Dünyanın en iyi plajları arasında gösterilen ve 1’inci derecede doğal SİT kapsamındaki Antalya’daki Çıralı sahili teknelerin atık pis su ve çöpleri nedeniyle kirlilik alarmı verdi.
Çıralı sahilinde yaşanan duruma ilişkin bilgi veren Çıralı Deniz Taşımacılık Kooperatifi Başkanı Ramazan Yavuz, Adrasan açıklarından geldiğini tahmin ettikleri teknelerin veya sabah saatlerinde açıkta dolaşan bazı helikopterlerin denize atık sıvı ve katı atıkları boşalttıklarını düşündüklerini söyledi.
Çıralı’da 11 tekne olduğunu ve bu konuda hepsinin gerekli duyarlılığı gösterdiğini belirten Yavuz, “Her gün saat 11.00-12.00 arasında denizde açığa bırakılan sıvı ve katı atıklar rüzgarla birlikte sahile ulaşıyor. Bu saatlerden sonra Çıralı sahilinde denize girmek mümkün olmuyor. Tatilciler bu görüntüler nedeniyle plajı terk ediyor. Sorunun nereden kaynaklandığı henüz tespit edilemedi. Temizleme tankları aldık sürekli temizliyoruz ancak bölgede herkes bizi suçluyor. Büyük sıkıntımız var” diye konuştu.
Çıralı Sahili 27 Temmuz’da Antalya 2. İdare Mahkemesi’nin bölgenin orman içi dinlenme yeri olarak tescil edilmesi ve kiraya verilebilmesi kararının iptal edilmesi ile yok olmaktan kurtarılmıştı.
En son “Jin” ile karşımıza çıkan ve olumlu tepkiler alan Reha Erdem’in, yeni filmi “Şarkı Söyleyen Kadınlar”, Toronto Film Festivali’nde gösterilecek.
2009 yılında çektiği aykırı film Kosmos’tan sonra sessizliğe bürünen Reha Erdem 2013 yılında ise iki farklı projesi ile sinemaseverlerin karşına çıkacak. Mart ayında gösterime giren Jin filminin ardından çekimlerini Büyükada’da tamamladığı Şarkı Söyleyen Kadınlar adlı yapım ise ilk kez Toronto film festivalinde sinemaseverle buluşacak.
Kadınlar ve Dayanışma
Filmde deprem tehlikesi sebebiyle boşaltılmakta olan bir ada ve o ada sakinlerinin evlerini terk etmemek için gösterdikleri direnç konu ediliyor. Adanın bir grup sakini, evlerini terk etmeyi kabul etmeyerek direniyorlar. Bir yandan da bir tür dayanışma ruhuyla dans dersleri alıyorlar. Türk-Alman-Fransız ortak yapımı olan Şarkı Söyleyen Kadınlar’da; Binnur Kaya, Jin filminin başrol oyuncusu Deniz Hasgüler, Philip Arditti ve Aylin Aslım ana kadroyu oluşturmakta.
Şarkı Söyleyen Kadınlar için “Yalnız figürleri ve hikayeleriyle değil, kendisi de açık, cömert, coşkulu bir şarkı gibi açılan ve her açıldığında başka renklere bürünen bir film” diyor Reha Erdem. Toronto Film Festivali 5 – 15 Eylül arasında gerçekleştiriliyor.
Şarkı Söyleyen Kadınlar’ın Türkiye’deki gösterim tarihi henüz netleşmedi. Filmin Altın Koza Film Festivali ya da Altın Portakal Film Festivallerinin birinde gösterilebileceği belirtiliyor.
Ben yoruldum artık tüm cehaletleri içinde hala “iklim değişikliği olduğuna dair bir bilimsel kanıt yok” diye ortalığı bulandırmaya çalışanlarla mücadele etmekten, bu sebeple tek tek cevap vermekle uğraşmak istemiyorum, hepimizin hayatta yapacak çok daha faydalı işlerimiz var. Ancak arada kalanlar için temel birkaç konuyu anlatmaya çalışacağım.
Öncelikle, 1896′da İsveçli bir bilim adamı olan Svante Arrhenius basit bir deney yapmış: Bir silindirin içine karbondioksit gazı doldurup kızılötesi ışımanın bu gazın içinden geçip geçmediğini görmek istemiş. Sonuç basit, karbondioksit kızılötesi ışımanın geçmesini engellemiş. Bu neredeyse bilimle uğraşan herkesin çok rahatlıkla tekrar edebileceği bir deney, eğer Arrhenius’a güvenmek istemezseniz, ben böylesi basit bir konuda güvenmeyi tercih ederek devam ediyorum.
