Ana Sayfa Blog Sayfa 3737

Robert Fisk’den, “Süleyman Şah için IŞİD’le anlaşıldı” iddiası

Independent gazetesinin Orta Doğu muhabiri Robert Fisk, Süleyman Şah Saygı Karakolu ve Türbesi’ni boşaltmak için yapılan operasyon hakkında bir analiz yazısı yazdı.

14süleyman şah operasyonu

Fisk analizinde Vahabi inancına göre dünyevi liderlere ait mabetleri yok eden Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) örgütünün bundan yaklaşık bir yıl önce Türkiye’ye üç gün süre vererek türbeyi boşaltmalarını istediğini, ancak Türkiye’nin yerinden kıpırdamadığını belirtti.

“Neden?” diye soran Fisk, aynı tarihlerde Suriyeli petrol mühendislerinin, IŞİD’in kontrolündeki petrol sahalarında Türk teknisyenler gördüklerini bildirdiklerini söyledi.

“Belki de karşılıklı bir durum vardı? ‘Bize petrol uzmanlarınızı verin, biz de sizin eski sultanınızı elinizde tutmanıza izin verelim’?” diye yazan Fisk, şöyle devam etti:

“Ya da bir şeyler yanlış mı gitti? Yani şimdi Atatürk’ün ordusu ‘IŞİDistan’a’ gidiyor, kalıntıları yeniden gömmek için kazıp çıkartıyor ve türbeyi ‘İslami Halifelik’ püritanlarının aynısını yapmasını önlemek için tahrip ediyor. Elbette bir anlaşma. Karşılığında daha fazla Türk petrol uzmanı için mi?”

(IndependentBBC Türkçe)

“Caz müzik siyasetin Yeşiller Partisi’dir”

Caz müzisyeni Kerem Görsev, son albümü “Emirgan”ın ardından çıkacağı Türkiye turnesi ile ilgili Milliyet Gazetesi’nden Özge Özdemir’e verdiği röportajda Caz müziğini Yeşiller Partisi’ne  benzettiğini söyledi.

12kerem görsev yeşiller partisi

“Ben cazı siyasetin Yeşiller Partisi olarak görüyorum” şeklinde konuşan Görsev, “Yeşiller Partisi’nde aydınlık insanlar vardır, iyi eğitimli insanlar, ülkesini ve doğayı seven insanlar vardır; caz müzisyenleri de böyledir. Bizim içimizde hırs yok. Biz müzik yapıyoruz. Kültüre, sanata ağırlık veren kesimler bunlar” dedi.

Görsev, “Emirgan” albümünü beraber yaptığı ünlü saksafoncu Ernie Watts ile ilk konserini 19 Mayıs’ta Kuşadası’nda verecek. Ardından İzmir, İstanbul, Antalya ve Bursa’da konserleri olacak. Fatih Erkoç’la beraber düzenledikleri konserlerine de devam edecek olan Görsev, bir yandan da 29 Ekim’de Amerika’da stüdyoya girecek olmanın heyecanını taşıyor.

Caz, hayal kurdurma mekanizmasıdır

Türkiye’de özel üniversitelerin caz okulu kurması gerektiğinin de altını çizen Kerem Görsev, sözlerini şöyle sürdürdü “Türkiye’de 15-20 sene evvel Bilgi Üniversitesi’nde caz müziği bölümü vardı. Burada artık performans bölümü yok. Genç jenerasyon müzisyenlerin çoğu oradan çıktı; Ferit Odman, Burak Bedikyan, Ozan Musluoğlu… Nardis Caz Kulübü de oradan çıkanlara çalma fırsatı verdi. Şimdi hiçbir üniversitede bu bölüm yok, sadece sertifika programları var. Artık özel bir üniversitenin buna yatırım yapıp Amerika’dan gelen ve Türkiye’den hocalarla bir caz okulu kurması gerek. Türkiye’de cazın ilerlemesi son 30 yıldır İKSV sayesinde oldu, Allah gani gani Nejat Eczacıbaşı’ya rahmet eylesin. Caz Festivali bana büyük ilham verdi. Caz hayal kurdurma mekanizmasıdır”

(Milliyet)

ILO’dan daha fazla “yeşil iş” çağrısı

almanya yenilenebilir2Uluslararası Çalışma Örgütü ( ILO) hükümetleri iklim konusunda daha kalıcı politikalar izleyerek daha fazla ve daha nitelikli işler  yaratmaya çağırdı.  Bu çağrı Paris’te Aralık ayında yapılacak COP’1 İklim görüşmeleri için hazırlanan bir raporda yer aldı.

Bu doğrultuda bir çok olumlu görüş bulunsa da iklim değişikliğiyle mücadelenin ekonomiye ve istihdama zarar vermeyeceğinin görülmesi için çok mesafe alınması gerekiyor.

Yeterli bir geçiş süreci sonrası, eğer doğru yönetilirse, iklim için mücadelenin daha fazla nitelikli işgücü istihdamı, yoksullukla ve sosyal dışlanmışlıkla mücadele açısından yepyeni imkanlar ve fırsatlar çıkartabileceği görülüyor. Birleşmiş Milletler raporlarına göre düşük karbon ekonomisi önümüzdeki 20 sene içinde  60 milyon yeni istihdam yaratabilecek.

