Ana Sayfa Blog Sayfa 4398

[Özel Haber]”Yenilenebilir olmayana temiz denmez!”

0

Enerjinin “patronları” Yeşil Gazete‘ye konuştu: “Yenilenebilir olmayan enerjiye temiz diyemeyiz”

 

İstanbul Teknik Üniversitesi Elektrik Mühendisliği Kulübü  tarafından düzenlenen “Temiz Enerji Günleri”nin bu yıl üçüncüsü gerçekleştiriliyor.

Yenilenebilir enerjide yerli üretim, enerji verimliliği ve enerjide depolama, enerji politikaları başlıklarıyla enerji sektöründeki son gelişmelerin öğrenci akademisyen ve sektörden kişilerle tartışıldığı panel, 6-7 Mart tarihlerinde İTÜ Ayazağa Yerleşkesi Süleyman Demirel Kültür Merkezi’nde yapılıyor.

Venezuela halkı Chavez için sokaklarda

0

Hayatını kaybeden Venezuela Devlet Başkanı Hugo Chavez’e son kez veda etmek isteyen yüzbinlerce Venezuelalı, Caracas sokaklarını doldurdu.

Chavez’in uğurlama töreni yerel saatle dün sabah 08.00’da Deniz Kuvvetlerince onuruna atılan 21 pare top atışıyla başladı. Bolivarcı liderin naaşı saat 10.00’da yapılan dini törenin ardından Caracas Askeri Hastanesi’nden alınarak, Fuerte Tiuna Askeri Akademisi’ne götürülmek üzere yola çıkarıldı.

Hugo Chavez’in annesi Elena Frias ve kızları Maria Gabriela ve Rosa İnesle birlikte Başkan Yardımcısı Nicolas Maduro ve Ulusal Meclis Başkanı Diosdado Cabello, cenaze kortejinin başında yer aldılar.

Caracas sokaklarında yüzbinlerce Venezuela’nın eşliğinde getirilen Chavez’in cenazesi marşlar eşliğinde askeri akademiye ulaştırıldı. Katolik adetlerine göre tabutunun cuma gününe kadar yakınlarının ve halkın ziyaretine açık olacağı katafalka yerleştirildi.

Chavez’in ölümünün ardından Latin Amerika ülkeleri başkanları peşpeşe üçer günlük yas ilan etti. Arjantin ve Ekvador’un ardından Brezilya, Şili, Bolivya, Uruguay, Dominik Cumhuriyeti ve Küba’da yas ilan etti. Bölgedeki tüm televizyonlar tüm gün yayınlarını Chavez’e ayırırken, Caracas’taki törenler canlı yayınlanıyor. Arjantin devlet televizyonu Canal 7’de canlı yayına çıkan Plaza de Mayo Anneleri Başkanı Hebe de Bonafini, göz yaşları içinde Chavez’i anlattı. Binlerce Arjantinli ellerinde Arjantin ve Venezüela bayraklarıyla, Venezüela konsolosluğuna yürüdü.

Venezuela anayasasına göre, devlet başkanı öldüğünde otuz gün içerisinde seçimlere gidilmesi gerekiyor. Dışışleri Bakanı Elias Jaua, yasal sürecin işleyeceğini, Başkan Yardımcısı Nicolas Maduro’nun Başkan Vekili olarak seçimler için yasal süreci başlatacağını söyledi.

(T24)

 

 

Uludere Raporu: 34 sivilin insansız uçaktan atılan bomba ile öldürülmesinde kasıt yok

Uludere raporu TBMM Alt Komisyonu’nda kabul edildi. 15 aylık çalışma sonucu hazırlanan 76 sayfalık raporda, ‘Kasıt yok, asker-sivil arasında koordinasyon eksikliği var’ denildi.

Dün yaklaşık 3 buçuk saat süren toplantıda, raporun alt komisyon üyelerine dağıtılıp dağıtılmaması konusunda tartışma çıktı. Yapılan oylamada raporun dağıtılmaması kararı alındı. Gerekçe olarak da Meclis Başkanı Cemil Çiçek’in bu yöndeki yazısı gösterildi. Muhalefet üyeleri “İçtüzüğe aykırı” diyerek itiraz etti ancak sonuç değişmedi. Alt komisyon üyeleri, karşı oy yazılarını kaleme alırken istedikleri zaman raporu özel bir odada görebilecek.

