Ana Sayfa Blog Sayfa 3743

Anıt Sayaç işlemeye devam ediyor, bir kadın daha katledildi…

Özgecan Aslan’ın ismi de eklenecek Anıt Sayaç‘a .

Şimdi aracı olup*  sizi bir Türkiye gerçeğiyle buluşturacağız, kadın kıyımının kümülatif görünümü bu çalışma ile karşınızda, acıları ise yüreklerimizde …

*Siteden aynen aktarıyoruz :

Anıt Sayaç

 

Anıt Sayaç, Türkiye’de kadına yönelik şiddetten ölen kadınların anısını yaşatmak için internet üzerinden kurulmuş bir anıt ve her gün güncellenen bir sayaçtır.

Kadına yönelik şiddet olaylarında 2012 yılının Ocak ve Eylül ayları arasında 125 kadının hayatını kaybettiği açıklandı. Anıt Sayaç kadın cinayetlerinin artarak devam ettiği böyle bir ortamda farkındalık yaratmak ve bilinmeyen verileri açığa kavuşturmak için düşünüldü. Ölen kadınlarımızın isimleriyle anılacağı bu web sitesi, kadına karşı şiddet konusunda toplumun duyarlılığını geliştirme projesi olmanının ötesinde ölen kadınlara adanmış bir anıttır.

Artış tehdidi tabiatında gizli bu sayaç, şiddetin sürekliliğinin de habercisidir. Kaygı veren bir artış, ağırlaşan bir birikim yanında, aciliyete davet eden bir geri sayım da var ‘Anıt Sayaç’ta. Sayaç attıkça umut eksilmekte; tane tane tükenmektedir.

‘Anıt Sayaç’ın’ ana sayfası anıtın kendisidir. 2013 yılında kadına yönelik şiddetten öldürülen kadınları gösteren sayaç ve öldürülen kadınların isimlerinden oluşan bir sayfa içeriği düzenlenmiştir. 2008-2013 yılları arasında öldürülen kadınların isimleriyle adeta bir duvar ören bu sayfa hergün güncellenecektir. İsimlerden oluşan bu duvarda, her yıl için değişik bir renk kullanılarak yıllar arasındaki farklılıkları göstermek amaçlanmıştır. Sayfada yer alan her bir kadın ismi aynı zamanda üzerine tıklandığında yeni bir sayfaya açılmaktadır.

Açıklama : Bu sitenin veri tabanın oluşturulmasında, 2012’de kadına yönelik şiddetten hayatını kaybeden kadınlara ait veriler konusunda Adalet Bakanlığı, Aile Sosyal Politikalar Bakanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü’ne yapılan başvuruların sonuçsuz kalması üzerine 2008 – 2013 yılları arasındaki 5 yıllık süre için medya üzerinden yapılan bir tarama yapıldı. Sitede, bu taramanın sonuçlarının “Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu” ile karşılaştırılmasından sonra ortaya çıkan cinayet listesi kullanıldı. Kadın cinayetleri verileri derlenirken, aile içi şiddet veya kadına yönelik olmayan cinayetler listeye alınmadı. Kadın cinayeti olduğu sonradan anlaşılan Sinem Yurdanur cinayeti gibi olaylar da sayfaya güncellenerek eklendi. Burada sadece medya’da çıkan cinayetler kullanılıyor. Medya’nın bilmediği, bizim ulaşamadığımız bir sürü cinayetin olması mümkündür.

Ölen her bir kadın için ayrı bir sayfanın açılması ile birlikte kadının neden, kim tarafından öldürüldüğü, nasıl öldürüldüğü, devletten koruma talebinde bulunup bulunmadığı gibi bilgilerin yanısıra, cinayet hakkında medyada çıkan haberlere de ulaşılabilmektedir. Böylelikle her geçen yıl medyanın olayları ele alışındaki dil farkına da dikkat çekilmektedir

Anıt Sayaç için TIKLAYIN

(Yeşil Gazete)

Toplumsal Tarih’te Ayasofya dosyası

toplumsal tarihSüreli yayınlardaki bazı makaleler ne yazık ki bazen gözden kaçıyor ve gereken ilgiyi görmüyor. Tarih Vakfı tarafından yirmi yıldır aralıksız yayınlanan Toplumsal Tarih dergisi Şubat 2015 sayısında Ayasofya’yı konunun önde gelen isimleri tarafından kaleme alınmış makaleleri kapsamlı bir dosya olarak bir araya getirmiş.

Ayasofya İstanbul’un sadece en önemli mimari anıt yapılarından biri olmayıp, kentin son bin beş yüz yıllık tarihinin neredeyse tüm sembollerini barındıran yaşayan bir varlık adeta.

Toplumsal tarih dergisi Nevra Necipoğlu ve Çiğdem Kafescioğlu’nun editörlüğünü yaptığı dosyayla, Bizans’tan bu yana İstanbul’un belleğini kaydeden Ayasofya’ya sayfalarını açıyor. Giriş yazısının başlığı, dosyanın hazırlanma amacını içinde taşıyor: “Ayasofya: Kimlik, Hafıza ve Mekân Üzerine Binbeşyüz Yıllık Bir Tartışma”

Buket Kitapçı Bayrı, Hayrettin Yücesoy, Gülru Necipoğlu ve Edhem Eldem’in yazıları yapının tarihsel ve fiziksel olarak geçirdiği değişimi, yüklendiği simgesel anlamdaki dönüşümü farklı açılardan inceleyen makaleler kaleme almışlar.