İkinci konumuz dünya atmosferindeki karbondioksit miktarı. 1958 yılından bu yana Scripps Enstitüsü’nden bilim adamları Hawai’nin en yüksek tepelerinden birinde atmosferdeki karbondioksit miktarını ölçüyorlar. Bu miktar 1958 yılında milyonda 310 parçacık seviyesindeyken bugün 393 parçacık seviyesine çıktı. Yani dünya atmosferindeki karbondioksit oranı ciddi miktarda artıyor.
Üçüncü konumuz dünya atmosferindeki karbondioksit miktarı ile dünya sıcaklığı arasındaki ilişki. Bilim adamları yıllardır çeşitli metotlar kullanarak buzul çağları sırasında atmosferdeki karbondioksit miktarı ile atmosferin sıcaklığı arasındaki ilişkiyi ortaya koyuyorlar. Bu ilişki de basit, karbondioksit miktarının yüksek olduğu devirlerde dünyanın sıcaklığı da yüksek, tersine karbondioksit miktarının düşük olduğu zamanlarda dünyanın sıcaklığı da düşük oluyor (burada bir sebep sonuç ilişkisi çıkartmıyorum, sadece biri olduğunda diğeri de oluyor).
Dördüncü konumuz temel fizik; nesneler sıcaklıklarına bağlı olarak ışıma yaparlar. Sıcak cisimler görünür dalga boylarında, daha az sıcak cisimler ise kızılötesi dalga boylarında ışıma yaparlar. Mesela güneşin sıcaklığı 5800 derece civarındadır ve güneş sarı-beyaz bir ışık verir, dünyanın ortalama sıcaklığı da 15 derece civarındadır, dünya da kızılötesi dalga boylarında ışıma yapar.
Bu temel bilgileri herhangi bir lise öğrencisine verip bir sonuç çıkartmasını istersek çok zorlanacağını sanmıyorum. Dünyanın atmosferindeki karbondioksit miktarı artıyor, bu artış dünyanın yaydığı kızılötesi ışımanın atmosferden çıkışını güçleştirerek dünyayı ısıtır. Tüm bunları kavramak yukarıdaki birkaç satırda anlatılandan fazla bilim gerektirmez, ama kafaları karıştırmak için gayet derin bilimsel çabalara başvurulabilir, zengin petrol şirketleri paraları ile kişileri satın alıp istedikleri yönde konuşturabilir, ancak temel gerçeği değiştiremez çünkü bu lise seviyesinde bilim öğrenmiş herkesin kolayca kavrayabileceği bir konudur.
Şimdi gelelim başlıktaki konumuza, velev ki emin değiliz atmosferdeki karbondioksit miktarındaki artışın a) insan kaynaklı olduğuna, b) bize zarar verip vermeyeceğine. Diyelim dünyadaki tüm bilimcilerin bir ağızdan “her geçen gün biraz daha fazla fosil yakıtı tüketiyoruz, bu da doğal olarak atmosferdeki karbondioksit miktarını arttırıyor” demelerine inanmıyorsunuz ve hala atmosferdeki karbondioksit miktarının durduk yerde kendi kendisine artabileceğini düşünüyorsunuz. Diyelim ki gerçekten körsünüz ve kendi yaşam alanlarınızda iklimin nasıl değiştiğini ve her geçen senenin bir önceki seneye göre nasıl daha sıcak olduğunu fark etmiyorsunuz. O zaman şunu dinleyin: İklim değişikliğ hakkında elimizdeki bunca bilginin daha çok azına sahipken 172 ülkenin liderleri Rio’da biraraya geldiler ve ortak bir karar aldılar, dünyadaki 192 ülkenin tamamı da bunun altına imza attı, kabul etti, meclislerinden geçirdi.
“Geri dönülemez ve çok ciddi sonuçlara yol açabilecek iklimsel değişikliklerin varlığı konusundaki kanıtlar kesin konuşmaya imkan vermese bile böylesi kanıtların varlığı harekete geçmek için yeterlidir ve daha fazla kanıta sahip olma noktası beklenmemelidir (Madde 3).”
Sonuçları bu kadar vahim olabilecek bir konuda elimizdeki bilgiler herhangi bir insanın rahatça anlayıp karar verebileceği kadar açık ve basitse bu konuyu bulandırmaya çalışmak en azından sorumsuzluktur, akıl sahibi her kişinin de temel görevi doğaya en az zarar verecek şekilde yaşayarak bu sorumsuzluklara kulak asmamaktır.
Son yıllarda hükümetin başlattığı alt yapı projeleri ve kentsel dönüşüm Bakanlar Kurulu’nun gündemine damgasını vurdu. Bakanlar Kurulu’nun 2013’ün 6 ayında aldığı kararların %60’ı imara ilişkin oldu.
