Ana Sayfa Blog Sayfa 3629

Suruç’un ardından dans edip oynamak

“Daha iyi”yi geçtim, birazcık olsun nefes alınabilir bir ülke ve dünya için verilen mücadelenin aslan payı bizim kuşaklara kaldı. İnsan olanı çıldırtacak kadar kara bir

Durukan Dudu
Durukan Dudu

karanlığın, kendini meleklerin en temizi zanneden şeytanların, karadelikleri kıskandıracak kadar yoğun nefretlerin ve başdöndürücü ikiyüzlülüklerin tarihi, insanın tarihi kadar eski, evet.

Ve ama artık özellikle de internetle her şey, sevabıyla ve günahıyla üstü kapanamayacak kadar açık. Ekranlara düşen her bir katliam, “bizim buralar karanlık da, vardır güneşin doğduğu bir diyar uzaklarda” hayallerine iki ucu keskin baltalarla saldırıyor.

Sabır testinden geçiyoruz her gün. En ağır işkence fantezilerini aratmayan bir karanlığın altında sınanıyoruz. İyiyle kötünün savaşında kötülük taktik değiştirmiş, iyiliği yok ederek değil, delirterek kazanmak istiyor.

Suruç katliamının ardından, hayatının bir noktasında son derece sade ve bir o kadar da ulvi sebeplerle kırsala yerleşmiş dostlarımın içinden geçeni tahmin etmeye çalışıyorum. Kendimden başlayarak, kendimi anlamaya çalışarak. Kolektiften bir dostumun olayı öğrendiğinde nutkunun tutulmasını, “Kardeşim de gidecekti Suruç’a, son anda gidemedi. Gitmedi, ölmedi diye sevinemiyorum bile” diyenin yüzüne vuran gölgenin altında kıpraşan duyguları okumaya çalışıyorum. “Kolektif olarak biz ne yapabiliriz?” sorusuna hiç düşünmeden verdiğim “Medeniyeti baştan kuracağız işte, hep konuştuğumuz gibi. Bıkıp yorulduğumuz an da Suruç’ta düşenlerin fotoğrafları gelecek gözlerimizin önüne, yorulmayacağız” cevabının samimiyetini, gerçekliğini, anlamını tartıyorum. Suruç haberini okurken dolup taşan gözlerimin, beş dakika sonra kuruluktaki çekici, kutudaki çiviyi, damdaki buğday çuvalını, meradaki armut ağacını, balyozun sapına sıkıştırılacak takozu ararken fıldır fıldır dönmesini düşünüyorum.

Bu kadar yoğun ve en fenası da kendini “iyi” sanan bir kötülükle kaplanmış vicdanların diyarında attığımız her kahkahanın, kurduğumuz her hayalin, medeniyeti baştan kurmaya taşıdığımız her bir kucak odunun, onardığımız her bir parça toprağın… O kötülüğe kurban edilmiş yaşıtlarımıza yapabileceğimiz en büyük ihanet mi, yoksa en büyük vefa borcumuz mu olduğunu düşünüyorum.

İyimser bir umutla kendimizi kandırıp kötülüğe meydan mı bıraktığımızı, yoksa kötülüğü içten içe kemirip sonunu mu hazırladığımızı anlamaya çalışıyorum.

Bildiğim bir şey var, o da kötülük karşısındaki mücadelenin artık bir gerilla savaşına dönüştüğü. Tarihin elbet bir gün yazacağı epik bir savaş bu. Kötülüğün kara orduları, aklını ve vicdanını yitirmiş zavallıları meydana tek nizam sürerken iyiler kolektifliğin ve yaratıcılığın sınırlarını zorluyor, her bir birey elinden gelenle, yapmayı bildiğiyle, yapmaktan keyif aldığıyla katkı sunuyor direnişe. İki ileri bir geri bir yaşam dansı bu, çeliğin soğuk sertliğini suyla, toprakla, rüzgarla dövüyoruz. Dansımız, elimizdeki tek gerçek silahımız. O yüzden zaten, dans etmeyi bıraktırmaya çalışıyor bize kötülük. Danstan bıkalım da, elimize geçireceğimiz bir delik deşik tenekeyle savaşalım istiyor.

Ben bu hayata aksak adımlarla, sallanarak, açık bir zihin ve yoğun duyguları bir arada tutarak, stratejiyle ruhsal farkındalığı bir arada yoğurarak, insanlığı baştan kuracak bir oyuna “haydi kalk, oturmaya mı geldik? Sanki bi’ daha mı gelecez dünyaya?” nidalarıyla katılmaya geldim.

Suruç’a abisi ve annesiyle giden ve ikisini de patlamadan kaybeden genç çerkes kızın kendi kız kardeşim, ölen ağabeyin de bizzat ben olduğunu bilerek oynayacağım.

Gülen gözlerini yaşarken görsem “Selam =)” diye ürkek ürkek yanaşmak isteyeceğimi bildiğim genç kadının artık vicdanımın yüksek hakim kurulu başkanı olduğunu bilerek oynayacağım.

Kötüye olan öfkesini yansıtan kararlı yüz hatlarında ancak iyilerin görebileceği bir sıcacıkkanlılığı da barındıran yaşıtım adam sanki hep arkamda, düşecek gibi olsam koluma girmeyi bekliyormuş gibi oynayacağım.