İklim Grubu ( The Climate Group) yöneticisi Mark Kenber “ daha iyi bir çevre, daha iyi iş” diyerek özetliyor ve yaşanabilir bir çevrenin sürdürülebilir bir büyüme için önemine işaret ediyor.  Geçmişte, iklim için mücadelenin istihdama tehdit olacağını ileri süren ve önceliğini istihdamı korumak ve  büyütmek olarak  gören ILO’nun düşük karbon ekonomisine geçiş savunması son derece önemli.

İklim Grubu destekçileri arasında bulunan IKEA, Nestle , Philips gibi dev uluslararası şirketler bile düşük karbon ekonomisine geçişin ekonomik önemini kavramış durumda ve %100 yenilenebilir enerji için yatırım yapıyorlar.  Hatta bazı dev şirketler hükümetleri iklim için acil önlemler alınması için baskı oluşturmaya başladılar.  Mark Kenber “ düşük karbon ekonomisine geçiş için yeterli teknolojimiz var, şimdi ihtiyacımız siyasi irade, ILO raporu bu yönde çok önemli ve birlikte bu değişimi yapabiliriz” diyor.

ILO raporu destek politikalarının önemini ortaya koyuyor ve iklim için kayıtsız kalmanın anlamsızlığına dikkat çekiyor. Eğer hükümetler gerekli adımları atmazlarsa ödenecek bedeller çok daha büyük olabilir. New York’taki Sandy kasırgası 150 000, Bengaldeş’teki Sidr siklonu 567 000 ve 2014’te Filipinler’de gerçekleşen  Hagupit tayfunu 800 000 kişiyi işinden etmiş.

Yapılan çalışmalar gerekli önlemler alınmaz ve atmosfere bu hızla sera gazı bırakmaya devam edildiği takdirde ekonomideki verimlilik oranları  2030’da %2.5, 2050’de ise 7.2 oranında düşeceğini gösteriyor.

Sonuç olarak ILO, Paris’te varılacak  iklim anlaşmasının iklim değişikliği sonucu istihdamın  olumsuz etkilenmesini engelleyecek tedbirler alınmasını, ve düşük karbonlu sektörlerin öne çıkarılarak yeni ve nitelikli iş olanaklarının yaratılmasını talep ediyor.

Sosyal etkilere de vurgu yapılan  ILO’nun talepleri arasında Paris’te alınacak kararlarda yeşil işler doğrultusunda eğitime önem verilmesini, sosyal koruma, mikro sigortalar ve kamu istihdamı konularına önem verilmesi bulunuyor.

 

Yeşil Gazete ( kaynak:the climate group web sitesi)

Haftanın Tortusu

tortu* Türkiye’nin güvenlik yasası TBMM’de tekme tokat geçiyor. * Kar topu cinayeti… Zihniyetinizden kan sızıyor. * Kar yağdı; İstanbul iptal, Kadir Abi kayıp oldu. * 10 işçiyi öldürdüler ve serbest kaldılar. * Sümeyye Erdoğan’a suikast komedisine sadece hukuk inandı. * İç Güvenlik Yasası’nın kilidi: HDP-MHP çatışması. * IŞİD’den türbe kaçırma ile dökülen Osmanlıcılık pulları 

* Türkiye’nin güvenlik yasası TBMM’de tekme tokat geçiyor. Gündem açısından oldukça doyurucu bir haftayı geride bıraktık. Gündem olması ve etkileri açısından en önemli olay İç Güvenlik Yasası’nın TBMM’ye getirilmesiydi kuşkusuz. Ülkeyi bir diktatörlük düzeyine düşürecek olan bu yasanın topluma nasıl bir gömlek biçeceği ise görüşmelerin gerçekleşme şeklinden bile belli olmaya başladı. Yasa TBMM’ye gelir gelmez AKP’nin büyük bir şiddet ve demokrasi karşıtlığı gösterisine dönüştü oturumlar. Akla gelebilecek her şekilde muhalif vekiller yaralandı. Yasanın isminin daha sonra içinde özgürlük geçen bir kelimeyle değiştirilmesi gibi şiddet konusunda baş rolü oynamış vekilin sözleri de kafaların nasıl çalıştığını gösterir nitelikte: “Kavgacı değilim Tuncel’i ittim, Kürkçü’ye 4-5 yumruk salladım, CHP’lilere tokmağı refleksle salladım.”

Bu yasayı destekleyenleri nasıl bir geleceğin beklediğini de bu hafta içinde gördük. İzmir’de oynanan Altay-Göztepe maçı sonrasında taraftarlar ile polis arasında çıkan olaylara çok yakından tanık olan ve polisi destekleyen vatandaşların polisten küfrü yediği video aslında onların geleceğinin de 28 saniyelik kısa bir özeti. Bu şiddet ve kötü muamele er ya da geç herkesi vuracak.

* Kar topu cinayeti… Zihniyetinizden kan sızıyor. Nuh Köklü… Bir kent aktivisti, bir gazeteci… Mahalle esnafını korumak için AVM’lere karşı da duruyor, demokrasi için İç Güvenlik Yasası’na karşı da… Sabah kedilere vermek için mama aldığı bir esnaf tarafından, akşam kar topu camını kirlettiği için öldürülüyor. Türkiye’de artık net bir konu beliriyor. Türkiye’de bir zihniyet savaşı yaşanıyor ve bunun sonuçlarını gitgide daha sık yaşıyoruz. Nuh Köklü de bu savaşta verdiğimiz kayıplardan biri.

