Ana Sayfa Blog Sayfa 2970

Genç Hintli 459 plastik pipetle Guinness Dünya Rekoru kırdı!

Guinness Dünya Rekorları için alışılmışın dışındaki denemelere bir yenisi daha eklendi.

23 yaşındaki Hintli Manoj Kumar Maharana, “Ağzına en çok pipeti alma” rekorunu kırdı.

459 tane plastik pipeti tek tek seferde ağzına sokan genç adam hiçbirini düşürmeden 10 saniye boyunca tutmayı başardı.

Daha önceki rekorun sahibi 400 plastik pipetle Simon Elmore’du.

 

(Mashable, Yeşil Gazete)

Ağaçlandırılmış sokaklar astım ataklarını engelleyebilir

Son araştırmalar yeşilliğin daha sık olduğu kentlerde yaşayanların ciddi bir astım atağı geçirerek hastaneye kaldırılma ihtimalini düşürdüğünü ortaya koydu.

Hastanelere kabul edilen hastaların şikayetlerini, kentteki yeşillik oranını ve hava kirliliği hakkındaki verileri inceleyen araştırmacılar, ağaç sayısının daha fazla olduğu bölgede yaşayanların astım atağı geçirme oranlarının daha az olduğunu tespit etti.

İngiltere çapında 26 bin şehir ve kasabada 15 yıl süren çalışma Environment International dergisinde yayımlandı. Çalışma ağaçların bu etkiye neden olduğunu kanıtlayamıyor olsa da araştırmanın popülasyon boyutu astım atakları ile kurulan bağlantıya güvenilirlik sağlıyor.

Ulusal Denetim Bürosu’nun raporuna göre İngiltere’de temiz hava bölgelerinin yüzde 85’i yasal hava kirliliği sınırlarını ihlal ediyor. Fareler üzerinde yapılan araştırmalara göre hava kirliğine maruz kalan bireylerde prematüre doğumlara rastlanıyor.

 

(Independent, Yeşil Gazete)

Fiji’den tüm dünyaya iklim mesajı: Fosilsiz bir dünya inşa edebiliriz

Fiji’nin başkanlığındaki 23. Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi Taraflar Toplantısı (COP 23) Almanya’nın Bonn şehrinde 17 Kasım Cuma günü sona erdi. İklim ise halen olanca hızı ile değişmeye, gezegen de geri dönüşsüz bir uçuruma doğru yuvarlanmaya devam ediyor.

COP 23 başkanı Fiji’den, yani iklim değişikliğini ilk ve en sert şekilde yaşayan bölgelerden Pasifik adalarından Bonn’a iştirak eden 350.org aktivisti Fenton Lutunatabua‘nın tüm dünyaya bir mesajı var.

Fenton, Pasifik İklim Savaşçıları ile beraber Almanya’nın Bonn kentinde düzenlenen COP23 BM iklim görüşmelerindeydi. Siz de Türkiye’de bu değişimin bir parçası olmak istiyor iseniz Haydi Fosilsiz Bir Geleceğe olarak çevirebileceğimiz gofossilfree.org üzerinden hareketin yereldeki bir parçası olabilirsiniz.

Aradan çekiliyor ve sizi Fenton’un iklim değişikliği tehdidine karşı size iletmek istedikleri ile sizi başbaşa bırakıyoruz:

“Fosilsiz bir dünya inşa edebiliriz

Bula (Bula, Fiji dilinde “Merhaba” anlamına geliyor)

Bu sene gerçekleşen BM İklim Görüşmelerinde bol miktarda gözü pek iklim liderliği örneği göze çarptı. Ama liderlik, siyasetteki büyük isimlerden değil, iklim krizinden en çok etkilenen topluluklardan ve yerel liderlerden geldi.