İşin fikriyatını ve stratejisini en derinden çözmüş ve belki de bu yüzden esprisi/laf atması eksik olmayan acar adamın içbarışını, onurumu yüceltici – gururumu sündürücü şifa niyetine içerek oynayacağım.

Gençlerin arasına karışmaktan zerre çekinmemiş kır bıyıklı amcanın bugüne dek akıttığı her bir damla gözyaşını yüreğimin örsüne dökeceğim su edip oynayacağım.

“Katkım olsun” diye haftalarca standda boncuk satıp yardım birikteren kadın ve erkeklerin emeğini kendime tevazu edip oynayacağım.

Suruç’u kendi evim bilerek oynayacağım.

Oyunları, renkleri, farklılıkları, mutluluğu ve umudu yok edince kendi nefretinde boğulup yok olacaklarının farkında olmayanlara da deva olsun diye, gülümseyerek oynayacağım.

Ağlamaktan yüksünmeyerek, yasımı tutarak, gözyaşlarım gözlerimi bulandırmadan ve hatta görüşümü keskinleştirerek oynayacağım.

Oyunum bitip de kenara çekilme vakti geldiğinde, şenlik alanına son bir defa bakıp huzurla gülümseyerek gözlerimi kapatabilmek için oynayacağım.

Kırk yıl sürecek bir oyun bu, kaçar mı?

Durukan Dudu

Fethiye’de Suruç Katliamı’nda hayatını kaybedenler anıldı

Suruç Katliamı’nda hayatını kaybedenler Fethiye’de anıldı. 21 Temmuz Salı günü Fethiye Kültür Merkezi önünde toplanan grup Suruç’ta yitirilen canlarımızı andı. Bağımsız bir çağrıyla Fethiye’den ve çevre ilçelerden çeşitli STK, parti, ve kitle örgütlerinin yanısıra bireysel katılımların da olduğu anma  sırasında herhangi bir bayrak, pankart, flama açılmadı.62

“ÖLEN KİMDEN DİYE SORMADIĞIMIZDA BARIŞ GELECEK” pankartının altında toplanan grup, ölen canlarımızın ruhuna değsin diye helva ve şerbet dağıttıktan sonra kısa bir basın açıklaması okudu.

İnan Mayıs Aru tarafından okunan basın açıklamasının tam metni şu şekilde,

63

“20 Temmuz 2015 tarihinde, Suruç’ta 32 canımızı yitirdik. Dostlarımız, kardeşlerimiz, Suruç’ta patlatılan bir bombayla can verdi. Kobane’ye, savaşın yıkımına uğratılmış bir kente desteğe gidiyorlardı. Taş taş üstüne koyup kenti, mahalleleri yeniden canlandırmak istiyorlardı. Yıkmaya değil kurmaya, savaşa değil barışa gidiyorlardı. Çocuklara oyuncaklar, kitaplar götürecek, el birliğiyle yıkılan evleri onaracak, savaşın yaralarını bir nebze sarmak için çocuk oyunları oynayacak, tiyatro gösterileri sahneleyeceklerdi. Sınırları aşan bir düş örmekti niyetleri, sınırın bir yanında bir bombayla paramparça edildi düşleri, düşlerimiz.

Bu hepimize verilmek istenen bir mesajdı. Barış ve kardeşlik içinde bir dünya düşü kurmayın denmek isteniyor bize. Hepimizi bir iç savaşın sarmalına çekmek isteyen kara bir gölge dolanıyor üstümüzde. Biz de bileniyoruz, kinleniyoruz çoğu zaman yaşadığımız acılarla. Oysa biliyoruz ki savaşa karşı savaşmak bir aldatmacadan başka bir şey değil, öfke ve kin ancak yeni acılara gebedir.

Bugün burada dostların, yoldaşların arasında bir kez daha barışın sessiz dilinde ölen canlarımızın yasını tutmak için bir araya geldik. Ölen canlarımızla biz de öldük. Dağıttığımız kendi helvamız, içtiğimiz kendi kan şerbetimiz. Ölen kimdi diye sormayın bize. Dünyanın dört bir yanında zalimin zulmü karşısında ölen biziz.

Yeni acılar yaşanmadan yeni canlar ölmeden evvel candan cana, akıldan akıla, yoldan yola yürüyelim beraber. Sızıntılardan derecikler, dereciklerden ırmaklar, ırmaklardan denizler oluşturalım.

