Ana Sayfa Blog Sayfa 3829

İspanya’da “Los Indignados”un ayak sesleri iktidar yolunda

İspanya’da Öfkeliler (Los Indignados) Hareketi’nin sekiz ay önce kurduğu siyasi parti Podemos, anketlere göre, ilk genel seçimde oyların yüzde 27,7’sini alarak birinci parti olabilir. Ekonomik krize karşı yaptığı eylemlerle tanınan grubun, İspanya’da 40 yıldır süren iki partili geleneksel siyasi sistemi değiştirebileceği belirtiliyor.

28 Los Indignados...

İspanya’nın El Pais gazetesinin geçen ay Metroscopia adlı araştırma şirketine yaptırdığı ve dün yayımlanan ankette, olası bir genel seçimde Pablo İglesias’ın lideri olduğu Podemos’un oy oranının yüzde 27 olacağı ve birinci parti çıkacağı belirtildi. Ayrıca anket sonucuna göre, haliazırda ana muhalefette olan Sosyalist İşçi Partisi (PSOE) yüzde 25.5 ile yine konumunu korurken, iktidardaki Halk Partisi (PP) ise, yüzde 20 oy oranıyla ancak üçüncü siyasi parti olabildi. Ekim anketinde bu rakamlar, Podemos için yüzde 14; Sosyalistler için yüzde 31; PP için yüzde 30’du. Hareket, 2011 yazında, çoğunluğu genç yaşlarda binlerce kişinin kemer sıkma politikaları ve hükümetin kamu hizmetlerinde yaptığı kesintilere karşı Madrid’teki Porta del Sol meydanında kamp kurması ile başlamış ve İspanya geneline yayılmıştı.

İspanya’da ekonomik kriz nedeniyle başlayan halk hareketi sonucunda Mart ayında kurulan siyasi parti Podemos (Yapabiliriz), ülke siyasetinde dengeleri değiştirecek gibi görünüyor. Pazar günü açıklanan kamuoyu yoklaması, bugün seçim yapılsa sol eğilimli partinin birinci çıkacağını ortaya koydu. İspanya’da 2011 yılında işsizlik ve yolsuzluğa karşı yapılan büyük protesto gösterilerinde adını tüm dünyaya duyuran “Öfkeliler” hareketi, 8 ay önce Podemos adıyla siyasi partiye dönüşmüştü. Şimdi, henüz bir yılı dolmadan, anketlerde birinci parti konumunda görünüyor. Anket sonucuna göre, İspanyolların yüzde 91’i ülkedeki siyasi durumu “kötü” ve “çok kötü” şeklinde tanımlıyor.

(Ortak Haber, Taraf, Yeşil Gazete)

 

Özyeğin Üniversitesi’nde çayhane ihtilali

Özyeğin Üniversitesi’nde kendi bütçelerinden ücretsiz çay dağıttıkları Çayhane’yi kuran öğrenciler kampüsteki yemek ve içecek fiyatlarının yüksekliğine dikkat çekiyor.

Bianet’den Beyza Kural’ın haberine göre Öğrencilerin genelde yemekhane fiyatlarına, ticari kafelere ve birlikte ortak alanlarının olmayışına tepki olarak oluşturdukları “Çayhane” Özyeğin Üniversitesi’nde (ÖZÜ) de açıldı.

Fotoğraf: Viva la Vida / twitter
Fotoğraf: Viva la Vida / twitter

Özyeğin Dayanışması adı altında toplanan öğrenciler bir çay kazanı buldu, kendi aralarında topladıkları paralarla çay, şeker, bardak gibi diğer ihtiyaçları alarak kampüsteki açık alana çayhaneyi kurdu.

bianet’e konuşan ÖZÜ öğrencisi Alican Yeğen yemekhanede ve kampüsteki özel kafelerdeki fiyatların yüksekliğine tepki göstermek istediklerini söyledi.  Bütçemiz çaya yettiği için çayhane ile buna tepki koyduk diyen Yeğen sorun devam ederse kendi yemekhanelerini kurmak zorunda kalacaklarını da sözlerine ekledi.