Bakanlar Kurulu kararlarına son iki yıldır imar damgasını vuruyor. Hükümetin peşi sıra açıkladığı dev projeler, enerji yatırımları ve kentsel dönüşüm, Bakanlar Kurulu’nun gündeminde imar konusunu bir numaralı gündem maddesi haline getirdi.
S Bilişim tarafından derlenen verilere göre 2013’ün ilk yarısında alınan Bakanlar Kurulu kararlarının yüzde 60’ını imar ve gayrimenkule ilişkin kararlar oluşturdu.
Resmi Gazete’de yayınlanan kararlardan derlenen verilere göre 2013’ün ilk 6 ayında 346 karar alındı. Bunların 206’sını, başka bir ifadeyle alınan tüm kararların yüzde 60’ını imar kararları oluşturdu. Benzer bir eğilim 2012’de de görülüyor. Bakanlar Kurulu, 2012’de 618 karar alırken bunların 253’ü imara ilişkin kararlardan oluştu.
Alınan imar ve gayrimenkul kararlarını, ‘acele’ kamulaştırma, alt yapı ve kentsel dönüşüm, riskli alan belirleme, tahsis ve toplulaştırma kararları oluşturdu. Özellikle “acele” kamulaştırma kararlarının son yıllarda önemli ölçüde artması dikkat çekiyor. 2010’da bu yönde 19 karar alınırken, 2011’de 28, 2012’de 176 2013’ün ilk 6 ayında 145’e karar alındı. Özellikle üçüncü havalimanı, üçüncü köprü ve diğer alt yapı yatırımlarındaki artış ve kentsel dönüşüm kararları bu artışta etkili oldu.
BETAM Direktörü Seyfettin Gürsel, verilerin hükümetin önceliğini çok açık bir şekilde ortaya koyduğunu söyleyerek, “Hükümet, imar ve alt yapı yatırımları ile büyümeyi hızlandırmak ve tabanını memnun etmek istiyor. Başbakan mega projeleri çok seviyor. Verilere bu nedenle çok şaşırmadım. Ancak keşke hükümetin kararların çoğunluğu yapısal reformlara ilişkin olsaydı” değerlendirmesinde bulundu. Gürsel, hükümetin uzun vadeli sorunları çözmek yerine, kısa vadede tabanını memnun edecek projelere odaklandığını savundu.
İnsanın insana, insanın diğer hayvanlara yaptığı zulmün örnekleriyle dolu çevremiz. Bu zulmün en iyi saklanmış hallerinden birisi de hiç kuşkusuz hayvanat bahçeleri. Zulmü savunabilenler, hayvanat bahçelerinin eğitici olduğunu, çocukların hayvanları tanımasını ve sevmesini sağladığını söylerler. Ama bu tamamıyla yanlıştır, çünkü bir yalandan, bir taklitten yola çıkar. Hayvanat bahçesinde gördüğünüz bir aslan, özgür(yani gerçek) bir aslanın gölgesinden ibarettir yalnızca. Dolayısı ile size bir aslanla ilgili hiçbir şey öğretemez. Bununla da kalmayıp, karşınızda nefes alan, yaşayan, özgürlük duygusu olan o canlıyı bir malzeme, vitrine konup sergilenecek bir eğlence aracı, tek varlık nedeni bizi güldürmek olan bir varlık olarak görmemize neden olur. Kafesler içinde gördüğümüz o canlı kafamızdaki bu resmi daha da güçlendirir, çünkü hayata küsmüştür, çünkü varlık sebebini kaybetmiştir, çünkü sıkılmaktadır. Ve üzgündür. Ve biz karşımızda bir aslan, bir kurt, bir fil var zannederiz. İşte bu yüzden hayvanat bahçeleri eğitim değil, cehalettir. Bunu, özgür hayvanlarla yolu kesişmiş olan herkes bilir.
İşte aşağıdaki hikaye de bununla ilgili. Filleri yakından tanıyıp sevme şansını bulmuş birinin hikayesi.
Haksızlık ettiğimiz tüm canlılar için…. – Tuğçe Tuğran
‘Hayatını kökünden değiştiren şey nedir?’ sorusuna cevap vermek çok zordur. Bildiğin tek şey, bir gün etrafına bakarsın ve her şey tamamen farklıdır. Marketteki kasiyer kızla olan ilişkin değişmiştir mesela veya en yakın arkadaşına bakışın; köpeğinle olan ilişkin farklıdır. Kalbin farklıdır artık. Aklın ve ruhun başkadır.