Tüm canlar bir olup ölen kimdenmiş diye sormadığımız gün gelecek barış bu topraklara”

 

(Yeşil Gazete)

Hesap vereceksiniz – Özgür Mumcu

Hesap vereceksiniz. Öyle usulen kınamakla, ezbere lanetlemekle olmaz. Hesap vereceksiniz.
Urfa’da IŞİD’i soran gazetecilere, IŞİD tehdidi yok deyip sonra da gazetecileri gözaltına aldıran o valiniz hesap verecek. “Var mıymış şehrinde IŞİD tehlikesi vali efendi” diye soracaklar mahkemede, izleyeceğiz.
Suruç’ta katledilen gençleri katliamdan önce gazetelerinde haber yapıp hedef gösteren parti gazeteleriniz hesap verecek.
PYD, IŞİD’den tehlikeli diye manşet atarak IŞİD’e gülücük dağıtan yemleme medyanız hesap verecek.
Bizzat siz hesap vereceksiniz.
Zamanında “IŞİD’in de Musul’da üzmek istemeyeceği bir kesim devreye sokuldu” diyen, IŞİD’e “daha önceki hoşnutsuzluklar öfkeler büyük bir cephede geniş bir reaksiyon doğurdu” diye empati gösteren Başbakan hesap verecek.
Esad’ın ömrü haftalarla ölçülüyor diye, Emevi Camii’nde namaz kılacağız diye memleketi kimseye sormadan bir savaşa sokan herkes hesap verecek.
Söylediğiniz yalanların hesabını vereceksiniz.
TIR’lar yakalandı, ilaç var dediniz. Yalandı.
Tamam silah vardı ama Türkmenlere gidiyordu dediniz. Yalandı.
Bunları yayımlayan bu gazeteyi neredeyse çıplak ellerinizle boğacaktınız.
Hesap vereceksiniz.
Suudi Arabistan ve Katar’la beraber Ortadoğu’ya soktuğunuz çomakların hesabını vereceksiniz.
Libya’dan getirilen silahların, Suudi Arabistan’dan gelen askeri kargo uçaklarının hesabını vereceksiniz.
Yönetmelik, kanun maddeleriyle yalanlarınızı yazı üzerine yazıyla yüzünüze çarptığımız, Apaydın Kampı’nda göz yumduklarınızın hesabını vereceksiniz.
Üç kişi toplansak üzerimize gaz yağdırırken IŞİD’e İstanbul’da bayram namazı kıldırmanın hesabını vereceksiniz.
Her adımlarını takip ettiğiniz, sürekli izlediğiniz gençlerin arasına intihar bombacısının sızmasını önleyememenin önce izahatını, sonra hesabını vereceksiniz.
Doğrudur, bu saldırı Türkiye’ye karşı yapılmıştır. Zamanında küçümsediğiniz, göz yumduğunuz, sesinizi çıkarmadığınız, kolladığınız için yapılmıştır.
Bugün Batı’dan azarı işitince, IŞİD’e biraz babalandığınızda başımıza bunu getirdiniz. Bu saldırının gerçekleşebileceği ortam oluşurken seyrettiniz. Sizi uyaranları vatan hainliğiyle itham ettiniz.
Şimdi de biz sizi itham ediyoruz. Hesap vereceksiniz.
Partinizin mankurdu olmuş MHP’ye güvenmeyin. Her şeyi izledik, her şeyi kaydettik, her şeyi yazdık.
Ant olsun, inan olsun ki hesap vereceksiniz.
O güzel çocuklara sözümüz var.
“Kobani düştü düşecek” derken düşürdüğünüz Suruç’a sözümüz var.
Ağalar, beyler, paşalar, yarattığınız bu cehennemin hesabını vereceksiniz.
Bir gün adalet hâkim olacak. Uydurma davalarınızla oturduğumuz sanık sandalyelerini size bırakıp tanık olacağız.
Ant olsun, inan olsun ki hesap vereceksiniz.

Özgür Mumcu – CUMHURİYET

Garo Paylan, “Suruç’ta, Türkiye’nin batısının Kobane’ye el vermesine saldırıldı”

HDP İstanbul milletvekili Garo Paylan, Suruç’ta gerçekleşen bombalı saldırıyla ilgili konuştu. Saldırının gerçekleştiği Amara Kültür Evi’nin Kobane’yle dayanışma için hazırlanan bir kriz merkezi olduğunu hatırlatan Paylan, “Saldırı bu dayanışmaya düzenlendi” dedi.

Kobane direnişi sırasında iki ay Suruç’ta kalan Paylan, saldırıyla ilgili şunları söyledi:

59

“Saldırının gerçekleştiği bahçe, hep birlikte örgütlediğimiz kriz merkezinin bahçesiydi. Aylardır da Kobane mücadelesine insani olarak destek veren insanların barındığı bir bahçedir. Bu gençler de yeniden inşa anlamında, dayanışmak için Kobane’ye gidiyorlardı. Bugün, bu dayanışmaya saldırıldı. Türkiye’nin batısının Kobane’ye el vermesine, bir arada yaşama iradesine saldırıldı.”

“İstihbaratın saldırıdan haberi olmama ihtimali yok”

Seçim döneminde Diyarbakır’daki HDP mitingi bombalamasını, Mersin ve Adana’daki saldırıları hatırlatan Paylan, “Bu saldırılara itidalle karşılık verdik. Fakat devlet aklı hala IŞİD’e yönelik net bir pozisyon almaya yanaşmıyor. Saldırıların bağlantıların oryaya çıkarılmadığı sürece bu saldırılara yol verilir. Hatta devlet içinden birileri bunlara yol veriyor olabilir. Türkiye’deki ciddi istihbarat ağının saldırıdan haberinin olmama ihtimali yok” ifadelerini kullandı.