Zeynep Ahunbay da bir dünya mirası olan Ayasofya’daki koruma sorunlarının üzerinde duruyor.

Editörlerin deyişiyle, dosyayı oluşturan akademik çalışmalar ve kaynak metinler, 6. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar, bin dört yüz yılı aşan bir süreden, Ayasofya’nın fiziki dokusuna, tarihine anlatılarına, ona atfedilen anlamlardaki ve yapısındaki, bezeme programlarındaki ve çevresindeki dönüşüm ve yeniliklere dair, bazıları birbiriyle şaşırtıcı derecede uyumlu ve sürekli, bazıları olabildiğince ayrı ve tezatlı resimler sunuyor.

Yeşil Gazete

İstanbul’da bugünlerde: Seçikyan… Tütüncü… Gruda…

Bu hafta tiyatro ile müziği biraz harmanlayıp “kısa kısa” tadında kombin yapayım dedim…

Saro Seçikyan

6

Fenerbahçe taraftarları Saro’yu, “100. Yıl” albümünde Funda Arar’ın seslendirdiği “Sen Fenerbahçe!” isimli şarkının bestecisi olarak zihin haritalarında ilişkilendirebilirler. Diğerleri için, “O Gece” isimli 2008 çıkışlı bir albümü olduğunu hatırlatabiliriz. Ben ise, bu sıra dışı yetenekli müzisyeni, bir o kadar sıra dışı uyum yakaladığı orkestrasıyla birlikte, “eller havaya” bir eğlenceye gideceğime oldukça hazırlanmış olduğum bir gece tanıdım. Eller havaya mıydı? Evet! Ama müzikalite ters orantılı şekilde yerlerde miydi? Asla! Kat’a! Bilakis! (Demek ki oluyormuş!!!)

Osmanlı’dan miras aldığımız musiki birikimimizin nitelikli bir payında hak sahibi olan Anadolu Ermeni halkı, özellikle çoksesli müzikte Cumhuriyet kültürüne önemli bir hazineyi armağan etmiştir. Saro ve ekip arkadaşları işte bu kıymetli cevherden sonuna kadar beslenirken “rok” müziğin hırçınlığı baharlanmayı da ihmal etmiyorlar. Dört kişilik gruplarında sürekli üç ses polifoni hâkim. Trilyon adet nefes kesici senkopun eşlik ettiği enstrümantal hakimiyetin yanı sıra, bu ahenkli vokal icrası, geleneksel Türk Musikisi eserlerinde bile hiç sırıtmaksızın en ruh okşayıcı halleriyle kendini gösteriyor. Kompozisyon bilgisiyle gelen yaratıcılık o kadar üst düzeyde ki, 120 “hit” şarkıyı önünde şapka çıkarılacak bir müzikal dehayla birbirine ekleyerek, seyirciye “gereken damarda ve gereken anda” sunuyorlar. Çok ama çok iyi! Bu güzellikten mutlaka siz de nasibinizi almalısınız… İnternet araştırmalarımda konser programı hakkında detay bilgiye ulaşamadım o nedenle, reklam olmasını istemem ama ben Sed Otel Teras performansını izledim, demiş olayım…

RESİM: http://i.ytimg.com/vi/L-2rEAFt2nk/0.jpg

LİNK: https://eksisozluk.com/saro-secikyan–1033753

 

Ayşe Tütüncü – Meriç Demirkol

7...
Fotoğraf yedibin.com’dan alınmıştır

 

Türkiye caz âlemlerine az çok kulağı çalınan herkes Ayşe Tütüncü ismi ile temas kurmuştur. Buna karşın kendisini piyano başında canlı dinleme şansına, ilk kez geçenlerde fırsatı bulabildim. Konservatuarı obua bölümünden bitirmiş olmasına karşın Meriç Demirkol da, ortadoğu gamlarından batı klasik normlarına geniş yelpazede yorumuyla kendisine, “alto saksafonda” eşlik ediyordu. Tütüncü’nün bir çoğuna malum namının yanı sıra, Demirkol’un İstanbul TRT Caz Orkestrası üyesi olduğu, yurtdışı sahne ve eğitim deneyimi olduğu, Roxy Müzik Yarışması’nda birincilik ve Jüri Özel Ödülü dereceleri olduğunu kenara koyalım.

Bu ikiliye kimi zaman Ekin Bilgin de eşlik ediyor ve trio formatına geçiyorlar. Adahan İstanbul Otel çatısındaki tek set 90 dakikalık performanslarında, Tütüncü ve Demirkol, “duo” halleriyle sahnede idiler. Akustik caz çalan bir piyanistin performansı biraz da mekânın kendisine sunduğu piyano ile sınırlıdır haliyle. Amma ve lakin, Ayşe Hanım ve Meriç Bey’in doğu ile batı arasında adeta bileşikçesine geçişen ezgi ve armoni sunumları, sakin bir hafta içi akşamına zenginlik katmak için çok seçkin bir alternatif sunuyor. Denemenizi öneririm…

Linkler:

Ayşe Tütüncü: http://tr.wikipedia.org/wiki/Ay%C5%9Fe_T%C3%BCt%C3%BCnc%C3%BC

Meriç Demirkol: https://eksisozluk.com/meric-demirkol–710786

 

 Ayşen Gruda

4

Gruda alkışı, 68 yaşına karşın koruduğu fiziği, sahne enerjisi ve siyaseten muhalif duruşuyla hak ediyor. Öte yandan, “Her Derde Deva Tiyatro” işi bir yapım olarak biraz daha zenginleştirilmeyi hak ediyor. Metin, ne yazık ki biraz zayıf kalmış. Tek kişilik olarak tanıtımı yapılan gösteri aslında tek kişilik de değil. Hatta, bilakis, interaktif tiyatro unsurlarından besleniyor. Gruda’nın 20nci yüzyıl Türk sinemasına damga vurmuş potansiyelinden, yapım ekibinin daha verimli düzeyde yararlanabilmesi gerektiğini düşünüyorum.

Ayşen Gruda (Biyografi): http://kimkimdir.tv/aysen-gruda-kimdir

Ayşen Gruda (Filmografi): http://tr.wikipedia.org/wiki/Ay%C5%9Fen_Gruda

Bab-ı Esrar – Ahmet Ümit

Londra’da yaşayan sigortacı Karen Kimya Greenwood, yanan bir otel vakasını çözümlemek için Konya’ya gelir. Türk olan babasının 12 yaşındayken kendilerini bir erkek için terk edip gitmesi sebebiyle ona olan kızgınlığı halen devam etmektedir. Karen hem madden doğuya gelmiştir hem de manen. Onun zaman içinde Kimya’ya dönüşmesi kitapta tasavvuf felsefi de kullanılarak anlatılmaktadır.

Gerçek ve rüyanın birbirine karıştığı Konya’nın mistik atmosferi içinde Şemsi Tebrizi ve Mevlana üzerinden babası Poyraz’ı anlar ve affeder. Kimya’nın adı da Mevlana’nın evlatlığından gelmekte olup, babası bir Mevleviyken annesi Susan’la evlenerek maddi hayata karışmıştır ancak aradığının bu olmadığını anlaması üzerine Şah Nesim’le birlikte tekrar manevi dünyaya geçmiştir.

Ahmet-Ümit2

Benim gibi Ahmet Ümit’in polisiye kitaplarından, Komiser Nevzat’ın maceralarından hoşlananlar, bu kitapta aradıkları macera tadını bulamasalar bile tasavvuf felsefesi ve fantastik yanıyla farklı okuma deneyimleri edinecekleri muhakkaktır. Bu vesileyle şunu müjdeleyeyim, Ahmet Ümit’in son kitabı Beyoğlu’nun En Güzel Abisi bir Komiser Nevzat polisiyesi.

Not: Bu yazının videosunu aşağıdaki linkten Uzman Tv’den izleyebilirsiniz.

http://www.uzmantv.com/ahmet-umitin-bab–i-esrar-kitabinda-neler-anlatiliyor

 

Mehmet Fırat Pürselim

mehmet-fırat-pürselim

SYRIZA: Zafere giden yol mübah mı?

Yunanistan Genç Yeşilleri’nin  Yeşil Gazete için yazdığı “SYRIZA hükümet deneyi” yazısını yazarlarımızdan Özgecan Kara’nın çevirisiyle yayımlıyoruz.

***

Yunanistan’da SYRIZA hükümet deneyi

25 Ocak’ta Yunanistan siyasi tarihinde bir sayfa çevirdi. Komünistlerin ve solcuların zulüm ve sürgünü ile biten iç savaştan on yıllar sonra Sol Yunanistan’da iktidara geldi. SYRIZA, Radikal Sol Parti, tek başına hükmetmeye yeterli olmasa da ezici bir zafer elde etti. Bu toprakları yönetmek ve siysi programını test edebilmek için SYRIZA’nın 300 üzerinden  kazandığı 149 koltuktan biraz daha fazlasına ihtiyacı vardı.

Yeni parlamentoya giren partilere bakıldığında herhangi bir koalisyonun sol hükümet onuru ve ömrü için korkunç acılı olacağı belliydi. Kimileri bu sonucun sadece kötü şans olduğunu ve eğer seçmenler basitçe ‘kemer sıkma yanlısı ya da karşıtı’ ikilemini izleselerdi işler tamamen farklı olurdu diyebilir. Ancak, SYRIZA’nın ne pahasına olursa olsun güç şehvetini doğru olarak kavrayabilmek için seçimlerden önceki birkaç aya bakmak gerekir. SYRIZA ya meclise kendi politikalarına birkaç siyasi partinin girebileceği bir strateji ya da 151 milletvekili koltuğundan daha fazlasına sahip, tam teşekküllü bir SYRIZA hükümeti için diğer tüm komşu siyasi partileri asimile edeceği bir strateji izlemeliydi. Açıktır ki, tercih ikinci yönde oldu. SYRIZA yakındaki tüm siyasi partileri o veya bu yöntemle asimile ederek basit bir yaklaşımla tüm yüzdeleri topladı ve matematiksel bir zafere yöneldi. Bu kararın motivasyonu göründüğü kadarıyla ya şu anki ana odak noktasıyla aynıydı – yani bir önceki hükümetin kemer sıkma politikalarının değiştirilmesi, veya sadece mutlak liderlik arzusuydu. Bunu zaman gösterecek. Ancak SYRIZA ilk seçim stratejisini gütseydi, şu anda daha büyük olasılıkla daha istikrarlı, ilerici, sol bir hükümet koalisyonu olurdu. SYRIZA’nın asimile ettiği partilerin seçmenleri böylesine acımasız asimilasyon taktikleri yüzünden kendilerini dışlanmış hissetmezler ve de kendilerini tam ifade eden partilere oy verirlerdi.