Yeğen’in aktardığına göre üniversitede kampüs içindeki özel kafelerde çay üç lirayı buluyor. Özel kafelerde yüksek olan yemekler yemekhanede de öğünü yedi buçuk liradan satılıyor. Yeğen, yüksek fiyata kalitesiz yemek yediklerini söyledi. Öğrencilerin sosyal olarak bir araya gelebilecekleri alanın yokluğunun da bir başka sorun olduğuna işaret etti.

Alican Yeğen; Özyeğin Üniversitesi’ndeki öğrenci çayhanesine Şehir Üniversitesi’nde de çayhane ile başlayan ve yemekhane boykotuyla devam edip kazanıma ulaşan sürecin fikir aşamasında önayak olduğunu da belirtti.

(Bianet)

Almanya ile Türkiye arasında karikatür krizi

Cumhurbaşkanı Erdoğan’a hakaret içerdiği iddia edilen bir karikatürün Almanya’da bir ders kitabında yer alması üzerine, Almanya’nın Ankara Büyükelçisi Eberhard Pohl, Dışişleri Bakanlığı’na çağrıldı.

Almanya'nın Ankara Büyükelçisi Eberhard Pohl
Almanya’nın Ankara Büyükelçisi Eberhard Pohl

Almanya’da “Frankfurter Allgemeine Sonntagszeitung” adlı gazetede Kasım 2011’de yayımlanan ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Almanya’da yaşayan Türk toplumuna hakaret içeren karikatürün bir eyalette okutulan yardımcı ders kitaplarında yer verilmesi üzerine Almanya’nın Ankara Büyükelçisi Eberhard Pohl, Dışişleri Bakanlığı’na çağrıldı.

Dışişleri Bakan Yardımcısı Naci Koru, Büyükelçi Pohl’e söz konusu karikatürün Almanya’da yaşayan Türklerin uyum sorunları öne sürülerek bu kez Baden Württemberg Eyaleti’ndeki yerel yardımcı ders kitaplarında yer verilmesine Türkiye’nin tepkisini iletti. Koru, konuyu bugün başka bir vesileyle kendisini ziyaret eden Alman milletvekili heyetine de aktardı.

27 Frankfurter Allgemeine SonntagszeitungDışişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Büyükelçi Murat Esenli de yine bugün Ankara’da bulunan Almanya Dışişleri Bakanlığı Siyasi Direktörü Hans-Dieter Lucas nezdinde konuyu dile getirdi.

Görüşmelerde Türkiye’nin bu ve benzeri uygulamaların bir an evvel düzeltilmesini talep ettiği ve bu tür durumların tekrarlanmaması için Alman makamlarının gerekli hassasiyeti göstermesini beklediği vurgulandı.

Yargı 4. Hes için de aynı kararı verdi, “Munzur’da Hes’e geçit yok”

Ankara 3’üncü İdare Mahkemesi Dersim’de, Munzur Vadisi’nde yapılması planlanan dördüncü HES projesi Kaletepe’yi de iptal etti.

Mahkeme Temmuz ayında Munzur Milli Parkı’nda yer alan Konaktepe 1, Konaktepe 1 ve Bozkaya Baraj ve HES projelerini de hukuka aykırı ve ÇED yeterliliği olmadığı gerekçesiyle iptal etmişti. Son olarak iptal edilen Kaletepe HES projesine de 31 Ekim günü yapılan duruşmada aynı gerekçelerle iptal kararı verildi.

19 Munzur...

HES’lerin iptali için dava açan avukatlardan Özgür Ulaş Kaplan, “Munzur Vadisi içindeki Milli Park sahası içinde bundan sonra hiç kimse bir tek çivi dahi çakamaz” diye konuştu.

