Ana Sayfa Blog Sayfa 3924

‘Gönlümün Cumhurbaşkanı’ – Selahattin Demirtaş – Cengiz Çandar

Gezi, benim açımdan bir “turnusol kağıdı” idi. “68 Kuşağı” mensubiyetinin gerçek ölçüsü, Gezi’ye dair alınacak tutumdu. Gezi’ye zalimce polisi saldırtmış olan ve Gezi’yi; “kendi iktidarına kasteden iç ve dış komplolar”ın miladı gibi yorumlayan bir Tayyip Erdoğan karşısında, cumhurbaşkanlığı seçim kampanyasının çok özel bir yerine yerleştirmiş olduğu için Selahattin Demirtaş, “gönlümün cumhurbaşkanı”dır.

Bu tavrını dün de somut biçimde Gezi’nin yürek burkan kurbanlarından Berkin Elvan’ın annesini alkışlattırarak ortaya koydu. Aynı anneyi, Tayyip Erdoğan, Berkin Elvan’ın cenazesinden 24 saat sonra vicdansızca yuhalatmıştı.

Selahattin Demirtaş, günümüz Türkiye’sinde Tayyip Erdoğan ne görüntü veriyorsa, onun tam tersi. Dün, “Biz meydanlarda acılı anneleri yuhalatacak bir dilden kaçınacağız” dedi. “Herkesin ezilmiş kimliği ile cumhurbaşkanı olmaya çalışacağız. Berkin Elvan’ın annesini bu salonda alkışlatmak istiyorum. Ne mutlu onlara ki eşi Hrant öldürüldüğünde, Gezi’de çocukları katledildiğinde intikam naraları atmadılar bu anneler. Acıları yarıştırmayan bu dili siyasete hakim kılabilirsek rehberimiz bu olacaktır.”

Benim için Gezi’den gayrı, 17 Aralık ve sonrası da bir başka “turnusol kağıdı”dır. Türkiye’nin “faşizan” bir rejime doğru yol almasının miladıdır benim için o tarih. Tayyip Erdoğan ve yandaşları için “kendilerine karşı darbe girişimi”nin tarihi.

Tayyip Erdoğan ve yandaş zihniyetinde, 17 Aralık, Gezi’nin devamıdır. Gezi’den farklı olarak, 17 Aralık’tan sonra bir ”paralel yapı” icat edildi. Soğuk Savaş yıllarında, “günah keçisi” olarak Türkiye’deki iktidarlar nezdinde “komünizm” neyse, Soğuk Savaş sonrasında Kürt sorunu ve onunla birlikte “Kürtler’in hakları” gündeme geldiğinde ve getirildiğinde “bölücülük” suçlaması ne işe yaradıysa, şimdilerde de “paralel yapı”, anti-demokratik her adımın meşrulaştırılmasına yarayan bir paravan.

Selahattin Demirtaş, bu “hayati konu”da da doğru pozisyon aldı. Soru-cevap bölümünde bu konuda şunları söyledi:

“AKP’nin paralel demesi abesle iştigal. Evrenin her hangi bir yerinde kesişen iki çizgiye paralel denmez. Bıraksınlar biz her ikisine paralel diyelim ama AKP paralel diyemez. Hukuk dışına çıkmış suç işlemiş kim olursa olsun, cemaat ya da parti mensubu olur, kesinlikle hesap sorulması lazım. Bir kişi cemaat sempatizanı diye suçlanamaz. Suç işleyip işlemediğine bakılacak. Cemaati suç olarak tanımak hukuk dışılık olur. KCK operasyonları sırasında AKP ve cemaat birlikte yönetiyordu iktidarı. O günlerde henüz öküz ölmemiş, ortaklık bozulmamıştı.”
Öyle değil mi? Bu sözlere yanlış diyebilecek bir tek dürüst, vicdan sahibi kişi olabilir mi?

Selahattin Demirtaş, 17 Aralık sonrası ortaya dökülen yolsuzlukları da geçiştirmemiş, Kürt siyasi hareketi içinde bazı çevreler, Başbakan’ı kollamaya yönelirken, o sesini yolsuzluklara karşı yükseltmesini bilmişti.

Yeni anayasa ihtiyacından cemevlerine yasal statü verilmesine uzanan yelpazede, savunduğu hususların büyük çoğunluğunda kendisiyle mutabık birisi olarak, bir kez daha Selahattin Demirtaş “gönlümün cumhurbaşkanı” diyorum.

Seçilme şansı var mı? Türkiye’nin cumhurbaşkanı olabilir mi?

Gerçekçi olmak gerekirse, yüzde 50+ ile ilk turda cumhurbaşkanı seçilmesi beklenen Selahattin Demirtaş değil. O kişi, üç aday arasında ilk turda seçilme ihtimali bulunan tek kişi Selahattin Demirtaş’ın durduğu her pozisyonda tam karşısında yer alan kişi: Recep Tayyip Erdoğan.

Selahattin Demirtaş’a cumhurbaşkanlığı seçiminde oy vermek demek, nüfusunun üçte ikisi 30 yaşının altında olan Türkiye’de 40 yaşını henüz doldurmuş en genç cumhurbaşkanı adayına oy vermek demektir.

Demirtaş, Türkiye halkının en mazlum kesiminden geliyor. Ama, buna rağmen Tayyip Erdoğan’ın uzunca süredir yaptığı gibi mazlumluğu mağrurluğunun, kibrinin “mağduriyet kamuflajı” gibi sunmuyor. Mazlumluğunu, siyasi oportünizme, gücü eline geçirdiği takdirde zulme ve intikamcılığa dönüştüreceğine dair hiçbir işaret vermiyor.

Ona oy vermek demek, olması gereken kişiye oy vermek demektir. Olmaması gereken kişiye karşı durmak demektir.

