Ana Sayfa Blog Sayfa 3716

Son dönemin Yeşil Kitapları

İnsan-Doğa Etkileşimi ve Çevre İçin Eğitim

23.son dönemin yeşil kitapları,yeşil gazete

İnsan-doğa etkileşimi ve çevre için eğitim konularını tartışmaya açan bu kitap, öğrencilerine ve çocuklarına doğa ve dünya sevgisi aşılamak isteyen, onların çevresel tutum ve davranışlarını olumlu yönde değiştirmeyi amaçlayan tüm öğretmenlere, tüm velilere, tüm çevre dostu vatandaşlara bir kılavuz eser olma beklentisiyle kaleme alınmıştır. Aslında bu kitap hem öğrenci ve öğretmenlere hem akademisyenlere ve araştırmacılara hem de çevre konularına ilgi duyan meraklı okuyuculara “çevre eğitimi rehberi” olması düşüncesiyle hazırlanmıştır. Bu kitapta, bir yandan çevre ve insan sorunsalını ve insan-doğa ilişkilerinin tarihsel gelişimini, diğer yandan da beşerî ve fizikî çevre arasındaki karmaşık ilişkileri ele alan konular irdelenmiştir. Kitapta çevre için eğitimin amacı, işlevi, görevleri, bu eğitimin gerekliliği ve önemi örneklerle açıklanmıştır. Ayrıca kitapta hem çevre için eğitimi etkileyen somut ve soyut etkenler hem çevre bilinci ve çevre ahlâkı hem de çocuk ile doğa arasındaki renkli ve çok boyutlu etkileşim tartışılmıştır. Kitabın son bölümünde ilköğretim öğrencilerinin gelişim özellikleri ve bunların çevre için eğitime etkisi açıklanmıştır. Tüm içeriği ve özellikleriyle bu mütevazı kitabın çevre eğitimi, çevre bilinci, çevre duyarlılığı ve çevre ahlâkı konularında araştırma yapanlar için temel bir kaynak eser olması beklenmektedir.
 
İnsan-Doğa Etkileşimi ve Çevre İçin Eğitim
Emin Atasoy
Sentez Yayıncılık
2015
 
Çevreci Eleşitiriye Giriş
Doğa-Kültür-Edebiyat
24.son dönemin yeşil kitapları,yeşil gazete
Dünyamızı etkileri binlerce yıl sürecek değişimlere uğrattığımız Antroposen çağında çevreci eleştiri, edebiyat ve yeryüzü arasındaki dinamik bağlantıları inceler.Çevreci eleştiri edebiyatçılar için yeni bir çalışma alanı mıdır?Eflatun’dan günümüze yazın eleştirmenlerinin insan ve doğa ilişkilerine de odaklandıkları düşünüldüğünde değildir.Ancak bugün fark yaratacak olan, geçmişten günümüze çevre bilinciyle yazılmış eserleri farklı bir solukla okuyabilmek, eserlerde insanın çevresiyle olan ilişkisinin izini sürebilmek, eserlerdeki çevre dostu açılımları paylaşabilmektir. 
Çevreci Eleşitiriye Giriş
Doğa-Kültür-Edebiyat
Ufuk Özdağ
Ürün Yayınları
2014
 
Sürdürülebilir Tarım Mümkün mü?
25.son dönemin yeşil kitapları,yeşil gazete
Tarım, ülkemizde pek çok tartışmalarla sürekli gündemde. Liberal ve sol görüşler öteden beri “nasıl bir tarım istiyoruz” odağında tartışılıp duruyor. Elinizdeki kitap bu anlamda bir ilk. Çünkü tarım meselesine “yeşil politika” perspektifinden bakıyor. Yeşillerin karakteristik özelliği, eleştirinin ötesine geçip, uygulanabilir çözüm önerileri sunmaları hatta bu uygulamaların dünya üzerindeki başarılı örneklerini göstermeleridir. Süleyman Yılmaz, yeşil politikanın, hareketten partiye, Türkiye’deki bütün aşamalarına aktif olarak katılmış, ziraat kökenli bir aktivisttir. Sürdürülebilir Tarım Mümkün Mü, Yeşil Hareketin pek çok etkinliğinde tartışılarak oluşturulmuş görüşleri özetliyor. Başka ve sürdürülebilir tarımsal üretimin nasıl oluşturalacağını ortaya koyuyor.
Sürdürülebilir Tarım Mümkün mü?
Süleyman Yılmaz
Yeni İnsan Yayınevi
2015

Almanci/Doyçlender ile arada kalmak…

Çok kolay kutuplaşır bizim coğrafyanın insanı. Gerektiği anda hemencecik o’cu bu’cu olur, sahfını seçiverir. Sanırım (sadece) bir tarafa dâhil olma konusunda bu kadar kuvvetli güdülere sahip bir kültürün bireyleri için, açık bir işkence biçimidir, “arada” kalmak…

İşte, iki toplumun, iki vatanın, iki yaşamın “arasında” kalanları anlatıyor Emre Akal, “Almanci/Doyçlender” oyununda. Avusturya, Almanya ve İstanbul arasına sıkışan, Gezi’nin direnişi ile tükenişi arasında işkence çeken, umutları umutsuzluğa umutsuzları gerisin geri umutlara dönüşen, yani, bir yana tutunamayanların öyküsünü yazmış. Sadece Türklere ya da Kürtlere de yapıştırmamış bunu… Köklerinden gelen mirasla her Avrupalının aslında göçmenlikten yana nasibini aldığını not edip, o kadim kibrinden uzaklaşmak isterken düştüğü oryantalist sevdayı, üstüne post-it gibi yapıştırmış. “Hangimiz nereye kadar neyiz ki?” sorusunu kucağımıza bırakıp kaçmış. Nereye mi? İstanbul’a elbette… Almanya’dan uzak sigarasını tüttürürken, bulmak adına kendini kandırdığı o huzuru, bir tablete içini dökerken paylaşmış… Gerisi mi? O da sahneye kalmış…