Raporda, kaçakçı gruba yönelik ilk Heron tespitinin 15:59’da yapıldığı, ilk bombanın ise 21:39’da atıldığı belirtildi. “3.5 saat içerisinde daha geniş, daha derin analiz yapılabilirdi” denildi.

AKP’li 5 üyenin evet oyuna karşı muhalefetten 3 üyenin ret oyu kullandığı rapor için Meclis Başkanlığı’na sunuluncaya kadar gizlilik kararı alındı. TBMM Uludere Alt Komisyonu, Uludere raporunda “Kasıt yok. Sivil idare ile askeri yetkililer arasında koordinasyonsuzluk var” ifadesi yer aldı.

BDP Mersin Milletvekili Ertuğrul Kürkçü, raporla komisyonun varması gereken en kötü sonuca vardıklarını söyledi.

Rapordan olaya kaza gözüyle bakıldığını gördüğünü ifade eden Kürkçü, “Rapor geriye doğru gidiyor ama gitmesi gereken Genelkurmay ve Başbakanlık’a gitmiyor. Sınır ötesi harekâtın sorumlusunun bu mevkilerde aranması gerekirdi” dedi.

Uludere Alt Komisyonu, 28 Şubat Perşembe günü yaptığı toplantıda, Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı’nın, Uludere olayından 1 ay sonra teslim olan K.A. isimli kişinin savcılığa verdiği ifadenin de yer aldığı belgeyi görüşmüştü. Toplantıda, söz konusu belgenin, muhalefetin itirazlarına rağmen raporda yer alması kararlaştırılmıştı.

(Agos, Aktif Haber)

Kentsel Dönüşüm Sorununda Tarihsel ve Sosyolojik Arka Plan II: Savaş-sonrası Dönemde Üçüncü Dünya ve Türkiye’de Kentler

Makalenin ilk bölümünde belirtildiği gibi savaş-sonrası dönemde kentleşme ve kentsel dönüşüm sorunları, gelişmiş kapitalist merkez ülkeler ile kapitalist kalkınma yolunu seçen çevre ülkelerinde görece farklı tarihsel gelişim çizgileri sergilemişlerdir. İlk bölümde merkez ülkelerde, özellikle Batı Avrupa ve Kuzey Amerika’daki tarihsel süreçten bahsettik. Bu bölümde ise Türkiye’nin de aralarında olduğu çevre ülkelerdeki süreçten bahsedeceğiz.

Savaş-sonrası Dönemde 3. Dünya’da Kentler ve Kentleşme

Savaş sonrası dönemde merkez ülkelerde yaşanan kentleşme ve kentsel dönüşümle ilintili olay dizisine eş zamanlı olarak çevre ülkelerde farklı tarihçeler yaşandı. Kaba hatlarıyla savaş sonrası jeopolitik konjonktür ABD hegemonyası altında gelişen Atlantik Fordizmi ve Keynezyen Refah Devleti (KRD)’nin biçimlediği Batılı merkez ülkelerden ibaret 1. Dünya ile SSCB (ve kısmen Çin) hegemonyası altında gelişen reel-sosyalist birikim rejimi ve komünist partilerin egemenliği altında biçimlenen 2. Dünya arasındaki soğuk savaş ile karakterize edilebilir. Bu dönemde her iki bloğun dışında kalan 3. Dünya, iki büyük hegemonik gücün kendi siyasi ve iktisadi rejimlerini ihraç etmek amacıyla yarıştıkları bir alan haline gelmiştir. Kapitalist 1. Dünya’nın, Türkiye’nin de dahil edilebileceği yakın periferinde 1950’lerden itibaren ithal-ikame sanayileşme stratejisi, Atlantik Fordizmine öykünen alt-Fordist birikim rejimleri ve KRD’ne öykünen ama sıklıkla faşist ya da askeri diktatörlüklerle kesintiye uğrayan temsili demokratik siyasi rejimler oluşmaya başlamıştır. Yeni Sanayileşen Ülkeler (YSÜ) de denen bu ülkelerin ilk örnekleri Meksika, Brezilya, İspanya, Portekiz ve Türkiye gibi Latin Amerika ve Akdeniz ülkeleri olmuştur. 1960’larda Kore ve diğer Asya kaplanları gibi ülkeler; 1980’lerin sonundan itibaren de Hindistan ve Çin bu ilk grubu izlemişlerdir. 1

