesi, diğer tarafta hükümetin artık önünde engel kabul etmeyen doğaya hücumu ve paraya çevirme isteği… Görülüyor ki kritik eşik yaklaşıyor. Muhalif mücadelenin nabzı derelerde, termik santral temellerinde, Akkuyu’da, Sinop’ta atacak ve insanlar bir adım gerisinde yaşamın olmadığı bir noktada duruyorlar. Bu duruma hazır olmalı.

Yeşil Gazete yazıları ve diğer yazılar için: http://www.urbarli.net

https://twitter.com/#!/Urbarli

 

İtalya’da sandıktan belirsizlik çıktı

İtalya’da yapılan genel seçim sonuçları hiç bir partinin tek başına hükümet kurmak için yeterli çoğunluğu elde edemediği olasılığıyla çıkmaza sürüklendi.

Ülke içinde kullanılan oyların tümünün sayımı tamamlandı. Buna göre Pier Luigi Bersani’nin orta sol bloğu Meclis’in alt kanadında; eski başbakan Silvio Berlusconi’nin orta sağ bloğuysa Senato’da çoğunluğa sahip.

Tüm sandıkların açılmasının ardından İçişleri Bakanlığı verileri Bersani’nin merkez sol bloğunun Meclisin alt kanadı için kullanılan oyların %29,54’ünü, Berlusconi’nin merkez sağ bloğunun ise oyların %29,18’ini aldığını ortaya koydu.

Çıkan sonuca göre Pier Luigi Bersani liderliğindeki merkez sol Temsilciler Meclisi seçimlerinden birinci çıkmasına rağmen Senato’da yeterli çoğunluğu sağlayamadı.

Seçimi kıl payı önde götüren merkez sol blok çatı partisi Demokrat Parti’den genel sekreter yardımcısı Enrico Letta, merkez sol blokun hem Temsilciler Meclisi’nde hem de Senato’da kazandığını ifade ederek, ”Temsilciler Meclisi’ni kazanan ilk teklifi yapacak olandır. Cumhurbaşkanına, bu karışık duruma çözüm bulmasına yönelik güvenimiz tamdır’‘ dedi. Ama İtalya yeninden sandığa gidebilir.

Hükümet kurmanın Senato’da 158 sandalye sayısına ulaşma zorunluluğu olduğu İtalya’da açıklanan rakamlara göre ne merkez sol-Monti koalisyonu ne de merkez sağ-Monti koalisyonu hükümet kurma şartını yerine getiremiyor. Bunun altını çizen uzmanlar, şu anki durumda ortada bir hükümetsizlik krizi oluşacağını ve yeni bir seçime gitmekten başka çare gözükmediğini kaydediyor.

(Ajanslar, BBC, Yeşil Gazete)

 

 

Öcalan’ın mektubu BDP’ye ulaştı

PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın kaleme alarak İmralı Cezaevi idaresine teslim ettiği belirtilen mektubun BDP’ye ulaştığı bildirildi.

PKK lideri Abdullah Öcalan’ın İmralı Adası’nda BDP Grup Başkan Vekili Pervin Buldan, İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder ve Diyarbakır Milletvekili Altan Tan ile görüşmesi ardından Avrupa, Kandil ve BDP’ye 3 mektup göndereceği belirtilmişti.

Söz konusu bilginin ardından sabah saatlerinde BDP’ye gönderilen mektup Ankara’ya ulaştı. Öcalan’ın BDP’ye gönderdiği mektup BDP’lilerin eline ulaşırken, BDP PM ve MYK üyelerinin toplanarak mektubu değerlendireceği bildirildi.

(İmc-tv)

 

Medyada Nefret Söylemi İzleme Raporu yayınlandı

Medyada Nefret Söylemi İzleme Raporu Eylül – Aralık 2012 dönemi yayınlandı. Hrant Dink Vakfı tarafından dört ayda bir dönemsel olarak yayınlanan raporda tüm medya organlarında çıkmış yazı ve haberler inceleniyor.