16.Almanci-Doyclender,,yeşil gazete

Aslı Kışlal enerjik reji bir sunuyor. Oyun tek perde için uzunca olmasına rağmen, ki ben de o konuda eşiği düşük olanlardanım, düşmeyen aksiyon sizi oyunda tutuyor. Uwe Felchle’nin sahte mutluluk maskelerimizi resmeden müzikleri, Uwe Felchle’nin dramaturjisi ve reji asistanlığını da üstlenen Berk Kristal’in Almanca-Türkçe geçişlerdeki çeviri oyunları da bir araya gelince; seyri sindirilebilir, izlemesi keyifli, düşündürücü ama epey de acıklı bir sunum ortaya çıkmış. Öte yandan, sahnedeki iki oyuncunun birden fazla karakter sahneliyor olduğu için, geçişlerin biraz daha belirgin hale getirilmesi öykü akışını daha kolay algılanabilir hale getirebilir.

Elif Sözer (Kast: Alev Irmak) ve Daniel Keberle, araya sıkışmışlık gerilimini seyirciyi güldürürken bile hissettirirken, nitelikli bir oyunculuk sergiliyorlar. Yapmacıklıkla sahicilik arasında sarkaç gibi gidip geliyorlar. Arada kalmanın zorluğunu hissediyor, hissettiriyorlar. Grafik ve video görselleri Beste Erener’e ait oyunun başarılı Almanci’larıyla arada kalmış bu oyun üzerine söyleştik.

 * * *

Yeşil Gazete: Daniel, bize biraz bu işin doğum hikâyesini anlatır mısın? Bunların hepsi nasıl başladı? Proje ilk kimin fikriydi? Bu güzel ekip nasıl oluştu? Provalarınız ve diğer hazırlıklar ne kadar zaman aldı?

Daniel Keberle: Eşim Alev Irmak ve ben altı aylığına İstanbul’a yerleşme kararı almıştık. Benim gibi oyuncu olan Alev buraya hazır bir oyun ile gelme fikrini ortaya attı ve oyunumuzun yönetmeni Aslı Kışlal’a fikrini açtı. Aslı da bizi Almanci/Doyçlender’in yazarı Emre Akal ile tanıştırdı. Emre işe Almanya ve Türkiye’deki “Almanci” fenomenini araştırmakla başladı. Bu çalışma aylar sürdü. Sonra Mayıs 2014’te Viyana’da ben ve eşimle birlikte yaşamaya başlayarak, bizimle tek tek ve birlikte bir sürü röportaj yaptı. Haziran’dan Ağustos’a kadar geçen üç aylık süre içinde oyunun yazımı tamamlanmış oldu ve Eylül 2014’te provalara başladık. Viyana’daki çalışmalarımız 4 hafta sürdü. Ekim’e geldiğimizde İstanbul’a gelmeye hazırdık ve 24 Ekim’de Cihangir Tatavla Sahnesi’nde prömiyer yaptık.

17.Almanci-Doyclender,yeşil gazete

Yeşil Gazete: Elif, ekibe sonradan katıldın. Özgün kadrodaki Alev Irmak’ın gösterilerden önce Viyana’ya dönmesi gerektiği için en yakın gösteriden sadece 15 gün önce devreye girdin. Üstelik yüksek enerji ve duygusal makası açık oyunculuk gerektiren bir oyun bu. Bu zorluk bir yana ama sen de bir Almanci olarak hikâyeye yakınsın. Karakterlerini oyuna hazırlarken sana kolaylık sağlayan ve işini zorlaştıran unsurlar nelerdi?

Elif Sözer: Oyunun genel provasını ve bir gösterisini izlemiş olmak kesinlikle faydalıydı. Göçmen olmayı hem küçük yaşta ailemle Viyana’ya gittiğim, hem de 1,5 sene önce İstanbul’a geldiğim için iki taraflı yaşadım. O nedenle metinde bahsedilen konulara kendi hikâyemden bazı açılardan farklı dahi olsa, empati kurmakta zorlanmadım. Hayatında şimdiye kadar hiçbir zaman İstanbul’da yaşamamış “Türkiyeli” bir insanın, burada çektiği yabancılık ama bir yandan da garip aidiyet duygusu, bana çok tanıdık geliyor. Aycan karakterinin hayatında hiçbir zaman Türkiye’ye gelmemiş olmasına karşın, buraya gelir gelmez “Nihayet!”, demesi mesela… Alev karakterinin, Viyana’daki bütün mutluluk ve rahatlığa rağmen yine de bir eksiklik duyması ve bunu İstanbul’da bulabileceğini düşünmesi fakat bu güya aradığı şeyin peşinden bir türlü gidememesi… Bunlar, hepten çok anlaşılır konular benim için. İki ülkede de aynı anda yabancı olma ve ait olma hissi… İlginç bir arada kalmışlık, aslında.

