Ana Sayfa Blog Sayfa 3741

İnsan hakları alanındaki üç kadın aktiviste, “İdam cezası” talebini sorduk

Mersin’in Tarsus ilçesinde Çağ Üniversitesi’ndeki kampüsünden Mersin’deki evine gitmek isterken yolcu minibüsü şoförü tarafından kaçırılıp vahşi bir cinayete kurban giden Özgecan Aslan’ın katili ile ona yardım eden babası ve arkadaşına verilecek cezanın idam olması üzerinden bir tartışma devam ediyor son günlerde.

İnsan Hakları aktivistleri’nin itidal çağrıları ise bu hınç kasırgasının arasında nerdeyse görünmez kalıyor. Yeşil Gazete olarak insan hakları alanında çalışmalar yapan, kadına karşı erkek şiddetini önleme mücadelesinin en ön saflarında mücadele üç kadına bu konudaki düşüncelerini sorduk.

Şebnem Korur Fincancı, Sevil Turan ve Sennur Baybuga idam cezasının bir çözüm olmadığı konusunda hemfikir
Şebnem Korur Fincancı, Sevil Turan ve Sennur Baybuga idam cezasının bir çözüm olmadığı konusunda hemfikir

Türkiye İnsan Hakları Vakfı Genel Başkanı Şebnem Korur Fincancı, Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi eş sözcüsü Sevil Turan ve insan hakları aktivisti avukat Sennur Baybuga‘ya, “Sosyal medyada yayılan ve katillerin idam edilmesini isteyen çok sayıda mesajın ardından Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekçi de “Özgecan Aslan gibi insanlığın katledildiği cinayetler için idam cezasını getirmeyi, hassasiyetle tartışmamız ve getirmemiz gerekiyor” şeklinde bir beyanat verdi. Öte yandan kadınlara yönelik şiddet, tecavüz ve cinayetlerin idam cezasının geri getirilmesi için kullanılması ayrı bir tehlike olarak görülüyor. Siz idam cezasının geri getirilmesine yönelik bu tür öneriler konusunda ne düşünüyorsunuz?” sorusunu yönelttik.

İşte üç kadın aktivistin “idam cezasının geri getirilmesi” talebi hakkındaki görüşleri;

“İdam cezası ortaçağdan kalma bir uygulamadır”

Şebnem Korur Fincancı – Türkiye İnsan Hakları Vakfı Genel Başkanı

Şebnem Korur Fincancı
Şebnem Korur Fincancı

“Evrensel’deki son köşe yazımda buna değindim aslında, bir de tabii 2 yıl önce yazdığım bir yazım “Öldürme Yetkisi” başlıklı bir yazım var.

İdam cezası ortaçağ zihniyetinin kısasa kısas uygulamasıdır. İntikam almaya dayanır ve bireysel olarak bu tür duygulanımlar olsa dahi toplumların intikam alma güdüsü olamaz, olmamalıdır çünkü intikam almaya başlandığında kimlerin o intikama kurban edileceğini denetleyemezsiniz.”

Şebnem Korur Fincancı’nın son yazısından bir bölüm alıntılıyoruz:

“Kadın katliamları aralıksız sürerken, bizleri topluca kaynama noktasına getiren son vahşet ardından idam cezasına özlemin tutkuyla dile getirilmesi bu yazıyı yeniden aklıma düşürdü. Avukatların savunmayı reddetmesi, gözaltı giriş ve çıkış muayenelerini yapacak meslektaşlarımın nasıl bir tutum alacaklarını düşünmeme yol açtı. Zaten yaşanan infialin idamın yanı sıra bir diğer yansıması da, hangi işkence yöntemlerinin kullanılabileceğine ilişkin yöntemler ve tecavüzcülere geçmişte verilen cezaların ballandırılarak paylaşıldığı sosyal mecralardaki dehşet görüntüleriydi.

Aradan geçen yarım yüzyıllık sürede insan haklarının korunması adına pek çok gelişme yaşanmış olsa da, toplumda hak bilincinin oluşmasının aynı hızla ilerlediğini söylemek zor. Haktan dem vurulduğunda, önemli ölçüde bireyin kendisi ile sınırlı bir hak algısından söz edilebilir. Öfkesini dile getirmek için toplanan kadınların yolu kapatmasını kendisine yönelik bir hak ihlali olarak değerlendiren erkeğin aracından çıkıp kadınların üzerine yürümesinde olduğu gibi… ‘Benzerleri’ için hak talebiyle 800 yıl önce yazılan Magna Carta Libertatum düzeyinde olsa olsa. Oysa insan hakları belgelerinin en önemli özelliği bireysel olarak başa çıkmakta zorlanacağımız koşullarda da tüm insanlık için ayrımsız hakların güvence altına alınmasıdır. Örneğin bu dehşet verici durumda dahi kim olduğundan ve ne yaptığından bağımsız olarak, istisnasız işkence yasağı, intikam güdüsünü dışlayan adil yargılanma hakkı ve dolayısıyla bir avukattan yardım alma olanağının sağlanması olmalıdır.

Kaynama noktasına ulaşıldığında insanlık adına yüzlerce yıl içinde geliştirilen değerlendirme mekanizmaları işlemezse, sıkıştırılmış bir ortamda patlamanın kimlere zarar verebileceği yarım yüzyıl önceki yazıda gizlidir. Tam da o nedenle en zor durumlarda dahi ‘öteki’nin hakkını koşulsuz talep etmek zorundayız. Sonuçları değil, sebepleri tartışmadan çözüm üretebilmek olanaklı değil. Bu topraklarda yaşanan şiddetin, tüm dünyada yükselen şiddet ivmesinin vahşi kapitalizmle ilişkisini kurmadan, ataerkil kısır döngüyü kırmadan yol alamayız. İnsanlık adına kazanımlarımızı da feda ederek, hiç olmaz!”

“İdam cezası yerine kadına yönelik şiddetin kökenlerine inilmeli”

Sevil Turan (Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi eş sözcüsü)

“Toplumda büyük travma yaratan vakalarda, sorunun özüne dokunmayan ve yeni mağduriyet alanları yaratacak öneriler çözüm olarak gündeme getiriliyor.

Sevil Turan
Sevil Turan

İdam da bu yaklaşımın bir parçası. İdam cezası, kökleşmiş ve günlük hayatta sürekli karşılaşılan kadına yönelik ayrımcılık ve şiddet sorununu çözemez.