Dört HES projesinin iptali için mahkemeye başvuran avukatlardan Tunceli Barosu Başkanı Uğur Yeşiltepe, Özgür Ulaş Kaplan ve doğa savunucusu Haydar Çetinkaya konuya ilişkin basın toplantısı düzenledi.Avukat Kaplan, Munzur Vadisi’nde yapım aşamasına gelen 4 HES projesinin mahkemelerce iptal edilmesinin en büyük gerekçesinin geçmiş yıllarda baraj projesi hazırlanırken hukuksuz gerekçeler gösterilmesi ve ÇED muafiyeti olduğunu söyledi. Kaplan, şunları söyledi.

“Munzur Vadisi içindeki Milli Park sahası içinde bundan sonra hiçbir kimse bir tek çivi dahi çakamaz. Bundan böyle Munzur içersinde hiçbir baraj projesinin hayata geçirilmesi imkansız hale geldi. Devlet bir daha vadi içinde baraj projesi hayata geçirmek isterse bu tamamen hukuksuz ve kaçak bir çalışma olur ve buna da kimse müsaade edemez zaten. Ankara 3’üncü İdare Mahkemesi’nin bu kararı bütün Dersimlileri ve çevrecileri sevindirmiştir. Bu mahkeme kararı ile birçok ziyaret yerimiz ve kutsal mekanımız da kurtulmuş oluyor. Bu da Alevi inancı açısında son derece olumlu bir durum ve karardır. Munzur Vadisi’nde projelendirilen hiçbir baraj ve HES projesi için ÇED olumlu kararı yoktu.

Bütün HES projeleri ÇED kararlarından muaf tutulmuşlardı. Mahkeme ÇED olumlu kararı alınmadan böyle bir projenin hayata geçirilmeyeceğini kesin bir kararla belirtiyor. Bu durumun özellikle milli parklarda hukuka aykırı olduğunu belirtiyor ev baraj projelerini iptal ediyor. Munzur Vadisi Milli Parkı’nda ÇED olumlu kararı alınması mümkün değil ve bu durumda Munzur Vadisi’nde bir daha herhangi bir baraj projesinin onaylanacağını hiçbir şekilde düşünmüyoruz”

[O esnada başka bir yerde] Hindistan’da öpüşme eylemine polis müdahalesi

Hindistan’da, muhafazakâr bir grup gencin kamuya açık alanda öpüşüldüğü gerekçesiyle geçen ay bir kafeyi yağmalaması üzerine ‘Aşk Öpücüğü’ çağrısıyla kitlesel gösteri düzenlemek isteyen 30 kişi gözaltına alındı.

Ekim ayında Hindistan’ın Kozhikode kentinde bir çiftin kafenin dışında öpüşürken çekilen görüntülerinin sosyal medyada paylaşılmasıyla, Hindistan’ın milliyetçi siyasi partisi Bharatiya Janata’nın gençlik kolları, baskın düzenledikleri kafeyi ‘ahlak dışı davranışlarda bulunulduğu’ gerekçesiyle yağmalamıştı.

23...

BBC muhabiri Charles Haviland’ın haberine göre ülkenin sol eğilimli Kerala vilayetinde de bir grup genç, Pazar günü ‘Aşk Öpücüğü’ çağrısıyla kamuya açık alanda ‘ahlak polisliğine’ tepki amaçlı protesto gösterisi düzenlemeyi planlıyordu. Facebook’ta organize olan, ve aralarında eşcinsel çiftlerin de bulunduğu eylemciler, protesto amacıyla el ele tutuşup öpüşecekti. Gösteri çağrılarına muhafazakâr Hindu gruplar ve Müslümanlar karşı çıkıyordu. Hindistan’da yüksek mahkeme protestoya müdahale etmeyi reddedip yasadışı bir durum olmadığı kanaatine vardı.

Fakat Hindistan emniyet birimleri protestocuları gözaltına aldı. Müdahaleden sonra tekrar bir araya gelen bazı çiftler ise birbirlerine sarılıp öpüşerek ellerindeki pankartlarla protestolarını sürdürdü.

24...

BBC Trending’e konuşan muhafazakar BJP partisi yetkilisi G. Liginlal, “Herkesin kendi duygusal yakınlıklarını ifade etme tercihleri vardır. Fakat bunu ahlak dışı bir yolla yapma hakları yoktur” dedi.