Bu “seçmen” açısından ilkesel ve doğru bir duruş olabilir. Ama, Selahattin Demirtaş ismini ortaya atan “irade”nin farklı bir eğilimde olduğu, Demirtaş’ı “gönlünün cumhurbaşkanı” olmaktan farklı bir neden ile yarışa soktuğu da sezilmiyor değil.

Selahattin Demirtaş’ın, Tayyip Erdoğan karşısında kazanma şansı bulunan gerçekten dişli bir rakip aday olmasından ziyade, Ekmeleddin İhsanoğlu tercihinden ötürü CHP adayına oy vermemesi söz konusu olan bir kısım “CHP’li ilerici ve sol” oyları ödünç alıp, yüzde 10 barajını zorlamak; ikinci tur ve daha sonrası için bir ucunda PKK’nın bulunduğu, bir ucuna HDP’nin yerleştiği hattın, iktidar karşısında “pazarlık çıtası”nı yükseltmek.

Demirtaş’ın cumhurbaşkanlığı seçimi kampanyasını hararetle savunanların bazıları, Türkiye’nin önündeki “acil tehlike”, giderek bir “tek adam” ve “tek parti” iktidarına, “otoriter rejime geçiş” değilmiş de, sanki CHP ve Ekmeleddin İhsanoğlu imiş gibi anlamsız bir tavır sergiliyorlar.

Selahattin Demirtaş kampanyasının temel zaafı, geleneksel BDP-HDP seçmen tabanına ek olarak, AKP’nin seçmen zeminini oluşturan Kürt kökenlilerden ziyade “bir kısım CHP seçmeni”ni “hedef kitle” tayin etmiş gözükmesinde.

Oysa, Türkiyelilik iddiası bir yana, Selahattin Demirtaş’ın kampanyasının “öz seçmen tabanı”na ek olarak, öncelikle AKP’nin “Kürt kökenli seçmen tabanı”nı “hedef kitle” olarak alması daha isabetli ve inandırıcı olabilirdi.

Ne konuda mı?

Kürt siyasi hareketine yöneltilen –mealen- “görünüşe aldanmayın; asıl amaç Tayyip Erdoğan’ı Kürtler’e seçtirtmek” eleştirisini tümüyle bertaraf etmek için.

Selahattin Demirtaş, ikinci tura kalamaması durumunda, seçmenine ne Erdoğan’ı ne de İhsanoğlu’nu işaret etmenin söz konusu olamayacağını söylediğinde samimiydi.

Ama, o söyledikleri, Türkiye’nin demokrat çevrelerinde, Kürt siyasi hareketinin cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki gerçek niyetlerine dair oluşan kuşkuları dağıtacak güçte miydi?

Bilemiyorum.

Bildiğim, ne olursa olsun, Selahattin Demirtaş’ın, cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ilk turundan önce, “gönlümdeki cumhurbaşkanı” olduğudur.

Cengiz Çandar – Radikal

Sahillerin laikleriyle bir özerklik sohbeti – Veysi Sarısözen

Cumhurbaşkanlığı seçimi eşiğinde toplumun yarıya yakını ve bu arada sahillerin laikleri, büyük bir tehlikeyle karşı karşıya olduklarını düşünüyorlar. Seçim sonucunda bir Erdoğan diktasının kurulması ihtimali onları haklı olarak kaygılandırıyor, ürkütüyor hatta korkutuyor.

Çünkü bu ihtimal gerçekleşirse, gerçekten de “bürokratik merkeziyetçi devletin” başındaki şahıs, parlamenter rejimde yapamadığı kadar Türkiye’yi keyfi bir rejime sürükleyebilir. Biliyorsunuz, faşist cunta anayasası cumhurbaşkanına çok geniş yetkiler vermiş; ancak o Cumhurbaşkanı parlamento tarafından seçildiği için, partiler bu yetkileri “kullanamayacak” siliklikte ya da”zayıflıkta” kişileri Köşke çıkarmış, o nedenle rejim parlamenter rejim olmaktan çıkıp, “başkanlık rejimine” dönüşmemişti.

Ama şimdi durum değişti. Meclistekiler nasıl halk oyuyla seçildi ise, şimdi Cumhurbaşkanı da halk oyuyla seçilecek. Buradan aldığı güçle anayasanın kendisine verdiği yetkileri, üstelik bunları fiilen adım adım genişleterek kullanma imkanına ve gücüne sahip olacak. Hele bu kişi bir de Erdoğan olursa…

Ama asıl tehlike kaynağı cumhurbaşkanının halkoyuyla seçilmesi mi? Ya da asıl tehlike cumhurbaşkanının yetkilerinin genişliği mi?

Bu ikisi elbette büyük tehlike kaynaklarıdır. Ama tehlikenin büyüklüğü buradan kaynaklanmıyor. Tehlikenin büyüklüğü, halk oyuyla seçilmiş, geniş yetkilere sahip, üstelik aktüel olarak da Erdoğan gibi bir kişiliğin, “aşırı merkeziyetçi, tepeden tırnağa bürokratik bir devlet aygıtının” başına geçecek olması…

Çok değerli “sahillerin laikleri”… Siz vaktiyle bu “merkeziyetçi, bürokratik devlete” güveniyordunuz. Onun seçilmişler üstündeki “vesayeti” sayesinde “gerici” dediğiniz siyasilerin “laikliği” ortadan kaldıramadığını düşünüyordunuz. Hatta, onlara karşı azınlıkta kaldığınız halde, örneğin orduyu yaşam tarzınızın ve özgürlüğünüzün sigortası olarak görüyordunuz. Hatta bir zamanlar, yargıyı da böyle bir sigorta sayıyor, “Ankara’da hakimler var” diyerek Türk yargısına güvenip, onunla övünüyordunuz. Daha da beteri, pek çoğunuz mevcut MİT’i değilse de, başında Kuşçubaşı Eşref’in bulunduğu ve birbirlerine “Eski Tüfek” diyen Millicilerin kurduğu”Teşkilat-ı Mahsusa”yı hasretle hatırlıyordunuz

Ya şimdi? Devletin “ideolojisi, doktrini, içindeki kuvvet dengeleri” değişti. Türkiye şu anda bir polis devletine dönüştü. Ordu ABD tarafından hizaya getirildi. Yargı artık AKP’nin elinde. MİT hakkında konuşmaya bile gerek yok. Devletin “manzara-i umumisi” böyleden böyle. Yani artık bu “devletten” size medet yok.

