UncategorizedYazarlar

Kentsel Dönüşüm Sorununda Tarihsel ve Sosyolojik Arka Plan II: Savaş-sonrası Dönemde Üçüncü Dünya ve Türkiye’de Kentler

0

Makalenin ilk bölümünde belirtildiği gibi savaş-sonrası dönemde kentleşme ve kentsel dönüşüm sorunları, gelişmiş kapitalist merkez ülkeler ile kapitalist kalkınma yolunu seçen çevre ülkelerinde görece farklı tarihsel gelişim çizgileri sergilemişlerdir. İlk bölümde merkez ülkelerde, özellikle Batı Avrupa ve Kuzey Amerika’daki tarihsel süreçten bahsettik. Bu bölümde ise Türkiye’nin de aralarında olduğu çevre ülkelerdeki süreçten bahsedeceğiz.

Savaş-sonrası Dönemde 3. Dünya’da Kentler ve Kentleşme

Savaş sonrası dönemde merkez ülkelerde yaşanan kentleşme ve kentsel dönüşümle ilintili olay dizisine eş zamanlı olarak çevre ülkelerde farklı tarihçeler yaşandı. Kaba hatlarıyla savaş sonrası jeopolitik konjonktür ABD hegemonyası altında gelişen Atlantik Fordizmi ve Keynezyen Refah Devleti (KRD)’nin biçimlediği Batılı merkez ülkelerden ibaret 1. Dünya ile SSCB (ve kısmen Çin) hegemonyası altında gelişen reel-sosyalist birikim rejimi ve komünist partilerin egemenliği altında biçimlenen 2. Dünya arasındaki soğuk savaş ile karakterize edilebilir. Bu dönemde her iki bloğun dışında kalan 3. Dünya, iki büyük hegemonik gücün kendi siyasi ve iktisadi rejimlerini ihraç etmek amacıyla yarıştıkları bir alan haline gelmiştir. Kapitalist 1. Dünya’nın, Türkiye’nin de dahil edilebileceği yakın periferinde 1950’lerden itibaren ithal-ikame sanayileşme stratejisi, Atlantik Fordizmine öykünen alt-Fordist birikim rejimleri ve KRD’ne öykünen ama sıklıkla faşist ya da askeri diktatörlüklerle kesintiye uğrayan temsili demokratik siyasi rejimler oluşmaya başlamıştır. Yeni Sanayileşen Ülkeler (YSÜ) de denen bu ülkelerin ilk örnekleri Meksika, Brezilya, İspanya, Portekiz ve Türkiye gibi Latin Amerika ve Akdeniz ülkeleri olmuştur. 1960’larda Kore ve diğer Asya kaplanları gibi ülkeler; 1980’lerin sonundan itibaren de Hindistan ve Çin bu ilk grubu izlemişlerdir. 1

İthal-ikame sanayileşme girişimleri başlangıçta olumlu sonuç vermiş, 1950 ve 60’larda bu ülkelerin belli bölgelerinde yoğunlaşan, hızlı bir sanayileşme ve iktisadi büyüme gerçekleşmiş; buna bağlı olarak bütün bu ülkelerde kentleşme açısından da paralel sonuçlar ortaya çıkmıştır. Sanayinin geliştiği bölgelere halen tarım ekonomisinin hakim olduğu kırsal alandan yoğun göç dalgaları yaşanmış ve bu göçlerle gelenlerin nüfus artışını karşılayamayan konut stoğunun artış hızı nedeniyle büyük sanayi kentlerini çevreleyen gecekondu/varoş alanlarına yerleşmişlerdir. Bunun sonucunda Meksiko, Rio de Jenario ve Bombay (bugünkü adıyla Mumbai) gibi çok geniş gecekondu/varoş alanlarıyla çevrilmiş dev metropoller ortaya çıkmıştır.

Savaş-sonrası Dönemde Türkiye’de Durum

Yukarıda anlatılan Türkiye’nin ve özellikle İstanbul’un da hikayesidir. Türkiye’de ithal-ikame sanayileşme atılımları 1950’lerin ikinci yarısından itibaren başlamış ve özellikle 1960’larda hızlı sanayi gelişme ile buna paralel göç ve gecekondulaşma süreci yaşanmıştır. O dönem seçilen ana sanayileşme alanları İstanbul-İzmit arası ile İzmir ve Adana gibi büyük kentlerin çevresi olmuş; bu da bu kentleri -özellikle de İstanbul’u- çevreleyen gecekondulaşma süreci ile sonuçlanmıştır. 1960’lar ve 70’ler boyunca süren bu hızlı sosyoekonomik dönüşüm döneminde ortaya çıkan gecekondulaşma, kendi geliştirdiği çözümlerle henüz kentle bütünleşemeyen büyük bir nüfus kitlesinin barınmasından doğacak ve kentli sosyoekonomik yapıyı sarsabilecek sorunlara engel olan (ya da bunları erteleyen) bir tampon mekanizma olarak işlev görmüştür.

