Ana Sayfa Blog Sayfa 3630

Mersin’de Suruç Katliamını protesto edenlere ateş açıldı: 2 yaralı

Suruçtaki patlama sonrasında Mersin Özgür Çocuk Parkı’nda toplanan kalabalık HDP İl Binası’na yürümek istedi. Yürüyüşün başladığı ilk anlarda iki kişinin yere düşmesiyle, bir kişinin kafasından, diğer kişinin göğsünden tek saçmayla vurulduğu öğrenildi. Yaralılar için ambulans beklendikten sonra yürüyüşe devam eden grup, “Faşizme karşı omuz omuza”  sloganı atarak HDP İl Binası’na ulaştı.

47

Bina önünde oturma eylemi yapan grup içerisinden HDP Mersin İl Eşbaşkanı Selman Günbat;

“Son dönemlerde Türkiye kitlesel katliam haberleriyle sarsılmaktadır. Dün Amed bugünde Suruç’ta yaşanan kitlesel katliamlar İŞİD’in Türkiye’de cephe açtığını göstermektedir. Bunun birinci elden sorumlusu AKP iktidarıdır. Bugün burada bir kez daha hükümet sözcülerinin kullandığı egemen savaş dilinin esri olan bu katliamları lanetliyoruz. Savaş baronlarına “durun” diyoruz.” şeklinde konuştu.

“Katliamların ardındaki resmi /sivil güçlerin açığa çıkarılmasını istiyoruz”

48

İŞİD ve Kontra Eylemlerinin devlet katında desteklendiğine değinen Günbat “ Emek ve özgürlük güçlerinin çeşitli uyarılarına rağmen , sınır boyu çeteci alışverişlerine ve bunların eylemlerine karşı devlet tarafından esaslı bir adım atılmamıştır” dedi.

“Seçim süreci sırası ve sonrasında başta ESP ve HDP olmak üzere demokrasi güçlerine karşı saldıragn tutum ve davranışları protesto ederken, halklarımızı demokratik, siyasal duyarlılığı yükseltmeye çağırıyoruz.” sözleriyle  basın açıklamasını sonladıran Günbat’ın ardından “Baskılar bizi yıldıramaz” sloganını atan grup, eylem sırasında yaralanan iki kişiden haber alınıncaya kadar oturma eylemini sürdürme kararı aldı. Grup, yaralıların sağlık durumlarının iyi olduğu haberi geldikten sonra sloganlar ve alkışlarla dağıldı.

Bu akşam 18:00’de İstasyon Meydanı’na

Emek ve Demokrasi Platformu bu akşam (21 Temmuz Salı) 18:00’de Mersin İstasyon Meydanı’nda gerçekleşecek Suruçta Katliam Protestosu için de çağrıda bulundu

 

Haber ve Fotoğraflar: Özgecan Aşlamacı Şahin

(Yeşil Gazete)

Times: Cihatçılar intikam için Türkiye’yi hedef alıyor

suruc-ta-bombali-saldiri-58553-1İngiliz Times gazetesinin Orta Doğu muhabiri Tom Coghlan dün Şanlıurfa’nın Suriye sınırındaki Suruç ilçesinde 31 kişinin hayatını kaybettiği intihar saldırısını analiz etti. Coghlan, “Cihatçılar, Suriye’deki yenilgilerinin intikamı için Türkiye’yi hedef alıyor” yorumunu yaptı.

Times muhabiri Tom Coghlan analizine şu tespit ile başlıyor:

“IŞİD geçtiğimiz iki yıl boyunca Türk hükümetine meydan okumaktan kaçındı. Türkiye’nin sınır bölgesini de, silah kaçakçılığı yapmak ve Suriye’nin kuzeyinde asker toplamak için kullandı. On binlerce kişi tek taraflı ‘halifelik’ ilan edilen bölgeye geçti. Bu kişiler arasında 700 Britanyalı da vardı.”

Tom Coghlan daha sonra, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun bazı çevrelerce, “IŞİD’e yardım etmekle” ve hatta “örgüte gizli askeri destek vermekle” suçlandıklarını yazıyor.

“Ankara cihatçıları ayrılıkçı Kürtlere kıyasla daha küçük bir tehdit olarak gördü” diyen Coghlan, daha sonra şu tespiti yapıyor:

“Eğer IŞİD’in işi olduğu kanıtlanırsa, dünkü saldırı örgütün hesabının değiştiğini gösteriyor.”

‘Kaçakçıların işleri zorlaştı’

ABD Savunma Bakanı Ashton Carter iki hafta önce Türkiye’den Suriye sınırında güvenliği artırmasını istemişti.

Analizinde bu noktayı hatırlatan Times muhabiri Tom Coghlan, Türk hükümetinin Suriye sınırını yasadışı şekilde geçenlerin vurularak öldürülmeleri yolunda talimat verdiğini yazıyor. Bunun da IŞİD’in karaborsada sattığı petrol karşılığı yapılan silah ve insan kaçakçılarının işlerini zorlaştırdığını ekleyerek.