Radikal Sol aşırı hedeflerine ulaşmakta başarısız oldu ve bu nedenle sadece Stalinistler, milliyetçiler, ya da kemer sıkma yanlısı partilerin kaldığı kısır siyasi arazide etrafına bakınmak zorunda kaldı. Özellikle, ”Bağımsız Yunanlılar” partisi (ANEL) en başından beri anti-denetim partisi olarak Radikal Sol ile işbirliği isteklerini dile getiriyorlardı. SYRIZA kilit bir noktadaydı ve gündemindeki Yunanistan’daki paradigm değişikliği için milliyetçi, göçmen karşıtı, anti-Semitist, anti-federalist ve homofobik bir partiyi seçti.  Altın Şafak  da kemer sıkma karşıtı bir parti ama maalesef neo-naziler SYRIZA kadar kıt görüşlü değil. Altın Şafak bir köşede sabırla SYRIZA-ANEL hükümetinin başarısız olmasını ve kendini başarısız sağ ve sol partilere karşı güvenli bir alternatif olarak sunmayı bekliyor. Tüm bu siyasi yelpazede SYRIZA’nın krizden ağır bir şekilde etkilenen kişileri simgelediğini de hesaba katmalıyız. Ola ki SYRIZA kemer sıkma karşıtı mücadelesinde başarısız oldu, Altın Şafak seçmenlerin çoğunluğunu kendine çeker miydi? Cevap evetse, bu en kötü senaryo olur. Bunu aklımızda tutarak Yunanistan’ın yeni hükümetinin röntgenini çektik.

SYRIZA birçok bakanlığı birleştirip kurduğu süper bakanlıklarla bakanlık sayısını on üçe indirip hükümet kabinesi reformuna karar verdi. SYRIZA’nın hakkını vermek gerekir, hükümet kurulurken ANEL’le doğru oyunu oynadı. SYRIZA’nın ana çekirdeği ve iç fraksiyonları politika yapmak için önemli tüm Bakanlıkları kaparken ANEL yüksek siyasette sınırlı hareket yeteneği olan pozisyonlara geçti. ANEL Başkanı şimdi Savunma Bakanı, Terens Quick hükümet işlerinin koordinasyonundan sorumlu Bakan Yardımcısı, Elena Koudoura turizmden sorumlu Bakan Yardımcısı, Maria Kollia Tsaroucha Makedonya ve Thraces’ten sorumlu Bakan Yardımcısı ve Panagiotis Sgouridis tarımsal gelişmeden sorumlu Bakan Yardımcısı oldu. ANEL hükümete katılımının karar mekanizması olduğunu düşünse de ANEL’in şimdiki pozisyonlarıyla politikaya yön veremeyeceği açık.

SYRIZA hükümetinin en büyük sorunu ANEL’in getirdiği UKİP (çev.not. İngiltere aşırı sağ partisi)  havası yüzünden ilerici radikal bir sol sayılmayacağı. ANEL hükümetteki pozisyonları üzerinden siyaset üretebilecek bir konumda olmayabilir ama katılmadıkları her şeyi tamamen engelleyebilecek bir güce de sahipler. Bu David ve Goliath hikayesinin kırılgan bir hükümet koalisyonunda geçen bir versiyonu gibi.

Bunun dışında doğru yerlerde bulunan bürokratlar, akademisyenler ve politikacılardan oluşan hükümet oldukça iyi inşa edilmiştir. Bunun bir örneği de geçmişte PASOK (Sosyalistler) ile çalışmış ama Ekonomi Bakanlığını yönlendirmek için istekli ve yetkin, sağlam bir el ve gerçekçi taleplerle müzakereleri yönetebilecek Varoufakis’tir. Yeni hükümette Çevre Yardımcı Bakanı Yannnis Tsironis aracılığıyla söz sahibi olabilecekler. Ekolojist Yeşiller Yönetim Kurulu Koordinatörü Yannis, Ekolojist Yeşiller Parti üyesi ve yeni hükümette milletvekili Giorgos Dimaras’ın aksine SYRIZA ile seçilmedi, atandı.

Bir mansiyon  da yeni Dışişleri Bakanı’na verilmeli.  Yeni Bakan Nikos Kotzias’ın faşist görüşleriyle ünlü Rus felsefeci ve siyaset bilimcisi Alexandr Dugin’le beraber gülümsedikleri bir fotoğraf internete düştü bile. Diğer fotoğraflarda Alexandr Dugin Moskova’nın Altın Şafak’ı, “Yunan-Rus işbirliğinin kurucu temeli” elçisi olarak tasvir ediliyor.