Ve bu devletin partisi olduğu için CHP’nin de kolu kanadı kırıldı. Eski “derin devletin” yerine “yenisi” geldiği için MHP de artık istese bile “sokak başlarını” tutamaz. Ve her iki partinin de, “seçimleri kazanıp” bu “devleti” ele geçirme şansı artık yok. O halde ne yapacaksınız?

Ama düşünün… Şimdi yaşadığınız şu İzmir, en geniş yetkilere ve özerkliğe sahip yerel yönetimlerin toplamından meydana gelen bir “demokratik özerk bölge” olsa… Vali’yi Ankara değil, siz seçseniz… Polis müdürünü de, baş savcıyı da, hakimi de oylarınızla seçseniz… Polis Ankara’da Erdoğan’a değil de, sizlerin yerel yönetimlerine bağlı olsa… Kendi yerel işlerinizle ilgili “yasama organınız, yani Meclisiniz” bulunsa… Vergiyi Ankara toplayıp da “size uygun gördüğü kadarıyla” vermesine karşı, tüm vergiyi siz toplayıp, Ankara’nın payını siz ona verseniz… Ankara’nın Diyanet İşleri sizin camilerinize, kiliselerinize, dergahlarınıza cemevlerinize karışamasa. Nasıl olur?

İstanbul’un da, Diyarbakır’ın da, Edirne’nin de, Mersin’in de böyle bir yönetim biçimine sahip olduğunu düşünün bir kere… Bu durumda, Ankara’daki Meclis çoğunluğu da, Köşk’teki Erdoğan da bu demokratik özerk bölgeler karşısında çaresiz kalır. İstese de sizin üzerinizde tahakküm kuramaz, diktatörlüğünü ilan edemez…

Selahattin Demirtaş’ın sizin için hayata geçirmek istediği program ve dikta rejimlerine karşı öne sürdüğü çare böyledir.

Veysi Sarısözen – Özgür Gündem

Belçika Senatosunda Yeşil trans birey

petra sutterProf. Dr. Petra De Sutter, Belçika Senatotosu’nun ilk transseksüel üyesi oldu.

“Herkesin kendini evinde hissettiği daha sosyal ve adil bir Avrupa için” çalıştığını söyleyen De Sutter, tıp profesörü ve University of Ghent’te öğretim görevlisi olarak çalışıyor.

Belçika seçimlerinde Yeşiller Partisi’nden ikinci sırada seçilen De Sutter, partisi mecliste sadece bir koltuk kazanınca Yeşiller tarafından Senato üyeliğine atandı. Belçika’da Senato üyelerinin 15’i ulusal ve bölgesel meclisler tarafından atanırken, geri kalan 10 Senato üyesi siyasi partiler tarafından atanıyor.

Belçika’nın 2011’den beri iktidarda olan Başbakanı Elio Di Rupo açık bir eşcinsel.

De Sutter, dünyadaki ilk transseksüel Senato üyesi olurken, şimdiye kadar üç trans birey milletvekili seçildi:

* Anna Grodzka, 2011’den beri Polonya Parlamentosu’nda milletvekilliği yapıyor. Yeşiller Partisi’nden seçildi.

* Vladimir Luxuria, 2006-2008 yıllarında İtalya’da Komünist Yeniden Kuruluş Partisi’nden milletvekilliği yaptı.

* Georgina Beyer, 1995’te Yeni Zelanda’da dünyanın ilk transseksüel belediye başkanı oldu. 1999’da Emek Partisi’nden milletvekili seçilen Beyer, 202 ve 2005 seçimlerinde de milletvekili seçildi. Ancak 2007’de milletvekilliğinden istifa ederek siyaseti bıraktı.

Bianet.org

Casusluğa önlem: Bilgisayar yerine daktilo

daktiloAlman Dış İstihbarat Servisi’nde görevli bir ajan hakkında ABD için casusluk yaptığı gerekçesiyle soruşturma açılmasının ardından ülkede iletişim konusunda güvenlik önlemleri artırılıyor.

ARD televizyonuna konuşan NSA Araştırma Komisyonu Başkanı Patrick Sensburg, “Tabii ki iç iletişimimizi güvenli kılmaya çalışmalıyız” dedi.

Sensburg, şifreli e-posta, kriptolu telefon ve diğer gizli iletişim araçlarının kullanılmasını da alınacak önlemler arasında sıraladı.

Sensburg, gelecekte gizli oturumların dinlemenin mümkün olmadığı odalarda yapılacağını kaydetti.

NSA’in dinleme faaliyetlerinin yanı sıra, Alman bakanlık çalışanlarının da ABD istihbarat servislerince kaynak olarak kullanıldığının ortaya çıkması iki ülke arasında krize yol açmıştı.

(Deutsche Welle Türkçe)

Irak’ta siyasi çözüme doğru

selim cuburiBBC’nin haberine göre Irak’ta 30 Nisan’da yapılan genel seçimlerin ardından siyasi tıkanıklığın aşılması yolunda ilk adım atıldı. Sünni bloğun adayı Selim Cuburi Meclis Başkanı seçildi.