‘Aşk Öpücüğü’ eyleminin organizatörlerinden Rahul Pasupalan ise nasıl bir tepki geleceğini bilmeden Facebook’ta açtıkları sayfayla eylem çağrısı yaptıklarını söyledi. Pasupalan’ın önce arkadaşlarıyla paylaştıklarını söylediği sayfa daha sonra 5 bin kişiye ulaştı. Eylem tartışmalarına rağmen Pazar günü sokağa çıkanlardan 30’u polis tarafından gözaltına alındı.

(BBC Türkçe)

İzmir’de Dünya Vegan Günü eylemi, “Kasaptan değil Manavdan beslen”

1  Kasım Dünya Vegan Günü’nde; Vegan ve Vejetaryenler Dernegi, Hayvanlara Özgürlük Partisi ve bağımsız hayvan özgürluğü aktivistlerinin çagrısıyla biraraya gelen vegan/vejetaryenler İzmir sokaklarında dayanışma gösterdi.

21 vegan günü...
Foto: Melis Bulu

Aktivistler yaklasik 30 kisinin katılımıyla Kıbrıs Şehitleri Caddesi’nde broiürr dagitti zaman zaman mandalin ve vegan kek ikram ederek eziyetsiz sömürüsüz bir mutfağın mümkün olduğunu vurguladı. Hayvan sömürüsünü anlatmaya çalışıp diğer insanlarda farkındalık uyandırmaya çalıştı. Duyarlı olmaya davet ederken insanları türcülüğe karşı birlikte hareket etmeye çağırdı.

22 vegan günü...
Foto: Cihan Ziyan

Etkinlik bitiminde grup caddede ‘Hayvanlar dostumuz, Biz onları yemeyiz’, ‘Kürk deri et, Hepsi cinayet’, ‘Kasaptan değil, Manavdan beslen, Kanla beslenme’, ‘Mezbahalar kan kokuyor’ sloganları eşliğinde yürüdü.

Haber: Melis Bulu

(Yeşil Gazete)

Vizyon 2023 hedefleri revize edilmeden işçi ölümleri son bulmayacaktır!

Ermenek’te meydana gelen maden kazası ile gözler tekrar işyeri güvenliğine odaklandı.  Oysa Soma Faciası sonrası YSGP (Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi) olarak yayınladığımız raporda da belirttiğimiz gibi iş güvenliği sorunun önemli; ancak nihayetinde sadece bir parçası. Soma’da, Torunlar İnşaat’da olduğu gibi Ermenek’te yaşanan kazaların esas belirleyeni, hükümetin Vizyon 2023 hedefleri etrafında şekillenen ekonomi politikaları olmaya devam ediyor. Bu, ne yazık ki Vizyon 2023 hedefleri revize edilmediği  müddetçe işçi ölümleri artarak devam edecek demek.  İlk düğme yanlış iliklendiyse sonrasında ne yaparsanız yapın bunu değiştiremezsiniz. İliklenmiş ilk yanlış düğme bu yanlış ve tutarsız hedeflerdir, bunlara dokunulmadan iş güvenliği ve çevre standartlarının yükseltilmesi sadece kağıt üzerinde kalmaya mahkumdur. Soma’dan sonra sıkılaştırılan yönetmeliklerin Ermenek’te emek sömürüsünü daha da ileri boyutlara taşımış olduğu bunun en açık kanıtıdır.

En büyük 10. Ekonomi hedefi: Nasıl ve ne üreterek?

Şekil: Rekabetçiliğin Yapısı (1=ucuz emek-doğal kaynak, 7= benzersiz ürünler-süreçler)

Kaynak: Global Competitiveness Index, 2005-2013, World Economic Forum
Kaynak: Global Competitiveness Index, 2005-2013, World Economic Forum

Yukarıdaki şekil oldukça manidar. Yıllar itibariyle evrimi izlenebilen değişken ülkelerin ihracat pazarlarında ne üzerinden rekabet ettiklerini gösteriyor. En yüksek değer olan 7’ye yaklaşıldıkça ülkenin rekabet gücünün katma-değeri oldukça yüksek olan, AR-GE’ye dayalı ve başka ülkelerce taklit edilemeyecek denli benzersiz ürün ve süreçler üzerinden sağlandığını görüyoruz. Buna karşılık en düşük değer olan 1’e yaklaşıldıkça ülkenin rekabet gücünü ucuz emek ve doğal kaynak sömürüsü üzerinden sağlamakta olduğu anlaşılıyor.

