Ana Sayfa Blog Sayfa 3559

Yeşil Gazete Paris iklim zirvesinde

Birleşmiş Milletler’in her yıl Aralık ayında yapılan iklim zirvelerinin yirmi birincisi, COP 21, yarın Paris’te başlayacak. Kyoto Protokolü’nün yerini alacak yeni anlaşmanın Paris’te imzalanacak olması konferansın önemini artırırken, 13 Kasım saldırıları nedeniyle Paris’te alınan aşırı güvenlik önlemleri sivil toplum katılımını etkiliyor.

COp21Yeşil Gazete her yıl olduğu gibi bu yıl da iklim konferansını canlı olarak izliyor ve günlük, hatta anında haberlerle okuyucularına aktarmaya başlıyor.

Bu yıl Paris’te Yeşil Gazete’den Ümit Şahin ve Özgecan Kara bulunuyor. İki arkadaşımızın geçeceği haberler ve izlenim yazılarıyla iklim zirvesini yine en yakından Yeşil Gazete’den takip edebileceksiniz.

COP 21 Paris İklim Konferansı yarın sabah yüzden fazla ülkenin liderlerinin katılacağı açılış töreniyle başlayacak. Yeşil Gazete gelişmeleri anlık olarak sizlere aktaracak. Son dakika gelişmeleri için Yeşil Gazete’nin twitter ve facebook hesaplarını da takip etmeyi unutmayın.

(Yeşil Gazete)

 

Kuraklıktan etkilenen yağmur ormanlarında en uzun ağaçlar en önce ölüyor

Amelia Urry tarafından Grist‘te yayınlanan yazıyı Yeşil Gazete gönüllü çevirmeni Merve Ayparlar‘ın çevirisiyle paylaşıyoruz.

***

Yağmur ormanları deyince muhtemelen aklınıza ilk gelen şey kuraklık değil. Ama olmalı. Çünkü bu ikisi hem düşündüğümüzden çok daha ilişkili, hem de – Nature’ dergisinde yayınlanan yeni bir araştırmaya göre – tropikal yağmur ormanları kuraklık zamanlarında ilk önce en heybetli ağaçlarını kaybediyor.

rainforest
İklim değişikliğinin ormanları git gide azalttığını zaten biliyorduk. Kuraklık da bunun bir parçası: Gezegen ısındıkça, iklim düzeni değiştikçe, kuraklığın uzatmalı olarak hem daha sık, hem de yeni yerlerde meydana geleceği öngörülüyordu.

Bu kurak dönem ağaçlar için gerekli suyu tüketmeye başladığında, en büyük ve geniş ağaçlar birer birer ölmeye başladı. Bir süre, kimse bunun neden olduğundan emin olamadı. Metabolizmaya dair bir sebep olabilirdi – su eksikliği ağacın oksijen ve güneş ışığını büyümesi için ihtiyacı olan karbonhidratlara çevirme yetisini kapatıyor, ağaçlar esasen açlıktan ölüyor olabilirdi.

Yeni yayınlanan bir araştırmaya göre, Edinburgh Üniversitesi’nden bilim adamları 13 yıl boyunca Brezilya Amazon’unda süregelen kuraklık altındaki ağaçları incelediler  ve bunun altında başka bir şey olduğunun farkına vardılar. Aç kalmak şöyle dursun, ağaçlar normal bir şekilde büyümelerine devam ediyorlardı, ta ki bir anda öldükleri ana kadar.

Peki bu dev yaratıklara ne oluyordu? Görünüşe göre ormanın bu en heybetli ağaçları, aynı zamanda sistematik bozulmalara karşı en hassas ve savunmasız olanlarıydı. Ağacın kökünden doruklarına su tasıyan xylem adı verilen minik hücreli kanallar, ağacın özündeki hava kabarcıkları tarafından tıkanıyor, bu küçük tıkanmalar da dolaşım sistemini boğarak çoğu zaman ağacın ölümüne sebep oluyordu.

Yazının İngilizce Orijinali

Yazı: Amelia Urry

Yeşil Gazete için  Çeviri: Merve Ayparlar

(Yeşil Gazete, Grist)

Kritik CO₂ eşiğini geçmek iklim bilimciler için ne ifade ediyor?

Andrea Thompson ve Brian Kahn tarafından Climate Central‘da yayınlanan yazıyı Yeşil Gazete gönüllü çevirmeni Eray Uygur‘un çevirisiyle paylaşıyoruz.

***

Geçtiğimiz hafta dünyamız için son derece önemliydi. Mauna Loa Gözlemevi’nde yapılan ölçümlere göre atmosferdeki karbon dioksit (CO₂) seviyesi milyonda 400 parçacığı aştı ve kuvvetle muhtemeldir ki ömrümüz boyunca tekrar bu seviyenin altına inmeyecek.

İnsanlar atmosferdeki CO₂’in, dünyanın en azından 400.000 yıldır görmediği seviyelere çıkmasına yetecek kadar fosil yakıt yaktılar. Bu, sıcaklıkların artmasına, buzulların erimesine ve okyanuslardaki asit oranının artmasına neden oldu. Dünyanın farklı noktalarında gerçekleşen bazı aşırı hava olayları bu sebeplerden dolayı daha olası ve daha tehlikeli hale geldi ve dünya ısınmaya devam ettikçe bu hava olayları daha da tehlikeli olacak.

Grafik: Climate Central
Grafik: Climate Central

CO₂ yandıktan çok sonra bile atmosferde kaldığına göre, bu, dünyada milyonda 400 parçacık altındaki son günlerimizi geçen hafta yaşadık anlamına geliyor. Bu aynı zamanda, önümüzdeki hafta Paris’te yapılmaya başlanacak iklim görüşmeleri başarılı olsa bile, gezegenimizin dönüşümünün önümüzdeki on yıllar, hatta yüzyıllar boyu süreceği anlamına geliyor.

Bunun dünya için ne anlama geldiğini daha iyi anlamak üzere, önde gelen iklimbilimcilere bu eşiğin aşılması hakkındaki görüşlerini ve bunun kendi araştırmaları üzerindeki etkilerini sorduk. Aşağıda bulacağınız cevaplardan bazıları açıklık getirmek amacıyla ya da uzunluklarından dolayı az miktarda düzenlenmiştir.

CO₂ Seviyesinin Bu Eşiği Aşması Konusunda Ne Düşünüyorsunuz?

Ralph Keeling, Scripps CO₂ Programı Yöneticisi: ‘’Yuvarlak rakamlı bir doğum günü gibi, psikolojik olarak alışmak biraz zaman alacak. CO₂ seviyesinin milyonda sadece 330 parçacık olduğunu anımsayan biri için oldukça büyük bir değişim.’’

Jason Box, Danimarka ve Grönland Jeolojik Araştırmaları’ndan Buz Araştırmacısı: ‘‘Çok endişeliyim çünkü atmosferdeki CO₂ seviyesi en son bu kadar yüksek olduğunda, küresel deniz seviyeleri en az altı metre daha yüksekti. Andrea Dutton ve arkadaşları tarafından, geçmiş sıcak dönemlerde kutuplardaki kütlesel buz örtüsü erimelerine dayalı deniz seviyesi yükselmeleri hakkında yakın zamanda yapılmış çalışmayı inceleyebilirsiniz.’’