Sorunun kökenleri derinde; kadına yönelik ayrımcılık ve cinsiyetçi yaklaşım, eğitim politikalarından kültürel hayata, ekonomi ve istihdam politikalarına kadar toplumsal yaşamın bütününde hakim. Kadınlar, bu yaklaşımndan kaynaklanan taciz, tecavüz, şiddet tehdidi ile baş başa.

Özgecan’ın katlinde olduğu gibi toplumda infial yaratan benzer olaylara idam cezası verilse bile yaşamın diğer alanında kadının karşılaştığı ayrımcı uygulamalar ve şiddetle yani sistematikleşen suçlarla nasıl başa çıkılacak?

Verilen cezanın caydırıcı ve onarıcı olması gerekli . İdamdan önce yasada tanımlanan cezaların uygulanması gerekiyor. Şimdiye kadar yaşanan vakalarda, kadını mağdurluktan suçluluğa taşıyan bakış açısı, işlenen suçları tahrik indirimleri ve cezasızlıkla sonuçlandırdı.

Bu nedenle, ölüm korkusu ile şiddeti önlemeye çalışmak yerine mevcut yasaların etkin uygulanması ve kadının toplumda eşitliğini sağlayacak köklü bir reformun yapılması gerekiyor. En başta devletin kendisinde hakim olan cinsiyetçi yaklaşımın, ayrımcı uygulama ve politikaların değiştirilmesi zorunlu.

Diğer yandan, kadın özgürlük mücadelesi insan haklarının ayrılmaz bir parçasıdır. Kadın hakları mücadelesi yürütürken sadece sonuca odaklanan idam cezası gibi insan haklarına aykırı ilkel bir uygulamanın kabul edilmesi mümkün değil.”

“İdamın dile getirilmesi bile utanç verici”

Sennur Baybuga – Avukat

“Özgecan Aslan’ın canavarca hisle öldürülmesi olayı ile ilgili olarak yaralanan ülke vicdanı,tekrar kendini tamir etmek için, kadına yönelik son yıllarda artarak devam eden şiddetin köklerini araştırmak yerine suçlu olarak tespit ettikleri olayın görünen faillerinin en ağır cezaya çarptırılması talepleri üzerinden yine ve aslında sosyolojik bir yara alan olayın kıyısından dolanma yolunu seçmiş bulunuyorlar.

Sennur Baybuga
Sennur Baybuga

Faiilerin en ağır cezaya çarptırılması talebi siyasi iktidar tarafından da –yargı bağımsızlığı yine yokmuş gibi davranılarak ama bu sefer toplmsal kabulle- dile getiriliyor. Ceza yasasındaki hapis cezası ile yetinmeyen toplumdan idam cezasının geri getirilmesine ilişkin talepler de yükselmeye başlandı.

İdam cezası 1999 yılında uzun yıllar süren siyasi-hukuki mücadele sonunda kaldırılmış ilkel bir cezalandırma biçimidir. Kamu adına devlete insan öldürme hakkı veren bu cezanın gerek suçların önlenmesinde ve gerek kamu vicdanın rahatlamasında aslında hiç de umulan faydayı sağlamadığı dünyada türlü deneyimlerle ortaya çıkmıştır. Bunun denenecek bir yanı yoktur. İdam cezası uygulanan fiillerin işlenmesinde bu ceza tipinin bir azalmaya yol açmadığı tüm dünyadan edinilmiş deneyim ve istatistiklerle sabittir. Kaldı ki tüm toplumun nefretini çeken bir suçu ya da olayı fırsat bilerek bu cezanın tekrar tartışmaya açılmasının çok tehlikeli olduğunu da görmek gerekir.

Bir kez daha bu ceza tipine evet diyen bir toplum çoğunluğunun zaten yargısı problemli ve tarafsız olmaya başaramamış bir ülkede yol açacağı sakıncaların bilinmesi gerekir. TC tarihi adlilerden çok siyasi hükümlülerin acımasızca idam edildiği skandal mahkeme kararlarından oluşmaktadır. Bu anlamda bu tehlikeli zeminden biran önce uzaklaşmak gerekir.

Konuyu yaşama hakkı bağlamında değerlendirmeye gerek bile duymuyorum.Modern bir hukuk devletinde artık kimsenin kendi adına insan öldürülmesini savunmaması gerekir. Bunun dile getirilmesi bile utanç vericidir. Esas olarak faile bu olayda en ağır cezanın mümkünse idamın verilmesi talebinin başta da söylediğim gibi problemi kişiselleştirerek asıl nedenlerden uzaklaşmaktan başka bir anlamının da olmadığını düşünüyorum. Kadına yönelik şiddetin derecesi ne olursa olsun ciddi bir biçimde mücadele edilmesi gereken sosyal bir sorun olduğunu ceza hukukunu alanına girsin ya da girmesin bu sorundan bu şekilde kaçmanın hastalıklı olduğunu düşünüyorum.”

(Yeşil Gazete)

 

Yeni Yaşam için LGBTİ çalıştayı

lgbti-660x330HDP, LGBTİ politikalarını konuşmak üzere 21 Şubat’ta Alkoçlar Otel’de “Yeni Yaşam için LGBTİ Çalıştayı” düzenliyor.

Halkların Demokratik Partisi (HDP) 21 Şubat Cumartesi günü 1 Şubat’ta Alkoçlar Otel’de “Yeni Yaşam için LGBTİ Çalıştayı” düzenliyor.

Türkiye’de ilk kez bir siyasî partinin düzenlediği LGBTİ çalıştayı olma özelliği taşıyan “Yeni Yaşam için LGBTİ Çalıştayı”na HDP Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ da katılacak.

Çalıştay katılımcıları arasında eş başkan yardımcıları ve MYK üyelerinin yanı sıra Mersin Akdeniz Belediyesi Eş Başkanı Yüksel Mutlu da yer alıyor.

HDP MYK Üyesi Cihan Erdal’ın açılış konuşmasıyla başlayacak çalıştayda üç ana başlıkta sunumlar yer alacak, tartışma yürütülecek.

“Eşit Yurttaşlık Nasıl Mümkün?” başlıklı ilk oturumda SPoD LGBTİ Yönetim Kurulu Başkanı Volkan Yılmaz’ın moderatörlüğünde HDP PM üyesi Mehmet Tarhan sunum yapacak. HDP Eş Genel Başkan Yardımcısı Av. Meral Danış Beştaş ise tartışmacı olarak yer alacak.

