Ana Sayfa Blog Sayfa 3736

Gülhane Parkı’nı Yıktılar, Ceviz Ağacını Yaktılar – Mine Söğüt

Askeri yönetimler zamanında bu ülkenin demokrasisi defalarca çalındı;
Hukuk ve temel insan hakları her seferinde kalıcı yaralar aldı.
Ama yine de o zamanlar demokrasiyi inşa etme umudu hep canlıydı.
Darbeler sonrası için güzel hayaller kurabiliyordu.
Ama artık ülkenin başı polis devletiyle dertte.
Polis devleti, süresi olan ve geçici bir yönetim değildir.
Kalıcı bir faşizmin temelidir. O yüzden ölümüne tehlikelidir.
Var olan kötü demokrasiyi iyileştirme, bir gün anarşist, komünist, sosyalist ya da ütopik bambaşka bir devlet kurma olasılıklarının hepsini çok ama çok uzaklara iteler.
Kötü işleyen bir demokrasinin olanaklarını kullanarak başa gelen iktidar, seçim öncesi yoz emellerini gerçekleştirebilmek için atacağı son adımı atıyor.
Bizzat kendi güvenliğini sağlama telaşıyla, kendi dışında kalan herkesin güvenliğini hatta varlığını tehdit eden yasaları bir bir Meclis’ten geçiriyor.
“Tehlikenin farkında mısınız” sorusunu sormak için çok geç. Bu sorunun cevabını tartışmak için de. Artık konum bildirme zamanı.
Namlunun ucundayız ve fena halde farkındayız.
Nâzım’ın en güzel, en umut dolu şiirlerinden biridir:
“Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı’nda
Ne sen bunun farkındasın ne de polis farkında” der.
Hakkında tutuklanma emri olan şairin, parkta sevgilisini beklerken polisleri görünce tırmanıp geniş yapraklı dalları arasına saklandığı o görkemli ceviz ağacı bile artık bizi kurtaramaz.
Çünkü bu yasalarla birlikte ne parkımız kalıyor, ne ağacımız.
İktidar o parkı yıktı; o ağacı da cayır cayır yaktı.
Resmen ve taammüden, adam öldürmek üzere kolları sıvayıp, temel insan haklarını hiçe sayan yasaları bir bir onayladı.
Yeni iç güvenlik yasasıyla artık ortada ne tırmanacak ağaç var, ne de tutunacak dal.
Anayasal hakları görmezden gelen tasarıyı kanunlaştıran hükümetin namlusu uzun zamandır kimlerin üzerine çevrili biliyoruz.
Ardı ardına tetiği çekmeye başladığında o yıkık parkta, o yanık ceviz ağacının dallarından birer kuş gibi kimler düşecek, polis başta olmak üzere hepimiz farkındayız.
Bu farkındalığın gücü maalesef gidişatı durdurmaya artık yetmez.
Ama haziran ayında yapılacak olan seçimlerde
o yıkılası barajı aşıp Meclis’e girebilecek herhangi bir muhalefet partisine, istemeye istemeye de olsa neden oy vermek zorunda olduğumuzu kafamıza dank ettirebilir.
O partiye kızsak da; küfretsek de; ona güvenmeyip; onu güçsüz bulsak da…
Görüyoruz, Meclis içi muhalefetin sayıca az olması, aynı muhalefetin genel anlamda güçsüz ya da beceriksiz olmasından daha korkunç sonuçlara yol açıyor.
İş yasa çıkarmaya geldiğinde muhalefetin gücü değil, milletvekili sayısı önemli. “Bu düzen yıkılsın, daha da kurulmasın” diyen anarşistlerin… Her şeyi göze alıp kendini her an sokağa atmaya hazır sivil itaatsizlerin… “Tek yol devrim” diyen barış için savaş yanlılarının… Bir cebinde molotof, bir cebinde sapan olan silahlı mücadelecilerin…
“Hukuk devletinde her şey nihayetinde Meclis’te çözülür” diyen iyimser demokratların…
“Müslümanlardan o kadar korkmayın, gerçek İslam bu değil” diyen ısrarcı liberallerin…
Herkesin ama herkesin yolu bundan böyle polis tarafından hukukla değil hukuksuzlukla kesilecek.
O yıkık ve ağacı yanık park artık mayın döşeli bir tarla;
Ve maalesef hem sen bunun farkındasın hem de polis farkında.

Mine Söğüt – Cumhuriyet

Şakran Çocuk Cezaevi müdüründen, “Çocuklar tecavüze uğruyor” belgesi

Şakran Cezaevi’ diye bilinen İzmir Çocuk ve Gençlik Kapalı Ceza İnfaz Kurumu’nda çocuk mahkûmların birbirlerine işkence yaptıkları Müdür Hamit Karslıoğlu’nun imzasını taşıyan kurum içi yazışmayla ortaya çıktı.

7şakran cezaevi çocuk mahkumlara tecavüz

Radikal Gazetesi’nden İsmail Saymaz’ın özel haberine göre müdürün imzasını taşıyan evrakta yer alan bilgilere göre; zayıf çocukların büyüklerce cinsel istismara uğradığı, bu suçlardan ötürü cezaevine düşenlerin içeride de küçüklere tecavüz ettikleri ve bunu topluca yaptıkları ileri sürüldü. Evrakta çocukların, “anüslerinden vücutlarına ne kadar uzunlukta hortumu alacakları yönünde kendi aralarında iddiaya girip denedikleri”; “metal çay kaşığını dörde bölerek yuttukları” gibi korkunç ifadeler yer alıyor. Ayrıca, “infaz koruma memurlarının, kullanımı çocuklarca yasak olan emtianın geçmesine neden oldukları” ifade edildi.

Şakran Cezaevi Müdürü Hamit Karslıoğlu’nun imzasını taşıyan 2 Aralık 2014 tarihli evrak, “Görev Taksim” başlığını taşıyor.

Evrakta ayrıca, çocukların “boy, kilo, yaş ve ruhsal durumları gözetilerek koğuşlara yerleştirmede sınıflandırmaya yapılmaya çalışılsa da” duruma engel olunamadığı kaydedilerek, şöyle denildi:

– Zayıf çocukların cinsel istismara uğradıkları,

– Cinsel eğilimleri yüzünden kurumda olan çocukların bu arayışlarını ceza infaz kurumunda da sürdürdükleri, diğer zayıf çocuklara tecavüz ettikleri, hatta bunu grup olarak yaşadıkları,

– Anüslerinden vücutlarına ne kadar uzunlukta hortumu alacakları yönünde kendi aralarında iddiaya girip denedikleri tespit edilmiştir

(Radikal)

İç güvenlik paketinden Polise 48 saat gözaltı yetkisi veren madde geçti

İç güvenlik paketinin içinde polise 48 saate kadar gözaltı yetkisi veren maddesi de dahil 6 maddesi, Meclis Genel Kurulunda kabul edildi.