Türkiye 2005 yılında 120 ülke içinde 76.  sırada başladığı yolculuğunu 2013 yılında 144 ülke arasında 95. sırada tamamlamış.  2012 yılında 87. sıradayken son bir yıl içinde 8 basamak düşmüş olduğunu görüyoruz.

Türkiye sıralamada hızla geriye düşerken kişi başına düşen gelirleri Türkiye’nin altında olan Çin ve Hindistan’ın ucuz emek ve doğal kaynak sömürüsünden hızla uzaklaştıkları görülüyor.

Şekilden çıkarılabilecek bir diğer ders İtalya gibi son dönemlerin en ağır krizini geçiren bir ekonomide yaşananlar. Ekonomik büyümeyi unutan İtalyan ekonomisinde rekabetçiliğin kaynağı yüksek katma-değerli ürünler olmaya devam ediyor. Demek hiçbir İtalyanın aklına ekonomiyi büyütmek için emek ve çevre standartlarını aşağı çekerek maliyetleri düşürmek gelmiyor!

Doğanın ve emeğin haklarına saygı gösterildiğinde Türkiye’de birçok madenin kapanacağı, birçok çılgın projenin rafa kalkacağı bellidir. Bu çok normaldir. Açığa çıkacak kaynakların katma-değeri daha yüksek, insan onuruyla bağdaşan, doğayla uyumlu alanlarda kullanılması biraz daha çok çalışmayı gerektirir ama böylesi felaketleri önlemenin de başka yolu yoktur.

Buraya nasıl geldik?

AKP iktidarları döneminde Türkiye ekonomisi hızlı biçimde dönüşüme uğradı. Büyümeyi sırtlayan sektörler giderek  daha kirli ve enerjiyi daha yoğun biçimde kullanan sektörler oldular.  Bunun sonucunda Türkiye’de çevre kirliliği rekor düzeylerde artarken, dışa bağımlı oluğumuz enerji ithalatı cari açığı rekor düzeylere yükseltti. Büyürken cari açık verme durumunda kalma gibi yapısal bir bozukluğa sahip olmasına rağmen bugüne kadar bu soruna çare olacak bir program uygulanmadı. Uygulanan tek politika, yerli fosil enerji kaynaklarını teşvik ederek ithal doğalgaza bağımlılığı azaltmak oldu. Kömüre verilen dolaylı ve dolaysız teşvikler neticesinde sektöre olan ilgi arttı. Ancak “Eski Türkiye” den kalma birtakım yönetmelikler ve idari yapı sektörün serpilmesinin karşısına engel olarak çıkabiliyordu. 2012’de maden ruhsatları verme yetkisi ilgili ve deneyimli kurumlardan Başbakanlık’a geçirildi. Zeytinlik gibi tarım alanlarına yakın yerlerde madenciliği engelleyen düzenlemeler teker teker değiştirildi. Yasak olmasına rağmen madenlerde taşeron sisteminin tüm sektörü ele geçirmesine göz yumuldu. Madenler etkin biçimde kontrol edilmedi, müeyyide neredeyse hiç uygulanmadı. Ve tüm bunlar katma-değeri son derece düşük, ne var ki elektriği son derece yoğun kullanan iki sektörü ayakta tutmak için yapıldı: Demir-çelik ve çimento.