İlk oturumun ardından HDP Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ partisinin LGBTİ politikası ve “Yeni Yaşam”a ilişkin bir konuşma yapacak. Ardından başlayacak oturumda ise HDP İstanbul İl Başkanı Ayşe Erdem’in moderasyonuyla Kaos GL’den Gazeteci ve HDK LGBTİ Komisyonu Üyesi Yıldız Tar ve HDP Eş Genel Başkan Yardımcısı Yurdusev Özsökmenler sosyal politikaları tartışacak.

Çalıştayın son oturumunda ise Bianet’ten Gazeteci Çiçek Tahaoğlu’nun moderasyonuyla “Yeni Yaşamda LGBTİ’ler” tartışılacak. Bu oturumda HDK LGBTİ Komisyonu’ndan Ahmet Yılmaz ve Akdeniz Belediyesi Eş Başkanı Yüksel Mutlu yer alacak.

Program:

10.30 – Açılış Konuşması: Cihan Erdal (HDP MYK Üyesi)

11.00 – 12.30  Oturum I: Eşit Yurttaşlık Nasıl Mümkün?

Moderatör: Volkan Yılmaz (SPoD Yönetim Kurulu Başkanı)

Sunum: Mehmet Tarhan (HDP PM Üyesi)

Tartışmacı: Meral Danış Beştaş (HDP Eş Genel Başkan Yardımcısı, Avukat)

13.15 – HDP Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ’ın Konuşması

13.30 – 15.15  Oturum II: Sosyal Politikalar

Moderatör:  Ayşe Erdem (HDP İstanbul İl Eş Başkanı)

Sunum: Yıldız Tar (HDK LGBTİ Komisyonu Üyesi, Gazeteci, Kaos GL)

Tartışmacı: Yurdusev Özsökmenler (HDP Eş Genel Başkan Yardımcısı)

15.30 – 17.15 Oturum III: Yeni Yaşamda LGBTİ’ler

Moderatör: Çiçek Tahaoğlu (Gazeteci, Bianet)

Sunum: Ahmet Yılmaz (HDK LGBTİ Komisyonu Üyesi)

Tartışmacı: Yüksel Mutlu (Akdeniz Belediyesi Eş Başkanı)

Yeşil Gazete

 

Özgecan bize neler gösterdi?

Artık Özgecan’ın gülen gözleri akıllarımıza kalıcı olarak kazındı. Ceylan Önkol’un delici bakışlara sahip küçücük gözlerinin, Berkin Elvan’ın kapkara gözlerinin yanında Özgecan da gülen gözleriyle bir arada yıllar boyunca tüm vicdan sahiplerini rahatsız etmeye devam edecek.Özgecan Berkin Ceylan

Özgecan’ın ardından oluşan matem havası Ceylan’ın ve Berkin’in matemlerine hiç benzemiyor. Ceylan öldürüldüğünde sessiz kalanlar Berkin’in cenazesine katılmıştı. Berkin’in cenazesine gelmeyenler de şimdi Özgecan için ayakta. Öfke daha yaygın, öfke daha görünür halde. Özgecan’ın katlinin Ceylan’ın ve Berkin’in öldürülmelerinden başka bir şey olduğunu hemen hissedebiliyoruz.

Ceylan 14 yaşındaydı ama Kürttü. Berkin henüz 15’indeydi ama cebinde bilyeler vardı. Oysa Özgecan siyaset dışıydı, üstelik güzeldi, masumdu ve üstelik üniversite öğrencisiydi.

Ceylan faili meçhul bir el tarafından ateşlenen bir havan mermisi tarafından öldürüldü, Berkin’i öldüren destan yazmak üzere görevlendirilmiş bir devlet memuruydu; Özgecan’ı katleden ise cisimleşmiş bir şeytani yaratık.

Özgecan’ın ardından ulusça gözyaşı döküyoruz. Ceylan’ın ölümüne kayıtsız kalan, Berkin’in ailesini yuhalatan devlet ricali bile üzüntülerini göstermek için taziye sırasına girdiler. Özgecan’ın ardından dökülen gözyaşlarının samimiyetinden kuşku duymamıza sebep yok ama bu üzüntü resmi geçidine yakından bakınca Türkiye’nin hastalıklı ruh halini bir çok yönüyle yakından görebiliyoruz.

**

Özgecan’ın arkasından en sık dile getirilen yönü masumiyeti oldu. Cinayetin ardından Kemal Kılıçdaroğlu “tertemiz bir yavrumuzdu “ dedi, Sümeyye Erdoğan ise “çok asil, çok akıllı insanlar” diyerek üzüntülerini dile getirdi. Bahçeli de Özgecan’ın ölümü hak etmediğine dair benzer sözler söylemiştir.

Özgecan’ın güzelliğinin ve masumiyetinin sürekli vurgulanması güzel ve masum olmayanlara yapılan saldırıları meşru göstermek anlamına gelmez mi?

Okuldan çıkıp kendi halinde evine giden bir üniversite öğrencisine yapılan saldırı, örneğin bardan çıkmış bir kadına yapılmış olsaydı tepkiler bu denli yaygın ve içten olur muydu?

Hafif yollu kadınlara, mini eteklilere, ağır makyajlılara, yalnız yaşayanlara, kocasından boşanmaya çalışanlara, orospulara, translara uygulanabilecek yazılmamış bir şiddet tarifesi mi var? Nitekim her gün yüzlerce kadın sonu bu denli hunharca olmasa da tacizlerin kurbanı oluyor. Sonu cinayete varmayan tacizler toplumca görmezden geliniyor ve daha kötüsü haklı bulunabiliyor. Kocasından kurtulmaya çalışan kadınların, orospuların ve transların yaşama hakkı ise mahkeme kararlarında bile şüpheli.

**

Özgecan’ın katil zanlısı kısa sürede yakalandı. Mahkeme kararını bile beklemeden toplum olarak zanlının yara izli yüzünü gördük, madde bağımlılığını öğrendik, önceki sabıkalarını duyduk, sapıklığına inandık, suçluluğunu peşinen kabul ettik, hüküm verdik.

Toplum bir günah keçisi arıyordu, çok fazla aramaya gerek kalmadı ve bulundu. Tüm suçun bir kişi tarafından üstlenilmesi ve cezasının verilmesi sayesinde toplumca eski normal hayatımıza dönebilecektik. Katilin giderek şeytanlaştırılması ve karikatürize edilmesi yoluyla bizlerden farklı bir suçlu prototipi çizildi. Böylelikle yanı başımızdaki kimisi aile bireyimiz , kimisi mesai arkadaşımız, kimisi komşumuz olabilecek diğerleri hakkında düşünme ve şüphe duyma ihtimalimizi ortadan kaldıracaktık; yani suçlu gidecek, olay bitecekti.