Fotoğraf: Saskia Richartz
Benim için her şeyi değiştiren şey filler oldu. Hayvanat bahçelerinden ve sirklerden kurtarılan fillerin barındığı bir yerde bir süre çalıştım. Orada, hayat boyu süren işkenceden sonra, tekrar fil olmayı öğrenmeye çabalıyorlardı. Sanıyorum ki ben değişmeye, mutluluğuma eşlik eden bir filin çığlıklarını duyduğum anda başladım…
Yükseklik korkum vardı ve işim gereği yüksek bir yere çıkmam gerekiyordu. Zorunda olmasam asla tırmanmayacağım bir yüksekliğe. Korkarak tırmandım, titreyerek ve ter içinde. (Bu arada, terli ellerle çok değer verdiğimiz hayata tutunmak hiç de kolay olmuyor.) İş arkadaşım bana aşağıdan destek olmaya çalışıyordu. Bu sırada fillerden biri çitin diğer tarafından bizi izliyordu. İki elini yumruk yapıp yan yana getir, bir filin gözleri yine de daha büyük kalıyor. Bu kadar büyük gözlere bakmanın insanı zayıf hissettiren bir tarafı var. Hele ki o gözler senden daha yaşlı ve daha akıllı bir canlıya aitse. Sadece gözlerine bakarak, bir canlının ruhu hakkında çok şey söyleyebilirsin. Bunu aşık olan herkes bilir. Bir fil başını eğip gözlerinin içine baktığında, ruhunun derinliklerini görür. Ruhunda varlığından senin bile bihaber olduğun şeyleri keşfeder. Bunu bakışlarından anlarsın. Bu bakışlara karşılık verdiğinde, karşındaki ruhun derinliklerinde bulduğun tek şey bilgelik, sevgi ve şefkattir. Bu kadar bilge ve bu kadar sevgi dolu bir yaratığın gerçek olduğuna bir türlü inanamazsın. Yanında durup varlığının derinliklerine bakan ve senin için şefkat duyan, yaşayan her insan için şefkat duyan bir canlı… Onlara hem tek tek, hem de tür olarak topluca yaptığımız zalimliklere rağmen hem de. İnsanların fillerden etkilendiğini uzun zamandır biliyordum. Ama bir tanesinin yanında durup gözlerinin içine bakmadan önce, bunun gerçek nedenini hiç anlamamışım.
İşte oradaydım, yüksek demir kapıya tırmanmaya çalışıyordum. İş arkadaşım yapabilirsin diyerek beni rahatlatmaya çalışıyordu. Sesim titreyerek cevap verdim ‘Karşıdan bana bakan bir fil varken tırmanmak hiç kolay değil’. O zaman yeniydim ve fillerin ne kadar anlayışlı varlıklar olduğunu henüz bilmiyordum. Bizi izleyen fil arkasını döndü. Ben işimi bitirip aşağı indim. Ayaklarım yere değdiği anda ciğerlerimde tuttuğum nefes boşalıverdi. Dizlerimin bağı çözüldü ve olduğum yere yığıldım. Tam o sırada çitin diğer tarafındaki fil yeniden bize doğru döndü, bana baktı ve o hepimizin bildiği meşhur çığlıklarından birini attı. İşte o zaman arkasını dönüp bana bakmayışının rastlantı olmadığını anladım.
O anı hayatım boyunca asla unutmayacağım. Biliyordu, her şeyin farkındaydı. Benimle beraber seviniyordu. Benim korkumu hissetmiş, bana ihtiyacım olan rahatlığı vermişti ve şimdi de mutluluğumu paylaşıyordu benimle.
İlk kez o an fillerin benim asla bilemeyeceğim ve anlayamayacağım şeylere kadir olduklarını fark ettim. Defalarca hayvanlar (insanlar dahil) hakkında bildiğim her şeyin korkunç, umutsuz bir şekilde yanlış olduğunu gösterdiler bana. Ve bunu gülümseyerek yaptılar her seferinde, ‘sizi saşkın insanlar!’ dercesine.
Bir keresinde fillerden birini beslemek için gölün kenarına gitmiştim-filleri ilk kez birey olarak tanıdığım bu barınakta, hava güzel olduğunda yemeklerini fillere götürürdük. Günün ortasında yemek beklemek için kapalı alana geri dönmek zorunda kalmasınlar diye. Yemek yemeye bayılan fillerden birisi de o gün gölün kenarındaydı. Yemek saati günün en sevdiği anıydı ve zamanını diğer fillerden yemek çalmak için planlar yaparak geçirirdi. O gün, yemeğini yere bıraktım ve uzaktan onu izlemeye koyuldum. Yemeğe yaklaşırken birden durunca gözlerime inanamadım. Hortumunu ağzına götürdü- ki bu insanların tırnaklarını yemesine benzer bir davranıştır- ve sonra hortumuyla yemeğine ulaşmaya çalıştı. Aklıma ilk gelen hasta olabileceğiydi. Yemek yemediğine göre çok önemli bir derdi olmalıydı. Bu, bir çocuğun dondurmaya hayır demesine benziyordu. Kalbim korku dolu, ona doğru yürüdüm.