(Agos)

Demirtaş’tan hedef şaşıran yandaş medyaya, “Sizin beslemeniz IŞİD’e rağmen başaracağız”

HDP Eş Genel Başkanı Demirtaş Suruç’ta gerçekleştirilen saldırının ardından Eşbaşkan Figen Yüksekdağ’la yaptıkları açıklamanın hükümete yakın medya organlarında ‘silahlanın’ çağrısı olarak verilmesine yanıt verdi. Demirtaş, “Bu topraklarda insanlığı yeniden ayağa kaldıracağız. Sizin beslemeniz IŞİD’e rağmen” dedi.  HDP Eş Genel Başkanı konuşması sırasında ayrıca ölü sayısının da 32’ye çıktığını söyledi.

57

Demirtaş şöyle konuştu:

“Halkların Demokratik Partisi olarak, alacağımız tedbirler yürüteceğimiz siyasete dair sizleri bilgilendireceğiz. Ama öncelikle şunu söyleyeyim: Evet çok acı bir olay, insanlık dışı, vahşi, barbarca bir katliamla karşı karşıya kaldık. 32 gencimizi, pırıl pırıl gencimizi, çoğu üniversite öğrencisi, Tıp Fakultesi, Hukuk Fakültesi, sosyoloji, psikoloji öğrencileri. Her biri bu ülkenin ayrı bir değeri yetişmiş birer evladıydı. Bu acı çok büyük fakat şunu samimiyetle söyleyeyim: Katliam sonrası yapılan değerlendirmeler ve partimize dönük saldırılar en az bu katliam kadar acıdır.

Bu katliamı yapanların amaçlarından ulaşmak istedikleri hedeflerinden daha çirkini maalesef ki Türkiye’de bazı siyasetçiler medya organları tarafından yapılmıştır, yapılmaya devam ediyor.”

‘Böyle bir acıda bile ortaklaşma yaşanamıyor’

“Örneğin biz, ‘parti binalarımızın güvenlik tedbirlerini artıracağız, özellikler STK’lar, sendikalar, meslek kuruluşları kendi güvenlik tedbirlerini artırsınlar halkımız güvenlik tedbirini artırsın, dikkatli olsun. Her yerde IŞİD barbarlarının, tecavüz ordusunun teröristleri var’ buna karşı dikkatli olun diye dün çağrı yaptık ama dünden bu yana havuz medyasının en aşağılık sesleri silahlanma çağrısı yaptık diye HDP’yi suçluyor, IŞİD’i bırakmışlar.Dünden beri HDP’ye saldırıyorlar. Bu en az katliam kadar acıdır. Yani 32 gencini, evladını yitirdi bu ülke dün, arasında Samsunlu var, İstanbullu var, Trakyalı var, Egeli var, Doğulu, Güneydoğulu her biri yiğit birer devrimci. Bu ülkenin kahraman evladı bizler için. Ama görünen o ki böylesine katliamlar karşısında bile maalesef ki ülkenin medyası, siyasetçileri birbirine yakın duramıyorlar.Böylesine bir acıda bile bir birleşme bir ortaklaşma yaşanmıyor, yaşanamıyor maalesef.”

‘HDP bunu başaracak’

“Hepsi kendi kinlerinde boğulmuş insanlar bunlar maalesef, yazdıklarının, çizdiklerinin, söylediklerinin farkında değiller. İnsanlık adına utanç verici bir durum ve IŞİD zihniyetlilerinden hiçbir farkları yok bunların.

Bu havuz medyasının ucuz insanlarına buradan sesleniyorum: ‘Biliyorum paranızı kim verirse onun düdüğünü çalıyorsunuz. Ama unutmayın bu topraklar insanlığın ve medeniyetin varolduğu topraklardır. Mezopotomya toprakları ilk insanların yaradan tarafından yeryüzüne gönderildiği topraklardır. Bu topraklarda insanlığı yeniden ayağa kaldıracağız. İnsanlığı yeniden inşa edeceğiz. Sizin beslemeniz IŞİD’e rağmen. Sizin IŞİD zihiyetli anlayışınıza rağmen bunu başaracağız.’ Bu ülke bundan emin olsun. Biz elele vereceğiz demokrasi adalet ve barış ilkelerinden vazgeçmeden birbirimize kini öfkeyi büyütmeden, her gün her saat ne kadar saldırırlarsa saldırsınlar kardeşliği bu ülkede huzur içinde yaşayacağız. Bu alçaklara rağmen HDP bunu başaracak.

Birazdan MYK toplantısı sonrası sizlere kapsamlı değerlendirmeler yapacağız.”

 

(IMC.tv)

2. Vegan Feminist Kamp ertelendi, “Barışımıza ateş bulaştırdılar”

Mersin Akkuyu’da 24 – 26 Temmuz tarihleri arasında gerçekleştirilmesi planlanan 2. Vegan Feminist Kamp, dün Suruç’ta meydana gelen ve şu ana kadar 32 insanın ölümüne yol açan intihar saldırısı sonrası ertelendi.

56

Vegan Feminist Kamp’ın organizatörleri tarafından yapılan yazılı açıklamada kampın bazı katılımcıların Suruç’a gidecek olması bazılarının ise kampa katılamayacaklarını belirtmeleri üzerine tarihi belli olmayan bir zamana ertelendiği ifade edildi.