46 sayfalık raporda izlenen yöntem, Türkiye’de Ulusal ve Yerel yayın organlarında nefret söyleminin izlenmesi ve raporda kullanılan örnekleme ölçütleri hakkında da bilgi veriliyor.

Nefret söyleminin bilimsek çalışmalar sonrası belirlenmiş  1)Abartma / Yükleme / Çarpıtma 2)Küfür / Hakaret / Aşağılama 3) Düşmanlık / Savaş Söylemi ve 4) Doğal Kimlik öğesini nefret aşağılama unsuru olarak kullanma / Simgeleştirme kategorileri gözetilerek derlendiği belirtilen raporun tam metnine buradan erişim mümkün.

(Yeşil Gazete)

Tarım Sektörü de Tabiat Kanununu istemiyor

TBMM Genel Kurulu’nda görüşülmeyi beklenen Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu Tasarısı, tarım sektörünü endişeye sevk etti. 10 yılı aşkın bir süredir bekleyen, ancak dönem dönem tozu alınarak gündeme çıkarılan tasarının onaylanması halinde, sadece milli parkların değil, orman alanları ve sulak alanların da tahrip olacağı vurgulanıyor.

Ziraat Mühendisleri Odası eski Başkanı Gökhan Günaydın, tasarının geçmesi halinde orta ve uzun vadede herkesin zarar göreceği değerlendirmesinde bulunarak, “Bu yasanın geçmesini bekleyen çok sayıda firma var. O yüzden de bu süreci hızlandırıyorlar. Ismarlama elbisedir. Kimin nereden nasıl yararlanacağını herkes biliyor” diye konuştu.

Reis Gıda Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Reis de doğaya aykırı yapılan her işe karşı olduğunu söyledi. “Tarım alanları tarım amacı dışında kullanılmamalı” diyen Reis, “Bizim hala sulanabilir tarım alanlarımız varken, yurtdışından toprak kiralıyoruz. Dünyada 1 milyarın üstünde insan açlıkla mücadele ediyor. Tarım alanları bu kadar önemliyken, toprağımızı yok ediyoruz” şeklinde konuştu.

(Dünya)

Ümit Kıvanç’ın gözünden “Tabiatı Koruma Kanunu”

Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi’nin TBMM’de Çarşamba günü görüşülmesi beklenen Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanun Tasarısı’na karşı Pazar günü pekçok ilde eş zamanlı olarak gerçekleştirdiği eylemlerden sonra 27 Şubat Çarşamba günü (yarın) de Yeşiller/Sol Ankara 12:30’da TBMM Dikmen Kapısı önünde bir eylem gerçekleştirecek.

Gazeteci-yazar-aktivist Ümit Kıvanç tam bir doğa yıkımına yol açacak, doğayı kelimenin tam manası ile sermayeye peşkeş çekmek amacı ile TMMM Genel Kurulu’nun önüne getirilecek Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanun Tasarısı’nın yaratacağı sonuçlara dikkat çekmek için “Tabiatı Koruma Kanunu” filmi hazırladı.

Kıvanç’ın hazırladığı iki dakikalık filmde çıkarılmak istenen kanunun arkasındaki asıl niyet tüm yönleri ile ortaya seriliyor.

Öte yandan çıkması planlanan kanunun nasıl bir doğa tahribatına yol açacağına dair kamuoyunu aydınlatmak amacı ile Yeşiller ve Sol Gelecek Doğa Hakları Çalışma Grubu tarafından bir web sitesi kuruldu. Web sitesinde hem konu ile ilgili tüm bilgi ve belgelere hem de yasa tasarısına karşı yapılan/yapılacak eylemlerle ilgili tüm duyuru ve görsellere ulaşmak mümkün: dogahaklari.org/

Tabiatı Koruma Kanunu Tasarısına Karşı Eyleme Facebook Sayfası

(Yeşil Gazete)