Bir suçludan kurtulmanın en kestirme yolu olarak idam cezaları yeniden gündemimize getirilmeye çalışılıyor. İdam sehpalarında toplumun geri kalanını aklamamız, bütün günahlarından arındırmamız bekleniyor.

Rakel Dink beyinlerimizde hala yankılanan konuşmasında bir bebekten katil yaratan karanlığa işaret etmişti. Şimdi bizim de katillere ne ceza vereceğimizi tartışmak yerine bebeklerden sapık yaratan, erkeklerin her zaman güçlü ve görünür olduğu ortamı aydınlatmaya çalışmamız gerekmez mi?

**

İnsan hakları netameli bir konu. Meselenin zorluğu ve karmaşıklığı böyle olağanüstü durumlarda saklanamaz biçimde açığa çıkıyor. Özgecan’ın katillerine uygun görülen muamele, kullanılan dil insan haklarının topluma mal olma derecesini gözler önüne seriyor. Toplumda egemen olan infiale teslim olmadan insan haklarının evrensel ilkelerine sıkı sıkıya sarılmaktan başka yol görünmüyor. Bu anlamda en yetkili ağızlardan çıkan kolunu kesmekten, idama kadar bir yığın ceza önerisi, suçlunun savunma hakkının tartışılması gibi konular insan hakları konusunda ne kadar yol almamız gerektiğini açıkça ortaya koyuyor.

Grişlerin 50 tonu…

YASAL UYARI: ŞİRİN KEDİ GÖRSELLERİ İÇERİR!

AutoStraddle.com gri kedilerin 50 tonunu incelemiş. Onlar eylemiş bize kedi kaprisi dilinden çevirisi kaldı…

19

 

Cinder Block: Yutonkla komsu kopeği daha sessiz
Greige: Gencim kum bejiyim tırmıklarım çizerim
Nimbus Cloud: Havada nimbus ama mamamı unutma
Chromium: Kromaj bakışlıyım dikkat!
Campfire Smoke: Dumanım hala tütüyor
Rocky Slope: Dağlarda vaşak kuzenim var benim
Argent: Gümüş kaşıklarla besle beni
Stratus: Stratus gibi gözüm yükseklerde
Grey Plank: Karaağaç tırnaklarıma çok iyi geliyor
Stone Partition: Taş gibiyim bi’kere hıh!

20
Cathedral Gray: Katedrallerde beslediler beni
Sage Brush: Adaçayı gibiyim mırıldadığım gibi yatıştırırım
Platinum: Platin üyeyim diyorum yatak odanıza girme hakkım var
Steel Grey: Çelik grisi bilin mi?
Pewter: Kalaylayım mı bacım?
Glaoucos: Troylu Glaukus’um ben! Bana et ve süt getirin: Köpeği de dışarı atın…
Battleship Grey: Müfreze gemisi gibidir rengim…
Evening Shadow: Su kabımı boş bırakırsan gece gündüz gölgen olurum…
Cannonball: Top güllesi oldum fırladım üstüne geliyorummm!
Thunder Sky: Havam fırtınalı pek geriliyorum

21
Pigeon Grey: Bir güvercin gördüm sanki! Kevkev! Kevkev!
Earthstone: Taşı yerinde ağartırım
Elephant Skin: Şimdi o filin mi rengi güzel benim mi? Bak tırmıklarım!
Cloudy Concrete: Harç güzeliyim
Slate: Karatahtaya cırmık atıp içini kıyıyım mı?
Silver Crest: Gümüşyaka çetesi
Pebble beach: Çakıltaşlıyım
Silvery Moon: Puslu bir gecede ay balam
Tippi Grey: Tippi Degré’nin kedisiyim bir kere ben! O mu kim? Wikile canım wikile..
Heaven: Cennet beyaz değil gridir bir kere: Dokuz canlı olan benim yahu!

22
Pale Smoke: Dumanı tüten ciğer gibi.. Mrrr
Sterling: Sadece sterlin canım.. Avro geçmiyor…
Silver Lake: Silver Lake, Los Angeles, Kaliforniya, canım. Gerisini aşçımla konuş…
Marina Grey: E: T: Mi dedin? Tavuklu mu balıklı mı?
Cobblestone Path: Arnavut kaldırımıyım aslında ama ciğeri de lezizdir…
Silver Mink: Mink kardeşlere özgürlük!
Timberwolf: Beni niye bir gri kurda benzetirler anlamam: Köpekgil ayol o!
Eaglewood Cliffs: Dağ yamaçlarından almışım rengimi
Ashland Slate: Kül grisiyim bebeşim
Hearthstone: Demek Hearthstone (Warcraft) oynuyorsun benim yerime? Geçiyorum ekranın önüne!

23
French Beret: Berem mi? Paris’ten şekerim! Beğendin mi?
Graphite: Kurşun kalem demişken, yaş mamamı listeye ekledin mi?
House Stark: Winter is coming!
Whirlpool: Böyle su girdabının göbeği gibi hani…
Carbon Copy: Bizim fotokopicinin kedisiyim
Magma: Yakarım kül ederim ülenn!
Coal: Gönlüm kömür karası
Deep Cavern: Derin mağaralara bile kaçsan bulurum seni
Forged Iron: Demir tavında iyidir
Ebony: Abanoz gibisi var mı?

(Yeşil Gazete, AutoStraddle.com)

Hak ve özgürlükler sınırlandırılarak güvenlik sağlanabilir mi? – Arif Ali Cangı

Adına “İç Güvenlik Reformu Paketi” denilen tasarı ile Polis Vazife Salahiyetleri Kanunu, Jandarma Teşkilat, Görev ve Yetkileri Kanunu, Toplantı Yürüyüşleri Kanunu, Terörle Mücadele Kanunu, Türk Ceza Kanunu, Ceza Muhakemesi Kanunu, İl İdaresi Kanunu, Emniyet Teşkilatı Kanunu ve diğer bazı kanunlarda değişikliğe gidiliyor.

Siyasi iktidar tarafından, güvenlik reformu, paket gibi sözcüklerle hoş gösterilmeye çalışsa da değişiklikler henüz yasalaşmadan gerilim yaratmaya başladı. Yasa tasarısının meclisin gündemine gelmesi bile, valilerin yasakçı uygulamalarının, kolluğun toplantı ve gösterilere ağır müdahalelerinin sıradanlaşmasına yetti.