Micheal Mann, Penn State Üniversitesi’nden İklimbilimci: ‘‘Üzücü bir kilometre taşı elbette. 1965 yılında doğduğumda CO₂ seviyesi milyonda 320 parçacık dolaylarındaydı. Ömrüm süresince milyonda 80 parçacık artmış olduğunu öğrenmek şok edici.’’

Katharine Hayhoe, Teksas Teknoloji Üniversitesi’nden Atmosfer Bilimci: ‘‘Bir bilim insanı için milyonda 399 parçacık ile 401 parçacık arasındaki fark göz ardı edilebilir. Ama bir insan olarak, milyonda 400 parçacık ve (potansiyel olarak) 1°C eşiğini bu kadar kısa bir sürede aşmak artık başka bir dünyada yaşadığımızı açık bir şekilde ortaya koyuyor. Üniversiteye girdiğim zamanlarda yaşamak için kritik eşik olarak görülen sınırları aştık. Gelecekte bizim için mümkün olabilecek seçenekleri ciddi bir şekilde azalttık. Bir sonraki eşikler olan, milyonda 500 parçacık ve 2°C hedeflerini de birkaç on yıl içerisinde yok etmek istemiyorsak, Paris’te yapacak çok işimiz var.’’

Peter Gleick, Pasifik Enstitüsü Başkanı: ‘’Bir açıdan 400 sayısı, 395 ya da 390’dan çok da farklı değil. Kilometre sayacının sıfırlı bir sayıya gelişini izlemek gibi. Ama bu durum saf sembolizmden çok daha büyük bir anlam taşıyor. Gerçek şu ki, ben doğduğumda atmosferdeki CO₂ seviyesi milyonda 300 parçacık dolaylarındaydı. Bugün, milyonda 400 parçacığın altında yaşayacağımız belki de son gün olacak. Önümüzdeki yüzyılda ya da belki de daha sonra doğan kimse bir daha milyonda 400 parçacığın altını göremeyecek. Bu, çocuklarımız ve gelecek nesiller için ciddi sonuçları olacak derin bir gözlem.’’

Pieter Tans, Ekolojik Sistem Araştırmaları Laboratuarı’ndan Karbon Çevrimi Sera Gazları Grubu Başkanı: ‘’Bunun hakkında ne mi düşünüyorum? Bana göre bu, insanoğlunun doğal sistemlerin kaldıramayacağından fazla miktarlarda kömür, benzin ve doğal gaz yakmaya devam etmesi durumunda CO₂ seviyesinin kaçınılmaz bir şekilde artmaya devam edeceğini gösteriyor.’’

Kuzey yarımküredeki santrallerin faal olmadığı ilkbahar başı ile santrallerin atmosfere CO₂ bıraktığı yaz aylarındaki atmosferdeki CO₂ konsantrasyonu karşılaştırması.
Kuzey yarımküredeki santrallerin faal olmadığı ilkbahar başı ile santrallerin atmosfere CO₂ bıraktığı yaz aylarındaki atmosferdeki CO₂ konsantrasyonu karşılaştırması. Kaynak: NASA

Bu Eşiğe Ulaşmak Sizin İklim Çalışmalarınız İçin Ne Anlam İfade Ediyor?

Ralph Keeling: ‘’Milyonda 400 parçacık iklim için sihirli bir sayı değil, ama bu, iklimbilimcilerin de uzun bir zamandır söyledikleri gibi, dünya tarihinin yeni bir döneminde olduğumuzu güzel bir şekilde sembolize ediyor.’’

Micheal Mann: ‘‘Bu eşiğe ulaşmış olmamız, geçmişteki CO₂ öngörülerinin üst sınırında olduğumuz anlamına geliyor. Atmosferimize yönelik bu tehlikeli gidişatın önüne geçeceksek, bir an önce harekete geçmenin ne kadar önemli olduğunun altını çiziyor. Bu ayın sonlarında gerçekleşecek Paris Zirvesi’nde anlamlı bir uluslar arası iklim anlaşmasına yönelik elle tutulur bir ilerleme kaydetmek gerekliliğinin önemini ortaya koyuyor.’’

Peter Gleick: ‘’Benim çalışmalarım su kaynaklarımıza yönelik iklim değişikliği kaynaklı risklere odaklanıyor. İklim değişikliklerinin en önemli etkilerinden bazılarının ve halihazırda deneyimlediğimiz en bariz değişimlerin su kaynakları hakkında olduğunu görüyoruz. İklim değişikliğinin artan etkileri, toplumsal huzursuzluklara ve şiddete de yol açan, su baskınları ve kuraklık gibi ekstrem hidrolojik olaylara sebep oluyor. Örneğin Suriye’deki çatışmaların kuraklık, iklim değişikliği ve su yönetimi ile olan bağlarını ortaya koyan ve Weather, Climate and Society’de (Hava, İklim ve Toplum) yayınlanan bir makale kaleme almıştım.’’

John Church, Tazmanya Üniversitesi’nden Deniz Seviyesi Araştırmacısı: ‘’Okyanuslar, buzullar ve buz örtüleri tamamen dengelerini kaybettiler. Bu yüzden deniz seviyesi yüzyıllar boyunca yükselmeye devam edecek.’’

Kaynak: Climate Central
Kaynak: Climate Central

Sizce Bu Eşiğe Ulaşmamız İklim Değişikliği Hakkında Harekete Geçmemizi Sağlayacak Mı?

Ralph Keeling: ‘’Halihazırda ilgi gösterenlerin daha da motive olmalarını sağlayabilir. Şimdiye kadar ilgi göstermeyenler için ise belki de bu, değişikliğin sürdüğünü anlamaları için bir başlangıç noktası olabilir. ‘Hatırlıyor musunuz? En son ne zaman CO₂ seviyesi milyonda sadece 400 parçacıktı?’ ’’

Jason Box: ‘‘Karbon salımlarının azaltılması konusunda birçok tartışma var ama salımların azaltılması bizi iklimsel bir kaostan kurtaracak milyonda 350 parçacık seviyesinin altına çekmeyecek. Asıl konuşmamız gereken CO₂ seviyesini 350’nin altına nasıl çekeceğimiz. Neyse ki cevap, inanılmaz, gözden kaçmış ve halihazırda var olan bir teknolojide: Ağaçlar. Bu linkte bu konuda yaptığım bazı hesaplamaları inceleyebilirsiniz. ’’

Katharine Hayhoe: ‘‘Böylesi bir eşiği aşmak bir aciliyet duygusu yaratabileceği gibi kolayca umutsuzluk da yaratabilir. Hangisi kazanacak? Bilemiyorum ama umarım birincisi olur.’’

Peter Gleick: ‘‘Evet, bence sağlayacak. Atmosferdeki CO₂ seviyesinin 390 ya da 398 gibi sıradan bir sayı olması ile 400 gibi yuvarlak bir rakam olması arasında bir fark vardır. Yuvarlak rakamlar dikkat ve farkındalığımızı odaklamamıza yardımcı olan kilometre taşları oluştururlar. Gittikçe daha şiddetli bir hal alan hava olaylarının artan sayısıyla beraber, gelişen bilim iklim değişikliğinin aşırı hava olaylarına etkisini ortaya koyuyor. Ve milyonda 400 parçacık gibi CO₂ seviyesi kilometre taşları ile iklim değişikliğini engellemek için ortaya konulan çabaların baskısı artıyor. Dünyanın sonunda harekete geçip geçmeyeceğini ve bunun, artan hızdaki tehlikelerin gezegenimiz ve insanlar üzerindeki etkilerini engellemek için yeterli olup olmayacağını beraber göreceğiz.’’