Zorluklarından bahsedecek olursam, bu projenin kişisel hayatımda çok yoğun bir zamana denk gelmesini sayabilirim. Yine de kabul ettim çünkü Aslı Kışlal’ı çocukluğumdan beri tanımakla birlikte, bir oyunda çalışmak şimdiye kadar nasip olmamıştı. Bu imkânı kaçırmak istemedim. Kabul ettiğime de çok mutluyum! Başka bir zorluk ise, iki oyunculu bir oyunda ikinci ana karakter olmanın getirdiği sorumluk. Metnim; uzun monologlar, çabuk geçişler ve çeşitli karakterlerden oluşuyor. O nedenle kısa sürede epeyce ezber yapmam gerekti. Yönetmenimizin de sıkışık bir takvimi vardı ve bazen geç saatlere kadar ev provası aldık. Özellikle iki ana karakter “Danny ve Alev” sahnelerinde alt metni çok iyi bilmek gerekiyor. “Evet” derken “hayır” diyen, “mutluyum” derken mutsuz olan bir karakter, Alev. Aycan ise, patetik laflar ediyorken bile aslında saf inançları olan genç bir adam. Genel olarak da, her şey seyirciye direkt bir şekilde aktarılıyor. Sonunda mikrofonlarla kendilerine ses veren karakterler. Çekingen ve içe dönük bir oyunculuk kabul etmiyor. Enerjisi çok yüksek bir oyun. Metinden henüz çok emin olmadığım günlerde, bu beni zorlamıştı. İlk gösteriden sonra, yavaş yavaş metne takılmaktan çok, oyunu taşımaya ve eğlenmeye başladım.

 

YG: Metin, gerçek insanların gerçek hayatlarındaki birçok olaya referans içeriyor. Daniel ve Alev çifti şahsen de bu olayların birer parçası… Bu hikâyelerin ne kadarı otobiyografik nitelikte?

DK: Evet! Bu öykü, Alev Irmak ve Daniel Keberle gerçek kişileri ile de ilgili. İstanbul’a gelmek ve burada yaşamak adına, onların arzuları, korkuları, isteklilikleri ve problemleriyle ilgili… Yani, evet, metin kısmen otobiyografik, diyebiliriz!

20.Almanci-Doyclender.yeşil gazete

YG: Uzunca bir süre Viyana’da yaşadıktan sonra, son iki yıldır İstanbul’dasın. Aycan ya da Alev ne kadar Elif’tiler?

ES: Az önce de değindiğim gibi, tabii ki, benzerlikler var. Özellikle duygusal açıdan, Alev’in bir türlü Viyana’da rahatını bulamaması ve Aycan’ın ilk defa İstanbul’a gelip “burası benim evim” demesiyle, yakınlıklar var. Ancak Aycan’ın “evimdeyim” demesinin en büyük sebebi Gezi Parkı olaylarında kendine amaç bulmuş olması. Benim gelişim Gezi olaylarından sonra oldu, mesela. Aycan’ın çok daha genç bir karakter olması da başka bir fark… Hayata bakışı çok saf. Alev karakteri, bir işçi ailesinden gelmiş ve hep bir Türkiye hasretiyle yetiştirilmiş bir kadını, anlatıyor. Benim ailemin hikâyesi farklı. Annem ve babam zamanında okumak için Viyana’ya gitmiş ve Türkiye’nin halinden hiç memnun olmamış insanlardı. Türkiye’ye aidiyet duygusuyla yetiştirilmedim, bazen tam tersi bir mesafeyle…

 

YG: Danny’nin Avrupa normlarında serbest iradeye sahip iki bireyin ilişkisi var eşiyle aralarında. Kararlar alabilmek için eşiyle sürekli bir müzakere yürütüyor. Bu, onun “akılcı” tarafı. Diğer yandan “romantik” de davranıyor. Kurtulmak istediği kasvetli bir Avusturya kimliği ve oryantal arayışlarıyla, bir anda Alev’in kendi kimliğini bulmak üzere düştüğü romantik serüvene ortak oluyor. Buna katılır mısın? Avusturya’da Avusturyalı olmak mı, yoksa Şark ile harman olmak mı daha zor?

DK: Evet, katılırım! Benim için harmanlanmak daima daha iyi hissettiriyor. Neyle ya da hangi kültürle olmasının da bir önemi yok. Eğer söz konusu olan bir milli durum ya da kültürel koşul tanımlamaksa, bunu tercih etmiyorum. Bu, seni sadece “araya” sıkışmış kılıyor. Şark’ın içinde olmayı seviyorum ama aynı anda Avusturya’dan da keyif alıyorum…

19.Almanci-Doyclender.yeşil gazete

YG: Elif, yeniden sana dönelim. Metin, sadece Almancıların dramasını değil, aynı zamanda, Gezi üzerinden değişim için direnen insanların umutlarını da taşıyor. Aycan karakteriyle verilen bir alt mesaj var. Değişim ihtiyacı ve bunun için ödenen bedeller hakkında oyunda geçen daha evrensel mesajları değerlendirebilir misin?