Cumhurbaşkanı’nın, Başbakan’ın ve  hükümetin diğer üyelerinin tasarıyı destekleyen, “ne pahasına olursa olsun çıkartılacağı”na dair sözleri, muhalefetin engelleyecekleri yönündeki tepkileriyle tasarı siyasi gündemi yoğun biçimde meşgul ediyor. Paketin iki haftalık gecikmeden sonra 17 Şubat’ta Meclis Genel Kurulu’nun gündemine getirileceği söyleniyor.

Amaç gerçekten güvenlik mi?

Yasa değişikliklerinin satır başlarını ele alalım, bakalım adına “güvenlik reformu paketi” denen tasarı gerçekten güvenlik getirecek mi?

Emniyet amirinin kararı ile elbiseler çıkartılarak arama yapılabilecek;

Vali ya da Kaymakamın görevlendireceği kolluk amirinin emri ile kolluk görevlileri arama adı altında üzerinizdeki elbiseleri dahi çıkartabilecek, bu arama kararı  yirmidört saat içinde hakimin onayına sunulacak. Kolluk amirinin gerekli görmesiyle elbiselerin zorla çıkartılması, kişinin vücut bütünlüğüne doğrudan müdahaledir. Müdahale yapıldıktan sonra, hakim kararı ile kaldırsa ne değişecek ki?

Yasadışı biçimde fiili gözaltılar yasal hale getiriliyor;

Geçtiğimiz günlerde Başbakan İzmir’e geldi, SDP’liler İl Başkanları ile birlikte makul şüpheli olarak saatlerce karakolda tutuldular. Yasada bir dayanağı olmadığı için “nüfus cüzdanınız eski” gibi komik gerekçeler uydurulmaya çalışıldı. Şimdi yapılacak değişiklikle hürriyeti kısıtlayan bu tür keyfi uygulamalar yasal hale getiriliyor.

Evimize, işyerlerimize karakol kuruluyor;

Polis gerekli görürse müşteki, şüpheli ya da tanık olarak evinizde ya da işyerinizde de ifadenizi alabilecek.

Gösterilere boyalı su, molotof atmaya teşebbüs edene silahlı müdahale;

Toplamsal gösterilerde kolluk tarafından keyfi biçimde göstericilere sıkılan “boyalı su” yasaya ekleniyor. Polisin silah kullanma yetkisi genişletiliyor, molotof atmaya “teşebbüs’ edene polis doğrudan silah kullanabilecek. Zaten polis kurşunuyla öldürülen gençlerin ülkesiyiz, böyle bir yetkinin nasıl sonuçlar doğuracağını düşünebiliyor musunuz?

Hakim kararı olmadan kırk sekiz saat süreyle dinlenme;

Emniyet Genel Müdürü veya İstihbarat Dairesi Başkanının yazılı emriyle yapılan dinlemelerde yargı denetimi  yirmidört saatten kırksekiz saate çıkartılıyor. 17, 25 Aralık yolsuzluk soruşturmalarında Hakim kararıyla yapılan dinlemeleri “hükümete darbe girişimi” olarak gören siyasi iktidar, şimdi emniyeti ’emniyet’e aldığını düşünüyor olsa gerek, hakim kararı olmadan kırksekiz saat dinlemenin yolunu açıyor.

Toplantı ve gösterilerin yasaklanması genişletiliyor, cezaları artırılıyor;

Toplantılarda taş, sopa, sapan, demir bilye, havai fişek kullanılması yüzlerin bez ve benzeri unsurlarla kapatılması, örgüt üniforması kıyafetini andıran kıyafetler giyilmesi, örgüt sloganı atılması ile toplantı kanunsuz hale geliyor ve cezalar artırılıyor. Berkin Elvan cinayetini masumlaştırma için bu ülkenin başbakanı “onun da elinde  ‘bilye’ vardı” dememiş miydi? Değişiklikler yeni Berkin’lerin öldürülmesine yol açabilir.

Adli kolluk tamamıyla idareye bağlanıyor, işkenceye ortam hazırlanıyor;

Adli kollukla ilgili işlemler için vali gerekli görürse kolluk amir ve memurlarına doğrudan talimat verebilecek. İdari yönden kaymakama,valiye, İçişleri Bakanlığı’na dolayısıyla hükümete bağlı olan Adli kolluk, bu değişiklikle görev yönünden de hükümete bağlanıyor. Daha da vahimi, mülki amirlerce yetkilendirilecek kolluk amirinin talimatıyla polis yakalanan kişiyi 48 saat gözaltında tutabilecek, Cumhuriyet Savcısına bu sürenin dolmasından sonra haber verilecek. Cumhuriyet Savcısının dahi haberinin olmadığı gözaltılar bir yandan hakim kararı olmadan kişi hürriyetinin kısıtlanması, diğer yandan işkence ve kötü muamelenin soruşturma yöntemi haline gelmesine yol açacaktır.

Toplantı ve gösteri hakkı, tutuklanacak katalog suç haline getiriliyor;

Türkiye’de peşinen cezalandırma sonucunu doğuran yersiz ve hukuka aykırı tutuklamaların yasal dayanağı olan Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 100.maddesine ‘Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefet’ suçu da ekleniyor.

Valilik tebliği ile hapis cezası geliyor;

İl İdaresi Kanunu’nda yapılması düşünülen değişiklikle, toplumsal olaylar gerekçe gösterilerek Valilikler tarafından alınan tedbirlere uymayanlara hapis cezası öngörülüyor. “Suç ve cezada kanunilik” ilkesini ortadan kaldıracak bu değişiklikle zaten yasaklayıcı olan Valiler olağanüstü hal valisine dönüştürülüyor.

Satırbaşlarını ele aldığımız bu paket, doğrudan doğruya hak ve özgürlüklerin keyfi biçimde sınırlandırılması sonucunu doğuracaktır. Hak ve özgürlüklerin kullanılamadığı yerde sürekli gerilim kaçınılmazdır, böylesi bir ortamda  güvenlik de sağlanamaz. Hak ve özgürlüklerin güvencede olmadığı yerde demokrasiden, hukuk devletinden söz edilemez. Önerilen yasa değişiklikleriyle polis devletine giden yolun taşları döşeniyor.  Polis devleti uygulamalarıyla toplumsal barış sağlanamaz, Kürt meselesinin de diğer sorunların da demokratik çözümü sağlanamaz.