 

 

Taksim’i tarih mi kurtaracak, tarihi kemer çalışmaları durdurdu

Elif İnce’nin radikal.com.tr’deki haberine göre, Taksim Meydan Düzenlemesi çerçevesinde altgeçit kazısı hızla devam ederken Cumhuriyet Caddesi’nde tarihi bir kemer bulundu ve inşaat çalışmaları durdu. Fotoğrafta, yerin yaklaşık bir metre altında Osmanlı dönemine ait olduğu sanılan taş örme bir duvar ve duvara bağlı bir kemer net şekilde görülüyor.

İBB’nin sekiz ay içinde tamamlamayı hedeflediği altgeçit kazısının durdurulması ve Arkeoloji Müzesi’nin ortaya çıkan yapıyı korumaya alması bekleniyor.

İstanbul 2 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu, Aralık ayında ihaleyi alan Kalyon İnşaat yetkililerini çağırarak kazının müze denetiminde yapılması gerektiğini ve iş makinelerindan önce arkeologların el yordamıyla sondaj kazısı yapacağını bildirmişti.

2863 sayılı Kültür Varlıklarını Koruma yasası gereği, hafriyatın hemen durması ve arkeologların çıkacak tarihi eserin boyutlarını görebilmesi için kazı yapması bekleniyor. Kazı sonucunda çıkan yapının tüm ayrıntılarıyla Koruma Kurulu’na sunulması, ve kurulun ‘yerinde koruma’ ya da ‘kaldırılarak koruma’ kararı alması gerekiyor. Eğer ‘yerinde koruma’ kararı çıkarsa, projenin tamamen durdurulması ya da başka bir yöne kaydırılması söz konusu olacak.

(Radikal, T24)

 

İklim değişikliğinin “kokuttuğu” hayatlar: Dakka, Bangladeş

Ünlü gazeteci Ravena Aulakh‘ın The Star’da yayınlanan haberini, Yeşil Gazete gönüllü çevirmenlerinden Hakan Gözlüklü‘nün çevirisiyle sunuyoruz.

***

Dakka’daki gecekondu bölgelerinde iklim değişikliği göçmenleri hayatta kalmaya çabalıyor. Şehir yetersiz altyapıya karşın nufüs patlaması yaşıyor.

DAKKA, BANGLADEŞ – Taslima Masud her sabah bir ikilemle karşı karşıya: Yemek mi hazırlamalı yoksa hasta olmamak için aç mı kalmalı?  ‘Mutfak tuvalete çok yakın. Yemek yaptığımda körinin değil tuvaletin kokusunu alıyorum. Bu her gün beni iğrendiriyor, ancak yapacak hiç bir şey yok, yemek yapmak zorundayım’ diyor.

19 yaşındaki Masud Dakka’nın en geniş gecekondu bölgesi Karail’de yaşıyor. Bölgenin yaklaşık 70.000 sakini köşkleri, restoranları ve batı tarzı alış-veriş merkezleriyle Gulshan semtinin gölgesinde ikamet ediyorlar.

Masud, kocası Mohammed ve üç yaşındaki kızları Karima iki adım genişliğinde tek odalı kulübeyi paylaşıyorlar. Kulübe ahşap direklerin taşıdığı metal trapez levhayla kaplı. Kulübenin büyük kısmını bir yatak kaplarken, bir köşede televizyon diğer köşede de Masud’un kap kacakları duruyor. Birkaç rafın bulunduğu sıkışık mutfak kulübenin arkasında, iki düzine kadar ailenin ortaklaşa kullandıkları tuvaletin bir metre uzağında bulunuyor.

Masud bambudan yapılmış derme çatma, açıkta akan pis su gideriyle tuvaletin kötü koktuğunu söylüyor. Bazı zamanlar tuvalet sırası oluştuğunu ve sıra kavgalarının çıktığını söyleyen Masud, burada yemek yapmanın en nefret ettiği şey olduğunu ekliyor.