6 iç güvenlik yasa tasarısı

TBMM Genel Kurulu’nda, kamuoyunda ‘İç Güvenlik Paketi’ olarak bilinen Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu, Jandarma Teşkilat, Görev ve Yetkileri Kanunu, Nüfus Hizmetleri Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın görüşmeleri 18,5 saat sürdü. Gergin geçen görüşmelerin sonunda içinde polise 48 saate kadar gözaltı yetkisi veren maddesinin de bulunduğu toplam 6 madde Meclis’ten geçti.

Toplumda infial yaratan; öldürme, kasten yaralama, cinsel saldırı, çocukların cinsel istismarı, kaçakçılık, fuhuş, hırsızlık, yağma, uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti gibi suçlarda, suçüstü halleriyle sınırlı olmak kaydıyla kişi hakkında, mülki amirlerce belirlenecek kolluk amirlerince 24 saate kadar, şiddet olaylarının yaygınlaşarak kamu düzeninin ciddi şekilde bozulmasına yol açabilecek toplumsal olaylar sırasında ve toplu olarak işlenen suçlarda 48 saate kadar gözaltına alma kararı verilebilecek.

Bal kovanında “devrime” halk iki günde 2 milyon dolar yatırım yaptı

Avusturalya’da çiftçilik yapan Cedar Anderson ve Stuart Anderson’un tasarladığı yeni arı kovanı modelinin üretimi için Indiegogo’da başlattığı kampanyaya 2 günde 6.000’e yakın kişi, 2 milyon doların üzerinde destek verdi.

Cedar Anderson ve Stuart Anderson
Cedar Anderson ve Stuart Anderson

Cedar Anderson ve Stuart Anderson, Avustralya’da çiftçilik yapan bir baba-oğul. Arıcılık da yapan Anderson’lar, kovanların açılıp balın alınması sürecinde hem ciddi bir emek harcadıklarını, hem de arıları rahatsız ettiklerini gözlemleyerek buna bir çözüm düşünmüşler.

“Kovanı hiç açmadan arıcılık yapabilir miyiz?” sorusuyla yola çıkan baba-oğul, tasarladıkları yeni kovan modelini kendi arazilerinde deneyip bir video çektiler. Videoda, ünlü kalabalık fonlama sitesi Indiegogo’da 23 Şubat’ta bir kampanya başlatacaklarını da duyurdular.

Tasarım, kovanların içindeki balin bir musluk sistemi aracılığıyla istenildiği zaman ve istendiği kadar alınmasını sağlıyor. Ayrıca kovanın içi dışarıdan sürekli olarak izlenebiliyor!

Hikayenin bundan sonrası ise daha da ilginç. Anderson’ların kovan tasarımı dünyanın dört bir yanından arıcılar arasında o kadar heyecan uyandırdı ki, kampanyanın 42 günde toplamayı hedeflediği 70.000 dolar daha ilk saatlerde aşıldı. Bu haberin yazıldığı sırada kampanya başlayalı yalnızca 48 saat olmuş ve toplanan miktar 2 milyon doları geçmişti.

yenikovan1

Bu adreste görülebilen kampanyada bireyler 10 dolarla 600 dolar arasında degişen paketler arasından dilediklerini seçerek kovanın seri üretimi başladıktan sonraki ilk ürünlerine talip olabiliyorlar. Diğer bir deyişle, maddi olanakları olmayan girişimciler fikirlerini sunarak yatırım için gerekli meblağı toplumdan imece yoluyla edinebiliyorlar. “Kalabalık fonlama” (ing: crowdfunding) kavramı da buradan geliyor.

Kampanya, onarıcı tarımcılar arasında da heyecan uyandırmış durumda. Kampanya, sürdürülebilirliğin ötesinde ekosistemi onaran, ekonomik olarak bereketli ve toplumsal olarak da adil fikir ve pratiklere duyulan ihtiyacı ve verilen desteği bir kez daha kanıtlamış oldu.

yenikovan3

Projeye itiraz edenler de var. Sosyal medyada “Böyle arıcılık olmaz, süreç karmaşık” argümanını sunanların yanısı arı larvalarının da ezileceği korkusunu ifade edenler var. Tasarımcılar tüm bu süreçlerin göz önüne alınarak tasarımın ona göre yapıldığını iddia ediyor.

bal3

Projeye yatırım yapanların “arıcılıktan anlamayan, kolay bir şekilde arıcılık yapma hayali kuran” bireyler olduğunu düşünenler de var. Buna karşılık ise, “Arı nüfusunun artması ve kolonilerin yaygınlaşması her ihtimalde iyi olur, döllenme ve doğal döngüler güçlenir” yorumları yapılıyor.

(Yeşil Gazete)

 

 

Dünyayı şişme bir penis mi kurtaracak? – Işıl Eğrikavuk

!f İstanbul film festivali ve Boğaziçi Chronicles’ın davetlisi olarak İstanbul’a gelen sanatçı kolektifi The Yes Men çözülmesi olanaksız gibi görünen pek çok sorun için ufak bir umut alanı yaratıyor.

The Yes Men’i ilk duymam bundan 12 yıl önceydi. Düğmesine basınca konuşan Barbie bebekleri ve oyuncak G.I Joe komandolarını alıp, seslerini birbirleriyle yer değiştirmişler ve oyuncakçılara geri yerleştirmişlerdi. Oğluna hediye olarak G.I Joe komandosu alan ana babalar birden ‘hadi alışverişe gidelim’ diyen asker bebekleri duyup şoka girmiş, durum haber bültenlerine taşınınca da The Yes Men ilk zaferlerini kazanmıştı.

Andy Bichlbaum ve Mike Bonnano’dan (gerçek isimleri değil) oluşan The Yes Men ikilisinin asıl tanınmaya başlamaları ise 2004 yılında BBC’yi resmen kandırmaları ile oldu. Dow Chemical adlı böcek ilacı üreten bir şirketin Hindistan’daki fabrikası ‘yanlışlıkla’ zehirli gaz salıp 18.000 insanın ölümüne sebep verince, olayın 20. Yıl dönümünde The Yes Men ikilisi şirketin adına sahte bir web sitesi kurup önemli bir duyuru yapacaklarını anons etti. Web sitesinin gerçekliğini kontrol etme gereği duymayan BBC ise bu duyuruyu canlı yayına taşıyınca olanlar oldu. Zira ekrandaki ‘şirket yetkilisi’ çok üzgün olduklarını ve mağdurlara toplam 12 milyar dolarlık yardım yapacaklarını açıklayınca Dow’un hisseleri birden tepetaklak oldu. Oysa ki o şirket yetkilisi The Yes Men’in Andy’siydi.

yes menGrubun asıl patlaması ise Dünya Ticaret Örgütü adına hazırladıkları sahte bir web sitesi yoluyla uluslararası bir konferansa davet edilmeleri ile oldu. Şirket yöneticileri ve bürokratların izlediği bir panele katılıp, patronlara dünyanın fakir ülkelerinde çalışan işçilerini dakika dakika izleyebilecekleri ultra-fantastik bir kostüm tasarımı sundular. Altın renkli bir tulum-tayt şeklinde tarif edebileceğim bu kostümün özelliği ise istenildiği anda şişirilebilen iki metrelik bir şişme penisi olması ve onun ucunda yer alan gözetleme ekranından tüm işçileri anında denetlemeye izin vermesiydi. Kostüm absürd olmasına absürddü, ama asıl tuhaf olan dünyanın en kelli felli ticaret uzmanlarının bu sunumu dinleyip alkışlamaları ve gerçek sanmalarıydı. Hatta öyle ki sunum sonrası bazıları yanlarına gelip bu şahane fikri tebrik etti. Gerçekten de işçilerini dev şişme bir penis kostümü yoluyla denetleyebileceklerine inanmışlardı. Projenin sahte olduğu patlak verip olay yine haberlere taşınınca asıl kazanan yine Yes Men oldu.