“NATO’nun hava kuvvetlerince desteklenen Kürt güçleri cihatçlıları sınır bölgesinde kontrol ettikleri alanlardan birkaç kilometre uzaklaştırdı” diyor Coghlan ve ekliyor:

“IŞİD şimdi cihatçıların destek ağını ve uyuyan hücrelerini kullanarak Türkiye’de daha fazla istikrarsızlığa neden olabilir, belki de bunun ülkenin büyük turizm sektörünü hedef alarak yapabilir. (Britanya Dışişleri Bakanlığı henüz ülkenin popüler Batı kıyıları ile ilgili olarak herhangi bir uyarı mesajı yayımlamadı)”

Times’ın Orta Doğu muhabiri Tom Coghlan, Türkiye’de son dönemde IŞİD’e militan sağladığı iddia edilen bazı kişilerin gözaltına alındığını, cihatçı bazı internet sitelerine erişimin engellendiğini de eklemiş analizinde. Yazı şu satırlarla son buluyor:

“Geçen ay Türkçe bir internet sitesi İstanbul’un eski adına atıfla, ‘Konstantinopolis’in fethi’ sözü vermişti.

“IŞİD’in medya kanadını temsil ettiğini iddia eden bir sitede de sert bir uyarı mesajı vardı: ‘Türkiye hükümeti şunu unutmamalıdır: Eğer Türkiye’ye asla zarar vermeyen ya da saldırmayan Müslümanların özgürlüklerini kısıtlamaya devam ederse, Müslümanlar misillemede bulunabilir.’ ”

(BBC)

SGDF, Kobane’ye “Kreş, kütüphane, hatıra ormanı” için gidiyordu

Suruç’ta bombalı saldırının hedefi olan Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu (SGDF), Kobane’ye gidip yapmak istediklerini şöyle sıralamıştı: Hastane ve okul inşaatları, kreş yapımı, Kobane’de hayatını kaybedenler ve Berkin Elvan için hatıra ormanı, kütüphane.

45

“Beraber savunduk, beraber inşa edeceğiz” sloganıyla çeşitli şehirlerden yola çıkarak Kobane’ye varmak üzere Suruç’a gelen yaklaşık 330 kişilik gruba düzenlenen bombalı saldırıda İçişleri Bakanlığı’nın yaptığı ilk resmi açıklamaya göre 28 kişi hayatını kaybetti, 100 kişi yaralandı. Hayatını keybedenlerin sayısının artmasından endişe ediliyor.

SGDF, Kobane’ye destek kampanyası kapsamında 17 temmuz’da facebook’ta bir video paylaşmış, kentte yapmak istediklerini anlatmıştı.

“Oyuncaklar topladık, kreş yapacağız”

46

SGDF Eşbaşkanı Oğuz Yüzgeç, videoda kenti öncelikle fiziken yeniden inşa etmek için gittiklerini söylüyordu: “Hastanelerin ve okulların yapımında çalışma gerekiyor. Yapacağımız işlerden birisi de Kobane’ye çocuk parkının inşa edilmesi olacak. Kobane’de savaşırken ölen Emre Aslan’ın adına çocuk parkını inşa edeceğiz. Oyuncaklar toplanıyor. Kobane Kantonu’nun kreş olarak düşündüğü binanın inşasına dahil olacağız. Kreşin yeniden çalışır hale gelmesi için hepimize düşen sorumluluk var. Resimler çizebilen herkesi, çocuklara ders verebilecek herkese ihtiyaç var.”

SGDF MYK üyesi İlke Başak Baydar ise hatıra ormanı yapmak istediklerinden bahsediyordu: “Kobane direnişinde şehit düşmüş herkesin isimlerini verdiğimiz 500 fidan dikeceğiz. Ayrıca Berkin Elvan için meyve ağaçları dikeceğiz. Savaş müzesi inşa edilmiş, son saldırıda yıkılmıştı; bunun yeniden inşasında bulunacağız. Kütüphane inşasında çalışacağız. Yanı sıra Kobane’nin merkezindeki enkaz çalışmalarına katılacağız.

(Agos)

Taksim’de Suruç katliamını protesto eden kitleye polis saldırdı

Suruç’taki saldırıyı protesto etmek isteyen yurttaşlara polis Galatasaray Meydanı’nda TOMA ve plastik mermiyle saldırdı.

taksim-eylem-polis-saldiri-20072015Polis, Urfa’nın Suruç ilçesinde gerçekleşen ve 30 kişinin hayatını kaybettiği katliamı protesto etmek için gerçekleştirilen eyleme saldırdı.

İstiklal Caddesi’nde gerçekleştirilen ve binlerce kişinin katıldığı eylemin sona ermesinin ardından Galatasaray Meydanı’ndaki kitleye polis TOMA, tazyikli su ve plastik mermi kullandı

Taksim’de Tünel Meydanı’nda toplanan binlerce kişi Galatasaray Meydanı’na yürüyerek saldırıyı protesto etti. Saldırıda ölenler için saygı duruşunda bulunan yurttaşlar, “Katillerden hesabı gençlik soracak” ve “Katliamcı IŞİD çeteleri yenilecek direnen halklar kazanacak” yazılı pankartlar taşıdı. Taksim’deki eyleme CHP’li ve HDP’li milletvekilleri de katıldı.

Ancak polisler, eylem sonlandırılmak üzereyken saat 20:45 sıralarında Galatasaray Meydanı’ndaki yurttaşlara biber gazları ve TOMA’nın tazyikli suyuyla saldırdı. Kitle sokak aralarına kaçmak zorunda kaldı.