İthal-ikame sanayileşme girişimleri başlangıçta olumlu sonuç vermiş, 1950 ve 60’larda bu ülkelerin belli bölgelerinde yoğunlaşan, hızlı bir sanayileşme ve iktisadi büyüme gerçekleşmiş; buna bağlı olarak bütün bu ülkelerde kentleşme açısından da paralel sonuçlar ortaya çıkmıştır. Sanayinin geliştiği bölgelere halen tarım ekonomisinin hakim olduğu kırsal alandan yoğun göç dalgaları yaşanmış ve bu göçlerle gelenlerin nüfus artışını karşılayamayan konut stoğunun artış hızı nedeniyle büyük sanayi kentlerini çevreleyen gecekondu/varoş alanlarına yerleşmişlerdir. Bunun sonucunda Meksiko, Rio de Jenario ve Bombay (bugünkü adıyla Mumbai) gibi çok geniş gecekondu/varoş alanlarıyla çevrilmiş dev metropoller ortaya çıkmıştır.

Savaş-sonrası Dönemde Türkiye’de Durum

Yukarıda anlatılan Türkiye’nin ve özellikle İstanbul’un da hikayesidir. Türkiye’de ithal-ikame sanayileşme atılımları 1950’lerin ikinci yarısından itibaren başlamış ve özellikle 1960’larda hızlı sanayi gelişme ile buna paralel göç ve gecekondulaşma süreci yaşanmıştır. O dönem seçilen ana sanayileşme alanları İstanbul-İzmit arası ile İzmir ve Adana gibi büyük kentlerin çevresi olmuş; bu da bu kentleri -özellikle de İstanbul’u- çevreleyen gecekondulaşma süreci ile sonuçlanmıştır. 1960’lar ve 70’ler boyunca süren bu hızlı sosyoekonomik dönüşüm döneminde ortaya çıkan gecekondulaşma, kendi geliştirdiği çözümlerle henüz kentle bütünleşemeyen büyük bir nüfus kitlesinin barınmasından doğacak ve kentli sosyoekonomik yapıyı sarsabilecek sorunlara engel olan (ya da bunları erteleyen) bir tampon mekanizma olarak işlev görmüştür.

1970’lerin ikinci yarısı ile 1980’lerin başında 1.Dünya’daki Atlantik Fordizmi’nin kriziyle birlikte, 3. Dünya’daki ithal-ikame sanayileşme ve alt-Fordist birikim rejimleri de krize girmiş; buna bağlı olarak Türkiye’de de sanayileşme -dolayısıyla göç hareketleri- görece yavaşlamıştır. 1985-90 arasında ise ihracat-odaklı büyüme ve hizmet sektörünün hızlı gelişimi, bu sektörlerin emek yoğun, ekstansif karakteri nedeniyle Türkiye’nin en büyük göç ve gecekondulaşma dalgasına neden olmuştur. Beri yandan Özal dönemi neoliberal uygulamaları ulusal, bölgesel ve yerel düzeylerde gelir dağılımında olağanüstü uçurumlara; kamu sektörünün ve sosyal devletin parçalanmaya başlamasına; kentli ekonomide büyük bir marjinal sektörün gelişmesine ve göçle gelen kentli nüfusun prekaryalaşmasına neden olmuştur.

Yeni Milenyum ve Türkiye’nin Kentleri

Bu sürecin sonucunda, 1990’ların ortasına gelindiğinde, kent alanının çeperlerindeki devasa gecekondu/varoş alanları ile orta ve üst sınıf kentli nüfusun yerleşim alanları arasında (İstanbul’daki “E5’in altı, E5’in üstü” ayrımıyla sembolize olan) derin bir yarılma ve sosyoekonomik kutuplaşma oluşmuş; gecekondu halkına özellikle de zorunlu göç ettirmelerle kente gelen Kürtlere ve Roman yerleşiklere yönelik bir sosyal/etnik dışlama söz konusu olmuştur.