Diyala vilayetinden Selim Cuburi 328 üyeli Meclis’te, geçerli 273 oyun 194’ünü aldı. Diğer aday Şuruk Abaycı’ya 19 çıkarken, 60 milletvekili de çekimser oy kullandı.

Irak’ta milletvekilleri daha önce de iki kez Meclis Başkanı seçmek için toplanmıştı. Ancak bu oturumlar başkan seçilemeden son bulmuştu.

Cuburi’nin iki yardımcısından bir Kürt, diğer Şii olacak.

Irak Anayasası uyarınca Meclis’in 30 gün içinde Cumhurbaşkanı’nı seçmesi, Cumhurbaşkanı’nın da daha sonra 15 gün içinde meclisteki en büyük grubun liderine hükümeti kurma görevini vermesi gerekiyor.

Yine de Kürt Cumhurbaşkanı’nın ve Şii Başbakanı’nın bu sürede seçilip seçilemeyeceği belirsiz.

2006’dan bu yana görevi sürdüren Irak Başbakanı Nuri el-Maliki ülke içinden ve dışından artan baskılara karşın, partisinin seçimlerde ilk sırada yer aldığını vurgulayarak istifa etmeyeceğini söylemişti.

Kürdistan Bölgesel Yönetimi Dışişleri Bakanı Falah Mustafa Bekir ise Irak’ın “çökmüş” bir devlet olduğunu söyledi ve bu durumdan Maliki’yi sorumlu tuttu. Bakir Irak’ın üçe bölünmesi ve bağımsız bir Kürdistan devletinin kurulması gerektiğini belirtti.
Tikrit’te askeri operasyon

Öte yandan Irak’ta siyasi cephede bu gelişmeler yaşanırken, ordu birlikleri Tikrit kentini geri almak için askeri operasyon başlattı.

Irak Savunma Bakanlığı, birliklerin günün ilk saatlerinde Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) militanlarına saldırdıklarını duyurdu.

Reuters haber ajansına göre, devrik Irak lideri Saddam Hüseyin’i kentindeki çatışmalar güneydeki Şişin bölgesinde yoğunlaştı.

Irak güçlerinin stratejik bir yol üzerindeki Tikrit Hastanesi’ne ve IŞİD militanlarının tutsaklarını tutup yargıladıkları eski Başkanlık Sarayları’na doğru ilerledikleri bildiriliyor.

Ülkenin kuzeyinde ve batısında ilerleyen İŞİD militanları, ülkenin en büyük ikinci kenti Musul’dan sonra 11 Haziran’da da Tikrit’i ele geçirmişti.

Irak’ta tüm siyasi grupların destek vereceği bir hükümetin kurulması, Sünni bir örgüt olan IŞİD’le mücadele açısından hayati önemde görünüyor.

 

( BBC Türkçe )

Türkiye’nin halkları dansa çağıran Cumhurbaşkanı adayı Demirtaş – Murat Sabuncu

Bir ara yanlış mı duyuyorum diye düşündüm.

Yok gerçekten…

Kesin bilgi yani…

Cumhurbaşkanı adayı Selahattin Demirtaş halkları birlikte dans etmeye çağırdı.

Siz isterseniz halay deyin horon deyin…

İstediğinizi hayal edin.

Ben duyduğumda…

El ele omuz omuza halkların barış içindeki büyük coşkusunu hayal ettim.

Aslında bu bir siyasi toplantıydı.

Mesajları vaatleri de sıkı.

Ama ben daha çok duyguların etkisinde kaldım.

Konuşmasının aralarına o kadar akıllıca espri sıkıştırdı ki “güldüm” mesela.

En çok “eğer Demirtaş cumhurbaşkanı olursa Erdoğan ile nasıl geçinecek?” sorusuna verdiği yanıta:

“İşi zor. Bana hadi kalk gidiyoruz diyemiyecek mesela” diye yanıt verdi.

Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu ile girdiği ağız dalaşından sonra “gidiyoruz” demişti.

Bir başka duygum “hüzünlendim”…

16 yaşında kaybettiğimiz Berkin Elvan evladın annesini alkışlattığında.

Erdoğan 30 Mart seçimleri öncesi kalabalıklara yuhalatmıştı o anneyi.

Ayağa kalktı salonu selamladı yüzünde hüzünlü bir tebessüm vardı.

Oysa anneler, tüm anneler hele de söz konusu evlatsa hep gülmeyi hakeder.

Konuşmasında elbet Roboskili anneler.

Salonda olan Hrant Dink’in eşi Rakel, Ahmet Kaya’nın eşi Gülten.

Demirtaş’ın deyimiyle “evlatlarını, eşlerini kaybetmiş ama intikam naraları atmayan” kadınlar..

Soru yanıt kısmında “gerilmedim”…

Soru soran gazetecileri ayrıştıran, azarlayan, küçümseyen siyasetçilerin aksine yanıtlarının içi dolu ama tavrı mütevaziydi.

İki soruya verdiği yanıtları önemsedim. Biri KCK operasyonları ve iktidarın “paralel yapı” diye tarif ettiği Gülen cemaati arasındaki bağlantı. Yanıtı şöyle oldu:

“AKP’nin paralel demesi abesle iştigal. Evrenin her hangi bir yerinde kesişen iki çizgiye paralel denmez. Bıraksınlar biz her ikisine paralel diyelim ama AKP paralel diyemez. Hukuk dışına çıkmış suç işlemiş kim olursa olsun cemaat ya da parti mensubu olur kesinlikle hesap sorulması lazım. Bir kişi cemaat sempatizanı diye suçlanamaz. Suç işleyip işlemediğine bakılacak. Cemaati suç olarak tanımak hukuk dışılık olur. KCK operasyonları sırasında AKP ve cemaat birlikte yönetiyordu iktidarı. O günlerde henüz öküz ölmemiş, ortaklık bozulmamıştı.”