ES: Sanırım bütün metinde beni en az etkileyen konu, bu oldu. Gezi parkında yaşanan haksızlıklar ve cinayetler çok büyük ihtimalle bu oyunu izlemeye giden (ve belki genel olarak alternatif sahnelerde tiyatro izleyen) kişilerin bilincinde. Kimse inkâr etmiyor olanları. Bu nedenle de bana yeni bir mesaj gibi gelmiyor. Hatta bu ortamda verilmesi gereken bir mesaj gibi de gelmiyor çünkü zaten herkes hemfikir. Beni bu konuda daha çok etkileyen şey, Aycan’ın o “amaç arayışı”. Kişiliğini bulmaya çalışması, Gezi Parkını da bu çok insani durum için aslında kullanması. Kendini ilk defa evinde hissetmesi… Türkiye hakkında çok kısıtlı bir resmi biliyor olduğu halde, “sonunda” tutunacak bir şey buluyor. Bu kadar çabuk tutunması ve sorgulamadan olayları benimsemesinin, Viyana’da yaşadığı yabancılık duygusuna (oyun boyunca ne kadar özlediğini ifade etse de) işaret ettiğini ve çok doğru bir anlatı biçimi olduğunu düşünüyorum. Avusturya/Almanya ve Türkiye gibi çok spesifik bir örnek üzerinden giderek, aslında genel olarak insanların aidiyet duygusuna ne kadar muhtaç olduklarını anlatıyor bence.

Elif ve Daniel ile söyleşimiz burada bitiyor. Ne yazık ki, bu yazı yayınlandığında İstanbul temsilleri şimdilik tamamlanmış olacak, ama Ankaralılar için güzel bir fırsat var: Ethos Uluslararası Tiyatro Festivali’nde 26 Mart 2015 Perşembe akşamı da yer alacak, Almanci/Doyçlander. Oyun sonrasında “Ver elini Viyana!”, yapacak

Keyifli bir seyir ve iki dilde de gülümseten ünlem işaretleri için kesinlikle öneririm.

18.Almanci-Doyclender.yeşil gazete

Sanatla ve barışla kalın…

Ethos Festivali: http://2015.ethostiyatrofestivali.org/

Yeşiller/Sol’dan Gaziantep’de Ermeni Soykırımı paneli

Ermeni Soykırımının 100. yılı nedeniyle, Yeşiller Ve Sol Gelecek Partisi Gaziantep’te bugün saat 16:00’da  Düztepe Cemevi içindeki Alevi Kültür Derneği Konferans salonunda ‘100 yıllık acıyla yüzleşiyoruz’ paneli düzenliyor. Gaziantep’te kamuya açık bir alanda Ermeni Soykırımı’nın ilk kez konuşulacağı panelde”Antep’te ki Kültürel Çeşitliliğe Ne Oldu”sorusunun yanıtları da aranacak.

21.ermeni soykırımı paneli,yeşil gazete

Panelde ABD de yaşayan bir akademisyen olan Khatchig Mouradian,Editör Atilla Tuygan,Çevirmen Murat Uçaner ile Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi eş sözcüsü Sevil Turan konuşacak.Panelin kolaylaştırıcılığını üse Gaziantep Sabah Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Nurgün Balcıoğlu üstlendi.

Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi il eş sözcüsü Celal Deniz, 100 yıllık acıyla yüzleşiyoruz’ paneli ile ilgili yaptığı açıklamada; ” Ülkemizin tarihinden kaynaklı yüzleşmeyi gerektiren sorunları vardır. Bu sorunların başında bundan 100 yıl önce Ermenilere karşı yapılan Soykırım gelir. Tarihin karanlık kalan her köşesi bugünü iki misli karartır. Bu anlamda resmi tarihin toplumdan gizlediği Ermeni soykırımını konuşmadan günümüzde ne Alevilerin,ne Kürtlerin yaşadığı inkar ve asimilasyon sürecini anlamamız mümkün değildir.

Bir arada yaşam kültürünü geliştirmenin, kalıcılaştırmanın yolu tarihimizle açık bir yüzleşmeden geçmektedir. Biz YSGP olarak bu yüzleşmeye bir katkı olması amacıyla bu etkinliği düzenliyoruz. Toplumsal hafızanın canlanması gerekir çünkü özellikle yaşatılan acılarda zaman aşımı malesef olmamaktadır” dedi.

 

(Yeşil Gazete)

1Q84 – Haruki Murakami

Batı dünyasının en bilinen Japon yazarı olan Haruki Murakami ülkesinde bazı kesimlerce Amerikan kültürünün etkisi altında kalmakla ve aşırı Batıcı olmakla eleştirilse de, en önemli Japon yazarlardan biri olduğunun hakkı da verilmektedir.

Q sesi Japoncada dokuz anlamına geldiği için kitabın adı garip gözükse de, 1984 olarak okunmaktadır ve George Orwell’in distopik romanı 1984’e gerek adıyla gerekse de konu itibariyle göndermede bulunmaktadır.

Japanese writer Murakami attends ceremony in Jerusalem

Spor eğitmeni olan Aomame aynı zamanda da kadınlara zarar veren erkekleri kendi geliştirdiği yöntemle vücutlarında iz bırakmadan öldüren bir katildir. Matematik öğretmeni olan Tengo ise edebiyatla ilgilenmekte ve roman yazmaktadır. İkili birbirlerini on yaşında tanımalarına rağmen otuz yaşına gelinceye kadar konuşmamışlardır.

Kitapta iki dünya vardır, yaşadığımız 1984 ve düşsel 1q84. Metropolitan otobanı bu iki dünya arasında köprü görevi görür.  Aomame bir gün otobandan diğer evrene geçer. Tengo ise editörünün isteği üzerine liseli bir kızın yazdığı novellayı tekrar yazar ve edebiyat dünyasında büyük yankı uyandırır. Bu arada çiftin yolu kesişir.

Murakami’nin üç yıl hapis hayatı yaşadım dediği aslında üç cilt olduğu halde bizde 1256 sayfalık tek kitapta toplanan romanı, tuğla kalınlığına rağmen sadık okurlarının hızla okuyacağına inanıyorum. Yazarının üç yılını verdiği bu güzel kitabı okumak için birkaç hafta ayırmaya değer bence.