* Kar yağdı; İstanbul iptal, Kadir Abi kayıp oldu. Küresel Isınma’nın etkileri yüzünden uç hava olaylarını daha sık yaşıyacağımız bir gerçek. Küresel Isınma’nın bir olgu olarak durdurulması için elimizden ne geliyorsa yapmalıyız. Bunun yanında durdurana kadar da bir uyum politikamız olmalı ve kentlerimizi bu uyum politikasına göre düzenlemeliyiz. Düzenlemediğimiz taktirde İstanbul’un bu hafta yaşadıklarını yaşarız. Yoğun kar yağışında kentlerin yavaşlaması doğal fakat şehrin göbeğinde tırların saatlerce yolda kalması, ulaşımın durması hiç normal değil. Köprüden yürüyenler, çalışmayan metrobüslerin cezasını ayaklarına çektirenler… Daha da anormali ise İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın ortalarda olmaması. Ne kar yağmadan, ne yağarken, ne de yağdıktan sonra İstanbul’u 21 yıldır yöneten zihniyetin temsilcisi, “Kadir Abi” ortalarda görünmedi. Gezi Parkı yıkılmak istendiğinde olduğu gibi kayboldu.

* 10 işçiyi öldürdüler ve serbest kaldılar. Türkiye’de insan tutuklamak çok kolay. Hatta ağızdan çıkan bir cümle için hapse girmek ve yargılanmayı beklemek de artık normal. Fakat 10 işçinin bir demir kabin içerisinde metrelerce yukardan düşüp ölmesine sebep olmak ve sonrasında serbestçe gezmek de normal. Çünkü bu ülkede zenginler ceza almıyor. Zenginler, patronlar istediklerini öldürebiliyorlar ve serbestçe gezebiliyorlar. Bu ülkenin hukuku buna izin veriyor. Torunlar AŞ’nin inşaatında öldürülen 10 içi için de aynı senaryo yaşandı. Ölen öldüğüyle kaldı.

* Sümeyye Erdoğan’a suikast komedisine sadece hukuk inandı. Bu hafta Türkiye medya tarihi açısından bir utanç haftasıydı. Üç tane gazete, bir noktada oluşturulduğu belli olan üç haberi aynı sırayla üç gün boyunca verdi. Bu haberler dizisine göre AKP’nin baş belası Fuat Avni’nin kimliği ortaya çıktı ve Fuat Avni ile CHP’li önemli bir kişi Sümeyye Erdoğan’a suikast planlamışlardı. Gelen tepkilere bakınca bu habere sadece Türkiye’de hukuk inandı ve soruşturma açtı. Soruşturma açıldıktan sonra ise en üst düzeyden, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ağzından, bu haberlere yalanlama geldi. Erdoğan, Fuat Avni’ye “Ortaya çık” diye seslendi ve bu haberlerin kendisi açısından yalan olduğunu ortaya koydu.

* İç Güvenlik Yasası’nın kilidi: HDP-MHP çatışması. İç Güvenlik Yasası görüşmeleri muhalefeti kenetledi. Hepsi aynı yönlerden olmasa da, üç parti de yasaya karşı çıktı ve çıkıyor. Görüşmelerde HDP slogan atıyor, CHP kürsüye çıkıp İç Tüzüğü savunuyor, MHP yönetime itiraz ediyor. Bu kenetlenmenin kırılmasının, TBMM’de muhalefetin birbirine girmesinin ve toplumda bir güvensizlik hissinin oluşmasıyla halkın “Kurtar bizi İç Güvenlik” demesinin tek yolu var ve bu yol deneniyor gibi. Sokakta bir HDP-MHP çatışmasının yaratılması… İlk önce Ege Üniversitesi’nde, daha sonra Anadolu’nun çeşitli kentlerinde meydana gelen olaylara bakınca bu çatışmanın ne kadar kolay olabileceği de anlaşılıyor. Burada iki partinin de yöneticilerine görev düşüyor. Tabanlarını tutmaları gerekiyor. Yoksa zaten sokağa çıkacak bir tabanları kalmayacak.

* IŞİD’den türbe kaçırma ile dökülen Osmanlıcılık pulları. AKP’nin dış politika hayalleri çok büyüktü. Osmanlı’yı canlandıracaklardı, Osmanlı’nın kontrol ettiği toprakları kontrol edeceklerdi. Şam’da bayram namazı kılacaklardı, Mekke ve Medine’ye trafik plakası düşünen bile vardı. Fakat gerçekler pek de hayallerdeki gibi karşılarına çıkmadı. Osmanlıcılık oynamak için yola çıkanlar, tarihin ilk toprak kaybını yaşayarak türbe kaçırmayla gerçekle tanıştılar. Hem de kendi elleriyle beslediklerine karşı… Bu noktadan sonra önemli olan IŞİD’e toprak bırakıp kaçmanın kriterlerinin ortaya koyulması olacaktır. Şunu da söylemek gerek, Süleyman Şah Türbesi’nde görev yapan askerlerin hayatları tabii ki 10 dönüm topraktan çok daha önemli. Fakat bu yaşananları bir kahramanlık gibi göstermeye çalışmak ya da ABD askerlerinin 2. Dünya Savaşı’nda çektirdiği fotoğrafların aynısını çektirmek gibi komiklikler ile kamuoyu yönlendirilmeye çalışıldığında bazı tarihsel gerçekleri de belirtmek gerekiyor.