Sorun sadece koku değil, muson sezonunda bölge yağmur suları ile dolduğunda kolera ve sıtma vakaları yaygınlaşıyor.Masud çamur birikintisinde ayakta yemek pişirmek zorunda kalırken, yakınlarında kanalizasyonun tıkandığını, bu yüzden kusacak duruma geldiğini söylüyor.

Masud büyük gözleri ve hüzünlü gülümsemesiyle bu şekilde yaşamak istemediğini söylerken, “kim ister ki zaten?” diye soruyor. 2008’deki kuvvetli siklon fırtınası kocasının Bangladeş’in güneyinde Barisal kentindeki aile çiftliğini ve evini yıkınca bu bölgede yaşamaktan başka çareleri kalmadı.

Masud bir iklim değişikliği mültecisi.

 

Taslima Masud, kızı Karima, kocası Mohammed ve 40.000’e yakın insanla birlikte Dakka’nın en büyük gecekondu bölgesi Korail’de yaşıyor.

 

İklim değişikliği bugüne kadar görülmemiş göçleri tetikleyecek gibi gözüküyor.

Uzmanlar 2050 yılında 250 milyon insanın yer değiştireceğini ön görüyorlar. Bir bölgedeki en yüksek sayı olarak 20 ile 30 milyon arası iklim değişikliği mültecisinin Bangladeş’ten olmasını bekliyorlar.

Aşırı hava olayları, seller ve kuraklıklar evlerini bırakmaya zorladığında insanların çoğu başkentin yolunu tutacaklar.

1990’da 6 milyon, 2005’te 12 milyon ve bugün yaklaşık 17 milyonla Dakka dünyadaki en hızlı büyüyen mega şehir.Birleşmiş Milletler, şehrin nufüsunun 2025 yılında 20 milyon olacağını tahmin ediyor.

Dakka gibi hızlı gelişen kentsel alanlar, özellikle bir çoğu kıyı şeridinde konumlandığı için, iklim değişikliği kaynaklı felaketlerin sıkıntısını çekecekler.

Ganges deltasında Buriganga Nehri’nin kıyısındaki Dakka Muson mevsiminde sellere elverişli konumda bulunuyor.

Dakka nüfusunun %40’ını oluşturan yaklaşık yedi milyon kişi gecekondu bölgelerinde tren raylarının yanında, nehir kıyısında, hatta ışıldayan otellerin gölgesinde bataklık alanlarındaki küçük bakımsız kulübelerde yaşıyorlar.

Uluslararası Göç Teşkilatı ( The International Organization for Migration),  gecekondu bölgelerinde yaşayanların yaklaşık %70’inin iklim değişikliğinin zorlamalarından ötürü Dakka’ya geldiklerini bildiriyor.

Gecekondularda yaşayanlar yakınlardaki ofis ve konutlardan elektriği çalarak düzensiz kullanabiliyorlar. Bir çoğu gaz lambası kullanıyor. Yaklaşık 200 kişinin ortaklaşa kullandığı el tulumbası ile su ihtiyacı karşılanıyor. Bazen topraktaki bir çukur ortak tuvalet olarak kullanılıyor. Birçok yerde pis su açıktan akıyor.Mutfak ve tuvalet atıkları en yakın gölete veya nehire herhangi bir artıma yapılmadan bırakılıyor.

Uzmanlar yeraltı su seviyesinin ihtiyacı karşılayamayacak seviyeye gerilediği uyarısında bulunuyor.

Uluslararası Doğa Koruma Birliği’nin ( Union for Conservation of Nature) program yürütücülerinden Istiak Sobhan, Dakka’ya ve haliyle bu yaşam koşullarına gelenler için endişeli.