Ne yapacağız? Bir daha gündeme gelmemek üzere geri çekilmesi için her yerde demokratik sesi yükseltmekten başka çare yok…

Arif Ali Cangı – T24.com.tr

Birhan Keskin ve Aslı Serin’den ortak şiir: “Türkiye giderek üzücü bir habere dönüyor…”

Birhan Keskin ve Aslı Serin, www.anitsayac.com sitesine ve son yıllarda hızla artan erkek şiddetine dikkat çekmek amacıyla yazdıkları ortak şiiri yayımladı. Şiiri Özgecan Aslan’ın öldürülmesinden önce başlayan şairler, cinayetin ardından şiire nokta koydular ve 160. kilometre Edebi Şeyler Şiir Dizisi web sitesinde yayımladılar.

Birhan Keskin ve Aslı Serin
Birhan Keskin ve Aslı Serin

1986 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü’nü bitiren Birhan Keskin, ilk şiirini 1984 yılında yayımladı. 1995-98 yılları arasında arkadaşlarıyla birlikte Göçebe dergisini çıkardı. Keskin’in şiir kitapları arasında Delilirikler (İskenderiye Kütüphanesi Yayınları, 1991), Bakarsın Üzgün Dönerim (Era Yayıncılık, 1994), Cinayet Kışı + İki Mektup (Göçebe Şiir Kitapları, 1996), Yirmi Lak Tablet + Yolcunun Siyah Bavulu (YKY, 1999),Yeryüzü Halleri (YKY, 2002), Kim Bağışlayacak Beni (Toplu Şiirler) (Metis Yayınları, 2005) Ba (Metis, 2005, Altın Portakal şiir ödülü), Y’ol (Metis, 2006) ve Soğuk Kazı (Metis, 2010) bulunuyor.

Aslı Serin ise 2000’lerde şiire tematik zenginlik getiren genç şairlerden biri olarak tanınıyor. Kitaplarında Serin’in şiirleri için “ofis yaşamı, mesai sıkıntısı, patronlar, telefonlar, e-mailleşmeler, zipli dosyalar arasında bulup genişletiyor şiiri. Şiirimizin 2000’lerdeki soyuttan somuta doğru değişimine bu tavırla katılıyor.” denmiş.  Şiir kitapları Bu Benim .zip (Pan, 2007), Dans Etmesek de Olur (160. kilometre, 2012).

 

İşte Birhan Keskin ve Aslı Serin’in ortak şiiri.

 

Ölülerimizi “sık kullanılanlara” ekliyoruz.
Ölülerimize ölülerimiz ekliyoruz.
Şans eseri yazmıyorsa adımız bir sayaçta
Birhan, ben bunu hep “antisayaç” olarak okudum
Yani sayılamayan, sayılmasın hiç aman
Sahi biz kaç darbeden sonra ölülerimiz oluyoruz.

Erkek ve kadın, iki farklı hayvan.
Ve kuraldır öldürür hayvanlar âleminde güçlü olan.
Mesele bu değil, mesele başka.
Niye sevsin pembe tülleri kırmızı pancurları
Ve niye aynı evde yaşasın bir fille mesela
Aha kırılacak bir vazo birazdan.

Bir yatırımcı değiliz, tamam
Öncesinde büyük hesaplar, planlar, bütçeler filan
Ama sevmek diye bir şey var, geçelim dersen o da var
Bize çizilmiş kalın çizgiler, gerilmiş ipler var
Alnımızı kıllı elleriyle karalayanlar yetmedi komple silenler
Çaresizlik var Birhan bak:
Türkiye’nin güneyinden üzücü haberler geliyor
Türkiye’nin kuzeyinden üzücü haberler geliyor
Türkiye’nin doğusundan üzücü haberler geliyor
Türkiye’nin batısından üzücü haberler geliyor
Türkiye giderek üzücü bir habere dönüyor…

Sevmek dedin ya, aklıma Oscar Wilde’ın bir dizesi geldi bak!
“Çünkü herkes öldürür sevdiğini” diye
Ama öldüreceksek sevdiğimizi Oscar sevmek niye?
Ama bundan da önce Aslı, bundan da çok önce
Başka bir şey var, boynumuzda asılı olan.
Koy kadını bir tarafa, koy kadını bir tarafa
Koy kadını bir tarafa, var.
Âdem var ve onun kaburgası filan.
Sayaca gelirsek sayalım bir de bu yandan:
Türkiye’nin güneyinde bir adam yere çömeliyor.
Türkiye’nin kuzeyinde bir adam yere çömeliyor.
Türkiye’nin doğusunda bir adam yere çömeliyor.
Türkiye’nin batısında bir adam yere çömeliyor.
Türkiye giderek çömelen adamlara benziyor.

Onların dikliği bizim yataylığımız pornografik bir görüntü verebilir. Değil!
Çömelmek yani pişmanlık yasası, kendimde değildim içmiştim safsatası
Çömelmek: Törelerimiz böyleydi ben istemezdim filan
Çömelmek: Bana karılık yapsaydı
Çömelmek: Telefonla konuşmasaydı
Çömelmek: Boşanmasaydı
Onlar koca, onlar baba, onlar sevgili onlar devlet.
Eşitlik istediğimizi sananlar yanılıyor
Kim eşitlenmek ister hırsızlar ve katillerle Birhan!

Sana bir şey diyeyim mi Aslı?
Cinsine koduğum derdi benim dedem kendi cinsine.
Yani cinsiyete bölünmeden önce
Öyle kalsaymışız ototroflar gibi filan.
Koyuyor insana tabii. Bazılarını “İnsan” hanesinde sayarken
Belki de şöyle bir şey: Bir düştü insan bir zaman
hurafesiyle yaşıyoruz ondan arta kalan.

Kadınların kaburgadan yapıldığına
kadınları bile inandıran neydi Birhan?
Asıl mesele diyorsan buraya dönelim, şimdiye
Söyle artık başımıza bu işleri açan yine erkekler değil miydi?
Dönelim Van’da bir kadına, dönelim Mardin’de, dönelim İzmir’de
Dönelim Birhan bak geç oluyor hava kararıyor evimize dönelim
Bize bunları söyleten neydi, gülerken ağız kapatmayı, ağlarken saklanmayı
Her lafa karışmamayı, yazmamayı Birhan, çizmemeyi bize dayatan kimlerdi
Giydiğimiz etek boyuna, doğuracağımız çocuğa karar verenler kim
Kadınlar ilk sevişmesinde neden babasının yüzünü gördü
Küçücük kızlar dedesi yaşındaki adamlarla neden
Neden genelevler var neden hep bir kadın otobanda
Ütü reklamında bir kadın çıplak
Otomobil fuarında bir kadın öyle arabalar üstünde, neden
Doğum günlerimizde bize mutfak robotu hediye edenler kimlerdi
Şakağımıza silahı dayayanlar kimler, kimlerdi Birhan?