Pasifik İklim Savaşçıları olarak bizler, Almanya’daki topluluklarla dayanışma içerisinde durduk. Bu topluluklar, kömür madenlerinde ön saflarda, yaratıcı taktikler ve kararlılıkla mücadele ediyorlar. Ayrıca, %100 yenilenebilir enerjiye geçiş sözü veren ve Donald Trump’ın fosil yakıt gündemine direnen şehir ve eyaletleri temsil eden Amerika gençliğinin yanında durduk. İklim adaleti çağrılarının sesini, iklim etkilerinin en şiddetli kısmıyla karşı karşıya olan Pasifik Adalıların liderliğini yükselttik.

Almanya’dan önümüzdeki sene için yenilenmiş bir umut ve iyimserlik hissiyle ayrılıyoruz: 2018’de, hep beraber, Fosilsiz bir dünya için küresel ölçekte dev bir yerel eylem dalgasını başlatma umuduyla.

Fosil yakıtların yerin dibinde bırakılması çağrımızın, burada Bonn’da dünya liderleri ve dünyanın her köşesinden, sizin gibi, yerel eylemde bulunma sözü vermiş insanlar tarafından, açık ve net bir şekilde duyulduğundan eminiz.

Fenton Lutunatabua

Hızla değişen iklimimiz, 2018 yılında gerçek çözümler için uğraşan büyük bir halk hareketinin varlığını gerektiren devasa bir sorun. Hükümetlerimizin cesur eylemlerde bulunması gerekiyor. Ancak birçoğu daha Paris Anlaşmasında verdiği sözü yerine getirmiyor. Şu anda, fosil yakıt projelerini durdurmak ve yenilenebilir enerjiye geçişi hızlandırmak amacıyla yerelde halk gücünü inşa etmek, kalıcı bir çözümü güvenceye almak için elimizdeki en iyi fırsat.

Pankartların birinde “İklim adaleti hayat kurtarır” diğerinde ise, “İklim değişikliği bir sağlık krizidir” yazıyor

Şu anda eve dönüyoruz. Ancak Pasifik İklim Savaşçıları olarak, ada topluluklarımızın yaklaşan iklim etkilerine karşı dayanıklılığını inşa etmek ve Fosilsiz bir dünya için ayağa kalkmaya devam etmek için her zamankinden daha güçlü hissediyoruz. Gerçekten başarılı olmak istiyorsak, hepinize ihtiyacımız var.

350 Pasifik’ten Fenton Lutunatabua”

 

(350.org)

Müşterilere cam kafeste vahşi hayvan sergileyen AVM’ye karşı imza kampanyası

Ankara’da Nata Vega Outlet adlı bir AVM’de vahşi hayvanların “Adrenalin Dünyası” adıyla cam kafeslerde teşhir edilmesi sosyal medyada tepki topladı, başlatılan imza kampanyası sürüyor. 48 bin kişinin şimdiye kadar imza attığı kampanyada hedef 50 bin kişiye ulaşmak.

Ne olmuştu?

Anadolu Kedisi’nde yer alan haber sosyal medyada yayıldı. Haberde AVM’deki akvaryumda binlerce deniz canlısının, “Adrenalin Dünyası” kısmında serval, femish dev tavşanı, altın kafalı arslan Tamarin, evcil dağ gelinciği, marmoset, altuni sülün, nil timsahı, parma wallaby, gila canavarı, mojave çıngıraklı yılanı, çöl engereği, goliath, altın ok kurbağası, afrika dev kırkayağı, kafesli piton, şeritli kokarca, belçika tavşanı, gelincik, sülün, amazon süt kurbağası, sakallı ejder, kraliyet pitonu, dev yaprak kurbağası, kobalt mavisi tarantula gibi hayvanların kafeslerde sergilendiği belirtildi.

Haberde, söz konusu AVM’nin 4 Ekim Dünya Hayvan Hakları Günü’nde sosyal medyadan yaptığı “Biz karşılıksız seven, dünyayı birlikte paylaştığımız dostlarımızın…” mesajı paylaştığı halde, Aqua Vega’nın sosyal medya hesaplarında “Maceraya hazır mısınız?” diye tanıtım videoları paylaşması kamuoyunda büyük tepki çekti. Birçok sosyal medya hesabından hayvanların doğal ortamlarından kaçırılarak hapsedilmesi protesto edildi.