Kendilerini gerilla iletişimcisi olarak tanımlayan ve neo-liberal politikalar sonucu ortaya çıkan küresel sorunları yukarıdakilere benzer yöntemlerle gündeme taşıyan The Yes Men bugün bir sanatçı kolektifinden çok daha fazla tanınıyor. Zira onlar BBC, CNN gibi pek çok büyük medya kurumunu, Ticaret Örgütü ve hatta Kanada Hükümeti’ni oyuna getirmeyi başarıp bu sayede medyada duyamayacağımız konuları gündeme taşıyabiliyorlar. Kmileri tarafından ‘sahtecilikleri’ yüzünden tepki çekseler de onlar bu stratejileri yoluyla absürd senaryolar yaratarak çözülmesi olanaksız gibi görünen pek çok sorun için ufak bir umut alanı yaratıyorlar.

!f İstanbul film festivali ve Boğaziçi Chronicles’ın davetlisi olarak İstanbul’a gelen sanatçı kolektifi The Yes Men’in projeleri bunlarla sınırlı değil. Son olarak Gazprom ve Shell’in ortaklaşa petrol arama adı altında buzulları kazarak yok etmelerini eleştiren başka bir proje yaptılar. Hollanda merkezli Shell’in ‘başarılarını’ tanıtmak için gerçek gibi görünen ama içinde insanların olduğu sahte bir kutup ayısını Hollanda’daki bir hayvanat bahçesine götürüp sokmaya çalışmaları, iklim değişikliğinden korunmak için tasarladıkları şişme ‘hayatta kalma’ kıyafeti giyen onlarca insanın New York nehrine dalmasını ve benzeri bir çok proyeji anlattıkları filmleri ‘The Yes Men İsyanda’!f İstanbul kapsamında gösterildi. The Yes Men ayrıca 26 Şubat’ta Boğaziçi Üniversitesi’nde bir konuşma daha yapacak. Meraklıların ve son günlerde karşılaştığımız tüm şiddet, öfke ve umutsuzluk dolu olayların arasında bir nefes almak isteyenlerin kaçırmaması tavsiye edilir. Üstelik işin içinde biraz kahkaha da var.

 

Işıl Eğrikavuk – Radikal

Bursa Tabip Odası’ndan “Çimento Fabrikalarının Sağlık Etkileri” kitabı

Bursa’da bir yandan İnegazi’de 2. çimento fabrikası kurulması çalışmaları sürerken, diğer yandan Bursa Çimento Fabrikasının kapasite artışı ile ilgili ÇED raporunun gündemde olduğu bugünlerde çimento fabrikalarının insan sağlığına ve çevreye etkilerine dikkat çekmek üzere “Çimento Fabrikalarının Sağlık Etkileri” kitabı yayınlandı.

22

Kitap, Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı öğretim üyesi ve Bursa Tabip Odası Çevre Komisyonu üyesi Doç.Dr. Alpaslan Türkkan tarafından hazırlandı.

Bursa Tabip Odası tarafından yayınlanan kitapta “Çevre ve sağlık riskinin olmadığı bir çimento üretimi söz konusu değildir. Çimento üretiminin çevre ve sağlığa olumsuz etkilerinin önlemlerle yok edilmesi de günümüz koşullarında olası değildir” saptaması yapılmakta ve sağlık etkileri ayrıntıları ile anlatılmaktadır.

Kitaba Bursa Tabip Odası’nın web sitesi bto.org.tr/ üzerinden erişim mümkün.

 

Haber: Serdar Esen

(Yeşil Gazete)

Ondan da geri kalmadık! Türkiye, okyanusa plastik atık bırakmada zirveye oynuyor

Mother Jones.com‘da Tim McDonnel imzası ile yayınlanan haberi Yeşil Gazete ekibinden Pelin Atakan‘ın derleme çevirisi ile paylaşıyoruz

* * *

Deniz bilimciler okyanuslardaki plastik kirliliğinin büyük bir problem olduğundan uzun zamandır haberdar. Problemin en açık belirtisi Büyük Pasifik Çöp Alanı, yani okyanusta yüzen birikmiş atık birikintisi (aslında farklı faklı birkaç alanı kapsayan bir alan bu). Bu alan ABD’nin Teksas eyaletinin en az iki katı büyüklüğünde ve uzaydan görülebiliyor. Kirliliğin planktonlardan balinalara kadar tüm canlılar üzerinde hesaplanamaz ölümcül etkisi bulunuyor.

NOAA Pasifik Adaları Balıkçılık Bilim Merkezi/AP
NOAA Pasifik Adaları Balıkçılık Bilim Merkezi/AP

Peki bu alanda ne kadar plastik var? Science Dergisi’nde yayımlanan yeni bir araştırmanın ortaya çıkardığı rakamlar oldukça korkutucu: 2010’da 4,8 ile 12,7 milyon ton plastik okyanuslara eklendi –bu değerlerin ortalamasını dikkate alırsak kirliliğin Giza’daki Büyük Piramit’in 1,3 katı ağırlığında olduğunu anlamına geliyor.

Eğer okyanuslarda bulunan tüm bu plastiğe son vermeye istekliysek plastiğin miktarı kadar kaynağını bilmek de önemli. Yayımlanan yeni çalışmanın temel fikri de bu aslında.  Georgia Üniversitesi’nden Çevre Mühendisi Jenna Jambeck’in öncülüğündeki bilim insanları, işe büyük sulara kıyısı olan 192 ülkenin okyanuslara ne kadar plastik döktüğünü hesaplamakla başladılar. Bunun için her ülkeden alınan şu verileri karşılaştırdılar: Kişi başına düşen atık üretimi, büyük suların 50 kilometre yakınında yaşayan nüfusun büyüklüğü, plastiklerin tüm atıklara oranı ve ‘kötü yönetilmiş’ (yani gelişi güzel veya özensizce atılmış) plastik atıkların oranı.

Sonraki adımsa kıyılardan gelen kötü yönetilmiş plastik atıklarının ne kadarının su ile sürüklendiğini hesaplamaktı. Bu adım yukarıda bahsedilen rakam aralığının neden bu kadar büyük olduğunu açıklayacak özellikte. Jambeck önce Güney Afrika ve Kaliforniya Körfez Bölgesi gibi bölgelerde var olan atık akıntı literatürüne başvurarak yüzde 15 ila 40 oranına ulaştı, daha sonra geri kalan bölgelere bu rakamları uyguladı.