Bir diğer soru. Türkiye bayrağı hakkında:

“Bayrak siyaseti Türkiye’de bizim ucuz bir şekilde yapacağımız siyaset değil. Cumhurbaşkanı olsam da olmasam da bayrağın layık olduğu şekilde tüm toplumu temsil edeceğini söylüyorum. Ama şunu da unutmayalım bu ülkede bayrak bir çok suçu ve günahı örtmek için de kullanıldı. Bayrağı en büyük hakareti işte bunlar yaptı. Biz hiçbir zaman hakaret etmedik. Bayraklara, renklere saygı duyduk. Asıl hakareti yapanlar milliyetçi, bayrak sevdalısı olanlar ilan edildiler. Bayrak bizden yana değil onlardan yana tehdit altındadır.”

Demirtaş bunu söylerken meslektaşımız Hrant Dink’in katilinin bayraklı fotoğrafı aklımda.

Ya da bayrağın gölgesinde kendi çıkarının peşindekiler.

Toplantıya gazetecilerden, yazarlardan ilgi büyük.

Bir de toplantıya gelemeyenler var.

Ama mesaj göndermişler.

Yaşar Kemal ve Adalet Ağaoğlu.

Salon adları ve mesajları okunduğunda alkıştan yıkılıyor.

Selahattin Demirtaş açıkladığı belgede “yeni yaşam çağrısı” yapıyor.

“Radikal demokrasiden adalete barıştan inanç özgürlüğüne…”

Ancak esas farklılaşmayı diğer iki adayın çok değinmediği alanlarda kadınlar, gençler ve LGBTİ bireyler için yapıyor.

“Kadın aday yok. Kadın özgürlük anlayışını temsil etme onurunu göstere şerefi yine bana düşecek” diyor.

“LGBTİ bireyler sistem tarafından görmezden geliniyor, varoluşları suç görülüp homofobi ve transfobi besleniyor. Yeni yaşamda bütün cinsel kimlikler eşit yurttaşlık halklarıyla hayatın her alanında özgürce onurlu varoluş sürdürecek” sözü veriyor.

“Gençlik başa çıkacak değil başa çıkarılacak kesimdir” mesajı veriyor.

Çizgisini şöyle özetliyor:

Hayalini kurduğumuz cumhurbaşkanı sokakta halkla birlikte olacaktır. Yeni yaşam etnik, dinsel, cinsel, sınıfsal ayrımcılığın karşısında sesi duyulmayanın yanında yeşerecektir. Bizim çizgimiz neo-liberal düzen içinde tekçi, mezhepçi bir tercihe zorlanmayı reddeden çizgidir. Devletin küçüldüğü, yurttaşın büyüdüğü bir sistemi hedefliyoruz. Devlet tek bir kişiyle artık yönetilmeyecek. Cumhur meclisleri ile halkın doğrudan yönetime katılmasının önünü açacağız. Çiftçi, emekli meclisleri olacak. MGK gibi vesayetçi bir yapı ile değil demokratik kurullarla yönetilecek.”

Bitirirken…

Selahattin Demirtaş, konuşmasıyla vaatleriyle sadece Kürt kesiminin değil tüm Türkiye’nin adayı olduğu mesajını net bir şekilde verdi.

Siyasi parti olarak “Türkiye partisi olmayı henüz başaramayan HDP’nin adayı Demirtaş” Türkiye’nin adayı olma yolunda hızlı mesafe alıyor.

Konuşurken Karadeniz’deki HES’lere karşı mücadele edenler de Ergene’deki kirlilik de gündeminde.

Kürt sorununun çözümünün Türkiye’yi demokratikleştireceğini demokrasinin ise çözümü kolaylaştıracağını anlatıyor.

Yeni anayasa ihtiyacının altını kalın bir şekilde çiziyor.

Cemevlerinin yasal statüye kavuşması gerektiğini söyleyerek anadilde ibadet hakkını savunuyor.

Selahattin Demirtaş sözleriyle “mantıktan çok duygulara’ dokunuyor.

Diğer iki adaydan bu yönüyle ve söylediklerinin hayatta bir karşılığının olmasıyla farklılaşıyor.

Belki ikinci tura kalamayacak ama ileride bugünler konuşulurken; Demirtaş’ın Türkiye’deki halkları duygusal olarak birbirine uzun bir kopuş sürecinden sonra yakınlaştıran isimlerden biri olarak anılacak.

Duygularla, dansla başlayan yazı müzikle bitsin.

Kardeş Türküler’in gezi sonrası yaptığı “tencere tava havası” şarkısı Demirtaş için uyarlanmış.

Başına buyruk kararlardan “illallah” diye başlıyor, “Aman aman bıktık valla, aman aman şiştik valla, zamanı geldi, artık gel Demirtaş, Demirtaş” diye sürüyor.

Murat Sabuncu – www.t24.com.tr

Demirtaş: “Birlikte görkemli bir ağaç yetiştireceğiz”

Cumhurbaşkanı adayı Selahattin Demirtaş’ın yol haritasını açıkladığı toplantı devam ediyor. Demirtaş’ın konuşmasında sadece insanın değil diğer canlıların da yaşam hakkına vurgu vardı. “Yaşam hakkı sadece insanlar için geçerli değildir. Tüm canlıların yaşam hakkını savunmak, temel ilkelerimizden olacaktır.” diyen Demirtaş, “birlikte görkemli bir ağaç yetiştirip, sadece odun gören anlayışa karşı biz ağaca baktığında huzur bulan anlayışı temsil edeceklerini” sölyedi.