Televizyonu açtım güzel bir kış sabahı güneş öyle tepede
Sanki her şey aklanmış basbayağı tepede
Bir adam karısını eve kilitleyip sigara söndürmüş
Bir kadın Birhan bak doktorlar söylemiş, bebekle yalnız bırakmayın demiş
Haklısın neden sevsinler pembe tülleri, iki ayrı tür neden illa bir
Tamamlanmamış bir evrimin projeleriyiz belki de

Zıvanalı geçme tekniği nedir Aslı bilir misin?
Bak öğren bunu.
Çünkü bu şiir birbirine geçmiyor.
Acıyor, soğuyor, acıyor, soğuyor, acıyor, soğuyor.
Bitişmiyor. Birinin acısı öbürüne geçmiyor.
Bütün kadınlara bundan böyle başka türlü “ateşli” olmayı
“şiddetle” öneriyorum Aslı
Çıkıp iki oda bir salondan
Ateşli silahlar elimizde, Uma’nın kılıcı belimizde,
Savunma ve dövüş sanatlarında ustalıklı.
anitsayac’ta bu kadar kadın ismi yeter,
Yeter artık, yeter çıkalım zıvanadan.

 

Şairlerin şiire koydukları dipnot ise şöyle:

Biz bu şiiri yazarken, Özgecan henüz katledilmemişti. www.anitsayac.com sitesine ve son yıllarda hızla artan erkek şiddetine dikkat çekmek amaçlı böyle bir işe girişmiştik. Son bölüm Özgecan’ın vahşice katledilmesinden sonra yazıldı. Ve anladık ki artık bu şiire devam etmek başka türlü bir acizliğe dönecekti.  Çünkü yaklaşık 2 ay süren bu şiir çalışmasında hemen her gün başka bir kadın cinayetine tanık olduk. Çok üzgünüz ama yasta değiliz. Hiçbir devlet “büyüğünden” ve hiçbir saraydan adalet beklemiyoruz. “Kadınlar savaşçıdır” diyen Didem Madak’ı selamlayarak, içimizdeki yerlileri dürtüyoruz. Biliyoruz ki kadın cinayetleri politiktir. Ama unutmasınlar ki meydanlar, sokaklar bizimdir.

16 Şubat ‘2015

Birhan Keskin-Aslı Serin

(Yeşil Gazete)

Özgecan Aslan için Erzurum’da tek kişilik eylem

Mersin’de öldürüldükten sonra cesedi yakılan üniversite öğrencisi Özgecan Aslan için Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi Parti Meclisi üyesi Firdevs Korkmaz Akova, Erzurum’da eksi 13 derece soğukta çıplak ayakla yürüyerek Özgecan’ın öldürülmesini protesto etti.

14

1 kız annesi 49 yaşındaki Firdevs Korkmaz Akova, Erzurum Yakutiye ilçesi Havuzbaşı semtindeki Atatürk anıtı önünde tek kişilik eylem gerçekleştirdi. Akova, Özgecan’ın vahşice öldürülmesini kınadı. Eksi 13 derece soğukta ayakkabı ve çoraplarını çıkartan Akova, buzlu zeminde yalın ayak yürürken toplumu kadın cinayetlerine karşı duyarlı olmaya davet etti.

Akova, kadın ölümlerine, tecavüzlerine karşı yargının verdiği kararların tartışmaya açık olduğunu ve yargıya güvenin kalmadığını dile getirerek, “İçim yanıyor. 18-19 yaşındaki üniversite öğrencisi bir kız vahşice katlediliyor. Benim de kızım üniversiteye gidecek, ben de üniversite bitirdim. İdam cezası çözüm değil. İdam cezası ödül olur o katillere. Yargı sistemi başını ellerinin arasına alıp aksaklıkları gözden geçirmeli. Kamuoyu araştırmalarında herkes ne çıktığını biliyor. En az güven duyulan adalet sistemi. Ben bu tür şartlar altında nasıl yargı sistemine güvenebileceğim. Kadın cinayetleri, tecavüzleri artık son bulsun. Bizim dinimiz kadını yücelten bir din. Kadın ölümlerine, tecavüz ve cinayetlerine dur demenin zamanı geldi.” şeklinde konuştu.

(Cihan)

Özgecan’ın babası, “Katiller adaletin karşısına çıkıp cezalarını çeksinler”

Mersin’in Tarsus ilçesinde vahşice öldürülen üniversite öğrencisi Özgecan Aslan’ın babası Mehmet Aslan, “Bu vahim olayı yapan insanlara da zulmedilmesin, adaletin karşısına çıkıp cezalarını çeksinler. Allah onların analarına, babalarına da yardımcı olsun” diye konuştu.

15

TRT Çukurova Bölge Müdürü Sebahattin Kahraman’ın Özgecan Aslan’ın ailesinin Barış Mahallesi’nde bulunan evine taziye ziyaretinde bulunduğu sırada konuşan Mehmet Aslan, “Memleketimizin, hatta dünyanın aslında öncelikle barışa ve sevgiye ihtiyacı var” dedi.

Bir çok haber kanalından konuşmak için, röportaj yapmak için kendilerine talep geldiğini fakat hiç birini kabul etmediklerini belirten Aslan konu hakkında böyle bir konuşma yapmanın artık bir mecburiyet haline geldiğini aktararak şöyle konuştu;

“Çünkü memleketimizin, hatta dünyanın aslında öncelikle barışa ve sevgiye ihtiyacı var. Ben öncelikle kendim için şunu söyleyeyim; ben günahkarların günahkarı, fakirlerin fakiri, acizlerin acizi bir garibim. Rabbim özel yaratmış, güzel yaratmış, çok sevdi yanına aldı. Bu memlekette artık ikilik olmasın. Bu vahim olayı yapan insanlara da zulmedilmesin, adaletin karşısına çıkıp cezalarını çeksinler. Allah onların analarına, babalarına da yardımcı olsun

Teslim olursak içimizdeki bütün güzellikler ortaya çıkacak. Savaşırsak, sonunda nefsimiz kazanacak ve analar, babalar ağlayacak, meleklerin kanatları koparılacak, meleklerin çığlıklarını kimse duymayacak. Duyduğumuz kulaklarımızın, gördüğümüz gözlerin aslında bir anlamı yok. Memlekette herkes bir şey söylüyor; biz ne ocuyuz, ne bucuyuz. Allah devletimize zeval vermesin. Güzel gönüllere sahip olan bu milletten Allah razı olsun. Devlet büyükleri, ali cenapları teker teker herkes aradı, baş sağlığında bulundu. Hepsine ayrı ayrı şükranlarımı ve minnetimi bildirmek istiyorum.”