Yerde bir kaplumbağa vardı. Orada, çimenlerin üzerinde, 4230 kiloluk bir canlı ile yemeği arasında 2 kiloluk bir kaplumbağa duruyordu. Fil ona doğru bir adım atıyor, sonra geri çekiliyordu. Kaplumbağayı kazara ezeceğinden korkuyordu. Yemeğinin yerini değiştirdim, bana kendince teşekkür etti ve yemeğini sakince yedi. Sık sık gösterdikleri bu şefkat beni derinden etkilerdi-yollarına çıkan yavru hindileri ürkütmemek için, onların yoldan çekilmelerini soğuktan titreyerek bekleyen iki filin görüntüsü aklımdan hiç çıkmıyor.
Bazen elektrikli çiti çalıştırırdım ve filleri kontrol etmeye gittiğimde onları hep çitin dış tarafında bulurdum. Uzağa gitmezler, sadece çiti geçip orada öylece dururlardı. Yüzlerinde hep o yaramaz çocuk ifadesi olurdu. Yaramazlık yaparken yakalanmış çocuklar gibi: suçlu olduklarını bilirler ama yeterince sevimli görünmeyi başarabilirlerse başlarının derde girmeyeceğinden emindirler. Bir sonraki sefer yine gidip baktığımızda bu kez çitin iç tarafında olurlardı. Gülümser, ama nasıl olup da çiti aşabildiklerini asla anlayamazdık. Barınakta çalışanlardan biri, fillerden birinin ağaçtan bir dal koparıp teli aşağı ittiğini, çiti geçtikten sonra da kullandığı dalı ağacın arkasına sakladığını görmüş.
Akıllı hayvanların hayvanat bahçelerindeki yaşam koşulları hakkındaki gerçekleri görmek oldukça kolaydır, özellikle de karada yaşayan en büyük memeliden bahsediyorsak. Hayvanat bahçeleri kısıtlı alanlara ve imkanlara sahiptir. Sağlıklı bir yaşam için fillerin ihtiyaç duyduğu geniş alanları asla sağlayamazlar. Bir filin sağlıklı olması için, geniş alanlarda dolaşabilmesi, otlanabilmesi için çim, koparıp yiyebilmesi için ağaçlar gerekir. Bir filin mutlu olabilmesi içinse içinde yüzebileceği büyük su kütleleri, ve temizlenmek için de toprak gerekir. Bir hayvanat bahçesi hem bunları sağlayıp hem de sürekli ziyaretçi kabul edemez. Bu kadar büyük alanda bir fil barındırıp hem de diğer hayvanlara yeterli alan sağlayamaz. Sağlıklı olmak için ihtiyaç duydukları şeyleri fillere veremez. Bu basit bir gerçek. Ama bunun hayvanları nasıl etkilediği konusu o kadar da basit değil.
Filler sürüler halinde yaşarlar. Doğada dişi filler tüm hayatlarını anneleri ve ailenin diğer dişi bireyleri ile geçirir. Bir filin tutsak yaşama uyum sağlayabilmesi için çok gençken-genelde 6 aylıkken-annelerinden koparılmaları gerekir (bir filin 60-70 yıl yaşabildiğini unutmayalım). İsteyerek yavrusundan vazgeçecek bir anne bulmaksa, tabii ki çok zordur. Böylece yavru fil; annesinin, teyzesinin, kardeşlerinin, doğumundan beri tanıdığı tüm canlıların kurşunlanarak öldürüldüğüne tanık olur. Daha sonra, kendisini taşıyacak ulaşım aracı gelene kadar- ki bu 3 gün bile sürebilir- annesinin ölüsüne zincirli halde bekler. Bu ulaşım aracı onu hayatı boyunca tutsak edecek hayvanat bahçesine veya sirke götürecektir. Bütün bunlar bu kadar akıllı ve karmaşık bir canlıyı nasıl etkiliyordur acaba? Ruhunun yavaş yavaş, zaman içinde, ufak ufak kırılması nasıl bir şeydir?
Barınaktan tanıdığım bir filin, 10 yıl önce çekilmiş bir videosunu izledim geçenlerde. Barınağa getirildiği gün çekilmişti. Kamyondan indiği anı izlemek çok çarpıcıydı. Çok belirgin, somut farklar vardı: mesela ayakları. Tırnakları aşırı uzamış ve etine batmıştı. Yürürken acı çektiği belliydi. Filler doğada bir gün içinde kilometrelerce yol yürürler. Bu yüzden de tırnakları her zaman törpülenir ve ayakları sağlıklı kalır. Doğal olmayan bir zeminde -mesela betonda, tırnakları aşırı uzar ve şokun bir kısmını emen yumuşak bir zeminin yokluğunda, gün boyunca betonun üzerinde durmak eklem ağrılarına neden olur.