Pieter Tans: ‘‘Bence karar vericilerin birçoğu elle tutulur bir şekilde harekete geçmenin gerekli olduğu konusunda ikna oldular. Eksik olan, kamuoyunun kararlı bir şekilde harekete geçilmesini talep etmemesi ve hiçbir şey yapmadan duran karar vericileri takip edip baskı altına almamasıdır. Milyonda 400 parçacık kilometre taşı kamuoyunun eğitimi için bir fırsattır.’’

John Church: ‘‘Gerektiği kadar hızlı değil.’’

Julienne Stroeve, Ulusal Kar ve Buz Veri Merkezi’nden Araştırmacı: ‘‘Şüpheli. İklim değişikliği hakkında atılacak her adım paraya dayalı. Üzücü ama dünyada işler şu an böyle yürüyor. CO₂ salımını azaltmak ve yenilenebilir kaynaklara dönmek ekonomik olarak kazançlı olmadığı sürece hiçbir şey değişmez.’’

Eric Rignot, NASA Jet Laboratuarından Antarktik Uzmanı: ‘‘Hayır. Milyonda 400 parçacık kimseye bir şey ifade etmiyor.’’

CO₂’in gezegenin çevresinde nasıl hareket ettiğini gösteren bir animasyon

Yazının İngilizce Orijinali

Yazı: Andrea Thompson ve Brian Kahn

Yeşil Gazete için Çeviri: Eray Uygur

(Yeşil Gazete, Climate Central)

Tahir Elçi’yi vurdular – Arif Ali Cangı

Bu günümüz dünden daha kötü olmaya başladı, siz bu yazıyı okurken ne yaşanmış olacak bilemiyorum ama bugün çok değer verdiğim ödünsüz insan hakları savunucu, meslektaşım, sevgili dostum Diyarbakır Barosu Başkanı Tahir Elçi’yi vurdular.

75-Tahir-Elci

Tahir Elçi’yi Diyarbakır’da çatışmalarda hasar gören kentin simgelerinden 4 Ayaklı Minare’de baro üyeleri avukatlarla birlikte basın açıklaması yaptığı sırada öldürdüler. Saldırıda iki polis memuru da yaşamını yitirdi. Tahir hep barış için, insan hakları için, hukukun üstünlüğü ve adalet için çırpındı durdu, hep Kürt meselesinin silahsız, demokratik siyasetle çözümünü savundu, bu yolda söylediği sözden dolayı suçlandı, hedef gösterildi, terörle mücadele timleri tarafından Barodaki odasında gözaltına alındı, tutuklanması için olağanüstü çaba harcandı, bir baro başkanı olmasına rağmen Türkiye Barolar Birliği ve diğer barolar ve meslektaşları tarafından da gerektiği gibi sahiplenilmedi. Savunmasız bırakılan Elçi, insanlığın kültür mirasını korumak için yaptığı basın açıklaması sırasında öldürüldü.

Merak ediyorum; acaba onu itibarsızlaştıran, hedef gösterenlerin şimdi vicdanları sızlıyor mu, yoksa timsah gözyaşı dökmeyi mi tercih ediyorlar?

Hep başkalarının hakları için, barış için mücadele eden Tahir Elçi’yi yaşatamadık, onu korumayan devleti suçluyorum, çok üzgünüm, duygumu, üzüntümü anlatabilecek söz bulamıyorum.

Tahir’in vurulmadan önceki son sözleri bize ders veriyor; “İnsanlığın bu ortak mekanında silah, çatışma, operasyon istemiyoruz. Savaşlar, çatışmalar, silahlar, operasyonlar bu alandan uzak olsun. tarihimize değerlerimize sahip çıkalım”. Bu sözler aynı zamanda bize görev yüklüyor, savaştan, şiddetten yana olanlara inat, bu ülkede Tahir gibi eşitliği, özgürlüğü, barışı, onurlu biçimde birarada yaşamayı savunmaya devam edeceğiz.

Güle güle sevgili dostum seni unutmayacağız.

74-Arif-Ali-Cangı

 

Arif Ali Cangı
[email protected]
https://twitter.com/ARIFCANGI

Kaşenim* Ormanevi – Nur Elçik

Cemal Süreya bir röportajında der ki “Eski Türk filmlerinde insanların birbirine doğru koştukları, ağladıkları, sarıldıkları zamanlar değil de, onun hemen öncesinde hatalarını anlayıp bir şey yapmaya karar verdikleri anlar gözlerimi doldurur asıl.” Şimdi kendi hayatıma baktığımda gözlerimin dolduğu yer tam da burası. Hem, birlikte inşa ettiğimiz kekremsi dünyadaki etkimin farkına varıp sistemin dibine kibrit suyu dökmeye mütemayil olduğum, hem de Ormanevi ahalisinin taşın altına elini koymaya iyi niyet ve aktivizmle yönelmiş hallerini gördüğüm anlar.

Processed with VSCOcam with f2 preset
Processed with VSCOcam with f2 preset

Ormanevi sadece sistemi dürtmeye meyletmiş her kula hükmeden “yapamazsın, edemezin” mavralarından kurtulduğu/kurtardığı için değerli değil, aynı zamanda ,“dünya ne istiyor/dünyanın neye ihtiyacı var?” sorusu ile, kişisel olarak sorduğumuz “ben ne istiyorum/benim neye ihtiyacım var?” sorularını birbirine bağlayarak sorup cevaplayabildiği, ekopolitiğini taştan çıkaran bir yapı sunduğu, “başka bir dünya mümkün”e dair olasılıklar zincirini önümüze serebildiği için değerli.

Dünyadaki rolünü oynamaya değil, hayatın kendisi olmaya niyetlenmiş Ormanevi ahalisinin vesilesiyle insanın kişisel özgürlüğünün önemi ve kendi dünyasına egemen olma yollarının çeşitliliği üzerine düşünmeye başlıyorsunuz ilk önce. Zira şahsi olandan kolektif politikalara bir yol olduğunu biliyor ve bu yolun yok edici sisteme esaslı bir tehdit sunmasının keyfini çıkartıyor onlar. Şimdi siz söyleyin, alternatif tarım dediğimiz şey ancak “sağlıklı yiyecek ve temiz çevre”ye odaklanan beyaz kafadan fazlasını önerdiği, işin içine temiz emeği, kolektif yaşamı, varlığı kendinden meçhul sanayi sorgulamalarını, kent yaşamının adaletsizliğini , sınıf meselelerini, ötekileştirme ve dışlamanın kazancı suallerini kattığı ölçüde etik ve kurucu olmaz mı gerçekten? Bence tam da buna binaen, bu Ormanevi insanları tarım yaparken de, kolektif hayatın mümkünatını sorgularken de bir yapı ürettiklerinin, tarımsal yapının da diğer tüm yapılar gibi toplumsal yapının adaletsizliğinden arî olmasının mümkün olmadığının ve tüm üretimin devrimci bir erekle yapılması gerektiğinin farkındalar.