Not: Bu yazının videosunu aşağıdaki linkten Uzman Tv’den izleyebilirsiniz.

http://www.uzmantv.com/haruki-murakaminin-1q84-romaninda-neler-anlatiliyor

 

Mehmet Fırat Pürselim

3mehmet fırat pürselim

IŞİD, Haseke’de nevruzu kutlayanlara saldırdı: En az 20 ölü

Suriye’nin Haseke kentinde, PYD ve bazı Kürt grupların kontrolü altındaki bölgede Nevruz kutlamaları sırasında intihar saldırısı düzenlendi; en az 20 ölü, onlarca yaralı olduğu bölgeden gelen bilgiler arasında.

11.haseke'de patlama,yeşil gazete

Suriye İnsan Hakları Gözlemevi’nin açıklamasına göre, iki ayrı intihar saldırısı bombalı araçlarla düzenlendi. Nevruz kutlamaları yapıldığı sırada düzenlenen saldırılarda en 20 kişi hayatını kaybetti, çok sayıda yaralı var.

Kutlamalar sonrasında bir grup gencin ateş etrafında halay çektiği sırada, daha önceden alana döşenmiş el yapımı bir bombanın patlaması sonucu ilk belirlemelere göre 5 kişi yaşamını yitirdi. Patlamayla eş zamanlı olarak Muftî mahallesinde bulunan PDK-S Binası karşısında gerçekleşen Newroz kutlamasına yönelik de bomba yüklü bir araçla ikinci bir saldırı gerçekleşti.

Saldırılardan ilki, PYD’nin kontrolü altındaki El Müftü semtinde, diğer saldırı ise PYD dışındaki Kürt grupların kontrolü altındaki Salihiyye Mahallesi’nde gerçekleşti.

12.haseke.yeşil gazete

Saldırıların ardından Kürt gruplar, tüm Nevruz kutlamalarını iptal etti.

Ülkenin kuzeydoğusundaki kentte Ekim ayında da PYD’ye bağlı silahlı güçlerin hedef alındığı iki ayrı intihar saldırısında en az 30 kişi hayatını kaybetmişti.

Haseke, IŞİD ile Kürt gruplar arasında çatışmaların yaşandığı bölgelerden biri.

(Al Jazeera, Hawar News)

Sosyal Medyada siyasi etkileşim ve kolektif düşünme – Aysen Ataseven

Sosyal medya politik alana girerken…

Sosyal medya hayatımıza girdikten sonra hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Bundan sonra da olmayacak. Sosyal medya hakkında bu yazıda dikkat çekmek istediğim, sosyal medyanın, üzerinde süren paylaşımlar ve etkileşimler sebebiyle,  bir kolektif düşünme mecrası ve yöntemi haline gelmiş olduğudur. Bu konuda düşünmeye başlamadan önce Türkiye’de internet kullanım oranlarına ve kullanma şekillerine bakmakta fayda var.

Türkiye’de internet ve bilgisayar kullanımı yükseliyor.

TUİK 2014 Ağustos ayında yayınladığı “Hanehalkı Bilişim Teknolojileri Kullanım Araştırması, 2014”  verilerine göre, 2014 yılı Nisan ayında Türkiye genelinde internet kullanım oranları 16-74 yaş grubundaki bireylerde %54’e yükselirken, internet erişim imkânına sahip hanelerin oranı %60’a yükseldi. Bu oran 2013 yılının aynı ayında haneler için %49 idi.

 

İnterneti 2014 yılının ilk üç ayında kullanan bireylerin %58’i ev ve işyeri dışında internete kablosuz olarak bağlanmak için cep telefonu veya akıllı telefon kullanırken, %28,5’i taşınabilir bilgisayar (dizüstü, netbook, tablet vb.) kullandı. Bu oranlar 2013 yılının aynı döneminde sırasıyla %41,1 ve %17,1’di.

İnternet kullanım amaçları arasında sosyal medya ilk sırada yer aldı.

İnternet kullanım amaçlarına bakacak olursak, 2014 yılının ilk üç ayında internet kullanan bireylerin %78,8’i sosyal paylaşım sitelerine giriyor, %74,2’si online haber, gazete ya da dergi okumak için internet kullandığını söylüyor.

 121 aysen ataseven, yazı, yeşil gazete

 En çok kullanılan ağlar Facebook ve Twitter

We are Social” adındaki uluslararası bir sosyal medya ajansının tüm dünya ülkelerini kapsayacak şekilde gerçekleştirdiği “Global Digital Statistics” çalışmasının Türkiye verilerine göre, sosyal ağları kullanan kişilerin %93’ü Facebook, %72’si twitter kullanıcısı.

Türkiye bu sayılar ile internet kullanıcılarının sosyal medyayı en çok kullandığı ülkeler arasında yer alıyor.

Sosyal medya yoldaşlığı: Ağdaşlık.

Veriler bize sosyal medyanın Türkiye’de yaygın olarak ve artan oranlarla kullanıldığını gösteriyor. Pekiyi, sosyal medyada neler oluyor?

Ülkenin içinden geçtiği anormal politik süreç, sosyal medyaya da yansıyor. “Trend topic”ler çoğunlukla politik konular. (Aslına bakarsanız bu durum bir çeşit yorgunluk da yarattı.  Fakat yakıcı gündem bu olunca, içerikler de çoğunlukla bu yönde üretiliyor. Bu da başlı başına dikkate değer bir gösterge. Toplumun büyük kesimi politize olmuş durumda.)