Aşağıdaki 2010 yılında okyanusları plastik atıklarla en çok kirleten ülkeleri gösteren tablo araştırmanın ortaya çıkardığı rakamlardan faydalanılarak hazırlandı. En yüksek rakamlar kıyı nüfusu hızla artan orta gelirli, atık yönetimi altyapısında yetersiz olan ülkeler. Türkiye de okyanusları plastik atıklarla en çok kirleten 20 ülke arasında bulunuyor.

19

Bu tablodan daha kötüsünü plastik atıklardaki artışın ülkelerin 2025 yılına kadarki nüfus artışı tahminlerinden yola çıkılarak hesaplanması ile ilgili yapılan bir araştırma ortaya koyuyor.

Aşağıdaki grafikte kötü yönetilen plastik atıklarını en kötü yöneten ülkeler bulunuyor. Çin açık ara önde, Hindistan’da ise rahatsız edici bir plastik kirliliği patlaması yaşanması öngörülüyor. Türkiye kaynaklı plastik atıkların ise 2025 yılına kadar yaklaşık iki katına çıkması bekleniyor.

20

 

Haberin İngilizce Orjinali

Haber: Tim McDonnell – MotherJones

Çeviri: Pelin Atakan – Yeşil Gazete

(Yeşil Gazete, Mother Jones)

Cenk Demiroğlu: “İklim değişikliğinin başka derdi mi yok kış turizmi çalışıyorsun?”

Geçtiğimiz haftalarda (28 Ocak 2015) Açık Radyo‘da Ömer Madra ile birlikte yaptığımız Açık Yeşil programında iklim değişikliğinin kış turizmi etkisi üzerine çalışmalar yapan İstanbul Politikalar Merkezi IPC Mercator araştırmacısı Cenk Demiroğlu ile bir söyleşi yapmıştık. Demiroğlu bize iklim değişikliğinin  kış turizmini nasıl tehdit ettiğini çarpıcı örneklerle anlattı. Söyleşinin bant çözümünü ve kaydını sunuyoruz.

 

Cenk Demiroğlu
Cenk Demiroğlu

Ümit Şahin: Bugün Açık Yeşil’ de bir konuğumuz var. Cenk Demiroğlu, İstanbul Politikalar Merkezi Mercator IPC araştırmacısı, hoş geldin Cenk.

Cenk Demiroğlu: Hoş bulduk

Ümit Şahin: Cenk Demiroğlu İstanbul Politikalar Merkezinde bu yıl Kış Turizmi ve İklim Değişikliği üzerine çalışıyor daha doğrusu iklim değişikliğinin kış turizmine etkisi üzerine çalışıyor. Biz beraber çalışıyoruz Cenk ile, benim de aklımda hep şöyle bir kar yağsa da Cenk’i davet etsek vardı. Kar yağışını kaçırdık biraz kısa sürdü ama yine de kış bitmeden bir kış turizminin durumunu konuşalım istedim.

Ömer Madra: Gene kar geliyormuş zaten.

Ümit Şahin: İyi, biz arada almış olduk. Zaten çok kar yağdığında Cenk’i bulamıyoruz dağlarda oluyor.

Cenk Demiroğlu: Evet ben de kaçıyorum kar yağınca.

Ümit Şahin: Biraz tabii kendini tanıtmanı da isteyeceğim ama önce şununla başlayacağım. Tam şimdi sabah gördük Hürriyet gazetesi seyahat ekinde “erken gelen kar kayakçıları sevindirdi” diye başlık atmışlar. Doğru mu bu?

Cenk Demiroğlu: O haberin daha sonra satır aralarına baktım. Geçen seneye göre erken gelen kar diye ufak bir detay var orada, ona göre doğru. Çünkü geçen sene biliyorsunuz son 135 yılın en sıcak yılını ve kışını geçirdik. Öyle bir kış karşılaştırınca erken geldi ama bu sene kar gerçekten geç geldi. Hatta biraz daha geç gelseydi birçok kayak merkezi yılbaşını da kaçıracaktı ve ekonomik açıdan çok daha fazla zorlanacaklardı.

Ümit Şahin: Türkiye’de kayak merkezlerine ne zaman gelir normalde kar?

Cenk Demiroğlu: Ben çocukken Aralık başıydı şimdi yavaş yavaş Noel tatiline doğru kaydı.

Ömer Madra: Aralık sonlarına doğru yani…

Cenk Demiroğlu: Şimdi artık yılbaşını tehdit eder hale geldi. Ki yılbaşını kaçırmak neredeyse bir Aralığı kaçırmaya bedel turizmciler açısından. Kayak merkezi işletmecileri bu seneki kar yağışına seviniyorlar mı bilmiyorum, bol yağdı yağdığında, ama Aralık ayı şimdiden kaybedildi. Zaman olarak yüzde 25’ini kaybettiler işlerinin. Bol kar da çok iyi bir şey değil. Hatta bir yazı hazırlıyoruz bununla ilgili. Çünkü 2-3 metre kar yağdığında bu sefer de yollar kapanıyor, pistlerin açılması zorlaşıyor vs.

Ümit Şahin: Teleferik arızası oldu Uludağ’da…

Cenk Demiroğlu: Arkadan lodos da geliyor, bu kış çok lodos yaptı o da teleferiği zorluyor. Bir anda çok fazla kar yağması da iyi bir şey değil ki bunun da iklim değişikliğinin sonuçlarından biri olduğunu gösteren birçok çalışma var.

Ömer Madra: Karayollarında da büyük ana arterler kapandı.

Cenk Demiroğlu: İki Pazar önce Kartalkaya’ya 28 km yolu üç saatte çıkmışlar. Uludağ’da trafikten ziyade karların ağaçlara yaptığı ağırlıktan ağaçların devrilmesi sonucu dört saatlik bir trafik oluştu Telefereğin arıza yapması da üstüne geldi. Lodos olunca hava açıyor tabii herkes gitmek istiyor.

Ümit Şahin: İklim değişikliği ile ne zaman ilgilenmeye başladın, buna geri dönelim mi? Çünkü aynı zamanda kayakçısın ve coğrafyacısın. Biraz onu anlatır mısın?

Cenk Demiroğlu: Benim asıl akademik kökenim Turizm İşletmeciliği. Önce Boğaziçi Üniversitesi sonra İstanbul Üniversitesi’nde okudum. Daha sonra işin yatırım boyutu, ekonomik boyutu ile ilgilenirken coğrafyasına geçmek istedim ve coğrafya doktorasına başladım. Buna başladıktan sonra da yurtdışına gittim. 5-6 sene boyunca İsveç, Norveç ve Slovakya’da kaldım. Burada turizm eğitimi veren coğrafya bölümlerinde, enstitülerinde araştırmalar yaptım. Kış turizmi çalışmak istiyordum zaten doğma büyüme bir kayakçı olarak ama neresini çalışayım derken baktım ki ben kendim kayamıyorum. O zaman sanırım en temel sıkıntı iklim değişikliği, buradan başlasam iyi olur dedim.