1970’lerin ikinci yarısı ile 1980’lerin başında 1.Dünya’daki Atlantik Fordizmi’nin kriziyle birlikte, 3. Dünya’daki ithal-ikame sanayileşme ve alt-Fordist birikim rejimleri de krize girmiş; buna bağlı olarak Türkiye’de de sanayileşme -dolayısıyla göç hareketleri- görece yavaşlamıştır. 1985-90 arasında ise ihracat-odaklı büyüme ve hizmet sektörünün hızlı gelişimi, bu sektörlerin emek yoğun, ekstansif karakteri nedeniyle Türkiye’nin en büyük göç ve gecekondulaşma dalgasına neden olmuştur. Beri yandan Özal dönemi neoliberal uygulamaları ulusal, bölgesel ve yerel düzeylerde gelir dağılımında olağanüstü uçurumlara; kamu sektörünün ve sosyal devletin parçalanmaya başlamasına; kentli ekonomide büyük bir marjinal sektörün gelişmesine ve göçle gelen kentli nüfusun prekaryalaşmasına neden olmuştur.

Yeni Milenyum ve Türkiye’nin Kentleri

Bu sürecin sonucunda, 1990’ların ortasına gelindiğinde, kent alanının çeperlerindeki devasa gecekondu/varoş alanları ile orta ve üst sınıf kentli nüfusun yerleşim alanları arasında (İstanbul’daki “E5’in altı, E5’in üstü” ayrımıyla sembolize olan) derin bir yarılma ve sosyoekonomik kutuplaşma oluşmuş; gecekondu halkına özellikle de zorunlu göç ettirmelerle kente gelen Kürtlere ve Roman yerleşiklere yönelik bir sosyal/etnik dışlama söz konusu olmuştur.

Öte yandan 1980’lerde kentli hayata kendi elleriyle yaptıkları gecekondularda kamu arazilerinin de facto zilyetliğini ele alarak başlayan bir grup, sonradan arka arkaya gelen aflarla de facto durumun de jure‘ye dönüşmesi sonucu bu alanları ve gecekondu konutları mülk edinmişlerdir. Kimi zaman “gecekondu eliti” diye de anılan bu grup, Özalist neoliberal “fırsatlarla dolu (!) iktisadi atmosferinde” büyük ölçüde marjinal (kayıt dışı, hatta kimi zaman yasa dışı) iktisadi faaliyetlerle edindikleri göreli bir zenginlikle 1990’larda orta sınıfa terfi etmeye başlamış ve kent nüfusunu bölen derin sosyoekonomik yarığın öteki tarafına geçmişlerdir. Böylece bunların bir kısmı gecekondu alanlarında sahip oldukları konutları kente yeni gelen kent yoksullarına kiraya veren rantiyerler haline gelirken; bir kısmı da müteahhitlik-emlakçilik gibi işlere soyunmuşlardır.

Önce sosyoekonomik yarılmayı aşan gecekondu eliti, nihayet 2000’lerde mekansal bariyeri de aşarak gecekondu alanlarını terketmiş ve E5’in çizdiği sınırın öte tarafına geçip orta sınıfların yaşadığı alanlarda yerleşmeye başlamışlardır. Zamanla, bu kentli toplumsal tabaka, kentin yerel siyasi dengeleri içinde rol oynamaya başlayan bir güç odağı haline de gelmiştir.

2000’lerden itibaren Türkiye’nin yeni kent yoksulları ise iktisadi nedenlerle kırsaldan ya da küçük kentlerden metropollere yeni göç eden iç göçmenler; zorunlu göç ettirmelerle gelen Kürtler; Romanlar gibi öteden beri dışlanmış kentli etniler; ve eski doğu bloğu ülkeleri (Doğu Avrupa), Orta Doğu, Asya ve Afrika’dan gelen dış göçmenlerden oluşmuştur. Bunlar hizmet sektöründe ya da marjinal sektörde çalışan prekaryalaşmış kentli emekçiler haline gelmişler ve çoğunlukla gecekondu elitinin mülkiyeti altındaki gecekondu alanlarına kiracı olarak yerleşerek kimi temel alt-yapı hizmetleriyle sosyal hizmetlerden yoksunluk ve sosyal dışlanmışlık içinde yaşamaya başlamışlardır.

İşte bu kent-sosyolojik koşullar Türkiye’deki kentsel dönüşüm uygulamalarının biçimlenişi üzerinde çok etkili olmuştur. Bu konuya bu makaleyi izleyen ikinci bir makalede değineceğiz.

1Ancak burada br ayrımı vurgulamak gerekiyor… Bu ikinci grup çevre ülkeler -özellikle Tayvan, G. Kore ve diğer Asya Kaplanlarının- 1960’ların sonundan itibaren ithal ikame sanayileşmeye ve iç pazarı (talebi) geliştirmeye odaklı intansif bir Fordist birikim rejimi ile KRD dayalı bir düzenleme tarzı yerine; ihracat-odaklı sanayileşmeye dayalı, emek yoğun, ekstansif bir Taylorist birikim rejimi ile otoriter politik rejimlere dayalı bir düzenleme tarzına yönelmiştir.

 

 

Gökçen Özdemir

You may also like

Comments

Comments are closed.