(İMCTV, Diken)

HDP: “IŞİD’in başını okşayan Ankaralı yöneticiler, Suruç’ta yaşanan barbarlığın suç ortağıdır.”

Halkların Demokrasi Partisi Eşbaşkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ, yaptıkları basın açıklamasıyla Suruç katliamını lanetledi.

hdp-den-saldiri-aciklamasi--5861140HDP’nin açıklamasında hükümet suçlanarak “IŞİD’e karşı sus pus olanlar, sesini bile yükseltmeye cesaret edemeyenler, HDP’ye bile her gün tehdit savurup IŞİD’in başını okşayan Ankara’daki yöneticiler bu barbarlığın suç ortağıdırlar” dendi.

Açıklamanın tam metni şöyle:

“Bugün Suruç’ta meydana gelen insanlık dışı, alçakça saldırıyı lanetliyor, saldırıda yaşamını yitiren bütün arkadaşlarımıza Allah’tan rahmet, halkımız ve yakınlarına başsağlığı ve sabır dileklerimizi iletiyoruz. Yaralanan arkadaşlarımıza da acil şifalar diliyoruz.

Bugün Suruç’ta bir kez daha, insanlık onurunu yitirmiş barbarlık ve tecavüz ordusunun neler yapabileceğine tanıklık ettik. Özellikle de Rojava Devrimi’nin hemen yıldönümü sonrasında ve Kobanê ile dayanışmak için yola çıkmış Türkiyeli devrimcilerin hedef alınması, Kobanê etrafındaki enternasyonal dayanışmanın kırılması çabasıdır. Bu, halklarımıza, Kobanê etrafındaki devrimci dayanışma ruhuyla kenetlenen yiğit insanlara “Bu dayanışmadan vazgeçin”mesajıdır.

IŞİD ve benzeri tecavüz ordularının destek aldığı bütün ülkeler ve rejimleri bu barbarlığın ortağıdırlar. IŞİD’e karşı sus pus olanlar, sesini bile yükseltmeye cesaret edemeyenler, HDP’ye bile her gün tehdit savurup IŞİD’in başını okşayan Ankara’daki yöneticiler bu barbarlığın suç ortağıdırlar.

Bizler HDP olarak, bütün Türkiye toplumunun şunu net olarak bilmesini istiyoruz: Bizler, demokrasi, adalet ve barış ilkelerimizi hayata geçirme konusunda kararlıyız. Bu ilkeleri her koşul altında savunmaya devam edeceğiz. Bu ilkeleri hayata geçirmek için IŞİD ve benzeri zihniyetlere karşı daha fazla yan yana durmak, daha fazla dayanışma içinde olma zamanıdır. Bu tecavüz ordusunu kaypak Hükümet politikaları değil, halkların dayanışması durduracaktır. Biz herkesi, Edirne’den Hakkari’ye kadar bütün yurttaşlarımız ve kardeşlerimizi IŞİD ve türevlerine karşı, Türkiye’de IŞİD zihniyetini savunan ve temsil edenlere karşı, IŞİD’e sessiz kalarak ya da doğrudan destek sunarak büyütenlere karşı barış bloğunda bir araya gelmeye çağırıyoruz.

Geçiçi hükümet, yurttaşlarımızın can ve mal güvenliği tedbirlerini almak için, her türlü sorumluluğunu yerine getirmekle mükelleftir. PYD’ye karşı, orduyu ve on binlerce askeri sınıra yığarak sözde güvenlik tedbiri alan hükümet, Suruç’ta elini kolunu sallayarak bomba patlatanların siyasi olarak hesabını vermek zorundadır. Her türlü istihbarat ve güvenlik açığından şu andaki hükümet sorumludur.

Ancak, halkımız, siyasi kurumlarımız, sivil toplum örgütleri, belediyeler, meslek örgütleri gibi bütün toplumsal yapılar kendi güvenlik tedbirlerini de geliştirmelidir. Parti binalarımıza giriş çıkışlar, toplu eylem ve etkinliklerin yapıldığı yerler mutlaka özel olarak güvenliği sağlanan yerler haline getirilmelidir. IŞİD tecavüzcülerinin kurumlarımıza, halkımıza bu kadar rahatça ve pervasızca saldırmasının önüne geçecek tedbirler geliştirilmelidir. Yarın yapılacak MYK toplantımızda bu konu özel olarak ele alınacaktır. Ayrıca önümüzdeki dönem siyasi sürece dair kapsamlı değerlendirme ve planlamalar yapılacaktır. Suruç katliamı karşısında Türkiye’de demokrasi, adalet ve barış ilkeleri etrafında dayanışma ruhuyla bir arada durmak isteyen ve bu tür saldırılara karşı birlikte neler yapabileceğimizi tartışmak isteyen bütün siyasi parti hareket ve gruplarla ortaklaşmaya hazır olduğumuz ifade etmek istiyoruz.

Bir kez daha, yaşamını yitiren bütün yoldaşlarımıza, kardeşlerimize Allah’tan rahmet, halklarımıza ve ailelerine başsağlığı diliyoruz.