Özetle, Yunanistan siyasetine aşina olmayan ilerici güçler seçim sonuçlarını yorumlarken çok dikkatli olmaları gerekir. Her ne kadar biz Yeşiller doğal olarak siyasette iyimser olsak da siyasi pratiğin gerçekliği anlayışımızı da dahil etmek aynı derecede önemlidir. SYRIZA’nın zaferi Yunanistan ve Avrupa’da bir değişimin umudu. Yine de SYRIZA hükümetinin derin önceliklerini kavramak için de bazı gerçeklere dikkat edilmelidir. Seçimlerden günler önce SYRIZA Başkanı Alexis Tsipras eşcinsel çiftlerine evlat edinme hakkının niye SYRIZA’nın önceliği olmadığının açıklama çabasında bilimi öne sürdü. Yine aynı parti evlat edinmede bir yön göstermeden evlilik eşitliği yanlısıydı. Dışişleri Bakanı Kotzias ile bir birlikte gelen her şeyi ile Moskova’ya yönelik genel bir dostluk beklemek gerekir. İlerici sosyal yasama önerilerinin geçmesi için hükümet ortakları değil POTAMI’nın desteğine ihtiyaç duyduklarında da şaşırmamak gerekir. Şu an görüldüğü kadarıyla bu hükümetin yaşam süresine karar verici bir darbe var ve tüm neo-Nazilerin yapması gereken beklemek. Belki de hepsi SYRIZA’nın “zafere giden her yol mübahtır” stratejisinin suçudur.

Danimarka’da Charlie Hebdo konulu toplantıya saldırı

Danimarka’nın başkenti Kopenhag ‘da Charlie Hebdo saldırısı ve ifade özgürlüğüne dair düzenlenen bir toplantı maskeli ve kalaşnikoflu 3 saldırgan tarafından basıldı. Saldırıda 1 sivil hayatını kaybetti, 3 polis yaralandı. Saldırganlar bir araçla kaçtıkları bildirildi.

Police presence is seen next to damaged glass at the site of a shooting in CopenhagenToplantıda, Fransız büyükelçisinin ve 2007’de Hz. Muhammed’in karikatürünü çizen İsveçli sanatçı Lars Vilks’in de bulunduğu, ikisinin de yara almadan kurtulduğu bildirildi.

Terör alarmı veren polis, bölgede geniş çaplı araştırma başlattı. Bölgeye araç ve yaya giriş çıkışları kapatıldı.

Fransa Cumhurbaşkanı Francois Hollande İçişleri Bakanı Bernard Cazeneuve’nin en kısa zamanda Kopenhag’a gideceğini söyledi.

(Radikal, Reuters, Yeşil Gazete)

İKD başkanı Bakiye Beria Onger yaşamını yitirdi

Türkiye’nin en etkili kadın derneklerinden biri olan İlerici Kadınlar Derneği’nin (İKD) 1975 yılında kuruluşundan, 1980 darbesiyle kapatılana kadar genel başkanlık görevini yitiren Bakiye Beria Onger 94 yaşında yaşamını yitirdi.

58776

İşçi sınıfının ve o dönem yasadışı olan Türkiye Komünist Partisi’nin destek verdiği Bakiye Beria Onger, 15 Ekim 1979 tarihinde yapılan ara seçimlerde istanbul bağımsız senatör adayı olarak seçimlere girmişti. O dönemde İKD başkanlığını da yürütmekte olan Onger, 22 bin oy almıştı.

1921 yılında Çanakkale’de doğan ve avukat olan Bakiye Beria Onger, 12 Eylül 1980 darbesinden sonra yurtdışına çıkmıştı. Onger’in cenazesi 14 Şubat günü toprağa verilecek.

Bağımsız aday Onger

1979 seçimlerinde İstanbul bağımsız senatör adayı olan Beria Onger seçim kampanyasında
“TKP’siz demokrasi, TKP’siz seçim olmaz” diyerek, neden aday olduğunu şöyle açıklamıştı.

NEDEN ADAY OLDUM

“Bu seçimlere bağımsız aday olarak katılıyorum. Bağımsızım. Ama tarafsız değilim.
Yolum işçi sınıfının devrimci yoludur.
İşçi sınıfının örgütlü gücünün gösterdiği yoldur.

Türkiye’de ve Dünya’da sosyalizmin zaferi için savaşsız sömürüsüz sınıfsız bir dünya kurulması için savaşım veriyorum.

Seçim çalışmalarını bu savaşımın bir parçası olarak görüyorum. Seçim çalışmalarını işçi sınıfının siyasi hareketini güçlendirmek, bağımsız programını devrimci çıkış yolunu geniş yığınlara duyurmak, onun yığınlar içindeki etkinliğini ve örgütlülüğünü artırmakta,

* İşçi sınıfının birliğini, ulusal demokratik güçlerin eylem birliğini güçlendirmekte,
* Gerici faşist güçleri geriletmekte,
* Genel olarak emperyalizme, tekellere, faşizme, şovenizme karşı savaşımı, özel olarak da yoğun toplu sözleşmeler döneminde işçi sınıfının savaşımını güçlendirmekte,
* Parlamenter savaşımı, yığın savaşımına bağlamakta araç olarak görüyorum.