Hükümetler ve diğer kuruluşların iklim değişikliğinin etkileri üzerine bu kadar çok para harcayacaklarına ucuz konut, temiz içme suyu ve atıklar konusuna yatırım yapmaları gerektiğini söylüyor.

İstiak, ‘Toplu taşıma sistemi önemli ama işe daha iyi konutlar yapmakla başlamalıyız. Eğer insanlar göç edeceklerse onlara seçenekler sunmalıyız. Dakka bunu yapmıyor.‘ diyor.

Dakka her yerde yükselen gökdelenlerle büyüyüp gelişiyor gözükebilir, ama buna elverişli altyapıdan yoksun.

Uzmanlar toplu taşıma ya da yaya yolları açmadan sistemin yakında çökeceğini söylüyorlar. Halk otobüsleri trafikte sıkışıp kalıyorlar. ‘Dakka Metro’ adında bir yeraltı taşıma sistemi için fizibilite çalışması tamamlandı ama inşaat henüz başlamadı.

Elektrik bir diğer baş ağrısı. Gün içinde elektrik rastgele kesiliyor, çünkü üretilen enerji şehrin ihtiyacının yarısından bile az. Çoğu işletmelerin ve orta sınıf konutların yedekte jeneratörleri var.

Fakirler bu arada ellerindeki ile yetinmek zorunda: Neredeyse hiçbir şey.

Gecekondularda yaşayanların çoğunluğu el arabaları çekerek ya da yarı zamanlı hizmetçi olarak günde yaklaşık 2 dolar ücretle çalışıyorlar. Diğerleri, daha çok kadınlar, tekstil atölyelerinde sadaka gibi bir ücretle çalışıyorlar.

Çocuklar nadiren okula gidiyorlar. Ergenliklerinin ilk yıllarında genellikle bayağı işler yapıyorlar ya da çöpler arasında yiyecek arıyor, sokakları temizliyorlar.

Jafur Siqdar burada yaşamın herkes için çetin, çok  küçükler için bile zorlu olduğunu söylüyor. ‘Herkes çalışmak zorunda. Gecekondu bölgesinde bile her şey çok pahalı.’

25 yaşındaki Siqdar , Aila Siklon’u 2009’da her şeyle birlikte köyünü, evini, tuğla ürettiği ocağını yerle bir ettikten sonra sahil kenarındaki köyü Chandpura’den ayrıldı.

Siqdar ve karısı ,Javeda Begum, Dhanmondi yakınlarındaki gecekondu bölgesinde yaşamaya başladılar. Şimdi bir tekstil fabrikasında çalışıyorlar. İkisi birlikte ayda 80 dolar kazanıyorlar. Barkaları için kira, mutfak ve tuvalet paylarını ödedikten sonra ellerinde 40 dolar kalıyor. 31.000 Bangladeş ‘taka’sı.

Fakat para yetmiyor. Balık yaklaşık 700 taka, bir kilo pirinç 500 taka, bir kilo mercimek 600 ile 800 taka ediyor.

Begum bir aylık yemek için paranın zar zor yettiğini söylüyor.

Begum bir aile kurmak istiyor, ama bunda ekonominin rolünün farkında olduğunu belirtiyor. Çocukları olursa durum daha da zorlaşacak, o zaman çalışamayacağını bildiğini söylüyor. Bu, ayda 50 doları geçmeyen maaşla üç kişinin yaşaması demek.

Komşuları Motalif Khan ve alımlı karısı Shurma, 9 aylık çocukları Noyun ile beraber yan kulübede yaşıyorlar. Kötü durumdaki kulübelerini kiraya verip, dökülen el arabasını çekerek zar zor yemek için para kazanabiliyor.

Geçen Ağustos Muson mevsiminin ortasında yeni doğmuş bebekleri ishal oldu. Özel bir doktora paraları yetişmediğinden, bir doktorun oğullarını muayene etmesi için bütün bir gece bekledikleri devlet hastanesine gittiler. Hiç yatak olmadığı için karanlık bir köşede 3 gün geçirdiler. Dua etmekten başka yapacak bir şey yoktu.