Bir Özgecan… – Özgecan Aşlamacı Şahin

13 Şubat 2015 Cuma günü, bir önceki gün yaptığımız “Mersin Kadın Platformu’nun Kadın Cinayetlerine karşı  Her Perşembe Alanlardayız” eylemiyle ilgili haberim daha yeni yayınlanmıştı. Arkadaşım yeni bir kadın cinayetinin haberini verdi.  Haberi okur okumaz ki dehşetimi atlattıktan sonra ilk dikkatimi çeken haberin kendisi oldu. Haberde Özgecan’ın ismi soy ismi tam yazılmış halde fotoğrafı  ile bulunurken, katillerin suçları kesinleşmiş olmasına  rağmen isim ve soy isimlerinin baş harfleri  vardı sadece. Toplumdaki erkeğin erk olma halinin korunması çabasının yanındaki kadın teşhirinin medyada ne şekilde vücut bulduğu rahatsız edici bir şekilde önümde duruyordu.

Haberde bunun dışında arkadaşımın fark ettiği rahatsız edici bir şey daha vardı. “Özgecan’ın öldürüldükten sonra yakıldığı tahmin ediliyor.” Kesinleşmemiş bu durum neden haberde yer alır? Haberde yeterli bilgi olmadığı için doldurmak amaçlı olabilir denilebilir tabi. Peki sebep bu mu? Yoksa o da mı erki koruma, olayın ciddiyetini hafifletme çabası?

Bu sorular kafamda dönüp dururken, olayın dehşeti soruları cevaplamama izin vermedi. Yine olayı düşünmeye başladım. Annelerimiz ya da çevre tarafından söylenen minibüslerle ilgili önlem almamız gerekmesi ve küçük yaşlarda içimize salınan korkular. Mersin’de yaşayan bir insan olarak, geç vakitte minibüslere binmek zorunda kaldığımda tek kalmama düşüncesinin bu korkuların bir yansıması olması.  Bu korkuları içerisinde taşımayan bir kadının neredeyse olmaması.  Ve korkularımızın yine, yeniden başka kadınlar üzerinde gerçeğe dönüşmesi.  Sonuç, kadınların içine salınan korkuların katmerlenmesi.

Üstelik bunlar kültürel veya  toplumsal gereklilik diye vurgulanıp , esasen erkek egemen sistemin yerini sağlamlaştırma politikasıyken yanlış anlaşılmasın içimize salınan korkular ve kadınların korkularının ne kadar aynı olduğundan bahsetmeyeceğim. Bu konu çok fazla yazıldı zaten. Keza ne kadar da gerçek olduğunu bir de benim söylememe gerek yoktur eminim.

Asıl söylemek istediğim durum tespiti yerine, şimdi ne olacağı. Kadınların katmerlenmiş korkuları ne olacak? Ya da çevrelerindeki “koruyucu” erkeklerin bir tık daha artacak olan baskıları mı desek? Özgecan’ın en yakın çevresindeki “koruyucu” erkekler korkunç ölümünden sonra bile anneye böyle alımlı kızın geç vakitte sokağa salınmasının doğru olmadığını söylerken, şimdi ne olacak? Erkek baskılarına karşı “Geceleri de, sokakları da terk etmiyoruz” derken şimdi ne olacak?

YASTA DEĞİL İSYANDAYIZ!

1-2 hafta önce ismim olan Özgecan’ın anlamını öğrenmiştim. “Eylemlerinde hiçbir çıkar beklemeksizin, başkalarını gözeterek eylemde bulunan kişi”. Özgecan ismi belki de artık bize vahşeti değil, bu tanımı çağrıştıracak.

Bundan sonra bizler sadece kendimiz için değil, tüm kadınlar için;

Geceleri sokağa çıkmaya devam edeceğiz.

Issız sokaklarda yürümeye devam edeceğiz.

Bizleri (namuslarını)“koruma” amacıyla öğütlerde bulunan /baskı kuran ağabeyi, babayı, amcayı, dayıyı dinlemeyeceğiz.

“Kadınlarımızın hakkını savunuyoruz” diyerek kadın eylemlerinde bizlerin kendi hakkımızı bile onlar olmadan savunamayacağımızı vurgulayan erkeklerimizi eylemlerimize almamaya devam edeceğiz

Meclisin toplanmasını beklemek yerine eğer ki kadınları koruyamıyor, erkekleri engelleyemiyorsa bu devlet, şiddete karşı öz savunma meşrudur deyip öz savuma yöntemlerini konuşacağız.

Ve bundan sonra her an tüm kadınları gözeterek, öznesi olduğumuz mücadeleyi öreceğiz.

Mersin’den bir Özgecan…

özgecan aşlamacı şahin

 

 

Özgecan Aşlamacı Şahin

Müdürden öğrencilere, “Özgecan için çok üzülüyorsanız gidin evde fatiha okuyun”

Özgecan Aslan cinayetine tepki olarak bugün yapılan “siyah giyin” çağrısına uyarak Sarıyer’deki okullarına siyah kıyafetlerle giden lise öğrencileri, okul müdürü tarafından okula alınmadı.

10

Sarıyer Mustafa Kemal Anadolu Lisesi’nde yaklaşık 25 kadın öğrenci Özgecan Aslan için siyah giydikleri gerekçesiyle okula alınmadı. Okul müdürü, öğrencilere “Çok üzülüyorsanız gidin evde fatiha okuyun” dedi.

9

Kadın Cinayetlerini Durduracağız facebook hesabından konuyla ilgili yapılan açıklamada, “Sarıyer Mustafa Kemal Anadolu Lisesi’nde 20-25 kadın öğrenci Ozgecan Aslan için siyah giydiği için okula alınmadı. Müdürleri çok uzuluyorsanız gidin evde fatiha okuyun dedi. Sarıyer’deki bu durumu kınıyoruz. Kadınlar evin içine kapatılmayı değil, mücadeleyi her yerde sürdürmeyi istiyor” denildi.