Açık Radyo Genel Yayın yönetmeninin, 350. org’un eylül ayında düzenleyeceği iklim değişikliğine karşı mitingle ilgili sorusuna: “Toplantıya halkların cumhurbaşkanı olarak gidebilirsem sizin iklim değişikliğiyle ilgili anlattıklarınızı ülke liderleri arasında cesurca savunabileceğim” dedi.

 

 

 

Screen shot 2014-07-15 at 11.54.55

Şişli Kent Kültür Merkezi’nde başlayan toplantıda Demirtaş’ın seçim sloganı “Bir Cumhurbaşkanı Düşünün” başlığını taşıyor.

Demirtaş’ın seçim sloganları da şöyle:
-Bir Cumhurbaşkanı düşünün Demokratik Değişim, Barışçı Türkiye.
-Bir Cumhurbaşkanı Düşünün ayrımcılık yapmıyor. Birleştiriyor, barıştırıyor.
-Bir Cumhurbaşkanı Düşünün herkese demokrat”
-“Bir Cumhurbaşkanı düşünün bağlamadan başka bir şey çalmıyor.”

Bugünkü toplantıda ayrıca Demirtaş’ın seçim şarkısı da ilk kez çalınacak. “Gel Demirtaş” ismini taşıyan Türkçe şarkı, “Artık yeni şeyler söylemek lazım. Gel Demirtaş Demirtaş… Amman aman bıktık valla, zamanı geldi, artık yetti. Gel Demirtaş, Demirtaş” sözlerini taşıyor.
Demirtaş’ın kampanya fotoğrafları arasında Gezi Parkı’nda bir bank üzerinde otururken çekilmiş fotoğrafı da yer alıyor.
Yaşar Kemal ve Adalet Ağaoğlu’ndan gelen mesajların okunması ile başlayan toplantıdan Demirtaş’ın açıklamalrından satırbaşları şöyle:

“Aday belirleme süreçleri demokratik olmadı”

Türkiye’nin siyasi atmosferinin bu kadar kaotik olduğu bir ortamda ısrarla ve inatla söylememiz gereken barışa ve kardeşliğe dair ne varsa söylemek için buradayım. Cumhurbaşkanı ilk kez halk tarafından seçiliyor. Demokratik bir seçim demedik demeyeceğim. Halk tarafından seçiliyor olması tek başına yetmiyor. Halkın önüne yeteri kadar seçeneklerin çıkmış olması gerekirdi. Her şeyden önce cumhurbaşkanlığı aday belirleme süreçleri maalesef ki demokratik olmadı. Anayasa uzlaşma komisyonuna sunduğumuz teklifte halkın da kendi inisiyatifiyle istediği kişiyi aday gösterebilmeli demiştik. Sadece parlamentonun veya 20 milletvekilinin tekeliyle aday gösterilme süreci demokratik değildir. Bu bir kez daha seçimin parlamento tarafından onaylanması anlamına gelir. Adayları da asillerin seçmesi gerekirdi vekillerin değil. Kadın aday olmaması da büyük bir talihsizliktir. Kadın özgürlüğünü bu seçim kampanyasına yansıtmaya çalışacağız.
“Bütün bu antidemokratik seçimler içerisinde… AKP’nin adayını bir kişi belirledi. Çatı aday ise daha demokratikti. İki kişi belirledi onu da. En azından bu antidemokratik ortamda, bizler kendi adaylık sürecimizi mümkün olduğunca ortaklaştırmaya nasıl bir cumhurbaşkanı istiyoruz tartışması üzerinden isme doğru gittik. Biz önce ismi belirleyip o ismi bir şok şeklinde PR yaparak aday belirleme süreci yaşamadık.”

“Destek Hazine’den değil halktan”

“Yarışın kendisi de antidemokratik. Hazineden yardım alanlar var almayanlar var. Bizi destekleyen partiler hazineden yardım almıyor. Diğer partiler yani diğer adayları destekleyen partiler hazineden yardım alarak bu kampanyayı yürütüyor. Bizler Türkiye’nin emekçilerin yoksulları ezilenleri ALevileri emekçileri yok sayılmış emekçileri olarak hazineden destek almadık ama hazine gibi gönüllerinizle bu kampanyayı yürüteceğinizi bildiğimiz için bir halk kampanyası olarak kampanyamızı yürüteceğiz.”

“İl il eşitlik dilini anlatacağız”

Allah’ın yarattığı diğer kesimler. Başbakan bunu çok idrak edemiyor. Zannediyor ki Allah sadece AKP’ye oy verenleri yaratmış, geri kalanları o yaratmamış gibi davranıyor. Kurduğu dil eşitlik dili değil. Biz bütün bu kampanya süresince birazdan size sunacağımız yeni yaşam belgemizle il il Türkiye’yi dolaşıp bu ilkeleri hatırlatacağız. Bunlar zaten sokakta yüreğimizde var olan ilkelerdir. Kardeşliğimiz vardı onu yeniden canlandırabiliriz hissiyatını yaşatmaya çalışacağız.
Berkin Elvan’ın annesini alkışlattı
Bizler meydanlarda ve alanlarda acılı anneleri onların taziyesinin yarattığı öfkeyi yuhalatacak bir dilden kaçınacağız. 7’den 70’e küçükten büyüğe herkesin cumhurbaşkanı olacağız. Bu salonda bugün acısı meydanlarda yuhalatılmış bir anayı müsadenizle alkışlatmak istiyorum. Berkin Elvan’ın annesini müsaadenizle alkışlatmak istiyorum.
Ne mutlu onlara ki çocukları katledildiğinde, Gezi’de dağda cezaevinde çocukları katledildiğinde intikam naraları atmadı bu anneler. Her zaman kardeşlik barış mesajı verdiler. Bizler acıları yarıştırmayan. Ortaklaştıran bu dili siyasete hakim kılabilirsek rehberimiz de bu olacaktır. “

80 yıllık Kelebek Korse de gidiyor

İstiklal Caddesi üzerinde bulunan en eski mağazalardan 78 yıllık korseci ‘Kelebek’ de kapanma tehlikesiyle karşı karşıya.

nm_kelebek_1008

İstiklal Caddesi üzerinde bulunan en eski mağazalardan korseci ‘Kelebek’ de kapanma tehlikesiyle karşı karşıya. 78 yıldır aynı mekanda yer alan korseci dükkanı, 1 Temmuz 2014’te yürürlüğe giren Borçlar Kanunu düzenlemesinin de ilk kurbanlarından olacak.