72

Ormanevinde kolektif yaşam sorgulamalarının amentüsü üretkenlik, etik ve çuvaldızı kendine batırma**. Sıkça kendinize bu amentüleri okuyor, bu kutsal duaların anlamlarını soruyorsunuz. Hani Bachmann diyor ya “Faşizm önce iki insan arasında başlar.”diye, o potansiyel faşizmin önünü, kolektifin mümkünatını arttırmak adına yapısal önlemlerle tıkamaya çalışma tartışmaları yürüyor ki bu epey mühim. İnsanın ne yapıp ettiğinin ve ne yapabileceğinin farkına varmasını sağlayan her şeyin başım üstümde yeri var nitekim. Bu şahsi okumalara bolca ekosistemin derdine deva alternatif yöntemler eklemeye çalışıyor, kendilerini, bu çabalaları debelenmeye döndürmeden, yormadan, muhabbet birliğinde*** ve keyfinde tekrar üretebiliyorlar.

Bazen neyin yapılabileceğini görmek için neyin gerçek olduğunu görmeye, neyin gerçek olduğunu görmek için de neyin yapılabildiğini görmeye ihtiyaç duyarsınız. Ormanevi tam da bu enayi dünyanın ortasında gerçek olana ve yapılana karşı kuşkuyla yaklaşmamız, başka gerçeklikler üretmemiz için yönlendirici bir araç oluyor. Manüpüle edilmiş gerçekleri ve yapılanları şahsi sorgulamalara açıyor. Hatırıma geldi şimdi, bu sorgulamalar Borges’in “Zahir“ öyküsünde ne de güzel özetlenir. Zahir denilen metal para, eline geçtiği kişiyi etkisi altına bırakır bu öyküde. Ona sahip olanlar zamanla onun kırbacıyla bilenir, onun kölesi olur, ondan başka her şeyin sahte olduğuna inanırlar. Öykünün sonunda sorar Borges, “Eğer dünyadaki tüm insanlar Zahir’i düşünürlerse hangisi daha gerçek olur? Dünya mı yoksa Zahir mi?

71

Ormanevi bana evvelinde farkettiğim fakat cebimden nasıl çıkaracağımı bilemediğim zahir’im için bir kurtulma yöntemi önerdiği, benden bize dolayımsız, üretken ve isyankar bir bağ kurduğu için başlı başına kurucu bir unsur. Bitirirken, bu yazı vesile olsun, teşekkür edeyim hepsine.

Ve bu yolda kimsenin kimsenin elini bırakmaması dileklerimle….

Not: Kendileriyle , şöyle doya doya veganlık ve toplumsal cinsiyet konuşmaları yapma imkanımız olmadı. Bu sebeple bu kısma dair kuşkumu saklı tutarak yazıyorum.

*Kaşen: Çerkez Toplumlarında sevgili yahut flörte verilen isim.
**üretkenlik, etik ve çuvaldızı kendine batırma: Durukan Dudu “kendini sorgulama” ya göndermede bulunurken tam olarak böyle dedi
***muhabbet birliği: Durukan’ın kolektif yaşamın sürekliliği açısından önemli olduğunu belirttiği iletişimsel ortaklık.

68-Nur Elçik...

 

 

Nur Elçik

 

Toprakçıların Paris İklim Zirvesi heyecanı – Duygu Kutluay

2015 yılı toprak açısından önemli bir yıl. Bunun en önemli nedenlerinden biri 2013 yılında gerçekleşen 68. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 2015 yılını Uluslararası Toprak Yılı ve 5 Aralık gününü Dünya Toprak Günü olarak ilan etmesiydi.

Toprağın yanı sıra genel çevre hareketi açısından 2015 yılı birçok sona sahne olduğu için uluslararası hedef ve politikalar açısından da oldukça kritik yeni başlangıçlara gebe olması bekleniyordu.

67...

1997 yılında kabul edilip 2005 yılında uygulamaya gören Kyoto Protokolünün (evet tam 8 yıl sürüyor bu süreçler) ilk uygulama periyodu 2012’de sona ermiş ve daha çok “gönüllü” 18 ülkenin 2012’de Doha’da verdikleri ek vaatlerle ikinci uygulama periyodu 2020’ye kadar uzatılmıştı. Bu yıl Aralık ayında Paris’te gerçekleşecek Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi Taraflar Toplantısında 2020 yılından itibaren Kyoto Protokolü yerini alacak Hükümetlerarası yeni ve Kyoto Protokolü’nden daha geniş katılımlı bir azaltım ve uyum mekanizmasına karar verilmesi bekleniyor. Bunun için Türkiye’nin de aralarında olduğu 150’den fazla ülke INDC’lerini (Ulusal Olarak Belirlenmiş Katkı Niyetleri) açıkladı bile.

2000 yılında düzenlenen  “Birleşmiş Milletler Binyıl Zirvesi”  neticesinde 2015 yılına kadar ulaşılması için kabul edilen “Binyıl Kalkınma Hedefleri” de bu yıl sona erdi. 2015 Sonrası için “Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri” ise 25-27 Eylül 2015 tarihlerinde yapılan BM Genel Kurulunda kabul edildi. Türkiye bu toplantıya Başbakan düzeyinde katılım sağladı. Küresel Hedefler (Global Goals) olarak bilinecek Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri tam 17 tane.

15 numaralı Sürdürülebilir Kalkınma Hedefi

8 adet Binyıl Kalkınma Hedefi, ikiyle çarpılıp bir eklenerek Küresel Hedeflere evirildi. Bu evrimle içinde İklim Değişikliğinin yer bulması tahmin edilirken sürdürülebilir arazi yönetimi, toprak ve çölleşme ile ilgili çalışan insanları da memnun edecek şekilde bir de arazi tabanlı ekosistemlerin korunması, restorasyonu ve sürdürülebilir yönetimine odaklanan 15 numaralı hedef gündemimize oturdu. Bu hedefin alt başlıklarından 15.3, 2030’a kadar “arazi bozunumunu dengelemiş” bir dünya öngörüyor.

Burada ufak bir ara verip, bu hedefin küçük bir kitle üzerinde yarattığı coşkunun nedenleri üzerinde biraz durmak gerekiyor. 1992 yılında Brezilya’nın Rio de Janerio şehrinde Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma konferansı düzenlendi. Rio Zirvesi olarak da bilinen ve sürdürülebilirlik olgusunun ön plana çıktığı Zirve’de, Biyolojik Çeşitlilik, İklim Değişikliği ve Çölleşme ile Mücadele konularında 21. yüzyıl için yol haritası niteliğinde 3 sözleşme imzaya açıldı.

Bu sözleşmeler devletler tarafından imzalanıp yürürlüğe konduktan sonra geçen yıllarda sözleşmeler arasında hem uluslararası müzakerelerde hem de ayrılan fonlarda bir ayrıma gidildi. İlgili paydaşlar arasında Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi entellerin, İklim Değişikliği Sözleşmesi zenginlerin ve Çölleşme ile Mücadele Sözleşmesi ise garibanların sözleşmesi olarak anılmaya başlandı.

Burada haklı bir serzeniş olabileceği bu üç sözleşmeyi fonlamak için kurulan GEF’in (Global Environment Facility- Küresel Çevre Fonu) 1991-2011 yılları arasında verdiği fonların sadece %4ü arazi bozunumuyla mücadele alanında projeleri desteklerken iklim değişikliği fonların %31, biyolojik çeşitlilik ise %37sini almaktaydı.