Eğer seçilirsem, savaşımımı parlamento içinde de yürüteceğim.
Parlamentoda işçi sınıfının, emekçilerin, halkımızın ve emekçi kadın hareketini sesi, gözü, kulağı olmaya çalışacağım.”

bakiyeilan

(Cumhuriyet, Yeşil Gazete)

Özgecan’ın cenazesini kadınlar kaldırdı

özgecanMersin’in Tarsus ilçesinde tecavüz edilerek katledilen üniversite öğrencisi Özgecan Aslan’ın cenazesi bugün son yolculuğuna uğurlandı.

Tarsus’ta bir derede cansız bedeni bıçaklanmış ve yakılmış olarak bulunan Çağ Üniversitesi Psikoloji Bölümü 1.sınıf öğrencisi 20 yaşındaki Aslan, öğle namazına müteakip Mersin Şehir Mezarlığı’nda defnedildi.

Aslan’ın cenazesi Adana Adli Tıp Kurumu’nda yapılan ön otopside Özge’nin önce tecavüze uğradığı ardından delillerin ortadan kaldırılması amacıyla yakıldığı ortaya çıktı.

Sabah saatlerinden itibaren arkadaşları, akrabaları ve kadın cinayetlerine karşı öfke duyan binlerce kişi Özge’nin evine akın etti. Mersin Akdeniz Belediye Başkanı Yüksel Mutlu, HDP Mersin İl Örgütü üyeleri ve kadın örgütlerinden çok sayıda kişi Özge’nin ailesinin acısını paylaştı, öfkelerini dile getirdi.

AİLE ERKEKLERİN SAF TUTMASINI İSTEMEDİ

Büyük bir acı yaşayan aile, kadın cinayetlerinin sona ermesi için ne yapılması gerekiyorsa yapılmasını istedi. Aile, Özge’nin katliamının son olmasını, başka kadınların aynı acıyı yaşamamasını istedi. Cenaze töreni sırasında erkeklerin saf tutmasını istemeyen aile, gösterilen dayanışmaya teşekkür etti ve kadınların cenazeyi taşımasını istedi.

Helallik alınırken hocanın “katiller islah edilsin” diye konuşmasına kadınlar tepki gösterdi. “Katillerin islah edilmesini istemiyoruz” diyen kadınlar “Kendi adaletimizi kendimiz arayacağız” tepkisinde bulundu.

ETHA

Hepimiz her gün Özgecan’ız işte…- Özge Işıkçı

14 Şubat’ın ilk saatlerini sinir, öfke ve nefret içinde uyku tutmayarak “kutladım”. Sevgiliden gelecek hediyeyi değil, Özgecan’ı düşündüm. Onun evine gitmek üzere bindiği minibüste tecavüzcü bir katille yalnız kalışını, yaşadığı ilk gerilimi, çaresizliğini. Minibüsün evinin yoluna değil başka bir yola saptığı ilk an kalbini ağzında hissedişini. Belki yalvarışını. “Tekrar evimde olabilecek miyim, bir mucize olacak mı, biri bana yardım edecek mi, kurtulacak mıyım?” diye son ana kadar umuşunu. Bütün konuşulmuş olabilecekleri, bütün düşünülmüş olabilecekleri… Gözlerimde, kalbimde ve tüm bedenimde aynı korkuyu, çaresizliği, yardım umudunu duyumsayarak.

Özgecan’ın 20 yaşında, sadece evine gitmek isteyen masum gencecik bir kadın oluşu, öfkemizi onun yerinde olması çok mümkün başka bir kadını hikayenin kurbanı olarak düşünsek arttırır mı? Kurbana üzülmek için kriterleriniz değişebilir, ama katile duyacağımız öfke ve nefreti değiştirmemeli. Çünkü hiçbir bahanesi olmadan, her kadın Özgecan’ın yerini alabilir; aldı; korkarak söylemek mümkün ki alacak.

Minibüste kalan son kişi olmanın yaşattığı gerginliği biliyorum. Gözlerimizi bir kere bile şoför koltuğundaki erkekle kesiştirmemek için camdan dışarıya endişeyle bakarken, kulağımızdaki kulaklığın sesini yükseltip “Bitsin şu yol” diye beklerken hepimiz her gün Özgecan’ız işte.
ozgecanAslan
On sene kadar önce bir arkadaşımla son otobüsü kaçırmış, öğrencisi olduğumuz fakültenin kampüsünde sabahlamaya karar vermiştik. Kızılay’dan Cebeciye kadar yürüdüğümüz yol boyunca istisnasız tacize maruz kalmıştık. Kurtuluş Parkı’ndan geçerken bir tanesi, boyu olayın gidişatına asla etki etmeyecek olan eteğimin altından ellerini sokarak taciz ettiğinde, tek silahım küçüklüğümden beri inanılmaz desibellere ulaşabilen avazım olmuştu. Velhasıl, tacizci yolun karşısına doğru kendini atarak bize dönüp kıs kıs gülmeye başladı. İşte o an fark ettim ki, niyeti bir kadının teşhir ettiği bir şeyin üzerine tahrik olmasıyla yaşamak istediği herhangi berbat bir şey değildi, niyeti bir kadına o berbat anı yaşatmak ve ardından verdiği rahatsızlığın keyfiyle kıs kıs gülmekti. Bu ikinci andı yaşamak istediği. Sabaha kadar rezalet ellerini hissetmeye devam edecektim. Yolun devamında yanımızdan yürüyüp bize aldırmadan geçip giden iki adamın arkasından “Siz ne mübarek insanlarsınız!” diye seslenmek isteyecek kadar çok tacize uğramıştık. Bir-iki sapkın değildi yani taciz eden. Ne o gün o saatte o adamları tacizci kılan, ne Özgecan’ı öldüren üç ayrı adamı o an o iğrenç eyleme iten, ne küçük yaşta bir kıza sırayla tecavüz eden bir köy dolusu erkeğin “bahanesi” olan ortak nokta, akıl almayacak bir tesadüf eseri sapkınlık, hastalık falan olabilir. Ortak nokta, sadece erkek olmalarıdır.