Ev ya da işyerinde 10 yılı dolduran kiracıların gerekçe göstermeden çıkarılabilmesine imkân sağlayan borçlar kanunu düzenlemesinin yürürlüğe girmesinden sonra Kelebek Korse’ye tebligat geldi. Dükkanın mal sahibi Santa Maria Kilisesi, mağazanın sahibi İlya Avramoğlu’na gönderdii ihtarnamede sözleşmenin 31 Kasım 2014’te sona erdiğini söyledi.
1936 yılından beri hiç değişmeyen dükkan vitrinine “80 yıllık tarihin yok edilmesine hayır”. “Fast food dükkanı olmak istemiyoruz”, “Değişime direnen bu nadide dükkan için destek bekliyoruz” kağıtları yapıştırdı.

(Yeşil Gazete)

İstanbullular için kapımızın önüne bir kap su

Sevgili Ümit Şahin’in geçtiğimiz hafta yazdığı İstanbul’u bekleyen su krizi yazısını okumuşsunuzdur. Ben de okudum tabii ama ne yalan söyleyeyim pek sallamadım. Ümit Şahin’in İstanbul’un su yönetim sistemine ne kadar vakıf olduğuna dair sümme haşa en ufak bir şüphem yok. Daha ziyade su kesintileriyle ilgili ruh halim Titanik batarken müzik yapmaya devam eden kemancı koyvermişliğinde olduğumdan sallamadım.

aYJiiLpSu kesintisine dair “boğulmak üzere olan bir kemancı” gibi hissetmem oldukça ilginç bence

Bir de İSKİ’nin en azından cumhurbaşkanlığı seçimlerine kadar su kesmeyeceğine gönülden inandırmışım kendimi. Gerekirse tüm İBB ve İSKİ çalışanlarını baraja tükürtür yine de AKP suları kesti dedirtmezler diye düşünüyordum.

Bu ileri zeka ürünü fikirlerimin üzerinden çok geçmedi, geçtiğimiz Cumartesi Ortaköy’de su kesildi. Ben de hemen Twitter ve Facebook’ta Ümit’in yazısını paylaşarak vatani görevimi yerine getirdim. Vicdanım rahat. Pazar sular geri geldi. Kötü kokuyordu ama olsun, idare ederdi…

Ta ki Salı gününe kadar. Bir anda sabunlu ellerime çaydanlıktan su dökmeye çalışırken buldum kendimi. İSKİ İstanbul’un 39 ilçesinin 13’ünde arıza yazmış, bizim mahalleye de Çarşamba sabah 8’e kadar su verilemeyecek.

Bir süre üzüntümü Twitter’da İSKİ ve İBB Beyaz Masa ile dertleşerek gidermeye çalıştım:

@ozgevon: “Sular kesik”

@ibbBeyazmasa: “Yaşanan aksaklık için özür dileriz”

@ozgevon: “Hani sular kesilmeyecekti. Duygularımla oynadınız”

@ibbBeyazmasa: “Sular kesilmeyecek”

@ozgevon: “Ee ama sular kesik?!”

@ibbBeyazmasa: “İstanbul’da SU ‘kesintisiz’ akacak”

@ozgevon:  “Off saçmalama yhaaa .P @ibbBeyazmasa”

@ozgevon: “Beyaz masa? Neise sn mşglsn glba ://”

Sonra da mesaisi bitip eve gittiğinde elini yüzünü yıkayacak suyu bulamayacak bir memur ile bu konuda iddialaşmanın ne kadar anlamsız olduğunu fark ettim ve yazmayı bıraktım.

Neyse ki ben bu konularda tecrübeliyim, çünkü Ankaralıyım! 2007’de Melih Gökçek ile susuz yaz geçirmişliğimiz vardır.

2007 yazınının tecrübeleriyle kendime bir alışveriş listesi oluşturdum.

Kuraklıkla savaş için gerekli malzemeler:

  • En ucuz sudan bir damacana su (pompasını da alın, cimrilik etmeyin),
  • Kova ve maşrapa (suyu damacanadan taşımak için gerekli),
  • Çamaşır suyu (tuvaletlere dökeceğiz),
  • Kolonya (elimiz, ayağımız mikrop kapmasın),
  • Arap sabunu (bulaşıkları bunla yıkayacağız ki iyi durulamadık diye zehirlenmekten korkmayalım)
  • Bebekler için popo temizleme mendili (işte bu gerçekten en acıklısı)

Bir elimde kovanın içinde doldurduğum malzemeler, diğer elimde üçlü bebek poposu silme mendilleriyle (iki alana bir bedavaydı) eve doğru yürürken içtenlikle bu yazın sonunda tüm üç paketi de bitirmiş olmamayı diledim.

baby-wipes-uses

Ali İsmail Korkmaz davasında 3. perde: Yeni tutuklu yok

Gezi eylemleri sırasında Eskişehir’de dövülerek öldürülen Ali İsmail Korkmaz davasının üçüncü duruşması bugün görüldü. Ara kararda tutukluların tutukluluğun devamına, tutuksuz sanıkların tutuklanma talebinin reddine karar verildi. Bir sonraki duruşma 9 Eki’de gerçekleşecek.

aa_picture_20140714_2787756_web
Fotoğraf: AA

Kayseri 3. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen duruşmada dosyadaki tüm ifadeler ve teknik raporlar okundu. Ali İsmail Korkmaz’ın otopsi raporunun yanı sıra sanıkların telefon kayıtları sıralandı, telsiz konuşmaları ve Eskişehir’de ifade veren tanıkların ifadeleri okundu. Dosyaya TUBİTAK ve Adli Tıp’tan talep edilen raporlar gelmediğinden bugün esas hakkında beyanda bulunulmadı.