Bebek iyileşti ama bu olay tam bir kabustu.

Khan sessizce, başka bir şey yapmak, başka bir yerlere gitmek istediğini söylüyor. Ama yapamıyor.

Barisal yakınlarındaki köyü sürekli su altında. Araştırmacılar, Barisol’un iklim değişikliğine bağlı olarak daha yüksek gel-gitler yaşadığını ve toprakların her sene su altında kaldığını söylüyor.

Khan burada her şeyin berbat olduğunu söylüyor.

ActionAid’de çalışan Anees Mohammed 20 yıldır gecekondu bölgesini ziyaret ediyor. Göçün azalıp artmasını yakından gözlemlemiş birisi. Aktardığına göre eskiden kötü bir hasattan sonra, erkekler Dakka ya gelip, biraz para kazandıktan sonra evlerine geri dönüyorlardı. Hiçbir zaman karılarını ve çocukları getirmiyorlardı, şimdi onları da getiriyorlar ve çok az aile geri dönüyor.

Anees, yıllar içinde durumun kötü gittiğini, ama son zamanlarda daha da vahimleştiğini söylüyor..

Dakka belki ağzına kadar dolu ama, Bangladeşliler hala umutlular.

Taslima Masud kendi bakış açısına göre ailesi ve kendisi için bir başlangıç şansı görüyor.

Oysa, seller üst üste üçüncü sene de pirinç tarlasını mahvettiğinde, 2001’de Dakka’ya gelen 57 yaşındaki Ahmed Riaz, büyük şehirde hiçbir şeyin değişmediğini söylüyor.

Kuzey Bangladeş’teki  Sakhipur yakınlarından Korail gecekondu bölgesine yerleşen Riaz yoksullar için bir şeyin değişmeyeceğini söylüyor.

‘Ben buraya geldiğimde de durum bu şekildeydi, bizim gibiler için gecekondu vardı, su veya elektrik yoktu. Artık daha fazla insan var, ama koşullar hep aynı.’

Ona göre hükümetin yapabileceği bir şey yok.

Riaz, hükümetin binlerce göçmene konutu nasıl sağlayabileceğini soruyor.

Riaz’a göre işler daha da kötüleşecek.

 

 

Yeşil Gazete için çeviren: Hakan Gözlüklü

Yazının özgün hali (ingilizce) için tıklayınız.

(The Star, Yeşil Gazete)

 

 

Genç tiyatrocu evinde ölü bulundu

Genç Tiyatrocu Rahmet Uysal, Cihangir’de bulunan evinde iple tavana asılı halde bulundu.

Olay saat 14.00 sıralarında Beyoğlu Cihangir Kazancı Yokuşu’ndaki bir binada meydana geldi. Rahmet Uysal’dan (26) haber alamayan arkadaşı eve geldi. Yatak odasına giren ev arkadaşı Uysal’ı iple tavana asılı halde buldu. İhbar üzerine olay yerine sağlık ve polis ekipleri geldi. Sağlık ekiplerinin yaptığı ilk incelemede Uysal’ın hayatını kaybettiği tespit edildi. OIay yeri inceleme ekipleri de eve gelerek çalışma başlattı. Uysal’ın intihar edip etmediği yapılan incelemelerin ardından belli olacak. Olayla ilgili soruşturma devam ediyor.

Rahmet Uysal kimdir?