Barışımıza Ateş Bulaştırdılar

Vegan Feminist Kamp’ın organizatörleri tarafından yapılan yazılı açıklamanın tam metni şu şekilde,

“İnadına barış dedik, inadına kardeşlik dedik. Ama onlar gencecik bedenleri parçaladılar. Barışımıza kan bulaştırdılar.
Barışımıza ateş bulaştırdılar.
Barışımıza Cudi’de, Akkuyu’da yangın bulaştırdılar.
Oysa biz Kobane’ye oyuncak götürüyorduk
Giyecek götürüyorduk
En önemlisi barış götürüyorduk.
Siz hiçbir yaşama saygı duymuyorsunuz.
Ama biz biliyoruz ki; bize rağmen savaşamayacaksınız.
Biz biliyoruz ki yaktığınız her bir ağaç sizin sonunuzu yaklaştırıyor.
Biz biliyoruz ki; siz toprağa gömdüğünüz vicdanlarınızla asla huzurlu olamayacaksınız.
Suruç’ta bizleri acıya boğan katliamın ardından bir araya gelip kampımızı gerçekleştirmek mümkün olamayacak. Çünkü hem bazı arkadaşlarımızın Suruç’a gidecek olması, bazı arkadaşımızınsa kampa katılamayacağını bildirmesi üzerine tarihi belli olmayan bir zamana ertelemek zorunda kaldık buluşmamızı.
Sorumluların bir an önce açığa çıkarılmasının sağlanması umuduyla, kaybettiğimiz dostlarımızın yakınlarına başsağlığı, yaralanan dostlarımızın kısa zamanda sağlıklarına kavuşmalarını diliyoruz.

 

(Yeşil Gazete)

Suruç – Sergen Sucu

Bir düşü gerçekleştirmek için Kobane’ye gittiler koca yüreği temiz çocuklar. Beraber savaştılar ve beraber inşa edeceklerdi Alevisi, Sunnisi, Süryanisi, Çerkezi, Türkü, Kürdü, Ezidisi Ateisti Müslümanı.

50

Hepsinin en büyük ortak özelliği yaşam savunucusu olmalarıydı. Bu özellikleri Kobaneyi insan merkezli değil yaşam merkezli inşa etmelerini sağlıyordu. Kobaneyi inşaya giderken ilk amaçları şehirde bir şehitlik ormanı kurmaktı çünkü Daiş canlı olan her şeyi katletmiş bölge de binlerce zeytinlik olmasına ağacın olmasına rağmen tek bir tanesinden eser dahi yoktu.

Genç arkadaşlarım bir yandan da Arnavut kökenli şehit Rıfat Horuz’un yani Heval Karker’in başlattığı ve geçtiğimiz haftalarda Daiş’in, Kobane’ye yapmış olduğu intihar saldırısı sonucu ölümü ile yarım kalan savaş müzesinin yapımına devam edeceklerdi. Tıpkı Rıfat arkadaş gibi havan toplarının kalıntılarını insanlığın utanması için yeşertip dönüştüreceklerdi. Artık onlar bir savaş unsuru değil, tarihin birer görseli ve ders kaynağı olacaktı.

Heval Karker
Heval Karker’in başlattığı ve geçtiğimiz haftalarda Daiş’in, Kobane’ye yapmış olduğu intihar saldırısı sonucu ölümü ile yarım kalan savaş müzesi

Bu kadar temiz bir zihniyetle Suruç’a gittiler. Yola çıktıkları andan itibaren MİT tarafından takip edilip, Suruç’a girdiklerinde de üzerleri arandı ve kimlik taramaları yapıldı. Çünkü onlar kimlik tarayanlardan çok farklıydı. Gençler yaşam diyordu. Kimliklerini kontrol edenler Daiş’in iktidarlığını yapanların maşası, ölümün gözlemcisi güvenliğin güçleriydi. Hepsi çok güzeldi, çok iyiydi, heyecanlıydı çünkü düşleri gerçek oluyordu. Türkiye’de istedikleri bir yaşamı Rojava’da kurma fırsatını yakalamışlardı. Neyse oyuncak vardı çantalarında, boyalar, kâğıt çizgi romanlar. Travma altındaki çocukların rüyasındaki her şey vardı yanlarında. Amara Kültür Merkezine geldiklerinde etraflarını çocuklar sardı ve gözlerindeki mutluluğu anlatmak hiçte zor olmasa gerek.

Kahvaltılar yapıldı. Hoş, güzel herkesin yüzü gülüyor,neşeli bir sofra genç ve dinamik aynı zamanda. Sıra basın açıklamasına geldi. 250 civarında canla birlikte basın açıklaması yapılırken büyük bir sesle savruldu yoldaşlar. Fırladı her biri bir kenara ne olduğunu anlayamadan. Orada ölümsüzleşti 20’si. Yaralılar çok, ağlayan “Havar havar” diyen bir sürü can. Alev içinde yanmış vücutlar.

52

Ortalık kan revan çığlık, sanki dünya oraya yıkılmıştı. Patlama olmadan bir gün evvel telefonda konuşuyorduk, “Heval Sergen, sen çer çöp işleri için gelsene Suruç’a.Belki burada kurarız ilk tıbbi bitkiler bahçesini” diyerek. Cudi, Lice ve Akkuyu yangınlarından ötürü bozulmuş moralimi düzeltmeye çalışıyorlardı bir yandan.