Figen Yüksekdağ – Selahattin Demirtaş
Halkların Demokratik Partisi
Eş Genel Başkanları
20 Temmuz 2015″

(Yeşil Gazete)

YSGP: İnadına barış, inadına halkların kardeşliği

YSGPYeşiller ve Sol Gelecek Partisi bir açıklama yayınlayarak Suruç’taki patlamayı lanetledi ve AKP’yi savaş kışıkırtıcılığından vaz geçmeye ve olayın sorumlularını bulmaya çağırdı. Açıklama şöyle:

Gençlerimizin hayatını söndüren zihniyeti lanetliyoruz

Bir süredir, Türkiye’nin barış sürecini ve bölgenin halklar arasındaki kardeşliğini tehdit eden güçlerin yeni saldırısı gençlerimize yönelik oldu.

Kobane ile dayanışmak amacıyla, Suruç’ta Amara Kültür Merkezinin bahçesinde toplanıp, Kobane ile dayanışmalarını ifade etmeye çalışan SGDF’li gençlere yönelik insanlık dışı bombalı saldırıyı kınıyoruz.

Gencecik bedenlerin yaşam hakkını ellerinden alan ve hayatlarını söndüren zihniyeti ve arkasındaki güçleri lanetliyoruz. Bir süredir, bölgedeki gelişmeleri, kendi politik ajandasının hedeflerine bağlı olarak ele alan ve bu konuda bölge halklarıyla barışık olmayan hükümet politikalarını da hatırlatarak, hükümetin yol yakınken, bu saldırılara çanak tutan ve zemin sunan politikalarından geri dönmesini bir an önce bekliyoruz. Sorumluların bir an önce açığa çıkarılmasını umut etmek istiyoruz.

Bu barbar saldırıda hayatlarını kaybeden gençlerimizin hayattan koparılmalarından derin üzüntü duyuyor, yakınlarına ve siyasi yol arkadaşlarına başsağlığı diliyoruz.

Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi olarak; Son günlerde şiddeti yeniden gündemimize sokup tırmandırmaya çalışan politikaların geriletilmesi ve barışın ve demokratik siyasetin güçlendirilmesi gerektiğine inanıyoruz.  Ülkemizde ve bölgemizdeki savaşı tetikleyen politikalar ve provakasyonlar karşısında, inadına barış diyen, inadına halkların kardeşliği diyen politikalarımızla, bu saldırganlığın ve katliamların karşısında dayanışma içinde olacağımızı ifade etmek istiyoruz.

Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi

Merkez Yürütme Kurulu

 

Yeşil Gazete

Suruç’ta katliam: 28 ölü, yüze yakın yaralı

Kobani’nin yeniden yapılandırılmasına yönelik Suruç’ta toplanan sosyalist gençlere (Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu) basın açıklaması sırasında bombalı saldırı düzenlendi.

Patlama öncesinde basın açıklaması yapılıyordu.
Patlama öncesinde basın açıklaması yapılıyordu.

İçişleri Bakanlığı, ilk belirlemelere göre 28 ölü ve 100’e yakın yaralı olduğunu açıkladı. Suruç Kaymakamı Abdullah Çiftçi elde edilen ilk bilgilere göre patlamanın canlı bomba nedeniyle gerçekleşmiş olabileceğini söyledi.

Yaralılar ile ölenlerin cesetleri Suruç Devlet Hastanesi’ne kaldırılırken, yaralılardan durumu ağır olanlar ise Şanlıurfa’daki hastanelere sevkedildi. İlçede yaralılar için kan anonsları yapıldı. Çalışmalar sürerken, saat 13.30 itibarıyla çay bahçesinde hastane morguna kaldırılmayı bekleyen cesetlerin bulunduğu görüldü.

Bölge muhabirlerinden Hikmet Durgun, patlamaya ilişkin olarak, “IŞİD’in bir intihar saldırısı düzenlediğini” iddia etti.

Suruç ilçesinin sayılı sosyalleşme mekanlarından biri olan Amara Kültür Merkezi, göçmenlere yardım için şehir dışından gelenlerin de konaklama mekanı olarak kullandığı bir merkez. DİHA’nın aktardığı bilgilere göre, dün Suruç’a gelen Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu (SGDF) üyesi yaklaşık 300 gencin bir kısmı Amara Kültür Merkezi’nde konaklıyordu. Merkez, aynı zamanda Kürt siyasi hareketinin sınırdan gelen göçmenlere yardımları organize ettiği yerlerden biri olarak da kullanılıyor.

Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) Urfa İl Eşbaşkanı İsmail Kaplan, patlamanın “canlı bombadan kaynaklandığını” ileri sürdü. Kaplan, ellerindeki bilgilere göre, “50’den fazla kişinin yaşamını yitirdiğini” aktardı.

Patlamanın meydana geldiği sırada Amara Kültür Merkezi’nde Kobanê’de yapılacak olan bir belgesel çekimi için basın toplantısı düzenleyen ekibin içinde yer alan görgü tanığı Garip Çelik, olayla ilgili şunları anlattı:

“Basın açıklaması yapıldığı sırada fotoğraf çekmeye çalışırken çok şiddetli bir patlama oldu. Hangi koşullarda Kobane’ye geçeceğimize dair kaymakamlıktan bilgi alıyorduk. Cesetler her yere yayıldı ve hatta biz cesetlerin altında kaldık. Canlı bomba da olmuş olabilir, bomba da olabilir. Profesyonelce hazırlanmış bir patlamaydı. Tam insanların bulunduğu yerde gerçekleşti. Patlama sonrasında kargaşa oldu. İnsanlar şoka girdi, ne yapacağını bilmez halde sağa sola bakındılar. Daha sonra yaralıları taşımaya başladılar. Ambulans çok geç geldi. İstanbul’dan sinema kollektifi adına geldik. Kobane’nin inşa sürecini anlatan bir belgesel çekimi yapmak için geldik. Patlamada birlikte yolculuk yaptığımız iki arkadaşımızı kaybettik.”