Fukuşima Daiichi Nükleer Santrali’nde yüksek radyoaktivite içeren yeni bir sızıntı!

Tokyo Elektrik Şirketi (TEPCO), 19 Şubat Perşembe günü Fukuşima Daiichi Nükleer Santralinde radyoaktif atık suyun biriktirildiği tanklardan birinden 100 metreküp(ton)  sızıntı olduğunu açıkladı.

Uluslararası Atom Enerjisi Ajansından bir gözlemci Fukuşima'daki nükleer santrale bakarken   Foto:News republic .  Tarih:17 Şubat 2015
Uluslararası Atom Enerjisi Ajansından bir gözlemci Fukuşima’daki nükleer santrale bakıyor.  Foto: News republic . Tarih:17 Şubat 2015

 

Bu açıklamaya göre kontamine su , su tankından herhangi bir sızıntı olmasını önlemek için konmuş olan bariyeri aştı. TEPCO bu sızıntının denize ulaşmadığına inanıyor çünkü sızıntının olduğu yerden denize doğru bir su gideri (drenaj) yok. Öte yandan radyoaktif suyun yeraltı suyuna karışmayacağına dair garanti de yok.

Radyoaktif suyun sızmasını önlemek için TEPCO bir çalışma yapıyor. Sızdığı düşünülen suyun 1 litresinde 230 milyon bekerel stronsiyum ve diğer beta ışını içeren radyoaktif maddeler bulunduğu belirtildi. Kısacası kazadan itibaren  her gün denize akıtılan 300 metreküp (ton) radyoaktif su problemine çok yüksek oranda radyoaktivite içeren yeni bir sızıntı  daha eklendi.

18 Şubat Çarşamba gecesi 11:25 civarında santral devriye görevlileri tarafından tespit edilen sızıntı TEPCO’nun felaketin yaşandığı nükleer santral sahasında mücadele ettiği sızıntılardan şimdilik sonuncusu. Ancak uzmanların açıklamalarına göre bu son sızıntı ile  en yüksek tehlike seviyesinin 7 olarak belirtildiği nükleer facia değerlendirme skalasında  Fukuşima’daki radyoaktivite  seviyesi 3’e çıkmış oldu.

TEPCO’nun önceki açıklamalarına göre 20 trilyon bekerel sezyum 137, 10 trilyon bekerel stronsiyum 90 ve 40 trilyon bekerel trityum içeren su Mayıs 2011’den Ağustos 2013’e kadar olan zaman diliminde yeraltı suyuna karışarak denize aktı. TEPCO 2011’de Fukuşima’da yaşanan deprem ve tsunaminin tetiklemesiyle faciaya yol açan nükleer santraldeki krizi yönetme şekliyle uzun süredir eleştirilerin hedefinde bulunuyor. Daha fazla eleştirilmemek için Eylül ayından beri santralde ortaya çıkan yüksek radyasyon seviye tespitlerine dair raporları gizlediği de anlaşıldı. Zira TEPCO, eylül ayında okyanus seviyesinin 25 metre altında yeraltısuyundan aldıkları bir numunede litresinde    5 milyon bekerellik stronsiyum 90 bulunduğunu da 19 Şubat Perşembe günü açıkladı. Oysa stronsiyum 90 için denize gönderilebileceği belirlenen radyoaktif suyun yasal sınır miktarı litre başına sadece 30 bekerel olarak tayin edilmişti. TEPCO, bir süredir Nükleer Düzenleme Kurumu(NRA) tarafından talep edilen sızıntı raporlarını sunmaktan kaçınıyordu. TEPCO’ nun sözcüsü ise sızıntıya dair bir veri paylaşımında niçin bulunmadıklarını “sızıntı içerisindeki stronsiyum miktarının doğruluğundan emin olmadıkları” şeklinde gerekçelendirdi.

(RT, Yeşil Gazete)

 

 

 

Aptal yerine konmak – Özgür Mumcu

Bu memleket çok yalan haber gördü. Ancak son zamanlarda görülen yalan haberlerdeki özensizlik akıl alır gibi değil. Yakalanmak isteyen bir katilin cinayet mahallinde kasten ipucu bırakmasına benzer bir özensizlik bu. Yalan söylüyorlar ve yalan söyledikleri de bilinsin istiyorlar. Eski müttefikleri cemaatle iş tutarken bir çaba vardı. Sahte deliller ustaca düzenlenir, araya bazı gerçek bilgiler sıkıştırılırdı. Cemaati yitireli beri iktidar kanadı amatör bir ruhla hareket ediyor.