Evet, düşlerimizin gerçekleştiğini, AKP ve iktidarı olduğu katliamcı, tecavüzcü, acımasız Daiş zihniyetinin kara oyunları yüzünden göremeyeceksiniz belki ama, sizden parçalar var Suruç’ta, Kobane’de. Devrimin pratiğini, düşümüzün gerçekleştiğini anlatacak akan her damla kan size. Rojava, Paramaz’ın ve Ari’nin ruhu ile Daiş’i temizledi topraklarından. Şimdi Ezgi, Uğur ve Heval Karker’in ruhu ile inşa edilmeye devam edecektir.

Yazarken dahi tutamıyorum kendimi, göz yaşlarımı ama gün ağlama günü değil. Çünkü ölümsüzleşen yoldaşlarım da böyle düşünüyorlardır eminim. Gün haykırma, sokağa çıkıp demokratik eylemin zulme, katliama baş kaldırma günüdür. Zılgıtlarla çığlıklarla sokağa çıkma vakti ve örgütlenip kan emicilerle mücadele etme vakti çoktan geldi.

Vakit geçmeden daha gençler ve düşler ölmeden harekete geçmeliyiz yitirdiğimiz canlar için…

55. Sergen Sucu

 

Sergen Sucu

Devletten şüphelenmeyen bizden değildir – Ümit Kıvanç

Münasip bir bağlantı hattı izleyerek şu noktaya varmaya takatim yok; kısa yoldan söyleyeyim: Öyle bir yerde böyle bir katliam, devletin, en azından devlet içinden birilerinin bilgisi, göz yumması vs. olmaksızın gerçekleştirilemez. Suruç’ta herhangi bir kimsenin, elinde o güçte bombayla, polisin, MİT’in, daha bilmediğimiz bir sürü gizli devlet örgütünün dikkatini çekmeksizin dolaşması bile mümkün olamaz.

50

 

20 Temmuz, 16:00 suları. Can verenlerin sayısı galiba 30’u geçti (emin değiliz), en az 35 de ağır yaralı var. Her konuşan, “kayıplar artabilir” diyor.

Urfa/Suruç’ta, Kobanê’ye geçmek üzere bekleyen gençlerin kim olduğunu, Rojava’ya ne yapmak için gitmek istediğini gerçi artık biliyorsunuz. Ama tekrarlayacağım: İncik boncuklar şunlar bunlar yapıp satıp para toplamış, birilerine birşeyler ördürtmüş, oyuncak aldırtmış, bir MİT TIR’ına koysan muhtemelen doldurmayacak mütevazı yardım malzemesi vardı yanlarında. Esasen, içlerindeki, ruhlarındaki bir şeyi götürmeye çalışıyorlardı. Bir tür açlıkla gidiyorlardı aynı zamanda: zorluk darlık içindeki insanlara yardım edecekler, ruhlarını besleyeceklerdi. İnsan olan bu açlığı çeker. İnsan olanın ruhu dayanışmayla beslenir. Başkaları için birşeyler yapınca beslenir. Kendine yontmayla değil, kendine almayla değil, vermeyle beslenir, verecek şeyi toparlamayla beslenir, karşılık beklememeyle beslenir. İyi bir şey filiz vermişse, ucundan tutmayla beslenir.

Bu bencilik ve bencillik dünyasında, başka insanları gözü anca akıllı telefonunun ekranında, bir selfie’nin kıyısında yanlışlıkla belirirlerse görebilenlerin, yoksulluğu yoksulların suçu sayanların âleminde, evet, hâla, “insanın ayırt edici niteliği” diye bir şeyi başka insanlarla kader birliğinde, dayanışmada, kendinden zor durumdakine destekte arayanlar var.

Suruç’ta can veren solcu gençler, tam da o yaşların icabı bir özgüvenle, ama elbette, bundan çok daha derinde, çok daha güçlü olarak, içlerindeki iyilik etrafa bakışlarına da yansıdığı için, kendilerine bu muazzam kötülüğün yapılabileceğini varsaymamışlardı. İntihar bombacısı (veya bombalı çantayı bırakan – henüz kesin bilmiyoruz) ortalarına kadar sokulabildi. İyiliğin coşkusu, haksızlığa, adaletsizliğe karşı harekete geçmiş olmanın şevki, etrafta kötülük aramaktan alıkoydu gençleri. Biliyoruz ki cesurdular, biliyoruz ki fedakârdılar, biliyoruz ki, akıl etseler icabını yapmaya çabalayacaklardı. “Bize bir şey olur mu”yu düşünmediler muhtemelen. Aklından geçiren olduysa da ötekilere belli etmedi. Başlarına bir iş gelecekse, bunun devletten geleceğini düşünmüş olmalılar. Ne kadar haklılar.

Kobanê dayanışması için Suruç’ta toplanmış gençler, kendilerini korumak üzere, bulundukları yere gireni çıkanı aramaya kalksalardı, şimdi acaba kaçı tutuklanmıştı?