Öte yandan 1980’lerde kentli hayata kendi elleriyle yaptıkları gecekondularda kamu arazilerinin de facto zilyetliğini ele alarak başlayan bir grup, sonradan arka arkaya gelen aflarla de facto durumun de jure‘ye dönüşmesi sonucu bu alanları ve gecekondu konutları mülk edinmişlerdir. Kimi zaman “gecekondu eliti” diye de anılan bu grup, Özalist neoliberal “fırsatlarla dolu (!) iktisadi atmosferinde” büyük ölçüde marjinal (kayıt dışı, hatta kimi zaman yasa dışı) iktisadi faaliyetlerle edindikleri göreli bir zenginlikle 1990’larda orta sınıfa terfi etmeye başlamış ve kent nüfusunu bölen derin sosyoekonomik yarığın öteki tarafına geçmişlerdir. Böylece bunların bir kısmı gecekondu alanlarında sahip oldukları konutları kente yeni gelen kent yoksullarına kiraya veren rantiyerler haline gelirken; bir kısmı da müteahhitlik-emlakçilik gibi işlere soyunmuşlardır.

Önce sosyoekonomik yarılmayı aşan gecekondu eliti, nihayet 2000’lerde mekansal bariyeri de aşarak gecekondu alanlarını terketmiş ve E5’in çizdiği sınırın öte tarafına geçip orta sınıfların yaşadığı alanlarda yerleşmeye başlamışlardır. Zamanla, bu kentli toplumsal tabaka, kentin yerel siyasi dengeleri içinde rol oynamaya başlayan bir güç odağı haline de gelmiştir.

2000’lerden itibaren Türkiye’nin yeni kent yoksulları ise iktisadi nedenlerle kırsaldan ya da küçük kentlerden metropollere yeni göç eden iç göçmenler; zorunlu göç ettirmelerle gelen Kürtler; Romanlar gibi öteden beri dışlanmış kentli etniler; ve eski doğu bloğu ülkeleri (Doğu Avrupa), Orta Doğu, Asya ve Afrika’dan gelen dış göçmenlerden oluşmuştur. Bunlar hizmet sektöründe ya da marjinal sektörde çalışan prekaryalaşmış kentli emekçiler haline gelmişler ve çoğunlukla gecekondu elitinin mülkiyeti altındaki gecekondu alanlarına kiracı olarak yerleşerek kimi temel alt-yapı hizmetleriyle sosyal hizmetlerden yoksunluk ve sosyal dışlanmışlık içinde yaşamaya başlamışlardır.

İşte bu kent-sosyolojik koşullar Türkiye’deki kentsel dönüşüm uygulamalarının biçimlenişi üzerinde çok etkili olmuştur. Bu konuya bu makaleyi izleyen ikinci bir makalede değineceğiz.

1Ancak burada br ayrımı vurgulamak gerekiyor… Bu ikinci grup çevre ülkeler -özellikle Tayvan, G. Kore ve diğer Asya Kaplanlarının- 1960’ların sonundan itibaren ithal ikame sanayileşmeye ve iç pazarı (talebi) geliştirmeye odaklı intansif bir Fordist birikim rejimi ile KRD dayalı bir düzenleme tarzı yerine; ihracat-odaklı sanayileşmeye dayalı, emek yoğun, ekstansif bir Taylorist birikim rejimi ile otoriter politik rejimlere dayalı bir düzenleme tarzına yönelmiştir.

 

 

Gökçen Özdemir

Erkek şiddeti tüm pervasızlığıyla devam ediyor

bianet’in yerel ve ulusal gazetelerden, haber sitelerinden ve ajanslardan derlediği haberlere göre erkekler Şubatta sekiz kadın ve bir erkek öldürdü, 11 kadına tecavüz etti, 20 kadına ve bir bebeğe şiddet uyguladı, iki kadını taciz etti.

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Gününün hemen öncesinde açıklanan çeteleye göre bir kadın kocası hakkındaki uzaklaştırma kararına, bir diğeri karakola şikayette bulunmasına rağmen öldürüldü.

İki kadının çıkarttıkları koruma kararları sürerken, biri kocasını şikayet ettiği karakol çıkışı ağır yaralandı, diğeri şiddet uyguladığı için dört ay hapisten sonra tahliye olan kocasınca darp edildi.