(Yeşil Gazete)

Hilal Elver: “Türkiye kendi tarımını ve çiftçisini korumalı. Biz hâlâ kurtulabiliriz.”

Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği Gıda Hakkı Özel Raportörü Prof. Hilal Elver ile, iklim değişikliği, açlık ve gıda sorunu üzerine konuştuk.

Hilal Elver
Hilal Elver

Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezi (İPM) ve Marmara Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Araştırma ve Uygulama Merkezi tarafından 16-17 Nisan’da İstanbul’da düzenlenen “Özel Koşulların Ötesinde: Türkiye ve Küresel İklim Değişikliği Politikaları” konferansında ve İPM’de Richard Falk ile birlikte katıldığı “Arap Baharı ve İklim Değişikliği” başlıklı toplantıda da birer konuşma yapan Hilal Elver’le konuşmasının ardından bir röportaj gerçekleştirdik.

ABD’de Santa Barbara’da bulunan Kalforniya Üniversitesi’nde öğretim üyesi olan Hilal Elver, Türkiye’nin iklim politikalarını da yakında izliyor.

Konuşmanızda iklim değişikliğinden önce açlık ve gıda sorununun genel çerçevesinden bahsettiniz. Başlarken biraz bu konuyu anlatabilir misiniz? Açlık bizden uzak birtakım insanların sorunu gibi görünüyor. Sanki sadece çok yoksul, çok küçük bir kesimin sorunu gibi, ama sorun aslında çok büyük. Açlık ve gıda sorununun boyutları nedir?

Dediğiniz gibi sorun sadece Afrika ya da Güney Asya’yla ilgili gibi gözüküyorsa da bu çok yanlış. Çünkü bir kronik açlık gerçeği var ve şu anda 805 milyon kişi bu durumda yaşıyor.

Kronik açlık ne demek?

Yeterli beslenemeyen, bir gün içinde üç öğün yemeğini yiyemeyen kişiler kronik açlık içindedir. Açlık ne kadar kalori almanız gerektiğine dair FAO’nun ölçütlerine göre ölçülür. Aslında bu ölçütler de yanlış, çünkü bu kalori değeri bütün gün hiç iş yapmayıp oturan insanın kalori ihtiyacına, yani alınması gereken minimum yaşamsal kaloriye göre hesaplanıyor. Ama dünyada hiç iş yapmasan oturan insan az.  Yetersiz beslenmeye bakarsak, bu rakam iki, hatta üç milyara kadar çıkar. Yetersiz beslenme derken, yeteri kadar vitamin-mineral alamayanları ve gereğinden fazla karbonhidrat alıp obez olanları da bunun içine koyduğunuz takdirde sayı üç milyarı aşıyor. O nedenle çok ciddi bir sorunla karşı karşıyayız. Sadece 805 milyondan değil, 3 milyar insandan bahsediyoruz.

Bir de her gün yemek yiyemeyenler diye bir kategoriden bahsettiniz.

Her gün yemek yiyemeyenler var, iki günde bir yemek yiyenler var, bir de günde bir kez yemek yiyenler var. Günde üç öğün yemek yiyen kişi sayısı bu üç milyarın içinde çok azdır. İki milyar kişi günde bir ya da iki öğün yemek yiyebiliyor.

Bu yemeğin ne olduğu da önemli değil mi? Genellikle sadece karbonhidrat çünkü…

Tabii. Mısır, pirinç, buğday. Soyayı bunların içine katmıyorum, çünkü o daha çok hayvan yemi olarak kullanılıyor. Bunların hepsi karbonhidrat bağımlılığı yaratan ürünler. Bunları yemekle yeterli beslenmiş olmuyorsunuz. Konuşmam sırasında Filipinler örneğini verdim. Çünkü Filipinler’de yenilecek tek bir şey var, o da pirinç. Pirincin içine hiçbir şey konulmuyor. Bu yüzden çocuklarda demir eksikliği oluyor. Stunted (kavruk) dedikleri durum. Çocuklar kısa boylu kalıyor, vücut gelişmesini tamamlayamıyor, beyin gelişmesi tam olmuyor. Ama bunlar kronik aç kategorisine girmiyor. O da çok enteresan.