Bu yüzden, Küresel Hedefler arasında iklim değişikliği hakkında bir hedefe kesin gözüyle bakılırken arazi bozunumu alanında somut bir hedef görmek bu alanda çalışanlar arasında büyük bir coşkuyla karşılandı.

Bu aynı zamanda (İklim Değişikliği Sözleşmesinin Kyoto Protokolü, Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesinin Aichi Hedefleri gibi) yasal bir mekanizmaya sahip olmayan Birleşmiş Milletler Çölleşme ile Mücadele Sözleşmesinin de imzacısı hükümetlere somut bir hedef üzerinde anlaşmaları için elini güçlendirecekti.

Bu hedefin kararının çıkması da Türkiye’ye nasipmiş. 12-23 Ekim tarihleri arasında Ankara’da gerçekleşen Birleşmiş Milletler Çölleşmeyle Mücadele Sözleşmesi 12. Taraflar Toplantısı (Burada ufak bir notla bu yıl Aralık ayında Paris’te İklim Değişikliği 21. Taraflar Toplantısı yapılacağını hatırlayalım. Yani aynı yılda kabul edilen iki sözleşmeden birinin tarafları her yıl buluşurken, diğerleri iki yılda bir buluşmuş) gelen hükümet yetkilileri tarafından 2030 yılına kadar Arazi Bozunumu Dengelenmesinin kabulüne karar verdi.

Taraflar Toplantısı esnasında TEMA Vakfı’nın odak noktası olarak görev yaptığı Sivil Toplum Kuruluşları ile bir araya gelen Birleşmiş Milletler Çölleşmeyle Mücadele Sözleşmesi Genel Sekreteri Monique Barbut, Arazi Bozunumu Dengelenmesi ve Rio Sözleşmeleri arasındaki sinerji hakkında şöyle dedi: “2050 yılına kadar 2,7 milyar olacak insan nüfusunun beslenebilmesi için her yıl 4 milyon hektar alanın tarıma açılması gerekiyor. Günümüzde, tarım alanları orman ve doğa koruma alanlarından temin edildiği için biyolojik çeşitlilik zarar görüyor. Bunun yerine, yeni tarım arazilerinin bozunmuş arazilerin restore edilerek tarımsal kullanıma geri kazandırılması mümkün. Bu tarz kullanımdan kazanılacak 5 gigaton karbon, Aralık ayında Paris’te gerçekleşecek İklim Konferansı öncesi hükümetlerin iklim değişikliğiyle mücadele için açıkladığı ulusal katkıları niyetleri (INDC) ve iklim değişikliğini 2 santigrat derece ile sınırlamak için gereken emisyon azaltımının arasında kalan farkın yarısına eşit.

Arazi Bozunumu Dengelenmesi (LDN- Land Degradation Neutrality)

Sözleşmeler arasında sinerji yıllardır üzerinde konuşulan bir konu. Her bir sözleşmeye imzacı olarak hükümetler ulusal eylem planlarını hazırlıyorlar. Bu eylem planları arasında bir sinerji veya en azından bir koordinasyonun sağlanması gerekli. Sözleşmelerin odak noktalarının farklı Genel Müdürlükler ve hatta farklı Bakanlıklara bağlı olması ülkemize özel bir durum değil ve genel olarak bu sinerjinin küresel olarak yakalanmasında da büyük engel.

67

İdeal Dünya’ya ulaşana kadar elimizdeki küçük kazanımlarla yetinmek gerekiyor. Ancak, Arazi Bozunumu Dengelenmesi (LDN- Land Degradation Neutrality) henüz tanımı ve kapsamı tam oturmamış ve birçok açıdan uygulamada özellikle gözlemci paydaşları endişelendiren noktalara sahip.

Kapsam konusunda başta Brezilya’dan gelen delegasyonun itirazları ile dengelenmenin sadece kurak alanları içereceği ve gönüllü olacağı konusunda Ankara’da net bir karar verildi. Brezilya’nın itiraz etmesinin nedeninin ise özellikle tropik yağmur ormanlarının hızlı tahribatının ülke üzerinde yaratacağı dengeleme yükünden kaynaklandığı tahmin ediliyordu.

Peki, tam olarak hangi sınırlar ve hangi zaman içinde bir dengelenme hedeflenmekte? Asıl sorun bu sorunun net bir şekilde cevaplanması. Eğer dengeleme sınırlarını bir ülke içinde belirleyeceksek, yine ülkemizden örnek verecek olursak, bu Konya’da ağaçlandırma yaparak Longoz Ormanlarına kurulacak bir nükleer santralin etkilerini dengeleyecek mi? Eğer Konya’daki ağaçlandırma sahası daha sonra bir termik santral alanında kalıp yok edildiğinde, iki santral fazlamız ve bir eski orman bir ağaçlandırma sahası eksiğimizin başka bir yerde dengelenmesi yapılabilecek mi? Yani bu tarz mekanizmalarda karşılaşılan en büyük sorun, bu dengelenme hesabı devletlere ve kurumlara bozma hakkı tanıyacak mı?

Hangi yıl, hangi toprak verimi temel olarak alınacak? Bozunmuş ve iyileşmiş toprak nasıl tanımlanacak?

Eğer küresel bir hedef olarak belirlenirse, sizin meranız bozuldu diye gelişmekte olan ülkelerde yerel halkların elinden geçim kaynakları alınıp, gelişmiş ülkelerin şirketlerine konvansiyonel tarım veya endüstriyel ormancılık yapsınlar diye devredilerek arazi kapmalarının yolu açılacak mı?

Bu sorular Taraflar Konferansı süresince birçok yetkili ile paylaşıldı. Devletlerin düşük katkılarından dolayı ve Sözleşmenin yeni Genel Sekreterinin eski GEF Genel Sekreteri Monique Barbut olması ve Barbut’nun en güçlü yönünün fon yaratma yetisi olması nedeniyle, bir hedef de bütün bu dengelenme hedefinin bir kısmının da iş dünyası tarafından bir fonla karşılanması oldu (bir yılda 2 milyar dolar olmak üzere, 15 yılda 30 milyar dolar). Bu fonun örnek projeleri başlamış bile. Fon yetkilileri tarafından paylaşılan iyi örnek, yukarıdaki birçok sorunun vücut bulmuş haliydi. Nikaragua’da bir mera alanı, alanı kullanan yerel halka belli bir kira karşılığında Danimarkalı bir endüstriyel ormancılık şirketinin kullanımına devredilmiş. Bir Alman şirketi olan Volkswagen’den bile darbe yemiş sivil toplum, Monsanto gibi Syngenta gibi dev şirketlerin dahil olabileceği mekanizmaya nasıl güvenebileceği, sınırların nasıl çizileceği konusunda endişeli.

Bu Arazi Bozunumu Dengelenmesi hedefinin kötü ve engellenmesi gereken bir hedef olduğu anlamına tabi ki gelmiyor. Ama toprak alanında çalışan kurumların rahat bir nefes alıp, arkalarına yaslanamayacakları, süreci yakından takip ederek, mümkün olan her türlü yoldan sürece dahil olmaları büyük önem taşıyor.

 

66-Duygu-Kutluay

 

Duygu Kutluay

Barışın ELÇİ’sini katlettiler – Celal Deniz

Bu yazı blog.radikal.com.tr/ den alınmıştır

Bir barış ELÇİsini daha katlettiler. Bir insan hakları savunucusunu, tarihi ve kültürel miras savunucusunu, Kürtlerin hukuki savunmanını, Devlet şiddetine uğramış kimsesiz Kürt köylülerinin kimsesini, Tahir ELÇİ’yi katlettiler.