Bir tarafta herkesin kendi ağında “takılması”, kendi kanaat önderlerini takip etmesi ve bunun getirdiği bir çeşit atışma, “laf sokmacılık” yani bir çeşit sağırlık ve kendini tekrar etme eğilimi var. Bunu görmezden gelmemek gerek. Ancak bu “taraftar” ağlar, aynı zamanda ağ içi bir tartışma, fikir geliştirme ve karşılaşma ortamı da yaratıyor. (Bir de siyaset trolleri var, dikkate değer bir konu olsa da, konuyu dağıtmamak için bu yazıda buna değinmeyeceğim.)

AKP karşıtlığı, özellikle İç Güvenlik Paketi sonrası, CHP, MHP ve HDP seçmenini neredeyse bir araya getirdi. Bu cephenin oluşmasında AKP’nin ve liderleri Erdoğan’ın zıvanadan çıkmasının elbette büyük rolü var. Dolayısıyla cephe aslında siyasi bir cepheden ziyade bir sağduyu cephesi olarak yükseliyor.

Bununla birlikte bu bir sağduyu çadırı gibi görünse de, içinde kıyamet potansiyeli de taşıyan bir çadır.

Türkiye toplumu AKP iktidarı sırasında başta Kürt meselesi olmak üzere, pek çok konuda kendisi ile yüzleşti. Öyle ki, bunca yıldır hasıraltı edilen pek çok sorunlu tarafımız suratımıza çarptı. Her gündem yeni bir yüzleşme getirdi. Bu yüzleşmenin, iç dökmenin, nedamet getirmenin başlıca mecrası da – belki biraz da sokaktaki polis şiddeti yüzünden- sosyal medya oldu. AKP bunu gördü, bu süreçte Twitter’dan gözünü ayırmadı. İnternet yasakları ve atılan Tweeet’ler yüzünden açtığı davalar ile bunu da baskılamaya çalıştı. Fakat engel olamadı.

Konuyu dağıtmadan sadede gelecek olursak, bu süreçte sosyal medya ağları içinde kolektif düşünme süreci başladığını gözlemek mümkün. Burada AKP karşıtı geniş ve son derece heterojen olan kesim, birbiri ile tanıştı. Yorumlarla paylaşılan siyasi haberler ve bu paylaşımlar üzerinden yapılan tartışmalar, kimi zaman destek niteliğinde olsa da, kimi zaman da düşünceye ek veri sunan ya da karşıtını iliştiren bir akışla gerçekleşiyor. Yani aslında gezi sonrası parklarda oluşturulan forumlar, örgütsüz bir şekilde sosyal ağlar içinde, kendiliğinden gelişen tartışma ortamlarında devam ediyor. Facebook duvarlarında küçük siyaset meydanları oluşuyor. Normal şartlarda karşılıklı politika konuşmayacak kişiler, pasif izleyiciler olarak da olsa birbirini duyuyor. Yani etkileşimler, beğeni ve paylaşımların yanı sıra, görünmeyen “viral” bir etkiye de sahip.

Yeni politikanın yeni mecrası: Sosyal Medya

Bunun sağlıklı bir karşılaşma olduğunu düşünüyorum. Çünkü eğer Türkiye toplumu Haziran seçimlerinden sonra AKP’yi en azından demokratik olarak kontrol edilebilir bir büyüklüğe getirme iradesi ortaya koyabilirse, bundan sonra konuşmamız gereken çok konu olacak. Bunun antrenmanını şimdiden sosyal medya hesaplarında yapmak, bu yüzden iyi.

Sosyal medya üstten konuşan didaktik söylemleri doğası gereği görünmez hale getirirken, samimi olanı, neşeli olanı, ilginç olanı, dayanışmayı ve mizahı ön plana çıkarıyor. Bu yüzden bu mecrada üretilen politikanın kendisini de renkli, barışçıl bir noktaya taşıma potansiyeline sahip.

Ezberci siyasetler de elbette sosyal medyada yerini almış durumda. Popülist söylemler yine çokça paylaşılıyor. Ancak burada önemli olan, alternatif söylemlerin, bu söylemlerin sahiplerinin de görünür, hatta sohbetine karışılabilir kadar yakında olması.

İşte bu yüzden yeni dönem en önemli araçlarımızdan birisi yine akıllı telefonlarımız ve sosyal medya olacak. Bu mecranın genç, dinamik, interaktif oluşu, kendiliğindenliğinin önüne geçilememesi, siyasi ezberciliğin doğal panzehri olduğundan, ümitli olabiliriz.

Son olarak, eğer demokrasi, özgürlük ve yaşamı savunan, şenlikli yeni bir politikadan söz edilecekse, bu yeni politikanın siyasi hareketlerinin de sosyal medyayı çok iyi dinlemesi gerekiyor. Yönetmesi değil, domine etmesi değil (zaten edemez), dinlemesi, anlaması ve politikalarında, söylemlerinde, iletişimde ön plana çıkaracağı konularda, bu mecradaki seslere kulak vermesi, burada yükselen tartışmalara cevaplar üretmesi, bu kolektif düşünme sürecine dâhil olması gerekiyor. Dâhil olamayan, kendini tekrar etmekten, sözüne hayranlığından vazgeçemeyen, zaman içinde yok olur. Aslında, belki de en hayırlısı bu olur.