Çünkü her gün yemek yiyorlar… Ama yedikleri şey sadece pirinç…

Evet. Günde bir kez pirinç yiyorlar. Monsanto’yla Bill Gates Vakfı bir proje yaptı. “Biz bu pirincin içine belli bir vitamin koyuyoruz” diyorlar. Yani genetiğini değiştiriyorlar. Adına da “altın pirinç” diyorlar. Böylece pirinç yiyerek belli bir vitamini alıyorsunuz. Ama bu son derece yanlış bir şey, çünkü alternatifleri yaratmayı engelliyor. Filipinler gibi bir yerde sebze meyve mi yok? Var tabii, ama bunun yerine açlıkla mücadele etmek için yine monokültürle, yani tek bir ürünle büyük bir kitleyi doyurma trendi dünyada hakim kılınıyor. Biz onu kırmaya çalışıyoruz. Böyle olmaması gerektiğini, bütün insanların dengeli ve çeşitli beslenmeye ihtiyacı olduğunu söylüyoruz. Bir de sebze ve meyveye, özellikle de sebzeye geçerlerse iklim açısından da daha uygun oluyor, çünkü Filipinler’de ve Güney Asya’da yaşanan şiddetli tayfunlar bütün pirinç tarlalarını yok ediyor, ama sebzeler kalıyor. Çok güçlü bir tayfun olursa tabii sebze de gidiyor. Ama o zaman da toprak altı sebzelerini yetiştirmeleri gerekir. Mesela Afrika’da cassava (manyok) dedikleri toprak altı sebzeleri vitamin açısından son derece yararlı. Kök bitkilerine geçilebilir. Ama bir sürü alternatif varken bunlar yerine monokültüre, biyoteknolojiye gitme yönünde bir trend var.

Bu şirketler daha çok sanki yetiştirilen ürün yetmiyormuş gibi bir propaganda yapıyorlar, değil mi? Ürün az ve bu yüzden insanlar aç diyorlar. Bu doğru mu?

Bütün uluslararası raporlara bakarsanız şöyle başladıklarını görürsünüz: “2050 yılında dünya nüfusu 9 milyara yükselecek. Bu 9 milyar insana yemek yetiştirmemiz lazım. Bunun için de çok ciddi çalışmalar yapmamız lazım. Biyoteknoloji çok önemli.” Çok basit bir şekilde ürün artırıcı alternatifleri ön plana geçirmeye çalışıyorlar. Aslında şu anda dünyada, yine FAO’nun raporlarına göre, kalori ölçeklerine bakarsak 12 milyar kişiye yetecek kadar gıda var, ama gıdaya erişim çok kötü. Gıdaya erişmenin fiziksel yönünün yanında bir de ekonomik yönü var. Yani belli bir gelire sahip olmanız gerekiyor. O gelire sahip olamayan insanlar gerekli besin ve gıda olmasına rağmen buna ulaşamadıkları için aç kalıyorlar.

Bir de geniş alanlardaki tahıl üretiminin, et amaçlı yetiştirilen hayvanların beslenmesi için kullanılması gibi bir problem var.

Eğer mısır üretimine bakarsanız mısır üretiminin yüzde kırkı da biyoyakıt olarak kullanılıyor.

Bütün dünyada mı Amerika’da mı?

Amerika’da. Diğer yüzde kırk-kırk beş kadarı da hayvan yemi olarak kullanılıyor. Bu yüzden mısırda son beş yılda yüzde iki yüz kadar bir fiyat artışı var. Bir de soya var. Soya da büyük ölçüde hayvan yemi olarak kullanılıyor. Büyük şirketlerin tahıl aktivitelerine bu açıdan bakarsak, bunlar zaten bize gıda üretmiyorlar. Daha çok hayvan yemi ya da alternatif yakıt olarak üretiyorlar. Onun dışında Amerikalıların specialty food (özellikli gıda) dedikleri bir şey var. O da çok ilginç. Onları teşvik etmiyorlar. Çiftçiler kendilerine göre, mesela bir hektar ayırıp, domates vesaire yetiştiriyorlar. Ama ondan ceza alıyorlar, çünkü onlara verilecek olan para sadece mısır ve soya yetiştirilmesiyle ilgili.

Specialty food dedikleri de o kadar özel bir şey değil yani.

Tabii. Sebze, meyve specialty food. Düşünebiliyor musunuz, ona bile specialty food diyorlar! USDA’nın raporlarını açın bakın, inanılmaz!

Yoksullukla ilgili ölçütler günde 1-2 dolardan az kazanmak değil mi?

Evet. Sınırı 1,25’e çıkardılar galiba.

Bu da sorunlu değil mi? Kırsal kesimde yaşayan bir insan kendi karnını doyuracak bir şekilde tarım yapma imkanına sahip olsa açlıkla bu tür parasal bir yoksulluğun bağlantısının olmaması gerekmez mi?

Tabii. Zaten yapıyorlar da. Hindistan’da, Bangladeş’de ya da Afrika’da herkesin köşesinde ufak bir bahçesi var. Zaten specialty food dedikleri şey, yani aslında her gün yediğimiz gıdaların yüzde sekseni küçük çiftçilerden geliyor.

Peki Birleşmiş Milletler bu tür geçimlik gıda üretimini özendiriyor mu?

Hayır.

Neden?