Tahir Elçi, Diyarbakır’ın 9.000 yıllık bir tarihsel dokusuna uygulanan şiddeti protesto etmek için Dört Ayaklı Minarenin hemen dibinde tek kurşunla öldürüldü. Tahir Elçi, tarihi dört ayaklı minarenin dibinde tarih oldu. Yüreğimiz yanıyor…

64

Tahir Elçi son konuşmasında, “Dört ayaklı minare bize, insanlığa sesleniyor. “Beni ayağımdan vurdular” diyor. “Ne savaşlar ne felaketler gördüm” diyor, “ama böyle ihanet görmedim” diyor. Nice medeniyetlere beşiklik etmiş bu kentte bu bölgeden operasyonlar uzak olsun diyorum. Tarihe yönelik şiddet eylemini kınıyorum. Tarihine sahip çıkmayan toplumlar güvenli gelecek kuramazlar.” dedi.

O tarihi bir mirası korumak için orada bulundu bir avuç arkadaşı ile birlikte. Ne yazık ki tarihi dokuya gözünü kırpmadan ateş edenler öldürdü barışın Elçi’sini.

Olayı kriminalize etmeye gerek yok. Çatışma vardı türünden söylentilere karnımız tok. Tek kurşun olayın en net kanıtıdır. Onu planlayarak öldürdüler. O derin devletin baş belasıydı. O son, CNN Türk’te yaptığı konuşma nedeniyle devletin gönüllü tetikçileri ve yargı tarafından linç edilmek istendi. Ama o “1990’lı yıllardan bu güne JİTEM’ci ağababalarınız ve generallerinize boyun eğmedim, sizden mi korkacağım?” diye cevap verdi.

O, devletin 1990’lı yıllardaki hukuksuzluklarının da baş belasıydı. Cizre’de gözaltında kaybedilen 21 kişinin, Lice’de öldürülen 16 kişinin, Roboski’de bombalarla paramparça edilen 34 insanın dava avukatıydı. En son Şırnak’ın Kuşkonar ile Koçağılı Köyü’nün 1994 yılında savaş uçaklarının bombalaması sonucu 38 kişinin ölümüyle ilgili davada AİHM’de Türkiye’yi mahkûm ettirmişti. O, Kürtlerin has savunmanıydı. Katiller bir Hukuk adamını, Adalet arayıcısını katlettiler.

Recep Tayyip Erdoğan, İsrail’lilere dönük olarak “Siz öldürmeyi iyi bilirsiniz ” demişti. Biz de biliyoruz ki bu ülkenin devlet geleneğinde “devlet öldürmeyi iyi biliyor”. Bu ülkenin geleneğinde binlerce faili meçhul cinayetlerin failleri devletin denetiminde bulunamadılar.

Tahir Elçi bu ülkenin kanlı tarihinde ne ilk ne de son olacaktır biliyorum. Mustafa Suphi’lerden başlayan devlet eliyle işlenen siyasi cinayetler, Sabahattin Ali’den, Uğur Mumcu’ya, Abdi İpekçi’den Kemal Türkler’e, Musa Anter’den Hrant Dink’e nice gazeteci, yazar, aydın, siyasetçi hep “Kriz dönemlerinde ” öldürüldü. Egemenler hep kriz dönemlerinde işledikleri cinayetlerle toplumun dinamik kesimlerini sindirmek istediler.

Türkiye’de “krizi” yaratan nedenler demokrasisizlik ve eşitsizlik olmuştur. Sistem kendi yarattığı bu krizi komplo yöntemleri ile çözmeye çalışmış, darbelere, otoriter yönelimlere zemin hazırlamanın aracı kılmıştır. Hep kriz dönemlerinde aydınlatılamayan siyasi cinayetler işlenmiş, yaratılan gerginlik ortamını fırsat bilen egemenler, otoriter yönetimlerini güçlendirmişlerdir. Şimdi de Erdoğan’ın “başkanlık krizini” çözmenin bir aracı olarak Tahir Elçi gibi bir Kürt aydınını hedef seçtiler. Ve alenen katlettiler.

Başbakan, 1 Kasım seçimlerinde “1990’lara dönülmesin, Beyaz Toroslar bu sokaklarda dolaşmasın” demişti. Evet sevinebiliriz, artık Kürdistan topraklarında beyaz Toroslar dolaşmıyor. Ama 1990’lı yıllarda kaçırılarak gizli gizli Kürtler öldürülürken; şimdi aleni, canlı yayında Kürtler öldürülüyor. Değişen sadece devletin utangaçlığı gitmiş. Utanmazca, arsızca Kürtlere karşı ölüm dayatılıyor.

“Ölüm raporu yayımlanmadan, Polis olay yeri inceleme raporu yayımlanmadan nasıl emin olabilirsin” demesin kimse. Tek kurşunun devlet geleneğinde o kadar çok örneği var ki..

Yüreğim kanıyor, yüreğim kanıyor, ah keşke sonumuz olmasaydı, olmasaydı böyle…

Bir gün Kürtlerin, Kürdistan’ın tarihi yazılırsa unutulmasın ki harcı kanla karıldı.

Bu yazı blog.radikal.com.tr/ den alınmıştır

63-Celal-Deniz

 

 

Celal Deniz

Elçi uğurlanıyor: ” Hoşçakalın dostlar, iyilikle kalın!”

tahir-elçi-uğurlama-28-kasımDün katledilen Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi, bugün Yeniköy Mezarlığı’nda toprağa verilecek.

Diyarbakır’ın Sur ilçesinde Dört Ayaklı Minare’nin çatışmalar sırasında zarar görmesi dolayısıyla basın açıklaması yaptığı sırada öldürülen Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi, bugün son yolculuğuna uğurlanacak.

Elçi’nin kardeşi Ahmet Elçi, “Bu katliam politiktir. Bu yüzden politik bir karar alarak Kürdistan’ın başkentinde defnedeceğiz kardeşimizi” dedi.

Elçi için cenaze töreni Koşuyolu Parkı İnsan Hakları Anıtı önünde gerçekleştirilecek.

Saat 11.00’da burada yapılacak törenle son yolculuğuna uğurlanacak olan Elçi, merkez Bağlar ilçesindeki Yeniköy Mezarlığı’nda toprağa verilecek.

Elçi için Sümerpark Ortak Yaşam Alanı’nda da taziye çadırı kurulacak.

Tahir Elçi kimdir?

65

1966 yılında Şırnak’ın Cizre İlçesinde doğdu.

İlk, orta ve lise öğrenimini Cizre’de tamamladı. Elçi, 1991 yılında Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesinden mezun oldu

1992 yılından itibaren Diyarbakır da serbest avukatlık yapan Elçi, daha sonraları ise 1998-2006 arası Diyarbakır Barosu’nda yönetici olarak görev yapmış ve Diyarbakır Barosu Başkanlığı yanı sıra Türkiye Barolar Birliği İnsan Hakları Merkezi Bilim Danışma Kurulu üyesi olarak da görev yapıyordu.

İnsan Hakları Derneği (İHD) üyesi, Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) kurucularından Avukat Tahir Elçi, 90’lı yıllardaki yargısız infaz, faili meçhul cinayetler, köy yakma davalarında mağdur avukatlığı yaparken, Diyarbakır ve bölgedeki hak ihlalleriyle ilgili de çalışmalarını sürdürüyordu.