Kendisine sorumlu olduğu ildeki muhtemel DAİŞ varlığına dair soru sorulduğunda soran gazetecileri gözaltına aldıran -ve bu hareketiyle, sadece son yılların şirretçe hükümet üslûbuna değil, bütün bir devlet geleneğimize ne kadar yakışır bir şahsiyet olduğunu ortaya koyan- Urfa Valisi, bu gençlerin kendilerini korumaya kalkmaları halinde polislere nasıl emirler verirdi? Hattâ muhtemelen onun emir vermesine bile gerek kalmaksızın, polis neler yapardı?

Hükümet propaganda aygıtı, devlet otoritesini tanımıyorlar diye onları kimbilir nelerle itham eder, bundan “DAİŞ’ten tehlikeli” kaç yeni mihrak üretirdi.

Peki bizde devlet, kural olarak, bu gençleri korur mu? Gençler solcu; dolayısıyla cevap belli: Böyle gençler korunmaz, olsa olsa bizzat devletçe de öldürülür. Veya öldürüleceklerse engel olunmaz. Bu gençler dünyaya kısacık bir an, hayatlarının o son anında, hayatın bütün bilgisini o sırada topluca almış olarak, kutsal diye nitelendirmemiz gereken o şaşkınlıkla bakar ve bizden koparken, eminim, devletin birtakım uğursuz bilgisayarlarında, her birinin sekizer onar fotoğrafı yüklüydü. Yola çıktıklarından itibaren izleniyorlardı; aksi mümkün mü? Hem devlet izliyordu onları hem kader. Devlet, solcu faaliyetlere giriştiklerinde başlamıştı izlemeye, kader, ana rahmine düştüklerinde. Çünkü bu ülkede doğdular.

Münasip bir bağlantı hattı izleyerek şu noktaya varmaya takatim yok; kısa yoldan söyleyeyim: Öyle bir yerde böyle bir katliam, devletin, en azından devlet içinden -bu işe gücü yetecek- birilerinin bilgisi, göz yumması, yol vermesi vs. olmaksızın gerçekleştirilemez. Suruç’ta herhangi bir kimsenin, elinde o güçte bombayla, polisin, MİT’in, daha bilmediğimiz bir sürü gizli devlet örgütünün dikkatini çekmeksizin dolaşması bile mümkün olamaz.

Bu katliamı DAİŞ yaptıysa, mutlaka devlet içerisinden birileri de -en azından!- göz yumdu.

Genel olarak bunun aksini düşünmemiz için en ufak bir sebep yok. Oysa devletin aksini kanıtlaması, istese, çok kolay olurdu. Daha yeni, Diyarbakır örneği var önümüzde: Her şey, devlet içinden birilerinin katılımına işaret ediyor.

Böyle bir vahşet karşısında dahi yüreklerindeki kini, ırkçılığı, hele dindarlık adına oraya doldurdukları pisliği dışavuran alçak zevat ve bunları hâlâ insandan sayanlar, maalesef yine karşımıza çıkan, bir başka konu başlığı. Veya çöplük adresi. Bunların tedavisinin mümkün olduğuna inanmıyorum. Niyetleri de yok zaten. İnsandışılıklarından memnunlar.

Pervasızca işlenen bütün devlet cinayetlerinin üzerinde, toplumun bu kesiminin sağladığı koruma şemsiyesi, ardında da bu ırkçı pisliklerin desteği var.

Katliamın ardından HDP’nin iki önemli yetkilisi, Selahattin Demirtaş ve Sırrı Süreyya Önder, bu saldırının Kobanê çevresinde meydana gelen dayanışmayı hedef aldığını söylediler. Muhtemelen daha geniş bir yelpazeye yayılan, başka hedefleri de var. Ancak ilk aşamada bizim gibi sıradan insanların önemsemesi gereken sanırım bu. Zira bu, bizim, memlekette adil, çoğulcu, demokratik bir hayat isteyen insanların etkili olabileceği bir alan. Dayanışmayı yaymak, güçlendirmek, derinleştirmek, ancak, bu tür saldırıları boşa çıkarabilir, hattâ böylece katillerin amaçladıklarının tam tersi sonuçlara yolaçılabilir.

Bugünlük böyle, kusura bakmayın. Mâkûl olmak, olayın orasını burasını düşünmek, sebepler, hedefler, sonuçlar vs. üzerine kafa yormak, bizden gizlenen gerçeklere dair işaretleri hükümet yetkililerinin tavırlarından çıkarmaya çalışmak şu anda becerebileceğim iş değil. (Sadece Hüda-Par genel başkanının saldırıyı kınadığını gördüm, “neyse bari…” dedim içimden, bunu belirteyim.)

O gençleri oraya coşkuyla koşturan dayanışma duygusunu hissettikçe kahroluyor insan… Bu rezil dünyaya, kapitalizmin bütün zehirine karşı tek panzehir o.

(Oysa size uzun süredir Kobanê’de bulunan ve sinema başta, kültürel alanlarda güzel işler yapmaya çabalayan sinemacı dostum Önder Çakar’ın mektubunu ve çağrısını aktaracaktım. Şuradan okuyabilirsiniz: http://goo.gl/Fvocwz ve belki şimdi daha da büyük şevkle katılabilir, destek olabilirsiniz.)

Bu yazı radikal.com.tr/ den alınmıştır.

49.Ümit Kıvanç

 

 

Ümit Kıvanç

Blatter’ın üzerine dolar fırlattı!