Ümit Şahin: Ne zaman Türkiye’ de ilk iklim değişikliğinden dolayı ya da kar yağmaması yüzünden kayamadığınız oldu mesela hatırlıyor musun?

Cenk Demiroğlu:  2000 yıllarla birlikte ortaya çıktı. Hatta mesela doğudaki kar merkezlerinden biri 1998 yılında yapay kar makinalarından satın almış onları yanılmıyorsam 2007 yılında depodan çıkardılar, bu artık bize lazım deyip çalıştırmaya başladılar. Ben Türkiye’de yarışırken hatırlıyorum Ocak ayının ilk haftalarında yarışamadığımız olurdu veya çok zor şartlarda yarıştığımız oldu.

Ümit Şahin: Bu son yıllardan bahsediyorsun?

Cenk Demiroğlu: Son yıllar, hep 2000’li yıllarda. Benim yakın tarihimde de hep yurtdışında yarışıyordum. Orada da biz yarışlarımızı hep sezon sonuna getirmeye çalışırız daha yumuşak karda kaymaya çalışırız hız yarışlarında. Çok yarış iptalleri yaşandı. Bu sene de mesela bu hafta sonu Fransa’da hız kayağı dünya kupası yapılacaktı, kar yetersizliği nedeniyle iptal edildi ve çok büyük bir organizasyondu. İki yıl önce İsviçre’de gittiğim bir yarış buzulun çok çekilmesi sebebiyle kayalar vadiye yuvarlanmaya başlamış. Vadinin içi de bizim kayacağımız pist, o pist kapandı zaten. Tam da oraya biz daha fazla hızlanalım diye bir rampa koymuşlardı, çok yatırım yapmışlardı o yatırım da orada duruyor öyle hiç kullanılamadı.

Ümit Şahin: Senin yazılarında da okudum, iklim değişikliği sebebiyle Alplerdeki kayak merkezlerinin de azalmaya başladığı görülüyor, değil mi?

Cenk Demiroğlu: Bütün dünyayı etkiliyor sadece Türkiye’yi etkileyen bir durum değil. Tabii Türkiye’de bazen eleştiriliyorum sen neden kış turizmi çalışıyorsun iklim değişikliğinin başka derdi mi yok diye ama Türkiye’nin turizmine yaptığı etkiyi düşünürseniz ekonomik ve sosyal açıdan çok büyük bir zarar. Kış turizminde daha yolun başındayız bu iş büyüyecek bunu da konuşuruz birazdan. O yüzden çalışılması ve baştan bu tehdide dikkat çekilmesi lazım. Mesela Avusturya’da, tabii gelişmiş ülkelerde turizm çok önemli bir ekonomik sektör değildir ama kış turizmi doğrudan gayri safi milli hasılanın %5’ine gelir sağlıyor.

Ümit Şahin:  Orada kültürel bir şey tabii, herkes kayıyor.

Cenk Demiroğlu: Kültürel bir şey tabii ama 50 milyon artı 5 milyon turist sadece kaymaya geliyor, bu çok ciddi bir rakam küresel piyasa içerisinde. Ve Avusturya en hızlı etkilenen yerlerden birisi. Çünkü kayak merkezleri kültürel etkiyle de köylere yakın yerlerde kurulmuş alçakta. OECD raporunu söyleyeyim yapay kar seçeneğini dikkate almadan yapılan analizler şunu gösteriyor Alplerdeki yani Fransa, Almanya, İsviçre, Avusturya, İtalya, Slovenya hep beraber buradaki 600’den fazla kayak merkezi sadece bir derece ısınma ile 500’e iki derece ısınmayla 400’e düşüyor. Niye düşüyor çünkü ekonomik olarak kendilerini kurtaracak bir sezona sahip kalamayacaklar. Bu kar örtüsünün kalınlığındaki ve süresindeki çekilme yüzünden.

Ümit Şahin: Kuzeyde de var mı bu Norveç, İsveç gibi ülkelerde?

Cenk Demiroğlu: Kuzeyde de var. Orada da uzun süreler araştırma yaptım. Orada tabii yaz kayağı merkezlerinden başladım, oralarda kar biraz bol bazı merkezlerde kışın kar kalınlığı 10 metreye ulaşıyor o yüzden yazın açıyorlar. Onların mesela üçünden ikisi iflas etti. Bir tanesini devlet kurtardı, bir tanesini özel sektör. Devletin kurtardığı tekrar iflas edecek gibi gözüküyor artık son perdeyi oynuyor. Tabii insanların aklına o kadar kuzeyde kutba yakın yerde de sorun olur mu diye geliyor ama orada da insanlar burada zaten kar var diye kayak merkezlerini deniz seviyesine yakın yerlere yapmış. Dolayısıyla orada da sıkıntı var. Tabii orada şöyle bir avantaj var, her zaman daha yukarı taşınabilirler. Türkiye’de ise biz zaten genelde hep zirveleri zorladık. Taşınabileceğimiz pek bir yer kalmadı. 3000’in üstüne çıkarız gibi bazı fikirler var o da pek mantıklı değil çünkü siz de dağcısınız bilirsiniz 3000’in üzerinde normal bir turistin günde 7-8 saat aktivite yapması üstüne gecesinde eğlenmesi pek makul bir fikir değil.

Ümit Şahin: Bu durum buzul kayağını mı vurdu diyorsun?

Cenk Demiroğlu: Evet yaz kayağını vurdu.

Ümit Şahin: Bunun buzulların erimesiyle bağlantısı ne?

Cenk Demiroğlu: Buzulların erimesiyle bağlantısı şu, yaz kayağı çok ilginç bir pazardır genelde profesyonellerin yazın antrenman yapmak için kullandığı kayak merkezleri var. 80’lerde Avrupa’da böyle 40 tane kayak merkezi vardı. Bu buzullardaki çekilme, yumuşama, üzerine yağan karı soğuk tutamama gibi sebeplerle bu 40 merkezin sayısı 12’ ye düştü. O düşenleri de görmeniz lazım.

Ümit Şahin: Bunlar genellikle İskandinavya’da mı?

Cenk Demiroğlu: Bir bölümü Alpler’de, bir bölümü İskandinavya’da. Bir iki tane de Japonya ve Kuzey Amerika’da var. Bunların üstüne artık örtü örtülüyor. Metrekaresi 4 isviçre frankından.

Ümit Şahin: Buzulun üstüne mi örtülüyor?

Cenk Demiroğlu: Niye işte, albedoyu arttırsın, yansımayı arttırsın buzulu biraz daha koruyalım, yaz erimesini yavaşlatalım. Ciddi ciddi bu işler yapılıyor. Dev bir kayak pistinin üstüne battaniye örtülüyor.

Ömer Madra: Beyaz parlak bir malzemeden değil mi?

Cenk Demiroğlu: Evet beyaz, parlak özel bir tekstil malzemesinden.