2013’ün ilk iki ayında 26 kadın, dört erkek ve üç çocuk öldürdü; 22 kadına tecavüz etti; 40 kadına ve bir bebeğe şiddet uyguladı; 17 kadını taciz etti.

2012’de 165 kadın öldürdü; 150 kadına tecavüz etti, 210 kadını yaraladı, 137 kadını taciz ett

(Bianet)

UEFA, Cüneyt Çakır’ın yönetiminden memnun

0

Şampiyonlar Ligi’ndeki Manchester United-Real Madrid maçındaki yönetimiyle İngiliz basınının eleştiri oklarını üzerine alan FIFA kokartlı hakem Cüneyt Çakır‘a, UEFA sahip çıktı.

Bir UEFA yetkilisi yaptığı açıklamada “UEFA’nın Cüneyt Çakır ile ilgili bir sıkıntısı yok. Kırmızı kartla ilgili herhangi bir sorunumuz yok. Elimize raporlar ulaştıktan sonra inceleyeceğiz. Eğer ceza unsuru bir şey varsa bunu değerlendireceğiz” açıklamasında bulundu.

Sporx’te yer alan habere göre, eleştirilerin aksine Cüneyt Çakır’ın bu sezon Şampiyonlar Ligi müsabakaları için herhangi bir dinlendirme almayacağını söyleyen yetkili “Çakır bu yıl görev verilecek hakemler listesinde kalmaya devam edecek” değerlendirmesini yaptı.

Öte yandan maçı takip eden UEFA Hakem Kurulu başkanı ve karşılaşmanın gözlemcisi Pierluigi Collina ile delege Rudolf Zavrl’ın Çakır’ın yönetiminden memnun olduğu belirtildi. Karşılaşmanın 56. dakikasında Nani’nin gördüğü kırmızı kartta tecrübeli hakemin kararının arkasında olunduğu vurgulandı

(Sportx, T24)

 

 

Pınar Selek davasının gerekçeli kararına mahkeme başkanından şerh

Sosyolog Pınar Selek’in ömür boyu ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılmasına ilişkin gerekçeli karar tamamlandı. Mahkeme başkanı Vedat Yılmazabdurrahmanoğlu karara şerh koydu: Bomba olup olmadığı belli değil.

Mısır Çarşısı’nda 1998 yılında meydana gelen ve 7 kişinin ölümü, 127 kişinin de yaralanmasıyla sonuçlanan patlamaya ilişkin davaya bakan İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi, 407 sayfadan oluşan gerekçeli kararını açıkladı.

Gerekçeli kararda Mahkeme Başkanı Vedat Yılmazabdurrahmanoğlu da karara neden şerh koyduğunu ayrıntılarıyla anlattı.

Selek’e beraat verilmesi yönünde oy kullanan Mahkeme Başkanı  Yılmazabdurrahmanoğlu ise 3 sayfalık muhalefet gerekçesinde şunları kaydetti;

“Gerek soruşturma aşamalarında Mısır Çarşısı’ndaki patlamanın hangi sebepten kaynaklandığı ve yapılan araştırmalar sonucu bunun bir bomba patlaması ile meydana gelip gelmediğinin tespit edilemediği yönünde özellikle olayın hemen sonrasında tanzim edilen tutanaklar ve raporların kapsamı ve yine mahallinde inceleme yapan bomba uzmanı Nazmi Nuri Çelik’in duruşmada alınan beyanları ve gerekse mahkememizce patlamanın sebepleri ile ilgili olarak bir çok kez yaptırılan uzman bilirkişi incelemeleri ve raporları, bu raporlar arasında çelişkiler ve bu çelişkilerin bütün uğraşmalara rağmen giderilemediği, buna göre hangi sanığın bu olaya katıldığından daha önemli ve öncelikle Mısır Çarşısı’ndaki bu patlamanın bombadan mı yoksa, başka bir sebepten mi kaynaklandığı yönünde tespitin ve öncelikle isnat edilen suçun oluşması için en önemli unsur durumunda olan patlamanın bir bomba sonucu meydana geldiğinin tespit edilememiş olması, bu husustaki şüphe, delil durumu nazara alınarak sanıklar Pınar Selek ve Abdülmecit Öztürk’e isnat edilen Mısır Çarşısı patlamasına ilişkin atılı suçu işlediklerine dair mahkumiyetlerine yeterli kesin ve inandırıcı deliller elde edilemediğinden her iki sanığın bu suçtan beraatlerine ve bu nedenle sanık Pınar Selek hakkında çıkartılan yakalama emrine dair sayın çoğunluğun görüşüne muhalif olduğuma dair diğer hususlarda ise verilen kararın oy birliği ile verildiğine dair muhalefet şerhimdir.”

İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi 407 sayfalık kararında, Pınar Selek’e niçin ceza verildiğini açıkladı.

Mahkeme ise  gerekçeli kararında, sanık Pınar Selek’in PKK terör örgütüne katılarak siyasi eğitim aldığı, örgüt içerisinde “Leyla” Kod adı kullandığı, bomba yapımı kullanımı konusunda eğitim aldığı, “Leyla”Kod sanık Pınar Selek”in üzerinde ve gösterdiği yerde bomba yapım malzemeleri ile iki adet bombanın ele geçirildiği, alınan ekspertiz raporuna göre bu malzemeler üzerindeki parmak izinin Pınar Selek’in parmak izleriyle uyum gösterdiği belirtildi.

Eylemin Selek tarafından gerçekleştirildiğinin belirtildiği kararda şu ifadelere yer verildi: “Sanıkların, Pınar Selek’in örgütte yönetici konumunda olduğu, ‘Leyla’ Kod adını kullandığı ve bombalama eylemlerini organize ettiği yönündeki beyanları, Maşallah Yağan’ın gösterdiği yerde kendisine Pınar Selek tarafından bırakıldığını ifade ettiği lav silahı ile bomba malzemelerinin bulunması, sanık Heval Öztürk’ün gösterdiği Osman Sayalı’ya ait işyerinde sanık Pınar Selek’in talimatıyla imal edilen ve ettirilen bomba yapımında kullanılan boruların ele geçirilmesi ve sanık Pınar Selek’in örgütle ilişkilerini anlattığı kolluk, Cumhuriyet Başsavcılığı ve sorgudaki anlatımları, dosyadaki diğer kanıtlarla birlikte değerlendirildiğinde Mısır Çarşısı Ünlüoğlu Büfe’de bomba patlatılması eyleminin, bulunduğu yere yurt dışında bulunup Fransa’da yaşayan Doğan Kod Berzan Öztürk’ün telefon talimatıyla, sanıklar Leyla Kod Pınar Selek ve Abdulmecit Öztürk tarafından birlikte gerçekleştirdiği hiçbir kuşkuya yer vermeksizin açıkça anlaşılmaktadır”

 

 

[Özel Haber] Civicus: “Türkiye’de devlet baskısı sona ermeli!”

Dünyanın en büyük sivil toplum çatı örgütlerinden Civicus, “Türkiye’de aktivist ve gazetecilere uygulanan baskı son bulsun!” dedi.

Civicus’un 6 Mart tarihinde merkezinin bulunduğu Johannesburg kentinden yayımlanan basın açıklamasının başlığı “Türkiye’deki devlet baskısını sona erdirin!” oldu.

Civicus açıklamasında üç ana noktaya dikkat çekti.

 

Filiz Kalaycı ve arkadaşları.

 

Yazar ve düşünürlerin üzerinde yargı yoluyla gerçekleştirilen tacizin “bir kriz halini” aldığını belirten Civicus, hükümet karşıtı eleştirilerde bulunanların yasadışı örgütlere mensup olduğu iddiasıyla kitlesel halde tutuklandığını hatırlattı.

Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) üyesi 14 avukatın, sadece 18-21 Ocak tarihleri arasında tutuklanan 85 kişi arasında olduğunun altını çizen Civicus, bundan sadece bir kaç gün sonra, insan hakları konusundaki çalışmaları nedeniyle 2009’dan beri yargılanan 4 avukatın (Filiz Kalaycı, Hasan Anlar, Halil İbrahim Vargün ve Murat Vargün) KCK üyesi olma suçlamasıyla 6 yıl 3 ayla 7 yıl 6 ay arasında değişen hapis cezalarına çarptırıldığını hatırlattı.