Elçi, Lice davası – Temizöz davası – Kuşkonar ve Koçağılı köylerinin bombalanması ve Roboski Katliamı davalarının da aralarında olduğu pek çok davada hak savunuculuğu yaptı.

2012’de Diyarbakır Barosu 43. Olağan Genel Kurulunda, Baro Başkanı seçildi.

Tahir Elçi, 15 Ekim 2015 tarihinde CNN Türk’te Ahmet Hakan’ın sunduğu “Tarafsız Bölge” programında “PKK terör örgütü değildir” demişti.

Bunun üstüne kanala 700 bin lira para cezası kesilirken, Tahir Elçi 20 Kasım günü Diyarbakır’da gözaltına alınarak İstanbul’a getirilmişti.

Elçi, savcılığın tutuklanması talebiyle mahkemeye sevk etmesine karşın Bakırköy 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nce adli kontrol şartıyla serbest bırakılmıştı.

Elçi hakkında, “terör örgütü propagandası” suçundan 7.5 yıla kadar hapis cezası istemiyle iddianame hazırlanmış, yurtdışına çıkış yasağı da konulmuştu.

Elçi, evli ve iki çocuk babasıydı.

 

İMC TV

AB zirvesi öncesi Avrupalı Yeşillerden Can Dündar uyarısı

Avrupa Yeşiller Partisi eş başkanı Monica Frassoni ve Avrupa Parlamentosu Yeşiller grubu üyesi Ska Keller  Avrupalı liderlere çağrıda bulunarak gazeteciler Can Dündar ve Erdem Gül’ün yaptıkları haber nedeniyle tutuklanmalarını gündeme getirmelerini talep ettiler.

keller-frassoniBir ay önce Can Dündar’ı Cumhuriyet Gazetesinde ziyaret ettiklerini  belirten Frassoni  ve Keller  görüşmede Dündar’ın Suriyeli muhaliflere gönderilen silah yüklü TIR’larla ilgili haberin Erdoğan’ı rahatsız ettiğini ve bu yüzden AKP’nin seçimlerden başarıyla çıkması halinde tutuklanabileceklerini söylediğini hatırlattı.

AB – Türkiye zirvesi öncesi Davutoğlu’nun AB’ye girme kararlılığını belirtmesine rağmen basın üzerindeki baskıların Türkiye’nin demokratik değerlere aykırı olduğunun altını çizdiler.

Yeşil Gazete

Paris için İklim muhasebesi: Masada ne var ve iyi sonuç ne olurdu?

Paris’te ‘iyi bir iklim anlaşması’ mümkün müdür? Danny Chivers ve Jess Worth taslak metnin daraltılmış kısa bir halini sunuyor ve soruyor: umut edebileceğimiz en iyi şey ne olabilir? Yazıyı Yeşil Gazete gönüllü çevirmeni İrfan Özdabak‘ın çevirisiyle sunuyoruz.

***

Fotoğraf: New Internationalist
Fotoğraf: New Internationalist

1. Karbonun azaltılması

Masada ne var?

Dünyadaki hükümetler kendileri için bir amaç belirlediler: gezegenin endüstri-öncesi zamanlardaki sıcaklıklardan iki dereceden fazla ısınmasını durdurmak. Ancak, bunu başarmak için hiç bir zaman sera gazı emisyonlarında yeteri kadar azaltmaya gitmede mutabık olmadılar. Ne olursa olsun, şimdi iki derecenin tehlikeli bir ısınma seviyesi olduğu geniş bir kabul görmektedir. Güney’li bir çok hareket ve küçük ada devletleri tersine 1.5-derecelik bir hedef için çağrı yapıyorlar.

Gerçekten ürkütücü iklim sonuçlarından kaçınmak için, Paris görüşmeleri fosil yakıtların en az yüzde 80’inin nasıl toprak altında bırakılacağını tartışmalı. Üzüntü veren şey şu ki, böyle bir konu masada değil – tersine, müzakereler ‘niyet edilen ulusal olarak belirlenmiş katkılara’ (INDC’ler) dayalı olarak yapılmaktadır. Bunlar hükümetlerin 2020’den itibaren yapacaklarını söylediği gönüllülüğe dayalı, bağlayıcı-olmayan sera gazı salımları azaltma vaatleridir.

Eylül-ortası itibariyle Çin, ABD, Avustralya, Rusya da dahil olmak üzere 62 ülke INDC’lerini bildirdi ve Avrupa Birliği (AB) üyelerinden de ortak bildirim yapıldı.* Bu büyük kirleticilerin önerdiği yetersiz kesintilerin bu süreci daha güvenli bir iklime götürecek bir dizi küresel taahhütü oluşturmasının artık pratik olarak imkansız olduğu anlamına gelmektedir. Bu süreç aynı zamanda çok önemli bir kavram olan tarihsel sorumluluk kavramını da gözardı etmektedir. Atmosfere fosil-yakıt kirliliğini pompalayarak zenginleşen ülkelerin en hızlı, en büyük kesintileri yapmasının gerektiğini söylemek sadece adil bir talepti. Tersine, INDC süreci adil ya da etkin olanın ne olacağından ziyade basit bir şekilde hükümetleri ‘neyi başarabileceklerine dair düşünceleri’ temelinde taahhütte bulunmaya davet eder.

Ayrıca zengin ülkelerin her türlü sera gazı salımını 2020’den önce azaltmasını gerektiren hiç bir mekanizma da yok. Dökümanların bir yerlerinde geçen küresel karbon hedeflerine dair önemli tek şey 2050 ya da 2100 itibariyle sıfır salıma ulaşılmasına atıfta bulunulmasıdır. Ancak oraya nasıl ulaşılacağına dair hiç bir plan bulunmakatadır.

Peki iyi bir sonuç ne olurdu?

INDC’leri bildiren ülkelerin içerisinde şimdiye kadar sadece Fas ve Etiyopya iki-derecelik hedefi gerçek anlamda tutturacak kesinti/azaltma taahhüdünde bulundu. Sonuç olarak, kıdemli AB müzakerecileri Paris görüşmelerinin iki ya da 1.5 dereceyi bir yana bırakalım, sıcaklığın üç derecenin bile altında tutulmasına yönelik bir anlaşmayla sonuçlanmayacağını halihazırda kabul etmekteler. Bundan dolayı da bazı hükümetler şimdi ‘çeşitli ülkelerin’ gelecekteki hedeflerini arttırmaları için bir mekanizma oluşturulması çağrısı yapıyor. Ümit edeceğimiz en iyi şey sorumlulukların zayıf bir şekilde geciktirilmesi gibi görünmektedir.

2. Para nerede, bize onu gösterin!

Masada ne var?

Fosil yakıtlarından uzaklaşmak için, Dünya’nın Çoğunluğunu Oluşturan ülkelerin[gelişen ülkeler-ç.n.] bir çoğunun mali desteğe ve temiz enerji teknolojisine erişime ihtiyacı var. Bunun kadar önemli – ve çoğu zaman da bir kenara itilen ya da tek bir torbaya doldurulan – şeyse uyum, kayıp ve hasar meseleleridir. Belirli bir miktarda iklim değişikliği kaçınılmazdır (ve yaşanmaktadır). Fakir ülkelerin de kendi savunmalarını oluşturup hasarları ödemek için acilen fonlara ihtiyacı vardır. Bu paranın da sorunu yaratmış olmaları sebebiyle büyük oranda sorumlu olan daha zengin ülkelerden gelmesi gerekir.