Özgecan’a dair haber ve paylaşım altlarındaki yorumları okurken bir kez daha canım yandı. Yaşanan olayın acısı içini kavuran pek çok insan, yine ana avrat küfürlere, Özgecan’ın yaşadığı tecavüzün aynısının katillere yaşatılması hayaline sarılmıştı. Öfkeyi anlıyorum, ancak Özgecan’ı katleden bu erkeklik algısının ta kendisi. Cinsellik ile cezalandırmayı, tehdidi, öfkeyi, tahrik olunca saldırmayı kendine hak gören o şey, erkek egemen zihniyetten başka bir şey değil, başka yerde boşuna aramayın o yüzden. Bahaneleriniz farklı, ama yönteminiz aynı. Bu yöntem, bu araç var olduğu sürece, kadınlar sırayla tacize, tecavüze, katliamlara maruz kalacak. Erkeklerin bir kısmı aynı araçla başka erkekleri cezalandırmak isterken, bazı erkekler de kadınlara tecavüz etmeye devam edecek. Ve biz hangi erkeğin ne olduğunu, hangisinin sokakta da fail, hangisinin “sadece” evinde karısının kızının karşısında fail olduğunu bilmeden hepinizden korkmaya, kaygı içinde yaşamaya ve egemenliğinize kurban edilerek ölmeye devam edeceğiz.

Bunun örneğine yine dün Özgecan’ın katledilişinden haberdar olmadan hemen önce bir TV dizisinde denk geldim. Dizinin adını da vereyim “Asla Vazgeçmem”. İki adam, bir kadına ıssız bir yerde tecavüze yeltenirken; kadını kurtaran başka bir adam, kadın kendisinden uzak durmasını isterken onu zorla, ite kaka arabasına bindirip ıssız yerden kurtarıyor. “Ne yapsaydı, bıraksa mıydı o ıssız yolda kadıncağızı?” demeyin, zorla, gerekirse şiddet kullanarak, yine aynı erkekliğin yöntemleriyle kadını kurtarma görevini yerine getirmesi için o sahneyi yazan senaristin göstermeye çalıştığı şey bu söylediğimden başkası değil. O sahne o kadını zorla kurtaracak, muktedir olan erkekliği kutsamak için yazılıyor. Dizinin ilerleyen dakikalarında bu ikinci “yiğit” erkek, kendi oğlundan söz vermesini isterken “Erkek sözü ver.” diyor; çünkü tutulacak sözlerin gücü erkekliğin bir takım niteliklerinden mütevellittir. Senaristimizin hangi batakta olduğu çok açık değil mi?

Bu sene bugünü, 14 Şubat’ı, Özgecan’a yapılanı unutmadan geçirin. Bu sene sizin heteronormatif ilişkilerinizin dışında kalan başka kadınlar, erkekler ve trans bireylerin hikayelerine bir kere kulak verin. Erkek egemen ve homofobik zihniyetin katlettiği trans bireylerin acısını da Özgecan’ın acısına ekleyin ki dönüp öfkeleneceğiniz failin aynı olduğunu göreceksiniz. Bu ricam “Sevgilinize tek taş alın.” diyen reklamların hitap ettiği kitleye yani erkekleredir. Biz sizden hediye falan istemiyoruz. O tek taşı parmağımıza geçirip huzurla, endişesiz çıkabileceğimiz bir sokak yok. Hediye edeceğiniz kıyafetleri üzerimize geçirdiğimizde birilerini “tahrik etmek” suçlamasından kurtulamıyoruz. Alacağınız hiçbir hediye bizi mutlu etmeyecek, para verip alacağınız hiçbir hediye bizi aşkı doya doya yaşayacak kadar özgür kılmayacak. Öyleyse, bu sene bize bambaşka bir hediye verin, bu sene sevdiğiniz kadın için içinizdeki erkeği öldürün.

 

Özge Işıkçı – Kaos.gl

Özgecan’ı öldürdüler – Ümit Kıvanç

Şu yüze bakınca ne görüyorsunuz? Gençliğin o biraz da -olması gerektiği gibi- mesnetsiz, uçsuz bucaksız kendine güveni. “Bekleyin beni, geliyorum!” havası. Takınılmaya çalışılan o hafif mesafeli, ne yaptığını bilir edâyı, zincirlerinden boşanıverip anında dağıtabilecek bir saklı muziplik ve hoplayıp zıplama güdüsü. Hayatın bir anda, korkunç bir şekilde bitebileceğine dair bir ihtimal görüyor musunuz bu bakışlarda? Yok. Ne görüyorsunuz? Ben, tek kelimeyle toparlarsak, gelecek görüyorum; uzun, upuzun bir geleceğe bakıyor Özgecan. Aksini niye düşünsün? Sorunlar, okullar gibidir gençler için; birşeyler yaparsın, halledemiyorsan etrafından dolanırsın, çözülmezlerse aşılırlar. Ucu bucağı olmayan o yola bakıyor Özgecan. O kadar gençken hangi yolun sonu niye gözüksün? O kadar gençken nasıl kavrasın, burası neresidir…