Dün Star, Akşam ve Güneş gazetelerinin verdiği “Sümeyye Erdoğan’a suikast” iddiası bu beceriksizliğin son hali.
Belge bir kâğıda yazılmış bir diyalog. Herkes kolaylıkla evde üretebilir. Habere göre Umut Oran ile Fuat Avni müstear isimli kişi Twitter’da doğrudan mesajlaşma yoluyla Sümeyye Erdoğan’a yapılacak suikastı tartışıyor.

Tarihin en hızla çürüyen haberi oldu bu. Konuşmadaki üslup kötü propaganda dizi ve filmlerinden bile aşağı seviyede.
“Sümeyye Erdoğan Amerika’dan gelen tam bir psikopat tarafından suikast uğrayacak. Tayyip Erdoğan bununla uğraşırken CHP seçimlere asılacak. Cemaat para verecek. Böylece Amerika ve İsrail’e yalancı çıkılmayacak.”

Dizilerin aksine bu defa soldan senarist devşirmeyi becerememişler demek ki.

Kabataş’ta saldırıya uğrayan başörtülü yalanı ya da Dolmabahçe’de camide içki içtiler tahrikinden biliyoruz. Yalan söylemekten çekinmiyorlar.

Sahte CD’ler düzenleyecek, gerçeğe yakın belgeler hazırlayacak imkânları, kadroları ve sabırları dahi yok.

Telaş ve panik her yeri sarmış.

AKP grup başkanvekili Meclis’te darp edilen HDP’li iki kadın milletvekili için kendi kendilerini darp ettiler dedi.
Bir AKP’li milletvekili, Meclis’te merdiven boşluğuna itilip yaralanan bir CHP milletvekilini CHP’lilerin aşağı attığını savundu.
Bir yandan şanslıyız. İktidarını kaybetmek istemeyenlerin neler yapabileceğini en çıplak haliyle görmek imkânımız var. Cilalar gitti. İktidar olanca samimiyetiyle karşımızda. Olduğu gibi.

Bir yandan elbette talihsiziz. Her konuda yalan söyleyebilen ve şiddeti Meclis’te dahi siyasetinin doğal bir uzantısı gibi kullanabilen birileri söz konusu.

Biz şerbetliyiz. Zamanında iktidarın cemaatle beraber yürüttüğü dava dosyalarını çalıştık. Daha sofistike yalanları dahi anlayabilecek bir yeteneğe kavuştuk, sağ olsunlar.

O sebeple böyle yalanlarla karşılaşmak biraz üzücü. Otuz saniye dahi şüphe uyandırmayan yalanlar ciddi bir seviye düşüklüğüne işaret ediyor.

Olmamış. Biraz daha çalışın. Olmadı cemaatten biraz transfer yapın.

Bu seviyedeki bir istihbarat performansıyla dünya devleti olmaya soyunulmaz. Bir vatandaş olarak şikâyetim var. Ben iktidarın beni aptal yerine koymasına alışığım ama kendini de aptal yerine koyunca doğrusu biraz rencide oluyorum.

Özgür Mumcu – Cumhuriyet

Bir Kış Gecesi Rüyası

Ermişken günlerden Cumartesi’ye
Yazmak lazım gelir Yeşil Gazete’ye
Kültür sanat eder etmezken ülkemde
Yazılarım, biraz kendime…
Eh! Biraz da kendime…

Şehre çökmüşken karanlığı gecenin
Vehmi aldı beni malzemesizliğin
Kar fırtına derken sahnelerde in cin
İmkânı olmadı oyun seyretmenin

Dinmeliydi bu telaş çok geçmeden
Dedim “Şofer bey! Eğer müsaitsen,
İnmeliyim Musahipzade’de acilen.”
Bir bilete krallığımı veririm ben!

8

Öyle bir demişim ki gönlüme göre
Şekspir’den bir oyun vardı o gece
Aleksandar Popovski varken rejide
Seyrialemi keyif verdi izleyenlere

Hem Cuma akşamı hem kar kış
Üçyüz elli kişi salonda tıkış tıkış
Asırlık Darülbedayi’de başlarken akış
Yavuz Şeker oyun açtı yüzü kırış kırış

William diyor “Olmaz ki aşk dikensiz”
Sven Jonke tasarımını seyretmelisiniz
Al kumaşlarla dökülen orman eşsiz
Akrobasi eğitiminde Soyarslan, Deniz.

1kisgecesi02

Kurgu ve oyunculuk methe değer
Tebrik etmeli hepsini teker teker
Vermeliyken Arda Aydın’a ayrı yer
Yanına da minicik çınar Yavuz Şeker

Sahnede uyandı Puck ve uyudu yeniden
“Bir Yaz Gecesi Rüyası” periler dans ederken
Özgecanlar, Nuh’lar da keşke göçerken
Uyanıverselerdi “Bu rüya olsa…”, derken…

Masum hayatları şiddetin körlüğüyle tüketilen tüm insanlık şehitlerinin aziz hatıralarına selam olsun…

ibb.gov.tr/sehirtiyatrolari/

BİR YAZ GECESİ RÜYASI

Yazan : WILLIAM SHAKESPEARE
Çeviren : ÖZDEMİR MUTKU
Yöneten : ALEKSANDAR POPOVSKİ
Sahne Tasarımı : SVEN JONKE
Kostüm Tasarımı : JELENA PROKOVİC
Işık Tasarımı : SVEN JONKE
Müzik : KİRİL DZAJKOVSKİ
Koreografi : HANDAN ERGİYDİREN
Efekt : ERSİN AŞAR
Yönetmen Yardımcısı : BAŞAK ERZİ, OKAN PATIRER, NEŞE CEREN AKTAY, NAZİF UĞUR TAN
Süre : 2 SAAT 15 DAKIKA / İKI PERDE