Birleşmiş Milletler büyük bir yapı. Onun altında bir sürü kurum var. Mesela UNDP (BM Kalkınma Programı) ya da benim bağlı bulunduğum İnsan Hakları Yüksek Komiserliği bunları destekleyici politikalar üretiyorlar, ama Birleşmiş Milletler, Dünya Bankası’na, Dünya Ticaret Örgütü’ne, uluslararası finans kuruluşlarına, yani daha çok global ekonomiye dönük bir yapı. Dolayısıyla fazla yanaşmıyor. FAO’ya gelince… FAO (Gıda ve Tarım Örgütü) da ikiye bölünmüş. Onun da bipolar bir politikası var. Bir yandan büyük ölçekli şeyleri destekliyor. Ona da climate smart agriculture (iklim akıllı tarım) diyorlar. İklim değişikliği nedeniyle sorunlar yaşanacak ya, bu sorunları halletmek için yine büyük şirketler gelip “Biz hallederiz, siz merak etmeyin!” diyorlar. Buna da “akıllı tarım” deniyor. FAO bu akıllı tarımı destekliyor. Aynı zamanda oradaki çok iyi donanımlı bir sürü teknik eleman da agroekolojiyi (ekolojik tarım) destekliyor. Onun için FAO’da iki toplantı oluyor. Bir tanesi agroekolojiyle, öbürü de iklim değişikliğine karşı akıllı tarım politikalarla ilgili.

Burada kim daha güçlü?

Güç eşitliği söz konusu değil. Büyük şirketler, ticaret ve iklim değişikliğiyle ilgili politika yapan şirketler çok güçlü. Agroekolojiyi raporlara koyunca “Aaa, bu çok radikal oldu” falan diyorlar. Ne demek radikal? Agroekolojiyi ilk defa benden önceki özel raportör Olivier de Schutter raporlara koydu. Belçikalı bir insan hakları profesörüdür. Onu çok radikal buldular. Aynı şeye ben de devam ediyorum. “Siz niye bu radikal yönden gidiyorsunuz?”diye soruyorlar.

Bu tablonun üzerine bir de iklim değişikliği eklendiği zaman durum ne oluyor?

O da çok işlerine geliyor. O zaman “Tamam işte, biz size diyoruz. Bunun bir teknik çözümü var. Bu yüzden küçük çiftçileri, küçük işletmeleri korumayı bir kenara bırakın. Bu çok romantik bir şey. Gelin biz size endüstriyel tarımın ne yapabileceğini gösterelim”diyorlar. Onlar belli bir hektardan ne kadar ürün alabildiklerini hesaplıyorlar. Yoksa bunun beslenme değerini, ulaşılabilirliğini, ucuzluğunu, pahalılığını falan hesaplamıyorlar. O hesaplamada da büyük çarpıtmalar var. Dünya tarım politikası çok ciddi bir dönüm noktasından geçiyor.

Bu monokültür tarım aynı zamanda iklim değişikliğini de şiddetlendirmiyor mu?

Tabii ki. Monokültür tarım için çok fazla kimyasal gübre kullanmanız gerekiyor, çünkü bu hakikaten verimi arttırıyor. Daha 1980’lerde “green revolution” (yeşil devrim) dedikleri bir dönem vardı ya, onun gibi çok fazla kimyasal kullandıkları için su kirliliği ve toprak tuzunun kaybı çok çabuk oluyor. Belli bir noktadan sonra da belli toprakları bırakmak zorunda kalıyorlar, çünkü çok fazla kaynak kullanımına dayalı bir model. Halbuki organik tarım hiç böyle değil. Bir de “carbon sequestation” (karbon tutma) var. Organik tarımın karbonu toprakta tutmak için kendine göre çok doğal bir tarzı var. Halbuki endüstriyel tarım fosil yakıtlara bağlı. Onlar “karbon tutmayı biz de başka bir şekilde yapacağız”  diyorlar. Onun üzerine devamlı çalışıyorlar. Monsanto’nun “nasıl susuzluğa dayanıklı tohum yapabiliriz?” diye çalışmaları var. Fakat o kadar zor bir şey ki. İstanbul’da yaptığınız tohum Edirne’de aynı sonucu vermiyor. O yüzden böyle bir altın formül yok. Her toprağın, her iklimin, hatta mikro iklimin ayrı şartları olduğu için monokültürde bunları yapamıyorlar.

Buradan da anlaşılan tüm bu sorun dünyadaki gıda sisteminin belli şirketlerin tekeli altında olması.

On şirket. Mesela ilk dördü, Monsanto, Syngenta, Dupont ve Grup Limagrain tohumun %60’dan fazlasını ellerinde tutuyor. Amerika’daki çiftçiler çok zor durumdalar. Çünkü Amerika’daki çiftçiler kullandıkları tohumu eğer Monsanto’dan almayıp kendileri geliştirirlerse Monsanto’nun avukatları gelip dava açıyor. Çiftçiler dünya kadar tazminat ödüyor. Hindistan’da da durum felaket derecede. Biliyorsunuz Hindistan’da çiftçiler bu yüzden intihar ediyor. Para yetiştiremiyorlar çünkü. Filipinler’de “Monsanto’yla nasıl idare ediyorsunuz?” diye sordum. Köylüler ağlıyorlar, çünkü çok pahalı. “Biz onlara parasız veriyoruz.” dediler. Devlet çiftçilere parasız tohum veriyor.

Çözüm olarak siz ne öneriyorsunuz?

Ülkelerin kendi milli yasalarına göre kendilerini korumaları lazım. Belli bir global çerçeve var, ama bunun bağımsız ülkelere hiçbir şekilde etkisi yok. Yani Türkiye’de Tarım Bakanlığı ya da Türkiye Cumhuriyeti eğer kendi tohumunu, çiftçisini korumazsa bu sistem buraya da gelecektir. Onun için ülkelerin çok ciddi bir şekilde kendi tarım faaliyetlerini korumaları lazım ki, kendine yeterli bir ülke haline gelebilelim.