Ama benim tanıyıp sevdiğim fille, sirkten yeni kurtarılmış o fil arasında görmesi daha zor farklar da vardı. Başı daha aşağıda duruyordu örneğin. Gözleri bomboştu, sevgi yoktu, yaramazlık yoktu, merak yoktu gözlerinde. Teni daha renksiz, kulakları düşüktü. Hem benim tanıyıp sevdiğim fildi, hem de değildi. Bunu görmek, o videoyu izlemek, kalbimi öylesine kırdı ki, bunu anlatmak için kelime bulamıyorum. Onu sevmeme sebep olan küçük şeyler yoktu o görüntüde… Onu her gördüğümde gülümsememe neden olan o parıltı, çitin kenarına gelip bana selam vermesi, arka ayaklarını kaşımamı istemesi… Filmdeki canlı küçücük beton bir yerde yaşamaktan yeni kurtulmuştu. Kendisindeki parıltıyı görememek değildi kalbimi kıran. Araçtan inmekte olan o yaratıkta böyle bir parıltı olabileceğini bile hayal edememekti. Ekrandan ona dokunabilmek istedim; her şeyin iyi olacağını söylemek. Sonunda eve gelmişti. İçinde yüzebileceği bir göl, dolaşabileceği 2000 hektar alan, arkadaş olabileceği başka fillerin olduğu bir yere gelmişti. Kendisini sevecek ve ona hak ettiği saygıyı gösterecek insanlar vardı burada. Bunları ona söyleyebilmek istedim.
Sağlıklı ve mutlu filleri görüp tanıdıktan sonra, bir daha asla bir hayvanat bahçesine gidip onları o demirler arkasında görmeyi aklıma bile getiremiyorum. Ben bir hapishane görüyorum orada. Hiç işlemediği bir suç yüzünden-tam tersine, insanların ona karşı işlediği bir suç yüzünden- müebbet hapse mahkum olmuş bir canlı görüyorum. Onlar daha iyisini hak ediyor, ne dersiniz?’
İklim değişikliği ve etkileri üzerine çalışmalar yapan uluslararası bağımsız sivil toplum kuruluşu DARA’nın geçen yılın sonlarında yayımladığı bir rapor, aslında küresel ekonominin iklim değişikliği nedeniyle nasıl kırılgan bir hâl aldığını ortaya koyuyordu. Rapora göre, iklim değişikliği dünya ekonomisinde şu anda yılda yüzde 1,6 küçülmeye neden oluyor, bunun rakamlarla karşılığı ise 1,2 trilyon dolar. Önlem alınmaması hâlinde, dünya ekonomisindeki küçülme 2030’da iki katına çıkarak yüzde 3,2’ye yükselecek. Diğer yandan ise iklim değişikliği her yıl 400 bin kişinin ölümüne neden oluyor.
İklim değişikliğindeki gelişmeler dünyanın pek çok yerinde etkilerini farklı şekillerde gösterse de, en büyük zararı her zaman iklim değişikliğine en az sebep olmuş üçüncü dünya ülkeleri görecek. Bunu gelecekte zengin ve fakir ülkeler arasındaki uçurumun giderek artması, fakir ülkelerin daha da fakirleşmesi takip edecek.
Geçen yıl Dünya Bankası’nın başkanlık koltuğuna oturur oturmaz iklim değişikliği ile mücadele konusunda daha sert önlemler alınmasını isteyen ve zaman içinde bu alandaki durumu ortaya koyan çalışmalar yaptıran Jim Yong Kim, “Çok az zamanımız kaldı. İklim değişikliği ile mücadelemizi sertleştirmezsek, yoksulluğu hiçbir zaman ortadan kaldıramayız” demişti. Yine geçen yıl kurum tarafından hazırlanan bir raporda, küresel ısınmanın etkilerini tüm ülkelerin hissedeceği, ancak kıtlık, kuraklık, deniz seviyesinde yükselme ve kasırgalardan dünyanın en yoksul ülkelerinin en çok etkileneceği belirtilmişti. Temel olarak, Dünya Bankası iklim değişikliğini durdurmak ve temiz enerjilere geçilmesini sağlamak için yeni politikalar üretilmesi gerektiği üzerinde duruyor.