Sanatla ve barışla kalın…

Türk Tabipler Birliği’nden Akkuyu ÇED Raporu’na Karşı Rapor

Aralık 2014’te sunulduktan hemen sonra Rusya Başbakanı Putin’in gelişine denk getirilerek apar topar imzalanan inşaat onayı bile verilen Akkuyu Nükleer Santrali  için Çevre Etki Değerlendirme Raporu (ÇED)’na  karşı gün geçmiyor ki itirazlar bitsin. Hatırlarsanız Geçen hafta Avrupa Parlamentosu Yeşiller/Özgür İttifak Grubu Eş Başkanı ve Milletvekili anti-nükleer aktivist Rebeca Harms’ın Enerji Bakanı Taner Yıldız’a ÇED onayındaki imza sahteciliğine ve  inşaat izninin hemen verilmesine dair sorularını yönelttiği mektubu paylaşmıştık .

12 Şubat 2015 tarihinde de Türk Tabipleri Birliği(TTB) Halk Sağlığı Kolu, Çevre Bakanlığı ve tarafından hemen onaylanmış olan fakat itirazlara yol açmış bulunan Akkuyu ÇED’ine karşı ağırlıklı olarak halk sağlığı alanında çalışan ve halk sağlığı uzmanı unvanına ya da halk sağlığı doktorası derecelerine sahip uzman doktor ve akademisyenlerin katkılarıyla  hazırlanan bir karşı rapor sundu.

3000 sayfalık ÇED’in değerlendirmesi de elbette biraz uzun olur lakin, bu rapor ÇED’in içindeki yanlışlıklardan başka  hiç göz önüne alınmayan noktalara ışık tuttuyor .Yeşil Gazete olarak,  TTB’nin onaylanan ÇED’i  eleştiren raporunun Sonuç ve Öneriler kısmında yer alan 33 maddesinden sadece öne çıkan noktaları anlaşılır olması için soru başlıkları altında tasnif ederek mümkün olduğunca kısa ve öz aktarmaya çalışacağız.

Raporun tamamına buradan ulaşabilirsiniz.

ttb

 

Türk Tabipleri Birliği’ nden Onaylanan ÇED için Karşı Rapor 

Deniz ekositemi – insan sağlığı ilişkisi yok mu?

Onaylanan ÇED Raporu’nda kaza olmasa dahi hem inşaat hem de işletme aşamasında deniz ekosisteminin de etkileneceği, işletme aşamasında ısıtılan suyun denize deşarjının plankton topluluklarının yapısında ve üreme kapasitesindeki değişikliklerin balıkların besin potansiyelini ortadan kaldıracağı, balık faunasını etkileyeceği belirtilmektedir. Denizde yaşayan canlıların etkilenmesi  insanların da etkilenmesini getirmektedir. Balık yetiştiriciliği ve deniz balıkçılığı Mersin’in önemli gelir kaynaklarından biridir. Ancak bu etkiler sistematik olarak ortaya konmamış, neredeyse geçiştirilmiştir.

Radyonüklid salımı olacak, peki önlem?

ÇED Raporu’nda da  “nükleer santralin normal işletimi sırasında tıpkı diğer tesislerde olduğu gibi bir radyonüklid salımı gerçekleşeceği belirtilmiştir. Ancak ÇED’de “Bu durum nükleer endüstride meşru sayılan bir uygulamadır” şeklinde bir ifade bulunmaktadır. Bu durum,  toplum sağlığı açısından riskli olan bir durumun meşru sayılması kabul edilemez bir durumdur.Zira  Almanya’da nükleer santrallerin bacalarından 5 km çapındaki mesafeye kadar radyonüklid salımı yapmasına bağlı olarak özellikle 5 yaş altındaki çocuklarda kanser oranında %60, lösemide %117 artış olduğu ve saptanan lösemi sıklığının tüm olduğunu gösteren çalışma bulunmaktadır.

Deniz suyundan başka yeraltı suları da etkilenmeyecek mi?

ÇED’de , gerek endüstriyel amaçlı gerekse de içme ve kullanma amaçlı suyun denizden temin edileceği belirtilmiştir ancak deniz suyuna yakın olan ve köylerin de kullandığı yer altı su kaynakları da potansiyel kaynaklar arasında sayılmıştır. ÇED içerisinde denizden elde edilecek içme ve kullanma suyunun ilgili yönetmelikteki değerlere uygun olacağına dair bir taahhüt verilmemiştir. Ayrıca tesisin yapım ve işletim sürecinde bölgedeki kuyularla yeraltı içme ve kullanma suyu ve sulama suyu elde eden yerleşim yerlerinin sularına etkisi irdelenmemektedir.

Kaza Halinde tahliye alanı dar değil mi?