Ümit Şahin: Bu iyi fikirmiş aslında. Bütün kutupların üstünü örtsek böyle, Grönland’ın üstünü…

Ömer Madra: Ben bunu önermiştim yıllar önce Açık Gazete’de…

Cenk Demiroğlu: İklim mühendisliğinin sonu gelmez. Uzaya ayna da koyabiliriz ışını direk geri de yollayabiliriz.

(gülüşmeler)

Ömer Madra: Bu kuzey ülkelerinde, Kuzey Kutbu ve civarında çok daha yüksek ısınma ortalaması, bunu da hesaba katmak lazım. Biz, dünya ortalaması olarak 1 dereceye yakın bir yükselmeden bahsediyoruz, 0.8 derece gibi halbuki orada 4 derecelik bir ortalama olduğu için onlar tabii tahminlerden çok daha fazla etkileniyorlar.

Cenk Demiroğlu: Çok daha fazla hassaslar ki kutbun hassasiyeti Alpler ya da Kafkasların olduğu yükseltilerde de var hemen hemen aynı iklim sisteminin içerisinde oldukları için. Birçok çalışma Alplerdeki buzulların bu yüzyıl içinde yok olacağını gösteriyor. Şu ana kadar da 275 gigaton buzul kaybedildi.

Ömer Madra: Geçenlerde Ümit’le fotoğraflarına bakıyorduk Guardian gazetesinde her yerde buz tırmanıcısı olan bir adamın çektiği fotoğraflar vardı. Hakkaten fotomontaj gibiydi, incecik bir duvar halinde kalmış Kilimanjaro’da.

Ümit Şahin: Buz tırmanıcılığı da bu anlamda tarihe karışabilir deniyor.

Cenk Demiroğlu: Bolivya’da mesela, Güney Amerika’nın en eski kayak alanlarından biri Chacaltaya’da kayak faaliyetleri durdu artık. Çünkü kayacak kadar buzul kalmadı, hepsi eridi. Ve dünyanın en yüksek kayak pistiydi, 5000 metre yükseklikte.

Ümit Şahin: Peki, Türkiye’de bu nedenle kapanan bir kayak merkezi var mı ya da tehdit altında olan?

Cenk Demiroğlu: Tehdit altında olan çok var ama şöyle bir şey var biz bunların finansal açıdan zorlanmaları için bir 10 yıl geçmesini bekliyoruz. 10 yıl içerisinde en az her 7 senede en az 100 gün boyunca en az 30 cm kar alıyor olması lazım böyle genel bir kural var finansal olarak başabaş çıkmaları için. Ama Türkiye’deki kayak merkezlerinin çoğu yeni biliyorsunuz. Yeni yeni bir anda orada burada açıldı. 10 senelik geçmişi olan merkez çok fazla değil o yüzden durumu tam olarak göremiyoruz şu an ama finansal açıdan çok zorlandıklarını biliyoruz. Tabii şöyle bir şans var burada sadece kayak yapılmıyor Türkiye’de. Türkiye’deki kış turisti profili işi biraz kurtarıyor. Zaten kayağa gitmeyen bir sürü turistimiz var, eğlenmeye giden spaya giden sadece hafta sonu havasını almak için giden var. Şimdi duyuyoruz Ortadoğu pazarının Uludağ’a geri gelmesi var. Uludağ’daki oteller yazın geri açtı bir anda 6 ay daha kazandılar, kıştan bir ay kaybettiler ama böyle avantajlar da var. Böyle bazı dış faktörler de imdada yetişiyor şu anda.

Ümit Şahin: Kayak otellerini kurtarmak için bunlar ama kayak sporunu kurtarmıyor sonuçta, değil mi?

Cenk Demiroğlu: Kayağı kurtarmaz. Mesela yapay kayak pistlerinde daha fazla yatırım düşüncesi var, üzeri kapalı AVM içindeki yerler gibi olsun Dubai’deki gibi.

Ümit Şahin: Nasıl yani?

Cenk Demiroğlu: Dubai’de AVMlerin içinde, İstanbul’da da var öye bir pist, kar yapıyorlar içeride siz orada kayıyorsunuz. Bu kayak sporunu kurtarır ama kayak merkezlerini ve kış turizmini kurtarmaz tabii ki. Gidip o AVM’yi Uludağ’ın tepesine yapmayacaklar İstanbul’a yapacaklar.

Ömer Madra: Peki, ben şeyi sormak istiyorum bu yapay kar meselesinin de kuyruğunu yiyen yılan gibi bir sorunu olması lazım. Yaktığı, kullandığı mazot vs küresel iklim değişikliğine, küresel ısınmaya olumsuz etki ediyor olması lazım.

Ümit Şahin: Bir de çok ciddi su harcıyor değil mi? Yapay karlama nasıl oluyor?

Cenk Demiroğlu: Evet ciddi su tüketimi oluyor. Yapay karlama çok ikilemli bir konu. Kış turizminin adaptasyon sağlaması için yapay karlamaya geçmesi şart yani bir sürü adaptasyon yöntemi var ama ilk etapta yapılması gereken en gerçekçi uyum yöntemi yapay karlama. Yapay karlamada da sıkıntılar var. Mesela 90’larda katkı maddeleri de koyuyorlardı donma seviyesini yükseltmek için. Bu katkı maddelerinin birçoğunun zararlı olduğu bulundu ve Avrupa’da bu iş kalktı gitti. Allah’tan biz o zaman başlamamıştık yoksa bol bol kullanmış olurduk. Şimdi artık onlar piyasadan çekildi, fazla tutunamadı. Su tüketimi var çok ağır, şimdi teknolojisi geliştirilmeye çalışılıyor verimli çalışması için çünkü göletlerden suyu emiyor bu hali ile. Gölet kurulması mantıklı mesela eskiden doğal kaynaktan suyu çekiyordu şimdi kendi göletleri var en azından bir döngü sistemi hafif de olsa kurulmuş durumda. Bu işin bence en ironik yanı ciddi bir enerji sarfiyatı yapması, hem yatırımcıya maliyet getirmesi ama şimdilik o maliyet bütün sezon karsız geçirmekten daha fazla değil ama öte yandan ciddi bir sera gazı salımı var. İklim değişikliğini geri besliyor yani.

Ömer Madra: Evet, bunu sormuştum. Mazotlu makinalar kullanıyorlar herhalde.

Cenk Demiroğlu: Elektrik de kullansa nasıl üretildiğine bakılıyor tabii. Biz bir araştırma daha başlatıyoruz Şubat ayında Almanya’da oranın en büyük kayak merkezlerinden Zudelfelt’te bir kayak merkezi, Bu arada Almanya’da 2050 yılına kadar Bavyera’da ki en büyük kayak merkezleri oradadır, hemen hemen tüm kayak merkezlerinin yapay karlamaya geçmezse yok olacağı öngörülüyor çok ciddi bilimsel raporlarda. Hal böyleyken en büyük kayak merkezlerinden biri milyonlarca Euro harcayıp çok büyük bir yapay karlama sistemi kurdu ve bu parayı harcarken de federal hükümetten finansal destek aldı. Buna da dava açtı BUND, Almanya’nın çevre örgütü ve DAW Alman Alp Kulübü. Dediler ki bu parayı buna harcayacağınıza daha sürdürülebilir bir turizm türüne harcasaydınız. Davayı kaybettiler hala süreç devam ediyor sanırım. Fakat o kayak merkezi yapay karla bile bu sene henüz düzgün bir açılış yapamadı çünkü makinalar yetmedi. Yapay kar makinası her an kar yapamıyor onun da bir limiti var.