Günümüz Türkiye’sinde üretilen elektriğin yarısına yakını bu iki sektör tarafından kullanılmakta. Hükümetin Türkiye’nin önüne koyduğu 2023’te demir-çelikte lider ülkelerden biri olma hedefine bu yapı altında ulaşmak mümkün mü? Finlandiya’nın portakal üretiminde dünya liderliğine soyunması ne kadar mümkünse Türkiye gibi (demir-çeliğin asli iki bileşeni olan hurda demir-çelik ve enerjide dışa bu denli bağımlı) bir ülkenin demir-çelikte dünya lideri olması o kadar mümkündür.

Mümkün olmasa da hükümetin ekonomiyi kolay yoldan büyütme inadı ve bu yolda yiten canlara baktıkça böylesi bir zenginleşmenin arzulanabilecek bir tarafı da yoktur.

Bu noktada, hükümetin hedeflerini veri kabul edip, “bu hedeflere ulaşmak için şu kadar elektriğe ihtiyacımız vardır”, o kadar elektrik için de “şu kadar yerli kömür üretmeliyiz” şeklinde hesaplama yapan mühendislerin acıklı hallerine de bakmak yerinde olur. Unutulmamalıdır ki, bir adım geri atıp, “bu kadar elektriğe bu sektörler eliyle büyümek için mi ihtiyaç duyuyoruz?” sorusu sorulmadıkça felaketler katlanarak artacaktır.

Soma Raporu’nda da belirttiğimiz gibi Türkiye’nin daha fazla elektrik üretmeye değil, ürettiği elektriği daha akıllıca kullanmaya ihtiyacı vardır.

Türkiye, büyümek için madenciliğe, inşaata, demir-çeliğe muhtaç değildir. İş güvenliği standartları evrensel standartlarda oluşturulana, bu standartları denetleyecek etkin bir idari yapı kurulana kadar tüm maden ve inşaatlardaki faaliyetler durdurulmalıdır. Soma sonrası olduğu gibi işini kaybeden işçilerin işverenin elinde bir koz olarak kullanılmasına izin verilmemeli, bugünler için oluşturulmuş İşsizlik Sigorta Fonu devreye sokulmalıdır.

Türkiye, Vizyon 2023 hedeflerini ekolojik, ekonomik ve toplumsal sürdürülebilirlik ilkeleri doğrultusunda revize etmelidir.

Ahmet Atıl Aşıcı

 

 

Ahmet Atıl Aşıcı

Nükleer tehdit ve Akdeniz’de ortak mücadele

6 Kasım 2014 Perşembe günü İstanbul  Yeşil Düşünce Derneği  ve Nükleersiz.org anlamlı bir başka organizasyona imza atıyor .  Avrupa Yeşilleri ‘nin 7-9 Kasım 2014 tarihleri arasında 21. Konsey toplantısı için İstanbul’da bir araya gelmesini ve bu vesileyle Avrupa Parlamentosu Yeşiller/Özgür İttifak Grubu Eş Başkanı Rebecca Harms’ın  İstanbul ziyaretini  fırsat bilerek düzenlenen bu organizasyon,  son dönemde Akkuyu ÇED Raporu ‘nun kabul edilmesiyle ayrı bir önem taşıyor .

Kamuya ve basına açık bir söyleşi ile konunun aktörleri tarafından, güncel durum hakkında  sunum yapıldıktan sonra  anti-nükleer mücadele üzerine soru-cevap formatında bir tartışma  gerçekleştirilecektir . Panel /söyleşi detayları aşağıdaki gibidir:

 

SSL-turkish_96dpi

Moderatör: Dr. Ümit Şahin – Yeşil Düşünce Derneği ve nukleersiz.org

Açılış Konuşması: Rebecca Harms –Avrupa Parlamentosu Yeşiller/Özgür İttifak Grubu Eş Başkanı

Arif Ali Cangı – Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi

Armağan Candan – Kıbrıs Cumhuriyetçi Türk Partisi Milletvekili

Aytuğ Atıcı – CHP Mersin Milletvekili

Doğan Sahir – Kıbrıs Yeşil Barış Hareketi

Ertuğrul Kürkçü – HDP Mersin Milletvekili

Metin Gürbüz – Sinop NKP

Seyfettin Atar – Mersin NKP Dönem Sözcüsü

Mare Nostrum, Hepimizin Denizi!