123.Aysen Ataseven, yeşil gazete

 

Aysen Ataseven

Erdoğan’dan beklenen açıklama: İzleme heyetine olumsuz bakıyorum

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, çözüm süreci kapsamında oluşturulacak İzleme Heyeterdoğan azalamaki’ne ilişkin olarak, “Ben bu olaya olumlu bakmıyorum” dedi. Erdoğan, iki gün önce (18 Mart 2015) İzleme Komitesi’nde 5-6 kişinin yer alacağını, bu isimlerden bazılarının belirlendiğini açıklayan Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan’ın açıklamasına da göndermede bulunarak, “Ben gazetelerden okuyorum. Böyle bir şeyden doğrusu benim haberim yok. Şunu da çok net söylüyorum ben olumlu bakmıyorum” diye konuştu. “Bunlar doğru şeyler değil. Bu işler istihbarat teşkilatlarıyla yürür” diyen Erdoğan, şöyle devam etti:

“Bu işin yükümlüsü hükümet ise başladığı şekilde devam ettirmelidir. Bunlar benim samimi düşüncelerimdir” diye konuştu. Erdoğan, “Yeni bir roman mı yazdırılacak. Bunları da samimi bulmuyorum.”

İzleme Heyeti’nde yer alacak isimler

Aktör Kadir İnanır, İstanbul Bilgi Üniversitesi Mütevelli Heyeti ve Denizbank Yönetim Kurulu Bağımsız Üyesi Deniz Ülke Arıboğan, gazeteci yazar Avni Özgürel, İnsan Hakları Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Öztürk Türkdoğan, Star Gazetesi Yazarı Ahmet Taşgetiren, Yeni Şafak yazarı Hilal Kaplan  çözüm süreci kapsamında oluşturulacak İzleme Heyeti’nde yer alan isimler arasında olduğu öne sürülmüştü.

İzleme Heyeti’nde yer alacak isimlerden 6 asil ve 3 yedek üyenin belli olduğu iddiası hükümet ve HDP kanadı tarafından doğrulanmadı. Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan, “Biz açıklama yapmadan hiçbir şeye itibar etmeyin” derken, HDP İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder de “İzleme Heyeti henüz kurulmuş değil, kesinleşmiş isimler de yok” diye konuştu.

 

(t24.com.tr)

Katırlara itlaf kararı Uludere’de halkı sokağa döktü

Gümrük ve Ticaret Bakanlığı’nın Şırnak’ta sınır ticaretinde kullanılan katırların hastalık taşıdığı iddiasıyla itlafı için Tarım Gıda ve Hayvancılık İl Müdürlüğü’ne yazı gönderdiği bilgisi üzerine Uludereliler hükümet konağına akın etti.

10.katırlara itlaf kararı

Katırların itlafını önlemek isteyen yüzlerce kişi kaymakamla görüşmek istediğini ifade etti. Sınır ticaretinde kullanılan 78 katırla ilgili verilen itlaf kararına tepki gösteren vatandaşlara polis biber gazıyla saldırdı, kafasına gaz kapsülü isabet eden bir kişi yaralandı.

Saldırıda başına gaz kapsülü isabet eden bir kişi hastaneye kaldırıldı.

(Diken)

Bahar ateşi – Karin Karakaşlı

Baharın tehlikesi hep o beklenmedik havalarından. Hani şu şairi ‘mahveden güzel havaları’ından. Garip bir tazelik hissiyle geliyor o en beklenilesi tehlike. Teninde bir ürperti olarak hissediyorsun baharı. Toprağın kokusunda. Şehrin göbeğinde toprakla ilişiğin olmayan beton yığınlarının ortasında bu defa  köşebaşlarını tutan çiçekçi kadınların ‘Fulyalaaar geldi fulyalaaar’ ile ‘Adanın mimozalar’ çığlıklarında.

Vapur yan açığın sarhoş ediciliğinde bahar. Dalgalarla aynı ufukta birleşme keyfinde. Kabanları üzerinden atıp nasıl da ağır olduklarını farketmenin şaşkınlığında. Renklerin patlamasında bahar. Ağaçların yeşilinin fosforlu gibi gelmesinde gözüne. Kendi aldığın nefese kalbinin çarpmasında.

Kalp çarpıntısıyla aşkı hatırlayışında bahar. Eskileri, bir başka seni… Mahkûm olduğun rutinleri sanki ilk kezmişçesine farkedişinde. Ve isyan edişinde kapalı binalarda geçirdiğin saatlere. Bahar, sokakların ruhuna çok güzel gelmesinde. Onca kötülüğün ortasında umut edecek bir şeyler buluşunda.

Ne mutlu bize ki, bu topraklarda baharı Newroz ateşiyle karşılayabildiğimiz köklü bir gelenek var. Ve ne acı ki,  o ateş yıllar boyu yürekleri kavurdu baharı müjdeleyeceğine. Kürt halkının varlık mücadelesinin simgesine dönüşen Newroz ateşi uğruna pek çok insan hayatını kaybetti.

Bu yıl Newroz kutlamalarının anlamı her zamankinden daha geniş, daha kapsayıcı. IŞİD çetelerine karşı YPG/YPJ güçleri öncülüğünde 133 gün süren direnişin ardından özgürlüğüne kavuşan Kobanê, sınırın iki tarafında yapılacak görkemli kutlamalarla baharı selamlıyor. Kobanê sınırındaki Suruç’un Etmanek köyünde başlayan kutlamalarda, IŞİD saldırıları sonrası yerlerinden yurtlarından göç etmek zorunda kalan ve halen Suruç Belediyesi tarafından kurulan çadır kentlerde yaşayan binlerce Kobanêli Kürt, ateşin yakılmasıyla birlikte sınır hattına yürüdü.