0

fft107_mf5236552Uluslararası Futbol Federasyonları Birliği (FIFA) Başkanı Sepp Blatter, basın toplantısına başladığı sırada üzerine dolar fırlatılarak protesto edildi.

İsviçre ‘nin Zürih kentinde yeni başkanın seçileceği tarihi belirlemek için düzenlenen FIFA İcra Kurulu toplantısının ardından basının karşısına çıkan Sepp Blatter , kürsünün önüne elinde dolarlarla gelen İngiliz komedyen Simon Brodkin’in protestosuna maruz kaldı. Brodkin, dolarları Blatter’ın üzerine fırlattı.

Blatter, ” güvenlik “, “güvenlik” şeklinde seslendikten sonra toplantıya bu şekilde başlayamayacağını söyleyerek salonu terk etti. Blatter, olayın yatıştırılmasının ardından salona tekrar gelerek toplantıya başladı.

AKP’nin ilk Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış: Asıl masaya yatırılması gereken Suriye politikamız

fft107_mf5239437AKP’nin ilk Dışişleri Bakanı ve emekli büyükelçi Yaşar Yakış, Şanlıurfa’nın Suruç İlçesi’nde gerçekleşen ve 31 kişinin hayatını kaybettiği bombalı saldırıyı değerlendirdi.

Türkiye ‘nin Suriye’ye müdahalesinin bugün yaşanan duruma yol açan faktörlerden biri olabileceğini söyleyen Yaşar Yakış, “Türkiye, IŞİD’in ağırlığını ve yapabileceklerinin bu noktaya gelebileceğini tahmin etmedi” dedi.

CNN Türk Ana Haber ‘de Nevşin Mengü’nün sorularını yanıtlayan Yaşar Yakış’ın açıklamalarının satır başları şöyle:

“Sadece Türkiye’nin izlediği politikaya bağlamak Doğru değil ama Suriye’deki durumun bu hale gelmesinde Türkiye’nin müdahaleleri çok etkili. Medyada 4 yıldır vermeye çalıştığım mesaj da esasen buydu. Arap Baharı Suriye’ye sirayet ettiği, olaylar başladığı zaman bizim ulusal çıkarlarımıza yönelik bir tehlike yoktu, gereğinden daha fazla ulaştık. Uluslararası camia muhalefete destek sağlan-maya başladı. Bu destek yanlış ellere gitti. Suriye’deki muhalefete giden silahlar yanlış ellere gitti.

TÜRKİYE YALNIZ KALDI”

“En başında, bu kadar bölünmüşlük yoktu Suriye muhalefetinde, zaman içinde gelişti. Türkiye, hangi kesime destek sağlayacağı konusunda yalnız kaldı. Batı, bazı kesimlere olan silah desteğini kesti, Türkiye bu duruma ayak uyduramadı ve muhalefet bu duruma geldi. DEAŞ denen IŞİD’in ortaya çıkması, tüm bunların sonucudur. Meydana gelen olaylar en başından başka bir istikamete yönlendirilebilirdi. Sadece Türkiye’nin tutumuna bağlamak doğrudeğil ancak önemki bir faktör olduğunu değerlendirmek lazım.

“Türkiye, IŞİD’in ağırlığını ve yapabileceklerinin bu noktaya gelebileceğini tahmin etmedi. Gerek uluslararası basına yansıyan konularda, IŞİD menupları Türkiye üzerinden geçiş yaptıklarını anlatıyordu, detay veriyordu. IŞİD’İ Kürtlere karşı kullanmak için bir desteğe yönelinmişse bu çok yanlıştır.

‘SURİYE POLİTİKASI MASAYA YATIRILMALI’

“Türkiye istihbaratının bölgeye hakim olmadığı tedirginlikleri yerinde değil. Hiçbir istihbarat servisi kusursuz işlemez. Karşı tarafın da istihbarat ya da emniyet örgütünün aldığı tedbirlerin etrafından dolaştığını düşünmek lazım. Yine çalışmalar devam etmeli ancak siyasi partiler bu olayı karşılıklı suçlama aracı haline getirmek yerine köküne inmeli ve orada birleşmeli. Nerede aksaklıklar olmuşsa bunun da araştırmasına devam edilmeli. Ancak en başında, Suriye politikamızdan kaynaklandığına göre bu, masaya yatırılması gereken Suriye politikamızdır. Nerede yanlış yapıyoruz, nerede tıkandık, bunu değerlendirmek lazım. Koalisyon görüşmeleri bunun için altın bir fırsattır değerlendirilmezse çok büyük kayıptır.

“Beşar Esad realitesini kabul eden ülkelerin sayısı arttı. Esad artık sorunun değil, çözümün bir parçası olarak görülüyor. Artık, ‘Esad’ı devirelim de gerisi Allah kerim’ şeklinde bir politikamız olmaması lazım.

“IŞİD’in kökünün kazınması akşamdan sabaha olacak bir şey değil. Önemi buna vermek lazım. Beşar Esad konusunda ise onun yerine işleyecek bir mekanizma bulmanın zorluğu ortada ancak Türkiye, Esad gitsin de sonra düşünürüz diyor. Türkiye, bu konuda uluslararası camiayla aynı noktada değil.”

(Radikal)