Ümit Şahin: Havanın belli bir sıcaklıkta olması gerekiyor.

Cenk Demiroğlu: Belli bir sıcaklığın olması lazım daha önemlisi rutubetin belli bir seviyede olması lazım. Mesela çok rutubetli yerlerde -10 derecenin üstünde zaten kaliteli kar yapması söz konusu değil şu anki teknoloji ile. Bazı özel teknolojiler var ama onlar da çok pahalı ve hantal, endüstriyel teknolojiler.

Ümit Şahin: Hava çok soğuksa ama kar yoksa yapamıyorsunuz, öyle mi?

Cenk Demiroğlu: Hava çok soğuksa kar yoksa herhalde kurudur diye düşünüyorum o zaman kar yapar. -2 derecede bile yapabilir ama rutubetli bir havada, havanın daha da soğuk olması lazım. Rutubet onun eşiğini düşürüyor.

Ümit Şahin: Hürriyet’in seyahat ekindeki reklamlarda gördüğümüz gibi “kar garantili kış tatili” paketleri mümkün mü?

Cenk Demiroğlu: Bunu ilk gördüğümde bir yazı yazmıştım aslında kar garantili kış turizmi nedir ne değildir diye.

Ümit Şahin: Eskiden böyle bir laf edilir miydi “kar garantili tatil”? Demek ki kar yağmayacak ki böyle bir garanti veriyorsun.

Cenk Demiroğlu: Hayır, bunun artık sigortası türevi bile çıktı, finansal piyasası oluştu.

Ümit Şahin: Nasıl yani, kar yağmazsa paranı geri alıyorsun gibi mi?

Cenk Demiroğlu: Evet, mesela yurtdışında diyor ki, kar garantisi kar yoksa paranızı geri alırsınız, ileri tarihli voucher alırsınız bir daha bize gelebilirsiniz gibisinden işin teminatı tazminatı var.

Ömer Madra: Ben buraya bir reklam buldum, eskiden karpuz satıcıları kan çıkmazsa para yok derlerdi şimdi kar çıkmazsa para yok.

(Gülüşmeler)

Ümit Şahin: Kar yağmazsa para yok.

Cenk Demiroğlu: İlk verdikleri reklamda garantisini yapay kar sistemini övmek anlamında söylüyordu. Ben dedim ki o kar garantisi kar güvenirliğidir, teknik açıdan. Tabii insanlar onu kar garantisi olarak da anlayabilir.

Ümit Şahin: Her şeyden önce herkes nereden bilecek yapay karı?

Cenk Demiroğlu: Tabii tabii. Sonra da o yapay kar sistemleri nasıl çalışıyor? O makinanın olması orada kar olacağının güvencesi değildir. Ama yeni reklamda gördüm ki yanına ufak bir yıldız koymuşlar, altına minik bir açıklaması var hangi sıcaklıkta kar garantisi olduğunu belirten.

Ümit Şahin: iklim değişikliği tüm dünyada kayak merkezlerini tehdit ederken Türkiye her zamanki gibi bir kalkınma atağı yapmaya karar verip tam tersine bir açılık yapmış. 42 ilde 100 yeni kayak merkezi, 5000 otel. 5000 otel mi?

Cenk Demiroğlu: Evet bizim neredeyse 30 yılda yaptığımız yaz turizmi yatırımı kadar bir şey.

Ümit Şahin: Şu anda Türkiye’de kaç kayak merkezi var?

Cenk Demiroğlu: Merkez olarak sayabileceğimiz 5-6 tane tekil kayak alanları ile birlikte 50’ye yakın ama onlar merkez değil, onların büyütülmesi de bu işin içindedir. Yani sıfırdan 100’e çıkacağız gibi düşünebilirsiniz ki bu projenin içine en popüler olanların da yeniden yapılandırılması dâhil.

Ümit Şahin: 275 bin yatak ve 10 milyon turist diyor. Türkiye’de kaç kayakçı var?

Cenk Demiroğlu: 100 bin. 10 milyon yabancı turist 4 milyon yerli turist diyor. Orada bir sürü rakam var ama en olabilir ve en oldurulması gereken rakam 4 milyon yerli turist. Hatta 4 milyon yerli turistten ziyade 4 milyon kış sporcusu. Önce bir spor politikası oluşturulması gerekiyor özellikle Doğu Anadolu’da, Doğu Karadeniz’de. Biliyorsunuz üzme tahtası vardır Meşeköy’de Petran’da orada köylüler 300 yıldır kendi snowboardlarını yapıyorlar. Daha snowboard icat edilmeden snowboardu icat etmişler. Buralarda işin yerele indirilip gerçekten 4 milyon sporcunun oluşturulması lazım.

Ümit Şahin: Ama ben bu kayak federasyonunun, başına da bir iş adamını geçirmişler, kış sporcusu yetiştirmekle çok ilgili olduğunu düşünmüyorum. Turizm ağırlıklı düşüneceklerdir.

Cenk Demiroğlu: Turizm ağırlıklılar ama hakkını da verelim, şu ana kadar benim gördüğüm kış sporcusu yetiştirmek için önceki zamanlara kıyasla daha fazla yatırım yaptıkları. Benim de tanıdığım bazı sporcu arkadaşlarımız işin başına geçti, kamplar yapılıyor Doğu Anadolu’da, iki üç tane genç milli takımı kuruldu. Bir ivme var ama tabii 4 milyonu yakalamak için bu federasyonun yapabileceği şey kısıtlı. Milli Eğitim Bakanlığı’yla, Turizm Bakanlığı ile ortak, intikal etmesi lazım ki onların da gündeminde var. Bu işin müfredata girmesi gerekiyor. Hatta kayak federasyonun planlarında var, iş adamları bu noktada devreye girsinler, kendi malımızı imal etmemiz lazım ki tekstilde başladılar onu biliyorum. Kayak 100 yıl önce Haliç’te imal ediliyormuş. 100 yıl önce yaptığımız şeyi şimdi de yapabiliriz diye düşünüyorum. Küçücük Slovenya’nın çok büyük bir markası var dünyanın büyük markaları ile rekabet eden. Biz de yapabiliriz. Önce biraz talep tarafına odaklansalar arz yerine merkezi yaptık kayakçı gelsin demeseler daha iyi.

Ümit Şahin: Ben yine de 42 ilde 100 kayak merkezi demesine takıldım. Bunları nereye yapacak? Seninle daha önce olan konuşmalarımızdan biliyorum Uludağ’da küçük zirve dolaylarına kadar çıkılmış durumda hali hazırda, rakım yükseliyor. Mesela Erciyes’te falan 3000’lere mi çıkacak?