ÇED’de belirtildiğine göre acil koruyucu eylem planlama bölgesi, Akkuyu NGS çevresinde 5,4 km yarıçapındaki bir daireyi temsil eden sınırlı sayıda nüfusun bulunduğu bir bölgedir. Yerel gıda maddesi kısıtlama mesafesi sınırı, başlangıçta Akkuyu NGS çevresindeki 80 km yarıçaplı dairesel alan içerisinde kalan mesafede oluşturulmuştur. ÇED’e göre kaza durumunda bölgede radyoaktif kontaminasyon yoğunlaşmasına neden olabilecek topoğrafik özellikler söz konusudur ve 30 km yarıçapındaki bir alanın tahliyesi gerekecek ve 80 km’lik yarıçaplı bir alandaki tarım faaliyetlerinin tamamen durması söz konusu olabilecektir.Tahliye alanının genişliği yeterli mi?

Oysa Çernobil kazası sonrasında 300 km den daha uzakta olan bölgelerde bile 0-18 yaş grubunda radyasyona bağlı tiroit kanserlerinde belirgin artış olmuştur. Bu kanserler temel olarak radyoaktif iyotla kirlenmiş topraklarda beslenen hayvanların sütünün tüketilmesine bağlanmıştır. Bu tiroit kanserleri kazadan dört yıl sonra, 1990’da ortaya çıkmaya başlamıştır. Çernobil’deki kaza, yakıtta meydana gelen hasar sonrası oluşan bir radyoaktif salınımı takiben açık alanda yetiştirilen sebzelerin, kontamine çayırlarda otlayan hayvanların sütlerinin ve yağmur sularının tüketilmesinin maruz kalmanın en önemli kaynakları olabileceğini göstermiştir. Ayrıca Çernobil’in 400 km uzağında bulunan bir yerleşim yerinde sütün kirlenme düzeyinin standartlarla izin verilen düzeyin 200 katı olduğu belirtilmektedir.

Kanser bir veri, peki ya diğer radyoaktivite kaynaklı hastalıklar?

ÇED’de  kaza halinde ortaya çıkacak olan bölgedeki hastalıklar başlığında sadece kanser verileri kullanılmıştır. Bu veriler dışında bağışıklık bozukluğu hastalıkları, mide ülseri ve tiroit, meme, diğer kanser ve tümörleri, hipotroidi, düşük doğum ağırlıklı, prematüre bebek doğumu sayısı vb sağlık sorunlarına ait verilerin değerlendirilmesi sağlık değerlendirmesi açısından gereklidir.

Hekimlerden Teşhis: Halk sağlığı düşünülmemiş!

Sonuç olarak Akkuyu NGS ÇED Raporu halk sağlığı açısından birçok yönüyle ciddi sorunlar, eksiklikler ve hatalar içeren bir değerlendirme sunmaktadır. Ayrıntılı olarak incelendiğinde ÇED Raporu’nda Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın (IAEA) nükleer santraller için hazırlamış olduğu bir dokümandan (Fundamental Safety Principles) bir özet tercüme yapıldığı görülmektedir.  Bu sorun, hata ve eksikliklerle bir nükleer tesisin faaliyete geçirilmesi halk sağlığı açısından felakete davetiye çıkarmak anlamına gelecektir. Sürecin acilen durdurulması ve yeniden gözden geçirilmesi zorunluluktur.

Türk Tabipler Birliği  Halk Sağlığı Kolu

 

(Yeşil Gazete)

 

Son dönemin Yeşil Kitapları

Beni Akkuyularda Merdivensiz Bıraktın
(Türkiye’nin Nükleerle İmtihanı)

11

Beni “Akkuyu”larda Merdivensiz Bıraktın, Türkiye’de yeniden ama bu kez daha hararetli bir şekilde gündeme gelen nükleer enerji konusunu, şeffaf ve herkes için anlaşılabilir bir şekilde anlatıyor.

“Mülki ve idari erkân” tarafından sürekli “daha fazla enerji” deniyor. Türkiye’nin ekonomik gelişmesi ve sanayileşmesinin enerji açığını gidermeye bağlı olduğu vurgulanıyor. Bu ihtiyacı gidermenin yolu olarak da tehlikeli bir yöntem gösteriliyor: nükleer santral.İşte bu can yakıcı meselede genel geçer hüküm ve algıların ötesinde gerçeklere, bizleri endişelendiren şeylerin ne olduğunu bilmeye ihtiyacımız var.

Niras ve BBC Media Action ortaklığındaki “Objective” isimli araştırmacı gazetecilik programının desteğini almış olan Beni “Akkuyu”larda Merdivensiz Bıraktın, bu denli güncel bir mesele hakkındaki ender ve bir o kadar da önemli bir çalışma…

(Tanıtım Bülteninden)

Beni Akkuyularda Merdivensiz Bıraktın
(Türkiye’nin Nükleerle İmtihanı)
Fİliz Yavuz
Can Yayınları
2015

 

Geri dönüş yok: Küresel bir eğilim olarak suyun yeniden belediyelerin yönetimine geçmesi