Şimdiye kadar, daha zengin ülkeler 2020 yılına kadar her yıl $100 milyarlık ‘iklim finansmanı mobilize etmeye’ mutabık kalmışlardır. Maalesef, bu gerçekten neye ihtiyaç duyulduğuna dair herhangi bir değerlendirmeye dayalı olmayan keyfi bir rakamdır. Kuzey ülkeleri de bu halihazırdaki-yetersiz hedefin ancak yüzde 10’unu yakalamayı başarabilmişlerdir. İşin daha da kötüsü, ‘mobilize etmek’ tanımı – borç verme, özel finansman, koşullara bağlanmış hibe ve bağışlar ve yardım bütçelerinin yeniden dağıtılmasını da içerecek şekilde – bilerek geniş tutulmuştur.

Peki iyi bir sonuç ne olurdu?

İyi bir sonuç zengin ülkelerin koşulsuz, geri-ödemesiz para vermesini sağlayacak daha geniş mali taahhütleri ve daha sert bir dili içerirdi. Aynı zamanda hükümetlerin kirli enerji endüstrilerindeki işçilerin desteklenmesi ve yeniden-eğitimine para harcadıkları, bu işçilerin başka yerlerde doğru düzgün bir iş bulmalarına yardımcı olacak ‘adil bir geçişe’ olan bağlılıklarını da içerirdi.

3. Karbon ticareti

Masada ne var?

Bu sera gazı salımları için ticareti yapılabilir izinlerin verilmesi fikridir. Onun için bir ülke ya da ticari şirket kendi salımlarını azaltmak yerine başka bir yerden yapılan azaltmaları ya da ‘karşılık ve dengelemeleri’ satın alabilir. Bu kavram ABD ve diğerleri tarafından 1990’larda BM iklim pazarlıklarına dahil edilmiştir. O günden bu yana yüklü miktarda paraya, zamana ve çabaya mal olmuştur. Fakat salımlar üzerinde az bir etkisi olmuştur.

Dünyadaki karbon pazarının bayraktarlığını yapan AB Sera Gazı Salımı Ticaret Tasarısı’dir (EU-ETS). Finansörler ve fosil yakıt lobicileri tarafından tasarlanmış olan taslak[yasal]boşluklarla doludur. Çünkü 2005 yılındaki lansmanından bu yana da salımlarda herhangi bir şekilde anlamlı bir düşüş sağlanmamış, kirleticiler için büyük oranlarda beklenmedik gelirler yaratılmış, siyasal zamanı ve ilgiyi de daha etkili çözümlerden uzaklaştırmıştır.** Karbon azaltımı için pazar yaratılması aynı zamanda başarısız kalmış ağaç plantasyonlarından ‘etkili’ kömür santrallerine ve jeomühendisliğe kadar her türlü şüpheli ve tehlikeli plan için bir gelir akışı sağlar.

Peki iyi bir sonuç ne olurdu?

Karbon pazarları için muhtemel en küçük rol, sera gazı salımlarının azaltılması girişimlerinin geliştirilmesine yer açmak. Bir dizi Güney ülkesi karbon ticaretine karşı durmak üzere sıraya girmektedir ve bunlar yeterli bir dış destekle birlikte bunun genişlemesini durdurmada başarılı olabilirdi.

4. Ormanların korunması

Masada ne var?

2005’den bu yana ‘Orman kaybı ve Bozulması Kaynaklı Salınımların Azaltılması’ (REDD) kavramı görüşmelerin bir kısmını oluşturdu.

2010’da REDD daha iyi muhafaza etme, yönetim ve ormanlandırma pratiklerini içermek üzere genişletildi ve ‘REDD+’ takma adını aldı.

Bütün bunlar zahmete değer işler olarak görünüyor. Fakat bu bilinen ormanda gizlenen canavarlar var. Odak noktasının önlemekten ziyade bozulma kaynaklı ‘emisyonların azaltılması’ olması nedeniyle bir yağmur ormanının yerini daha büyük monokültür plantasyonun alması teorik olarak başarılı bir REDD+ projesi sayılabilir. REDD’in karbon ticaretiyle bağlantılandırılmasına dair büyük tartışmalar vardır. Çünkü böyle olunca kirleticilerin sera gazını pompalamaya devam etmesine müsade edilmiş olacak, fakat bir taraftan da ormancılık ürünlerine para vermeleriyle iklim üzerindeki tahribatları da ‘aklamış’ olacaklardır. Çoğu eleştirmen, özellikle de Yerel gruplar, REDD+’nin yatırımcılar ve spekülatörlerin karbon kredisi kazanmak için orman arazisi satın almalarının, orada yaşayan insanların evleri ve yaşamlarının tehdit edilmesine yol açacağı endişesi taşımaktadırlar.

Peki iyi bir sonuç ne olurdu?

Bazı hükümetler ormancılığın dünyanın karbon pazarlarına daha fazla dahil edilmesi için bastıracaklardır. Ancak bunların başarılı olmaması çok önemlidir. Çok üzücü bir ironidir ki REDD+’da şu anda çok küçük bir rol oynayan karbon ticareti bu meselede yapılan tartışmalarda haddinden fazla yer almaktadır. Ormanlarda yaşayan insanların arazi haklarına -özellikle de Yerel halkın haklarına saygı duyulması gibi daha etkin çözümlerin tartışılmasına çok az yer ve zaman kalmaktadır.

5. Kimin sorumluluğu?

Masada ne var?

İşte size söylenmesi biraz zor olan, ancak iklim görüşmelerinde çok önemli rol oynayan önemli bir ifade: ‘Ortak Fakat Farklılaştırılmış Sorumluluk & İlgili Yeterlilikler’ (CBDR&RC). Tarihsel olarak iklim değişikliğinde en büyük sorumluluğu olan ve en fazla kaynaklara sahip olan ülkelerin, sorunun ele alınmasında ve çözümünde ilk ve en büyük adımları atması ve daha az sorumluluğu ve daha az kaynakları olan ülkelere destek sunmaları gerekliliğini ifade ediyor. Bu önemli prensip daha önceki iklim toplantılarında Güney’li müzakerecilerin sahiplendiği bir ilkeydi. Şimdiyse bu ilke saldırı altındadır. Ayrıca bazı Kuzey’li ülkeler salımlarda kesintiye gidilmesi ve maliyetlerin düşürülmesinde yükün daha büyük bir kısmını gelişen dünyanın sırtına yüklemeye çalışmaktadır.

Peki iyi bir sonuç ne olurdu?

Ümit ederiz ki Güney’li müzakereciler bu önemli prensibin savunulmasında hem içeriden hem de dışarıdan ihtiyaç duydukları desteği alırlar.

* New Climate Institute(Yeni İklim Enstitüsü), nin.tl/INDC-submissions. http://files.newclimate.org/indc-preparation-progress/
** Scrap ETS, nin.tl/scraptheETS

Yazının İngilizce Orijinali

Yazı: Danny Chivers ve Jess Worth

Yeşil Gazete için Çeviri: İrfan Özdabak

(Yeşil Gazete, New Internationalist)