Savcı mütalaasında ‘tutuklu sanıkların tutukluluk hallerinin devamını’ istedi. Müşteki avukatları tutuksuz sanıklar için de tutuklama talebini iletti.

Mahkeme ara kararında biri polis beş tutuklunun tutuklulukların devamına, tutuksuz yargılanan üç polisin tutuklanma kararının reddine karar verdi. Bir sonraki duruşma 9 Ekim’de saat 09.30’da yapılacak.
Mahkeme ayrıca Ali İsmail Korkmaz’ın dövüldüğü gece gittiği hastanede ifadesini almayıp karakola yönlendiren polisin yargılandığı Eskişehir 2. Sulh Ceza Mahkemesi’nin dosyanın Kayseri’deki ana dava ile birleştirilmesi talebini reddetti. Telefon kayıtlarında adı geçen Jandarma personelinin ne sebeple görüştüğünün tespitinin istenmesine karar verdi.

Duruşmaya katılanlar

Saat 09.30’da başlayan duruşmaya Korkmaz ailesinin yanında Gezi direnişinde öldürülenlerin aileleri, milletvekilleri, insan hakları savunucuları da katıldı.
Gezi direnişinde öldürülen Berkin Elvan’ın babası Sami Elvan, Ethem Sarısülük annesi Sayfi Sarısülük, Mehmet Ayvalıtaş’ın babası Ali Ayvalıtaş, Ahmet Atakan’ın annesi Emsal Atakan ve Abdullah Cömert’in annesi Hatice Cömert Korkmaz ailesiyle dayanışmak için duruşma salonundaydı. Yanı sıra Halkların Demokratik Partisi Cumhurbaşkanı adayı Selahattin Demirtaş, HDP Milletvekilleri Sırrı Süreyya Önder ve İdris Baluken, Cumhuriyet Halk Partisi milletvekilleri İlhan Cihaner, Gökhan Günaydın, Hüseyin Aygün, Sezgin Tanrıkulu, Aykut Erdoğdu’nun da aralarında olduğu siyasiler duruşmaya katıldı. Andrewe Gardner de Uluslararası Af Örgütü adına da gözlemci sıfatıyla duruşmayı izledi.

Sekiz sanıklı davada tutuklu polis Mevlüt Saldoğan “suç kastıyla kasten insan öldürmek” suçundan müebbet hapis istemiyle yargılanıyor. Diğer tutuklular İsmail Koyuncu, Ramazan Koyuncu, Muhammet Vatansever ve Ebubekir Harlar ile tutuksuz polisler Şaban Gökpınar, Hüseyin Engin ve Yalçın Akbulut hakkında da “öldürmeye iştirak” suçundan 10 yıldan 15 yıla kadar hapis cezası isteniyor.

Otopsi ve bilirkişi raporu

Duruşmada Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi ve İstanbul Adli Tıp Kurumu’nun hazırladığı otopsi raporları okundu.
Radikal’den İsmail Saymaz’ın haberine göre Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Kurumu otopsi raporunda, “Kişinin ölümünün kafa travmasına bağlı beyin kanaması ve buna bağlı komplikasyonlardan kaynaklandığı, mevcut hastalık nedeniyle kullandığı ilaçların kafa travması nedeniyle ölümünü hızlandırdığı, kafa travması olmasaydı ölümünün gerçekleşmeyeceği” ifadeleri yer aldı.
İstanbul Adli Tıp Kurumunun raporunda ise “beyin kanaması ve sonrasında meydana gelen komplikasyonlar nedeniyle ölümün gerçekleştiği, sağ omuz arka tarafındaki kırığın kişinin hayati fonksiyonlarına etkisinin orta derecede, kafa ve yüz bölgesine yönelik travmaların kişinin hayatını etkileyecek derecede olduğu” vurgulandı.

Eskişehir 3. Ağır Ceza Mahkemesi’nin davaya ilişkin almış olduğu tanık ifadelerinin okunmasının ardından sanıkların Korkmaz’ın dövüldüğü 2-3 Haziran’daki telefon görüşmeleri raporu okundu.
Telefon görüşmelerine dair bilirkişi raporunda sanıkların birbiriyle görüşme yaptıkları görüldü.

Radikal’den İsmail Saymaz’ın haberine göre raporlardaki telsiz konuşmalarında baş polis Şaban Gökpınar’ın, “Şaban timine sahip ol” diye uyarıldığı ortaya çıktı. Ayrıca telsiz kaydında, “Çevik Kuvvet gözaltı yok sadece dağıtacağız” denildiği anlaşıldı. Sanık başpolis Gökpınar ise konu hakkında, “Benim o gün telsizim yoktu, kastedilen başka bir Şaban olabilir” şeklinde savunma yaptı.
Sanıklar telsiz kayıtlarına ilişkin beyanlarında tahliyelerini isterken tutuksuz polis sanık Yalçın Akdoğan beraatini talep etti. Sanık avukatları da raporların yetersiz olduğunu ileri sürdü.

(Bianet)