Civicus yaptığı açıklamada,TCK’nın 314. maddesini “‘herkesi yakala, kimseyi bırakma’ maddesi” diye tanımladı.

Dünyanın en büyük sivil toplum ağı Civicus, açıklamasının ikinci kısmında da Pınar Selek’in bitmek bilmeyen çilesini hatırlatarak, Selek’in hapis cezasına çarptırılmasının arkasındaki siyasi nedenleri sorguladı, yargı sürecinin yanlışlığına dikkat çekti.

Pınar Selek

Civicus açıklamasında gazetecileri de unutmadı. Türkiye’nin “dünya üzerinde en fazla gazetecinin hapiste olduğu ülke” sıfatını taşıdığınn belirtildiği açıklamada, PEN Türkiye’nin 6 üyesinin de Fazıl Say’ın yargılanmasını “faşist bir gelişme” diye nitelendirdikleri için “devlete hakaretten” yargılandığını hatırlattı.

Civicus’a göre 301. madde “sesini çıkaran” gazetecileri susturmak için kullanılıyor.

Civicus’un Türkiye’de AKP hükümetinden talepleri ise net: Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Konvansiyonu ve Sivil ve Siyasi Haklar Uluslararası Sözleşmesi gereği sahip olduğu yükümlülükleri yerine getirmesi ve bu bağlamda

  1. Sivil topluma ve düşünürlere karşı uygulanan baskıların ve karalama kampanyalarının derhal durdurulması
  2. Terörle Mücadele ve Ceza Kanunu’nun ifade özgürlüğünü yok eden geniş maddelerini gözden geçirip yeniden yazacak bir süreci başlatması,
  3. Yargı sisteminin bağımsızlığın güvence altına alması

Civicus’un politika ve savunuculuk sorumlusu Charlotte Allan da Yeşil Gazete’ye şunları söyledi: “Türkiye’de savcılar, resmi görüşlerden farklı konuşanları susturmak için Terörle Mücadele Kanunu ve Ceza Kanunu’nu giderek daha fazla kullanıyor. Bu durum da sivil toplumu sindiriyor: İnsanlar “Bir sonraki hedef ben olur muyum?” korkusuyla susmak zorunda kalabiliyorlar”

Civicus (World Alliance for Citizen Participation – “Yurttaş Katılımı için Dünya İttifakı”), sivil toplum kurumlarının küresel anlamda çatı örgütü olarak tanımlanan, Güney Afrika’nın Johannesburg şehrinde 1993’te kurulmuş, son derece kapsamlı ve büyük bir  oluşum.

Türkiye’de de uzun yıllardır aktif olarak çalışmalarına devam eden Civicus, Türkiye’de ilk defa bir hükümete yönelik bu denli sert bir açıklama kaleme aldı.

 

(Yeşil Gazete)


Maldivler eski başkanı Mohammed Nasheed gözaltına alındı

0

Jason Burke‘nin The Guardian’da yayımlanan haberini, Yeşil Gazete gönüllü çevirmenlerinden Gizem Eymirlioğlu‘nun çevirisiyle sunuyoruz.

***

Deneyimli insan hakları savunucusu adam kaçırma iddiasıyla mahkeme önüne çıkacak.

Maldivler eski başkanı ve saygıdeğer iklim değişikliği aktivisti Mohamed Nasheed, Hint Okyanusu’nda yer alan ada devletinin başkenti Malé’de tutuklandı. Nasheed’in Çarşamba günü mahkemeye çıkması bekleniyor.

45 yaşındaki Nasheed, bir yıl önce destekçilerinin askeri darbe olarak nitelendirdiği bir olayla başkanlık koltuğundan indirilmesinden önce kıdemli bir hakimi kaçırdığı iddiasıyla yargılanacak.

Nasheed’in sözcüsü, Maldivler’de 2008’ de yapılmış olan son otuz yılın ilk çok partili seçimleri sonucu iktidara gelen deneyimli insan hakları aktivistinin, kasklı ve zırhlı 20 kadar polis tarafından Malé’deki evinde göz altına alındığını ve Çarşamba günü mahkemeye önüne çıkarılacağını belirtti.