10

Biçimi ve çapı ne olursa olsun, yeniden belediyeleştirme genel olarak suyun özelleştirilmesine ve kamu-özel işbirliklerinin (PPPs) sürdürülemezliğine verilmiş kolektif bir yanıttır. Özelleştirme rağbet görmediği için, özel su şirketleri pazarlama propagandalarını halkın, bayilik, uzun sureli kira sözleşmesi ve kamu ile özel sektör arasındaki diğer işbirliği biçimlerinin özelleştirme ile bir ilgisi olmadığına inanmalarını sağlayacak şekilde kullanmaya başladılar. Ancak bu doğru değil. Aslında bütün bu terimler hizmetlerin yönetiminin kontrolünün özel sektöre geçmesi anlamına geliyor. Politika yapıcılar, suyun özelleştirilmesinin yüksek maliyetinin ve risklerinin farkında olmak zorundalar. Dolayısıyla suyun yeniden belediyeleştirilmesini seçen, demokratik bir şekilde hesap verebilir ve etkili bir kamusal su yönetimi geliştirmek üzerine çalışan kamu otoritelerinin deneyiminden öğrenecekleri çok şey var.

Emanuele Lobina, Satoko Kishimoto, Olivier Petitjean
Public Services International Research Unit (PSIRU), Transnational Institute (TNI) ve Multinational Observatory
Ocak 2015
Tercüme: Arife Köse
Türkçe basım Su Hakkı Kampanyası’nın işbirliğiyle hazırlanmıştır.

 

Sürdürülebilir Tarım Mümkün mü?

12sürdürülebilir-tarım...

Tarım, ülkemizde pek çok tartışmalarla sürekli gündemde. Gündemde olması çok normal çünkü tarımsal faaliyet tehdit altında. Bu tehdit bir yandan ulusötesi şirketlerin geniş arazileri ele geçirmesi ile oluyor. Öte yandan tohumlar hibrit ve GDO olmak üzere hızla yayılıyor. Son olarak şirketlerin emrinden çıkmayan hükümetler, köylü taleplerini kulak arkası yapıyor.

Türkiye’nin ve gezegenin, yeşil politikanın ürettiği tarım politikalarına gereksinimi reddedilemez görünürlüğe ulaştı. İklim değişikliğinin maliyeti, sonuçları artık gazetelere yansıyor. 850 milyon insan yatağına -varsa tabii- aç giriyor. Öte yandan dünya çapında 200 milyon insan obezite hastalığına yakalanmış durumda. Paylaşım sorunu derinleşiyor ve daha kötüsü çözüm seçeneklerine inanç azalıyor. Dünyanın politik olarak geldiği bu narin noktada, çözüm öneri ve örnekleriyle dolu Süleyman Yılmaz’ın kitabı, tartışılmaya değer bilgiler içeriyor.

Süleyman Yılmaz, yeşil politikanın, hareketten partiye, Türkiye’deki bütün aşamalarına aktif olarak katılmış, ziraat kökenli bir aktivisttir. Sürdürülebilir Tarım Mümkün mü?, Yeşil Hareketin pek çok etkinliğinde tartışılarak oluşturulmuş görüşleri özetliyor. Başka ve sürdürülebilir tarımsal üretimin nasıl oluşturulacağını ortaya koyuyor.

Sürdürülebilir Tarım Mümkün mü?
Süleyman Yılmaz
Yeni Politika Kitaplığı
Yeni İnsan Yayınları

Kaiken – Jean-Christophe Grangé

Kurtlar İmparatorluğu ile Türkiye’ye, Leyleklerin Uçuşu ile İsrail’e, Taş Meclisi ile Sibirya’ya giden Jean-Christophe Grangé’ın yolu bu kez en uzak doğuya Japonya’ya kadar uzuyor.

Kitaba adını veren kaiken, Samuray sınıfından kadın ve erkeklerin kullandığı 20–25 santimlik geleneksel bir bıçak türü. Kadınlar evlenirken kendi kaikenini kocasının evine getirirler. Kimonolarının cebinde taşıdıkları kaikenleri, kadınlar savunma ve geleneksel intiharları olan seppuku için taşırlar.

Kaiken

Baş komiser Olive Passan, tutku düzeyinde Japon kültürüne ilgi duymaktadır. Hatta eşi de bir Japon olan ve kocasının evine kaikeni ile gelen Naoko’dur. Ancak Naoko, baskıcı Japon geleneklerinden kurtulmak için Fransa’ya gelmiştir.

On yıl boyunca iyi giden evlilikleri çocuklarına rağmen çıkmaza girmiştir ve komiser evden ayrılmıştır. Bu sırada yardımcısıyla birlikte hamilelerin karnını yararak, fetüsleri yakan bir caninin peşindedir. Ancak cinayetler Passan’ın evine kadar uzanır ve köpekleri parçalanarak çocuklarının uyuduğu odaya bırakılır. Ölümden son anda kurtulan Naoka, Japonya’nın bir zehir gibi peşinde dolaştığını anlar, Passan da gerçeklerle ve Japonya’yla yüzleşmesi gerektiğini.

Genel olarak Jean-Christophe Grangé’ın en iyi kitaplarından biri olarak kabul edilmese de, yazarın tutkunları ve aksiyon tarzı polisiyeyi sevenleri için iyi bir tercih olabilir.

Not: Bu yazının videosunu aşağıdaki linkten Uzman Tv’den izleyebilirsiniz.

http://www.uzmantv.com/kaiken-romaninin-konusu-nedir

3mehmet fırat pürselim

 

Mehmet Fırat Pürselim

,