Özgecan Aslan yirmi yaşındaydı. Tarsus’ta, Çağ Üniversitesi’nin Psikoloji Bölümü’nde okuyordu. 11 Şubat 2015 günü her zamanki gibi okuldan çıktı, bir arkadaşıyla, muhtemelen her zaman yaptıkları gibi, bir alışveriş merkezinde dolaştı, sonra, yine hep yaptığı gibi, Tarsus-Mersin minibüsüne bindi. Evine gitmek üzere. Gidemedi. İkisi baba-oğul, öteki oğlanın arkadaşı üç erkek, Özgecan’ı bıçaklayarak öldürdüler, sonra yaktılar ve dereye attılar. Bütün haberlerde bu korkunç işi niye yaptıklarına dair laf edilmeyişinden anlıyoruz ki, korkunç bir tecavüz ve cinayetle karşı karşıyayız.

ozgecanAslan
Kadınlara karşı şiddet hem dozca artıyor hem yaygınlaşıyor. Bunda hem kadınların bütün engellere rağmen toplumsal hayatta giderek daha etkin oluşuna karşı erkeklerin vahşice tepkilerinin rolü var hem de son yıllarda özellikle “açık” kadınlara karşı nefreti körükleyen söylemlerin yaygınlaşmasının. Kadınların etkinliğine karşı özel nefret besledikleri her hallerinden belli olan siyasetçilerin, yöneticilerin tavırlarının saldırganları yüreklendirdiği açık.

Buna karşılık, Türkiye Cumhuriyeti’nde, kadınlara karşı işlenen suçlarda polis ve yargı sisteminin meseleye hemen her zaman daha baştan kadınlar aleyhine müdahale ettiği, saldırganları koruduğu, kolladığı, sokağın ortasında bir kadının onlarca defa bıçaklanışını polislerin izlediği, dayak yiyen, işkence gören kadını bunu yapan kocasının yanına geri gönderdiği, şiddet yüzünden boşanmak isteyen kadına her türlü müşkülatı çıkardığı da unutulmamalı. Esas vahimi, tecavüzcülerin uzun yıllar boyunca yararlandığı indirimler listelense, aklı başında her insanı çıldırtabilecek ayrıntılar dökülür önümüze. (Yazının sonuna bir kaba liste ekledim.)

(Ara not: Twitter’da bu son faslı hatırlattığım için, “bugünün eleştirilmesini önlemek”le, “AKP’yi savunmak”la, “ukalâlık”la, “bilgiçlik”le suçlandım. Şahsen, bu meselenin son dönemdeki artırıcı, derinleştirici etkenlerle -birtakım siyasetçilerin münasebetsizlikleriyle, nefret yaymalarıyla- sınırlı olarak ele alınmasının problemi çözeceğine inanmıyorum. Onun başlıbaşına -daha küçük- bir sorun ve mücadele konusu olduğuna inanıyorum. Öte yandan, Özgecan’ın başına gelen dahil, her türlü durumda bugünün yöneticileri elbette doğrudan sorumludur, bunu belirtmeye bile gerek görmüyorum. Şunu ise eklemek lazım: Geceyarısı olmuştu, hâlâ herhangi bir yönetici, kaymakam, vali veya siyasetçi, ilçe başkanı, il başkanı, parlamenter, şu bu, iktidarı temsil eden tek bir kimse bu hunharca cinayete dair tek söz etmemişti. “Üzüldüm” diyeni bile duymadık.)

Sona, 13 Şubat gecesi Twitter’da çok dolaşan bir tweet’ler serisini ekleyeyim. @miailayda tarafından derlenmiş döküm, “Türkiye nedir?” sorusunun cevapları arasında seçkin yerini alıyor:

“Kadın programında, “babam bana tecavüz etti” diyen kızını öldürüp, “babasını kamuoyunda mahcup etti” indirimi alan var.
Eşini katledip, “kot giyiyordu, piercing takıyordu, çantasında doğum kontrol hapı buldum” indirimi alan var.
Tanımadığı birine saati soran eşini delik deşik ederek öldürüp “cilve yaptı” indirimi alan var.
Tecavüz edip, hamile bırakan, sonra da “zaten bakire değildi” indirimi alan var.
Ormanda saldıran, döve döve çırılçıplak soyan, ancak, astım trizi geçirerek bayılıp yakalanınca, “isteseydim yapabilirdim” indirimi alan var.
Üvey kızına tecavüz edip, “kızın ruh sağlığı bozulmadı raporu”yla indirim alan var.
Tecavüzünü kameraya kaydeden sapık “eski sevgilisiymiş” indirimi aldı. Tecavüzde bağırmıyorsa, rıza göstermiş sayılır indiriminden fayralanan var.
Tecavüz ederken suçüstü yakalanan adam, henüz tecavüz gerçekleşmediği için “yarım kaldı” indirimi aldı bu memlekette.”

Ümit Kıvanç – riyatabirleri.org