Bu doğrultuda Dünya Bankası geçen ay, kömürle çalışan enerji projeleri için borç verme politikasını değiştirerek, kömürden başka bir çözümü olmayan ülkelere maddi destek vermeyi sınırlandırdı. Banka, açıklamasında, “gelir seviyesinin düşük olduğu bölgelerde yeni kömür santralleri yatırımları için ancak yatırımın yapılacağı bölgede uygulanabilir başka bir seçenek olmadığı nadir durumlardafinansman desteği sağlayacağı” şerhini de düştü. Bu durum, kimi iklim değişikliği ile mücadele veren kesimler tarafından mesafeli bir tutumla karşılandı.
Dünya Bankası’nın Sürdürülebilir Kalkınma Başkan Yardımcısı Rachel Kyte, bu hafta National Journal’e verdiği bir röportajda, bugün yoksul ülkelerde yaşayan 1,2 milyar insanın enerjiye erişemediğini, gelişme için bu insanların enerjiye erişiminin sağlanmasının önemli olduğunu ve bunun farklı enerji türlerinin karmasıyla gerçekleştirilebileceğini belirtmiş.
Gerçekten Dünya Bankası iklim değişikliğinin durdurulması ya da azaltılması konusunda etkin olabilir mi? İklim değişikliğini azaltmak ve ekonomik krizden çıkabilmek için verilecek yeni kredilerin şimdiye kadar olduğu gibi yanlış kalkınma projelerinde kullanılmayacağı nasıl garanti edilecek? Bunlar meselenin can alıcı noktaları.
Dünya Bankası iklim değişikliği ile mücadelede finansal bir lider olmak istiyor ancak, küresel boyutta iklimin korunması için Banka’nın doğru adres olup olmadığı şüphesi epeyce yaygın. Banka hâlâ gelişmekte olan ülkelerde fosil yakıta dayalı enerji stratejilerini destekliyor ve çözümün değil, sorunun bir parçası olmaya devam ediyor.
Dünya Bankası’nın temelde az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde fosil enerjilerden temiz enerjilere geçişi desteklemeye yoğunlaşması en doğru politika olacak.
Bu destekler, iklim değişikliğine en az etkisi olan ülkeleri yeniden borçlandırmak yerine yoksulluğun önlenmesi ve ekolojik sistemin korunması gibi öncelikler taşımalı. Bu meseledeki gerçek finansal önderlik de buradan ilerleyecek.
Eko-Jin ile Diyarbakır Bisiklet ve Doğa Sporları Kulübü’nün organize ettiği “Dersim’den Erbil’e bisiklet turu katılımcıları Hasankeyf’e ulaştı. “Ji bo jiyaneke nû, pê li pedalê bike – Yeni bir yaşam için pedalla” sloganı ile başlatılan bisiklet turu 25 Ağustos’da Erbil’de son bulacak.
Yeşil Gazete ekibinin eski üyelerinden Ali Uçarman'a (sol köşede beyaz sakallı) bisiklet turu hakkında sorular sorduk
Yeşil Gazete ekibinin eski üyelerinden Ali Uçarman‘ın da içinde bulunduğu bisikletlilerin neşeleri ve moralleri yerinde. Ali’yi arayarak turun nasıl geçtiğini sorduk. Bismil’den Hasankeyf’e geldiklerini bölgede birgün konakladıktan sonra Ilısu’ya geçeceklerini ifade eden Uçarman, Dersim – Diyarbakır arası yokuşlu yolların sona erdiğini, ekibin kondisyonunun da gün geçtikçe daha iyi bir seviye geldiğini aktardı. Dersim’den 14 kişi olarak yola çıktıklarını, 2 arkadaşlarının Dersim çıkışında kendilerinden ayrıldığını söyleyen Ali Uçarman, Diyarbakır’a vardıklarında 10 kişilik bir ekibin şehir turu sırasında kendilerine eşlik ettiğini, Diyarbakır’dan katılan 3 kişi ile birlikte tura şu anda 15 kişi olarak devam ettikleri bilgisini verdi.
Tur sırasında güzergah üzerindeki köylere de uğrayan ekoloji aktivistleri tohum takası gerçekleştiriyor
Tohum Takası
Dersim’den Erbil’e bisiklet turunda konakladıkları her yerde basın açıklaması yaptıklarını, güzergah üzerinde bulunan köylere uğrayarak tohum takası yaptıklarını da belirten Uçarman, bunun dışında her gün atölyeler de yapıldığını da sözlerine ekledi. Kendisinin Elazığ Maden’de tur katılımcıları ile iklim değişikliği atölyesi gerçekleştirdiğini vurgulayan Uçarman, atölye öncesinde herkesin iklim değişikliği konusunda neler bildiklerini sorguladığında konu ile bilgilerin dağınık halde olduğunu, ekoloji aktivistleri arasında bile iklim değişikliğini ozon tabakasının incelmesi ile bağdaştıranların bulunduğunu gözlemlediğini söyledi.