Akdeniz’in üzerindeki nükleer gölge büyüyor. Akkuyu’daki 40 yıllık nükleer serüveni, teşkil ettiği olağanüstü risklere rağmen sürdürülüyor. Sinop, Çernobil’den kaynaklı ölümlerin hâlâ yaşandığı bir şehir olarak, yeni bir nükleer projesine konu oluyor. Nükleer gücün kontrolsüzlüğü sınırları tanımaz. Fukuşima’da yaşananlar, bütün Pasifik’e radyoaktif bir kabus olurken, bizim denizimiz, Akdeniz, raporlardaki atık yönetimiyle alakalı korkutucu belirsizlik karşısında ufacık kalıyor. Tam da bu yüzden, doğayla, yaşadığımız coğrafyayla ve bu coğrafyanın halklarıyla barışık bir çözüm bulmak, Akdeniz’in bereketinden faydalanan bütün halkların sorumluluğundadır. Mare Nostrum! Bizim Denizimiz! Hepimizin Denizi! Korumak hepimize düşüyor.

 Yeşil Düşünce Derneği, nükleersiz.org, KIBES(Kıbrıslılar Bilim Eğitim Sağlık ve Dayanışma Derneği) ve Avrupa Parlamentosu Yeşiller/Özgür İttifak Grubu Eş Başkanı ve Milletvekili anti-nükleer aktivist Rebeca Harms‘ın çağrıcılığında nükleer tehdide karşı Akdeniz Havzası’nda nükleer karşıtı işbirliği konulu 6 Kasım saat 14:30′da İstanbul InnPera Otel’de gerçekleştirilecek toplantıya davetlisiniz.

Etkinliğin facebook linki için tıklayın

Tarih: 6 Kasım Perşembe

Saat: 14:30-17:00

                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                           6 kasım nukleersiz

 

 

İstanbul Boğazı’nda can pazarı: Göçmen teknesi battı, 24 ölü 12 kişi kayıp

İstanbul Boğazı’nın Karadeniz çıkışında Rumeli açıklarında bu sabah saat 07.30 – 08.00 sularında bir tekne battı. Göçmenleri taşıdığı öğrenilen bir tekne battı. 24 kişinin cesedine ulaşıldı, 12 kişi aranıyor.

1 tekneİlk ulaşan bilgilere göre  teknede Afgan ve Suriye uyruklu 43 kişi vardı. 43 kişinin içinde çok sayıda çocuk olduğu da belirtiliyor. Yedi kişi kurtarılırken, 24 kişinin cesedine ulaşıldı. 12 kişiyi arama çalışmaları sürüyor.

Rumeli açıklarında yaşanan faciada batan mülteci teknesindekileri kurtarma çalışmalarına balıkçı tekneleri de katıldı. Radikal’den Serkan Ocak’ın haberine göre Kaptan Kadir Sert “Can yelekleri vardı. Ancak her yer cesetti. Bebekler, çocuklar… 15-20 cesedi biz çıkardık” dedi

Rumeli Feneri balıkçılarından Kadir Sert, kurtarma çalışması sırasında yaşadıklarını şöyle anlattı: “Balık tutuyorduk. O civardaydık. Haberi alınca gittik. Tüm balıkçılar yadım ediyoruz. Cesetler denizden fasülye gibi fırlıyor. Bir buçuk saattir denizdeyiz. Ceset topluyoruz. 15-20 ceset çıkardık. Batan teknenin adını alamadık. Ucu görünüyordu. Hepsinin can yeleği vardı. Bunu yapanları divan-ı harbe vermek lazım. Böyle insanlık mı olur. Bebek cesetleri yüzüyordu suda… Yakalayamıyoruz bunları. Yakalananlar da bırakılıyor.”

İstanbul Valiliğinden sabah saat 10.00’da yapılan açıklamada ise şöyle denildi:

“03 Kasım 2014 sabah saatlerinde 158 Sahil Güvenlik ihbar hattına gelen yardım talebiyle, İstanbul Boğazı Kuzey çıkışı 2,5-3 millerde bir teknenin battığı ve denizde kurtarılmayı bekleyen şahıslar olduğu bilgisi alınmıştır.