Ama Dünya Ticaret Örgütü’nün kuralları korumayı yasaklıyor.

Dışarı satmak isterseniz korumayı yasaklıyor, ama burada istediğiniz gibi yapabilirsiniz. Şimdi Hindistan Dünya Ticaret Örgütü’yle mücadele ediyor. “Ben tarımda tedarik sistemi yapıyorum” diyor. Çiftçilere tedarikte bulunuyor, ya da onlara belli bir para veriyor, sübvansiyona benzer bir şekilde. Dünya Ticaret Örgütü ona da karşı çıkmıştı. Hindistan bayağı mücadele etti, şimdi onlara üç yıllık bir geçiş süresi verdiler. Türkiye’nin çiftçilerin tohumlarını ellerinden alacak herhangi bir yasaya, herhangi bir uluslararası anlaşmaya girmemesi, koruması lazım. Bir de küçük çiftçileri koruması gerekir. Mesela faizsiz kredi verecek. Tarım Bakanlığı’nın özellikle kooperatiflerin kurulmasına öncülük etmesi lazım, çünkü kooperatifler tek başına çalışan çiftçilerden daha başarılı. Bizde eskiden vardı, 1970’lerden hatırlıyorum. Daha sonra IMF’nin yapısal uyum programları nedeniyle bütün bunları kaybettik. Şimdi geriye dönüş yaparak yeniden kurmamız lazım. Bizim gibi ülkelerin şu anda çok ciddi hareket etmesi gerekiyor, çünkü Avrupa ve Amerika bu girdabın içine girmiş durumda ve onların küçük çiftçileri şu anda ayaklanıyor. İşlerini kaybediyorlar, topraklarını bırakıyorlar, şehre geliyorlar. 1930’larda, 1940’larda nüfusun yüzde otuz kırkı çiftçiyken bugün yüzde ikisi… Bizde sanıyorum yüzde yirmi civarında. Biz hala kurtulabiliriz.

Yani siz ekolojik tarım, küçük topluluklar, kooperatifler gibi şeyleri ütopik ya da romantik bulmuyorsunuz.

Kesinlikle. Zaten gıdanın yüzde yetmişini bunlar yetiştiriyor. Biz neyse ki Amerika’dan ya da Fransa’dan domates almıyoruz. O hale mi geleceğiz?

 

Röportaj: Ümit Şahin – Yeşil Gazete

Bant çözüm: Ayşe Akdeniz

(Yeşil Gazete)

Yunanistan’da KDV’ye zam

Yunanistan, AB Troykasına söz verdiği reformlardan ilkini pazartesi gün (bugün) hayata geçiriyor. Katma değer vergisine zam yürürlüğe giriyor.

44

Yunanistan’da ürün ve hizmetlerde katma değer vergisi yüzde 13’ten yüzde 23’e çıkıyor. Yunanistan parlamentosunda birkaç gün önce onaylanan vergi zammı, yeni yardım paketi için müzakerelerin ön şartlarından biriydi.

Yunan basınında KDV zammı uygulanacak ürün ve hizmetlerin türü yer aldı. Taverna ve barlarda servis edilen içki ve yemeklerde yüzde 23’lük KDV uygulanacak. Atina’daki Zorbas tavernası garsonlarından Kostas Sarafis “Uzomuz ve musakkamız pazartesiden itibaren maalesef daha pahalı olacak” dedi.

Taze ya da dondurulmuş et, balık, kahve, çay, meyve suyu, yumurta, şeker, kakao, pirinç, un, süt ürünleri, dondurma, yumurta ve tuvalet kağıdı zam uygulanacak ürünler arasında. Tüm işlenmiş gıda ürünlerinde de yüzde 23’lük katma değer vergisi uygulanacak.

Yunan ekonomi gazetelerine göre katma değer vergisine yapılan zam sayesinde devlet yıl sonuna kadar 800 milyon euroluk gelir elde edecek.

(Deutsche Welle Türkçe)

Rize Hemşin’de, “Yeşil Yol’a “Dur” de!” eylemi

Rize’nin Hemşin ilçesinde aktivistler, “Yeşil Yol” projesini düzenledikleri eylemle protesto etti.

43

İlçe meydanında toplanan bir grup, “Yeşil Yol” karşıtı kıyafetlerini giyip dövizler açarak basın açıklaması düzenledi. Düzenlenen açıklamada, yaylalarda yaşayan yaylaların gerçek sahiplerinin bile yaylalarda tapu sahibi olmadığı bir ortamda, proje ile yabancı yatırımcıların yaylalarda tapu sahibi yapılacağı belirtilerek, “Önce yaylalarımızın bozuk yolları yapılsın. Dedelerimizden bize kalan bu mirasın bu proje ile yok edileceğini düşündüğümüz için yeşil yola hayır diyoruz” denildi.

Basın açıklamasının ardından grup tulum çalarak ilçe merkezinde yürüyüş yaptı. Yürüyüşün ardından ilçe meydanında toplanan grup tulum müziği eşliğinde Hemşin horonu oynadı.

 

(Halk53.com)