Cenk Demiroğlu: İnşallah bizi dinleyecekler, çünkü biz fizikçiler, çevreciler, coğrafyacılar, işletmeciler, iktisatçılar hep beraber çok büyük bir proje üretiyoruz yer seçimi analizi için coğrafi bilgi sistemlerine dayanarak. Bunun içerisinde sosyo-ekonomik faktörler de var iklimsel faktörler de var. Gelecekte nerede yeterli derecede kar olacağından nerede kar yapılabileceğine kadar.

Ümit Şahin: Buna göre bu 100 merkez sayısı gerçekçi mi?

Cenk Demiroğlu: Şöyle gerçekçi, bizim şu anda 100 bin km2 den fazla kayak yapılabilir arazimiz var, çok büyük bir alan. Bunun hemen hepsi Doğu Anadolu’da, biraz Orta Toroslarda biraz da Doğu Karadeniz’de. 100 kayak merkezini Hakkâri’ye Van’a yapacaksak yapabiliriz tabii.

Ümit Şahin: Ama muhtemelen İstanbul’a yakın yerlere yapmayı tercih edecekler.

Cenk Demiroğlu: İstanbul’a yakın yerlerin hepsi gitti, kalmadı. Uludağ’ın üstüne belki göller bölgesine yaklaşırlar ama oralarda ekosistem açısından çok hassas yerler.

Ümit Şahin: Ben de bunu anlamaya çalışıyorum, ekosistemi ne kadar göz önünde bulunduruyorlar?

Cenk Demiroğlu: Yukarı çıkmaları lazım, 3000’nin üstünün nerede olduğuna haritadan bakılması lazım. 3000’in üstü çok nadir Türkiye’de ve genelde belli bölgelere toplanmış durumda. Yukarı Murat-Van, Hakkâri ve oralar hakikaten korkunç bir potansiyel fiziki açıdan ama işin sosyo-ekonomik tarafı da var, ona da bakılması lazım.

Ümit Şahin: Bir de tabii iklim değişikliğinin neler getireceğine de bakmak lazım.

Cenk Demiroğlu: Tabii buna çevreci refleksle ile bakmıyorlarsa da finansal refleksle bakmaları lazım çünkü batacak kayak merkezleri yanlış yere yapılırsa.

Ümit Şahin: Son yaptığın araştırma kapsamında bir anket çalışması yürütüyorsunuz sanırım, son olarak buna da dinleyicilerimizle (okuyucularımızla) paylaşalım istersen.

Cenk Demiroğlu: Evet, biz işin hem beşeri hem fiziki boyutlarını Türkiye ve Almanya’da takip ediyoruz. Türkiye’de tüketiciler bu konuda ne düşünüyor nasıl uyum sağlıyor onu anlamak için bir anket yapıyoruz. kayakiklim.com’a girerek 5-10 dakikalık anketi yanıtlarlarsa bize çok faydalı bilgiler sağlayabilirler. Biz de değerlendirip kendilerine döneriz.

Ümit Şahin: Çok teşekkürler Cenk.

Cenk Demiroğlu: Ben teşekkür ederim.

Mersin Taşucu’nda peyzaj çalışması: Yeşil badanalı mermer ocağı

Mersin’in Silifke ilçesine bağlı Taşucu mahalesinde bulunan mermer ocağının sahilden görünen kısmının bir bölümü yeşile boyandı. Badananın amacı mermer ocağının çirkin görüntüsünden yeşile boyamak sureti ile kurtulmak.

16taşucu mermer ocağı

 

Yusuf Yavuz’un Kuezey Ormanları.org’dan alıntıladığımız haberine göre Taşucu Denizkızı sayfasının sorumlusu Musa Türkmen, doğal alanın tahrip edildikten sonra yeşile boyanarak halkın zekasıyla dalga geçildiğini belirterek, “Toros dağları sahipsiz mi?” sözleriyle uygulamaya tepkisini dile getirdi. Konu ile ilgili Yusuf Yavuz’un sorularını yanıtlayan mermer şirketi yetkilileri ise boyanan alandaki faaliyetlerin devam edeceğini belirterek bölgede 20 binden fazla ağaç dikerek yöre halkının geleceğine katkıda bulunduklarını söyledi.

(Kuzey Ormanları.org)

 

İnarritu, “Birdman” ile Oscar’ları sildi süpürdü

87. Oscar ödülleri Hollywood Kodak Tiyatrosu’nda düzenlenen törenle sahiplerini buldu. Törene İnarritu’nun filmi “Birdman” dört ödülle; “En iyi film, En iyi yönetmen, en iyi görüntü yönetmeni, en iyi orjinal senaryo” damgasını vurdu.

15 birdman

Oscar’ın en iyi erkek oyuncu dalında kazananı The Theory of Everything’deki rolü ile Eddie Redmayne olurken en iyi kadın oyuncu ödülüne Still Alice!deki performansı ile Julianne Moore layık görüldü.

Whiplash’ın sadist orkestra şefi J.K. Simmons, en iyi yardımcı erkek oyuncu; Boyhood’un müşfik annesi Patricia Arquette ise en iyi yardımcı kadın oyuncu ünvanları ile geceden ayrıldı.

Yabancı dilde en iyi film ödülü ise Polonya yapımı “İda”ya gitti.

İşte 87. Oscar töreninde kazananlar

EN İYİ FİLM
Birdman (Alejandro González Iñárritu)

EN İYİ YÖNETMEN
Alejandro González Iñárritu (Birdman)

EN İYİ ERKEK OYUNCU
Eddie Redmayne (The Theory of Everything)

EN İYİ KADIN OYUNCU
Julianne Moore (Still Alice)

EN İYİ ÖZGÜN SENARYO
Birdman

EN İYİ YARDIMCI ERKEK OYUNCU
J.K. Simmons (Whiplash)

EN İYİ YARDIMCI KADIN OYUNCU
Patricia Arquette (Boyhood)

EN İYİ ORJİNAL FİLM MÜZİĞİ
Glory (Selma)

EN İYİ ORİJİNAL ŞARKI
The Grand Budapest Hotel (Alexandre Desplat)

EN İYİ KOSTÜM TASARIMI
The Grand Budapest Hotel (Milena Canonero)

EN İYİ MAKYAJ VE SAÇ
The Grand Budapest Hotel (Frances Hannon ve Mark Coulier)

EN İYİ KURGU
Whiplash (Tom Cross)

YABANCI DİLDE EN İYİ FİLM
Ida (POLONYA)

EN İYİ ANİMASYON
Bir Hero

EN İYİ BELGESEL
CitizenFour

EN İYİ GÖRÜNTÜ YÖNETMENİ
Birdman (Emmanuel Lubezki)

EN İYİ KISA FİLM
The Phone Call (Mat Kirkby, James Lucas)

EN İYİ KISA BELGESEL
Crisis Hotline: Veterans Press 1 (Ellen Goosenberg Kent ve Dana Perry)

EN İYİ SES KURGUSU
American Sniper

EN İYİ SES MİKSAJI
Whiplash

EN İYİ UYARLAMA SENARYO
Graham Moore, “The Imitation Game”