1987 yılında Mersin’de doğdu. İlk ve orta öğretimini Ankara’da tamamladı. İstanbul Üniversitesi Tiyatro Eleştirmenliği ve Dramaturji bölümünden 2010 yılında mezun oldu. Üniversite ile eş zamanlı olarak Tiyatro Boyalı Kuş’ta bir çok projede dramaturg olarak çalıştı. 2010 yılından bu yana başta Sosyal Hizmetler ve Kültür AŞ olamak üzere, çeşitli kurum ve kuruluşta tiyatro öğretmenliği ve yönetmenlik yaptı. 2011’de kurulan Psiko-Tiyatro Atölyesi’nin eş kuruculuğunu ve Sanat Yönetmenliğini üstlendi. 2002-2006 yılları arasında Ankara Üniversitesi Tasavvuf Musikisi Ana Bilim Dalı’nda görev yapan Araştırma Görevlisi Fatih Koca’dan ney dersleri aldı. Uysal Türkiye’nin sayılı kadın neyzenlerinden biri olarak gösterilmekteydi.

(DHA)

İMC TV, sendika üyesi oldukları için 8 gazeteciyi işten çıkardı

İMC TV sendika üyesi oldukları için 8 gazeteciyi işten çıkardı.

İMC TV’de çalışanların sendikal örgütlenmesine karşı yönetim, çalışanların sendikalı olması sebebiyle birlikte baskılarını arttırdı ve geçtiğimiz gün kanalda yaşanan bir tartışmayı nedeniyle 8 çalışanın işine son verdi.

Bu duruma İMC TV Haber Müdürü Mustafa Alp Dağıstanlı istifa ederek tepki gösterdi. Tepkilerin artması üzerine kanal yönetimi pazartesi günü istifalar ile alakalı açıklama yapacağını söyledi.

Beklenen açıklamayı yapan İMC yönetimi, 8 kişinin işten atılması hakkında karar aldıklarını, ama iten atılanların isterlerse yeniden iş başvurusu yapabileceği dair bir açıklama yaptı. Bu açıklama üzerinde İMC çalışanları da iş bırakma eylemine giderek tepkilerini gösterdi.

Gelen haberlere göre, İMC yönetimi kanalda yürütülen sendikal faaliyetlerden ötürü son 15 gün içerisinde 13 kişinin işine son vermişti.

İMC çalışanlarının yaptığı basın açıklaması şu şekilde:

Kamuoyuna…

Biz İMC TV çalışanlarıyız. Bu metnin ilk cümlesinin bu olmasının sebebi şu; biz bununla gurur duyuyoruz. Bu bir ayrıcalık, bu, ilkesel duruşun önemli bir parçası.

İnsanı odağa alan, demokratik, özgürlükçü, emeğin kutsallığına inanan, barışa susamış bir televizyon kanalı İMC. Asıl ayrıcalık ise bunların sözde kalmaması, hayali olmaması. Çünkü bu gerçek.

Yayın çizgisiyle, kurulduğu ve yayın hayatına başladığı ilk andan itibaren farklı bir yerde durdu İMC. Ona bağlanan umutlar, sahiciydi. Zira, 1 Mayıs günü yayın hayatına başlaması tesadüf değil.

Ancak geldiğimiz noktada, bizi hayal kırıklığına uğratan olumsuzluklarla karşı karşıyayız. İMC’nin misyonuyla taban tabana zıt bir davranış, şahit olduğumuz.

Sorun yönetiliş biçimimizle ilgili hoşnutsuzluğumuzdu. Sorunlarımıza yaklaşım biçimi, çoğu zaman çözüm odaklı olamadı. Sağlıklı ve saygılı bir iletişim kurulamadı. Mesleki yeterliliği ya da yetersizliğine bakılmaksızın, kolayca işten atılabilen arkadaşlarımız oldu. Bunların yanında taleplerimiz, düzelmesini istediğimiz koşullarımız vardı. Örgütlü olmaya, birlikte hareket etmeye karar verdik. İlk seçenek sendikalı olmaktı. Zira, İMC TV gibi bir yerde, sendikalı olmak bir başkaldırı değil, bir hak olmalıydı. Ama olamadı.