“İhbar üzerine bölgeye çok yakın seyretmekte olan TCSG-74 gemisi ivedilikle bölgeye sevk edilmiş olup Sahil Güvenlik Marmara ve Boğazlar Bölge Komutanlığına ait yedi adet Sahil Güvenlik Botu, bir helikopter ve bir dalış timi, Kıyı Emniyeti Genel Müdürlüğü’ne bağlı iki bot ve bölgede bulunan balıkçı tekneleri tarafından arama kurtarma çalışmalarına devam edilmektedir

Şu ana kadar yapılan çalışmalarda beş kişi sağ olarak kurtarılmış, dört kişinin cesedine ulaşılmış olup Sahil Güvenlik ve İstanbul AFAD tarafından Rumeli Feneri Balıkçı Barınağında bir irtibat noktası oluşturulmaktadır”

Bozcaada Uluslararası Ekolojik Belgesel Festivali’nde kazanan “Bir Avuç Cesur İnsan”

Bozcaada Belediye Başkanı Dr. Hakan Can Yılmaz başkanlığında ve Petra Holzer’in yönetmenliğinde gerçekleştirilen Bozcaada Uluslararası Ekolojik Belgesel Festivali (BİFED) ‬ödül töreni Cumartresi gecesi yapıldı. 30 Ekim’den bu yana dünyanın bir çok ülkesinden ekoloji ile ilgili belgeseli buluşturan festivalin kapanış töreninde ödüller sahiplerini buldu.

Bozcaada Belediye Başkanı Hakan Can Yılmaz, Festival direktörü Petra Holzer ve Cüneyt Cebenoyan
Bozcaada Belediye Başkanı Hakan Can Yılmaz, Festival direktörü Petra Holzer ve Cüneyt Cebenoyan

Festival’de Fethi Kayaalp anısına hitap edilen birincilik ödülünü Rüya Arzu Köksal’ın yönetmenliğini yaptığı Türkiye’de yaşanan ama bütün dünyada benzerlerine rastladığımız hayati öneme sahip bir çevre mücadelesini, aktivizm ruhunu kutlayarak ve bize, mizah duygusu ve insancilligiyla ilham vererek anlatan bir film olduğu için, “Bir Avuç Cesur İnsan” aldı.

Ödülünü almak için sahneye çocuklarıyla beraber çıkan yönetmen Rüya Arzu Köksal “En büyük sorumluluğumuzun çocuklarımıza bırakacağımız “temiz” bir dünya olduğunu” hatırlattı.

Bir Avuç Cesur İnsan – Fragman from okan surel on Vimeo.

Festivalin ikincilik ödülü; yerinden yurdundan edilmis bir karakterin, insancıl ve evrensel bir şekilde gittiği yerdeki insanları ve evi kendi insanları kılması, dağları ve nehirleri kendi dağları ve nehirleri bilmesi ve dönüştürmesi; savaşlarin adaletsiz ve kirli yüzüne rağmen yaşami, doğayı ve insani doğallıkla ve inatla savunduğu icin Mano Khalil’in yönetmenliğini yaptığı “Arı Yetiştiricisi” (The Beekeper) filmine verildi.

Üçüncülük ödülü ise insanın toprak aidiyeti ve ilişkisini yalın, güçlü ve şiirsel bir sinematografiyle anlatabilme basarisindan dolayı yönetmenliğini Farida Pacha’nın yaptığı “Benim Adım Tuz” (My name is Salt) filminin oldu.

Adalıların yoğun ilgi gösterdiği ödül töreninde Bozcaada Belediye Başkanı Dr. Hakan Can Yılmaz “ilkini gerçekleştirdiğimiz bu festivali 10. Yılında, 20. yılında düşünmek beni çok heyecanlandırıyor” diyerek “festivali coşkuyla takip eden Bozcaada halkına da teşekkür etti.”

(BIFED Facebook Sayfası)