Nasheed’in Maldivler Demokratik Partisi sözcüsü Hamid Abdul Ghafour , “Olay 13:30 sularında mecliste önemli bir oylama sırasında gerçekleşti ve yaklaşık 20 dakika sürdü. Kendisi bir arabaya bindirildi ve hapishaneye götürüldü”  dedi.

 

Maldivler eski başkanı Mohammed Nasheed istifa ettiğini geçen sene televizyonda açıklarken... (Fotoğraf: AP)

 

The Guardian gazetesinde geçtiğimiz Ekim’de yer alan ropörtajında Nasheed şahsı aleyhine başlatılan davaların hiç bir hukuki temeli olmadığını ve bunların Eylül ayındaki başkanlık seçimlerinde yer almasını engelleme amaçlı olduğunu söylemişti. Nitekim bir hapis cezası (ertelense bile) adaylığının iptali anlamına gelecekti.

Ghafour olay için “Tamamen siyasi bir süreç. Adil bir yargılama olmasının imkanı yok” dedi.

Başkan’ın sözcüsü Imam Masud “kanunlar ne gerektiriyorsa onun olacağını” söyledi.

Masud “Biz kesinlikle müdahale etmiyoruz. Nasheed polis tarafından mahkeme kararıyla göz altına alınmıştır. Yani biz böyle duyduk. Siyasi bir motivasyonumuz kesinlikle yoktur” açıklamasında bulundu.

Tutuklama kararı Maldivler mahkemesince Nasheed’in 10 Şubat’ta görülecek duruşmaya katılmamasının ardından çıkarılmıştı. İleri gelen bir hükümet yetkilisi Nasheed’in Çarşamba günü duruşmasında muhtemelen beraat edeceğini söyleyerek şöyle devam etti, “Dünyanın herhangi bir yerinde hakkınızda suçlamalar varsa ve duruşmaya gelmeyi gözardı ederseniz polis tarafından tutuklanırsınız, bu normal bir uygulamadır. Ancak yarın bir ceza kararı çıkması muhtemel değil.”

Maldivler dünya çapında lüks turizm bölgesi olarak bilinen ve geçen yıl 700,000 tatilcinin ziyaret ettiği bir ülke. Ancak ülke despot lider Abdul Gayoom’un iktidarının ardından siyasi çalkantılarla boğuşuyor.

Ekonomik sorunlar ve ani değişiklikler 400,000 nüfusun olduğu adada uyuşturucu kullanımı gibi sosyal sorunlara yol açmakta. Tutuklama ise Hindistan’ı utandıracak ve Delhi ile Malé arasındaki gergin ilişkileri daha da gerecek.

Hakkında çıkan tutuklama kararının ardından Nasheed Maldivler’deki Hindistan elçiliğine 11 gün için sığınmıştı. Haber kaynaklarına göre Nasheed bir müdahale olmadan seçim kampanyası yapabileceğinin garantisini almasının ardından elçilikten ayrılmıştı.

 

Yeşil Gazete için çeviren: Gizem Eymirlioğlu

Yazının özgün hali (ingilizce) için tıklayınız.

(The Guardian, Yeşil Gazete)

 

8 Mart Haftası Etkinlik Takvimi

8 Mart Dünya Kadınlar Günü ’nde hafta boyunca etkinlikler düzenleniyor.

8 Mart 1857 tarihinde ABD’nin New York kentinde 40 bin dokuma işçisi daha iyi çalışma koşulları istemiyle bir tekstil fabrikasında greve başlamıştı. İşçilere, polisin saldırması, işçilerin fabrikaya kilitlenmesi, arkasından da çıkan yangında işçilerin fabrika önünde kurulan barikatlardan kaçamaması sonucu çoğu kadın 129 işci ölmüştü. Almanya Sosyal Demokrat Partisi’nden Clara Zetkin, 1910’da Danimarka’nın Kopenhag kentinde 2. Enternasyonale bağlı kadınlar toplantısında (Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı) yangında ölen kadın işçiler anısına 8 Mart’ın Dünya Kadınlar Günü olarak anılması önerisinin kabulüyle “8 Mart Kadınlar Günü” olarak kutlanmaya başladı. Değişik kentlerde planlanan etkinlik ve eylemlerin bize ulaşan bir listesini aşağıda bulabilirsiniz