Önceleri bu girişim, olumlu karşılandı, daha sonra ise biraz bekleyin dendi. Beklemedik. Çünkü, belki herkes olmasa bile bu hareketi başlatan arkadaşlarımızın birer birer işten atılacağı kanaatine sahiptik. Güvenemedik. Ve sendikaya üye olma işlemlerini hızlandırdık. Amacımız herşeye rağmen sendikayı arkamıza alıp, pazarlık masasına oturmak, sendika temsilcilerini yönetimin karşısına çıkarmak değildi.

Üstelik; “Sendikalı olmak, İMC’nin anayasasına ters, örgüt istemiyoruz” dediler. “Sendika ağaları bu kapıdan giremez” tavrını takındılar. Üstelik bizim “emek dünyası” diye bir programımız, hemen her gün sendikal mücadeleye desteğimizi gösterdiğimiz haberlerimiz varken ve emek dünyasından konuklarımız kendilerine ses ve yer bulurken…

Ve hatta kendi aramızda temsilcilerimizin olmasını dahi kabul etmediler.

Yönetim bize taleplerimizin imkanlar ölçüsünde karşılanması sözünü de verdi. Herşeye rağmen bu söz, bizim umudumuz, sevincimiz oldu. Beklemeye karar verdik. Bu süreç içerisinde istediğimiz en önemli şey, hiçbir arkadaşımızın işten çıkarılmamasıydı. Ve yine olmadı.

Önce iki arkadaşımız tatmin edici bir açıklama yapılmaksızın işten çıkarıldı. Başka iki arkadaşımız arasında yaşanan bir tartışma ve sarfedilen sözler ise, o insanlar arasında çözülebilecek bir sorunken büyük bir krize dönüştü. Nihayetinde iki arkadaşımız daha işten atıldı.

Bu olay sonrası Eyüp Bey’in istifasını isteyen, yönetim anlayışı ve biçiminin değişmesi gerektiğini seslendiren arkadaşlarımız oldu. Yönetim bunu bir restleşme olarak algılamayı seçerek, 8 kişinin daha işten çıkarılmasına karar verdi. Bu noktada İMC TV yöneticilerine düşen görev, biraz çuvaldızı kendisine batırmak, özeleştiri yapmak, süreci bu noktaya getiren yaşanmışlıkları gözden geçirmek, sorunu çözme iradesi göstermekti. Hiç yanaşılmadı.

Eyüp Bey, bu kanalın temizlenmesi gerektiğine inanıyordu, işten çıkarılan arkadaşlarımızın bir zehir olduğunu açıkça dillendiriyordu.

Kanal yönetimiyle yaşanan olumsuzluklar, biriken kırgınlık ve kızgınlıklar, İMC TV’yi hak etmediği bir sona hazırlıyor. Hazırlarken, burayı var eden değerler aşınıyor. Bir yapıyı ayakta tutan ilkeler çatırdamaya başlıyor.

Arkadaşlarımızın ve bizlerin asıl kaybı, işsiz kalmak bir yana, inandığımız ve inandırıldığımız değerlere sahip olunamaması.

Biz bu nedenle sizden destek istiyoruz. Herşeye rağmen yıkıcı değil yapıcı olunabilmesi için yöneticilerimizden de hassasiyet bekliyoruz. İMC herhangi bir işyeri değildir. Siz de buna inanıyor ve gerçekten öyle olmasını diliyorsanız, sizi ses vermeye çağırıyoruz. Her ne yaşanırsa yaşansın, “emek kazansın” diyoruz.

Saygılarımızla…”

İMC yönetimininden yapılan açıklamada ise, “İmc tv yönetimi sendikal örgütlenmeyi bir hak olarak görmektedir. İşten çıkarmaların sendikal örgütlenmeyle hiçbir ilgisi yoktur. Sadece iş ve çalışma ahlakına uymayan, iş ortamını birlikte çalışılamaz hale getiren kişilerin iş kanunları çerçevesinde iş akitlerine son verilmiştir.” denildi.

(Yeşil Gazete, Başka Haber)