Hasankeyf’te LGBT Atölyesi
Dersim’den – Erbil’e bisiklet turunun Hasankeyf ayağında bu akşam Keskesor Diyarbakır LGBT’den turan katılan arkadaşların LGBT atölyesi yapacaklarını aktaran Uçarman, Roboski’ye vardıkları zaman kendisinin köylülere doğal krem atölyesi düzenlemeyi planladığını sözlerine ekledi.
Eko-Jin ile Diyarbakır Bisiklet ve Doğa Sporları Kulübü’nün organize ettiği “Dersim’den Erbil’e bisiklet turu 9 Ağustos’ta Dersim’den başladı. Ekoloji aktivistleri sırası ile Kovancılar, Maden, Diyarbakır ve Bismil etalarını geçtikten sonra Hasankeyf’e ulaştılar. 25 Ağustos’da Erbil’de sona ermesi planlanan bisiklet turunun bundan sonraki etapları ise Ilısu, Şırnak, Roboskî, Silopi, Duhok, Amedi, Barzan, Akre, Soran, Shaqlawa ve Erbil.
Bisiklet turunda yaşanan tüm gelişmeleri her gün güncellenen eko-jin.blogspot.com/ dan takip edebilirsiniz.
HES karşıtı mücadele günden güne güçleniyor. Geçtiğimiz haftasonu Tarsus’un Boğazpınar köyünde gerçekleşen 2. Boğazpınar Köyü Kültür ve Sanat Festivali’nde Praksis müzik grubu ile birlikte sahne alan Boğazpınar Köyü Çocuk Korosu’nun seslendirdiği “HES yapma boşuna, Yıkacağız başına” parçası da bunun en büyük kanıtı.
Çocuklar ile birlikte kısa zamanda HES karşıtlarının marşı haline gelmesini öngördüğümüz “HES yapma boşuna, Yıkacağız başına” parçasını festival sırasında ortaya çıkarıp seslendiren Praksis grubu parçanın ortaya çıkış hikayesini şu şekilde aktarıyor.
http://www.youtube.com/watch?v=mNIPRaekR4M
“10-11 Ağustos 2013 tarihlerinde Tarsus – Boğazpınar Köyü’nde yapılan HES karşıtı festivalde çocuklarla da çalıştık. 2 günlük yoğun bir çalışma ile sahneye çıktı çocuklar. Bomba Yapan Bay Bilgin ve Neden/Nasıl şarkılarını söylediler. Bir tane de HES Karşıtı şarkı besteledik beraberce: HES YAPMA BOŞUNA YIKACAĞIZ BAŞINA”
“HES yapma boşuna, Yıkacağız başına!” şarkısının sözleri:
“Boğazpınar’ı çok çok severiz
Karasu’da her zaman biz yüzeriz
Sıkıldık mı Cevizli’ye gideriz
Bu güzel köyü size vermeyiz
HES yapma boşuna
Yıkacağız başına
Topraktan bir tepedir Kızılgedik
Biz çocuklar Karasu’ya söz verdik
Keloğlan’da hiç su hiç ağaç yoktur
Karasu’da HES’e hiç geçit yoktur
HES yapma boşuna
Yıkacağız başına”
2. Boğazpınar Köyü Kültür ve Sanat Festivali ile ilgili haberimizi buradan okuyabilirsiniz.
Adeviyye ve Nahda meydanlarındaki Mursi destekçilerine müdahale edildi. Fransız haber ajansı AFP ölü sayısını 43 olarak verirken, Müslüman Kardeşler 300 kişinin öldürüldüğünü duyurdu. Müslüman Kardeşler, “Gösterilere ve meydanda toplanmaya devam edeceğiz” açıklaması da yaptı. Mısır İçişleri Bakanlığı ise çatışmalarda 6 güvenlik görevlisinin öldüğünü belirtti.
Mısır’da günlerdir Mursi yanlılarına yapılması tedirginlikle beklenen müdahale, çarşamba günü sabahında başladı. Kadın ve çocukların meydanı terk etmesi istendi. Ordu ve polis oturma eylemi yapan Mursi taraftarlarının üzerine ateş açtı.
Fransız haber ajansı AFP, ölü sayısını 43 olarak duyururken, Müslüman Kardeşler 300 darbe karşıtının hayatını kaybettiğini açıkladı. Mısır güvenlik güçlerinin müdahalesinde yüzlerce kişinin de yaralandığı belirtiliyor. Mısır Sağlık Bakanlığı ise, ölü ya da yaralı konusunda henüz bir açıklama yapmadı.