Kobanê’de direnişin başladığı günden beri sınır nöbetlerinin tutulduğu Suruç’un Etmanek Köyü, sınırın yapaylığını ve geçirgenliğini kanıtlayan canlı bir simge. Koca bir coğrafya dört bir koldan birleşerek farklı bir tarihe özlem ve umudunu haykırıyor.

Bu umut boşa değil; kimselerin hediyesi de değil. Devletin ‘yasak’ ilan ettiği yıllarda kana bulanan Newroz kutlamaları, 1982’de Diyarbakır Cezaevi’nde Mazlum Doğan’ın 21 Mart’ı 22 Mart’a bağlayan gece bedenini ateşe vermesi sonrası direnişin de simgesi oldu. Doksanlı yıllarda Kürt hareketinin güç kazanmasına koşut olarak kitleselleşen Newroz 1991’de bir katliama sahne oldu. İlk kez o yıl kitlesel olarak kutlanan bayram günü polisin kitleye ateş açması sonucu 31 ölü. 1992’de devletin hedefinde Şırnak ve Cizre vardı. O yıl da saldırılar sonucu 12 kişi hayatını kaybetti.

Kapalı salonlardan meydanlara kolay gelinmedi. Bugün halkların varlık haklarına saygılı, barış içinde bir hayat özlemindeki herkes o ateşin etrafında buluşuyorsa, bu o ateş uğruna ödenen bedeller sayesinde. Oysa hayat, uğruna bedel ödetilmemesi gereken temel bir haktır. O hakkın tanınmadığı topraklarda da yaşadığınız her gün direnişin ta kendisi olur.

Ateş, çok eski zamanlardan bu yana insanlık tarihinin hayatında önemli bir rol oynadı. Besinleri pişiren, insanı ısıtan ama aynı zamanda yakabilen ateş, ezelden beri hayranlık ve korku uyandırdı. Antik Pers mitolojisinde ateş ve saflığın tanrısı Atar’dı. Yunan mitolojisinde Hephaistos, demircilik zanaatıyla uğraşan ve Tanrılar ile kahramanlar için silah, zırh üreten ateşler tanrısıydı. Vulcanus, Roma mitolojisinde ateşin ve yanardağların tanrısıydı. Ermeniler de Hıristiyanlık öncesi ateş tanrısı Mihr eşliğinde birbirlerine çiçek, yemiş armağan eder, ateş üzerinden atlarlardı. Muş ve Van’daki tapınaklarda yılda bir kez 14 Şubat’ta Mihr için büyük bir ateş etrafında yeni gelinler ile güveyler el ele tutarak oynardı.

Bunca Tanrının Tanrıçanın bir bildiği olmalı. Her bahar ateşi yeniden harlayan bir umut olmalı. Newroz, son yirmi beş yıllık yakın tarih içerisinde Türkiye’de hâkim siyasi iklimin etkisiyle çok farklı anlamlar kuşandı. Uğruna nice kıyım, nice acı yaşandı. Bugün eğer yanyana durup Newroz’dan umut damıtıyorsak, devlete inat bir şeyleri başarmışız demektir. Tıpkı 19 Ocaklarda acıdan mücadele gücü devşirirken yaptığımız gibi. Tıpkı bir 24 Nisan’da inkârı hiçleştirecek bir ortak duruşla yapabileceğimiz gibi.

Birbirimizin baharı olmaya ihtiyacımız var. Birbirimizin alevi, birbirimizin ışığı… İçimize artık kor düşüremesinler diye.

Karin Karakaşlı – AGOS

Yemen’de 2 camiye bombalı saldırı: 137 ölü

Yemen’in başkenti Sana’da, Şii Husilerin toplandığı iki camiye düzenlenen intihar saldırısında 137 öldü, 345 kişi yaralandı. Saldırıyı IŞİD üstlendi.

9.yemen.intihar saldırısı

Saldırılar başkent Sana’nın en büyük camilerinden olan Haşuş ve Bedir camilerinde, Cuma namazı için toplanıldığı sırada gerçekleşti. İntihar saldırılarında en az 137 kişi hayatını kaybederken, 345 kişi de yaralandı. Görgü tanıkları, iki camide üç ayrı patlamanın meydana geldiğini aktardı. Reuters’ın haberine bombalı saldırıları terör örgütü IŞİD’in üstlendiği belirtildi.

Yemen’de İran destekli Şii Husiler, 4 aydan uzun bir süredir başkent Sana’yı elinde bulunduruyor. Hükümet ile başkente giren Husiler arasında 21 Eylül 2014’te “Barış ve Ulusal Ortaklık Anlaşması” imzalanmıştı.

Yemen ordusu ile Husiler arasındaki çatışmalar ülkede karışıklık çıkarırken, diyalog görüşmelerinin kilit ismi Cumhurbaşkanı Hadi’nin özel kalem müdürü Ahmed Avad Bin Mübarek’in 17 Ocak’ta kaçırılmasıyla gerilim iyice tırmandı.

Cumhurbaşkanı Abdrabbu Mansur Hadi ve Başbakan Halit Bahhah’ın hükümeti, Husilerin ülkeyi silah baskısıyla otorite altında tutmasını protesto ederek eş zamanlı istifa ettiğini açıklamıştı. Ancak parlamento toplanamadığı için istifalar hiçbir zaman resmileşmedi.