Change.org’da imza kampanyası sürüyor

Change.org sitesindeyse Nehir Çağlar Köksal tarafından Türkiye Cumhuriyeti Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı’nı muhatap alan bir imza kampanyası başlatıldı.

Kampanya metninde şu ifadeler yer aldı:

“AVM’nin alt katındaki akvaryum ve yeni açılan vahşi yaşam hapishanesi. Linki incelerseniz içinde Serval ve Karakulak adında kedigiller mevcuttur. Bu hayvanlar aynı petshoplarda tutulur gibi camdan bir fanusta ya da kıyafet alınan bir vitrin içinde temiz hava ve güneşsiz yaşamaktadır. Çevrelerine dekor olarak konan kayalar bile gerçek değil. İnsanlar yüzlerinde en ufak bir acıma olmadan, arsızlıklarıyla hayvanlarla fotoğraf çektirebilmek için şekilden şekle giriyor, dalga geçiyorlar. Lütfen bu korkunç durumla ilgili ne yapılır söyleyin. Gerekli kuruluşlar dernekler biran önce bu işe dur demeli.

“Akvaryumlarla insanları AVM’ye çekme modasından sonra şimdide vahşi yaşam alanı oluşturulmuş. Sizler bu alanlara gittikçe AVM yönetimi maalesef amacına ulaşıyor. BU CANLAR BİZ İNSANLARA SERGİLENMEK İÇİN YARATILMADI.”

İmza kampanyasına destek vermek için tıklayın

Serval kedisi

Kedigiller familyasından orta boyutlu vahşi bir kedi. 85 cm uzunluktadır, 40 cm civarında da kuyruk uzunluğu bulunur. Uzun bacakları ve kısa sayılabilecek kuyruğu ile narin bir hayvan. Uzun, oval kulakları birbirlerine yakındır. İlk Afrika’da gözlemlendi. Etobur, doğal hayatında minimum sosyal etkileşimde bulunan hayvanlar. Sazlık alanlarda, çayırlarda su birikintilerine yakın yaşıyorlar.

 

(Bianet)

Meşe Ormanları’nda doğa katliamı: Beton işkencesi ağaçları ve toprağı mühürlüyor!

Samsun’da Canik Belediyesi‘nin Meşe Ormanpark Projesi’nde çevre, ağaç ve orman katliamı yaşanıyor.

Halkı yeşil ve ormanla buluşturacak iddiasıyla hayata geçirilen parkın beton yollarla kaplanması ve ağaçların etrafı ile yürüyüş yollarına beton dökülmesi tepki ile karşılandı.

Ormanlık alan beton park ve sosyal tesis alanı oluyor!

Canik Belediyesi ve Doğu Karadeniz Kalkınma Projesi (DOKAP) işbirliği ile hayata geçirilen Meşe Orman Park projesinin çalışmaları kapsamında ağaçların çevresine ve orman zeminine beton dökülüyor. Canik Belediyesi, betonu saklamak için de beton yollarının üzerini ahşap ile kaplıyor.

Toplam 92 dönüm alan üzerinde uygulanan ve  içerisinde aktivite mekanlarının bulunacağı projenin maliyetinin yüzde 50’si DOKAP tarafından karşılanacak. Projenin içerisinde hanım konağı, kafeterya, yürüyüş yolları, açık nikâh alanı, restoran, sosyal donatı alanı, çocuk oyun alanı, dürbün kafe, büfe, macera parkuru ve nikâh alanı bulunacak.

Orman zeminine dökülen beton ağaçları ve orman zemininin mühürlüyor!

Parktaki çalışmaları yakından izleyen ve resimleyen Samsun Çevre Platformu (SAMÇEP) yetkilileri EMO (Elektrik Mühendisleri Odası) Samsun Şube Başkanı Mehmet Özdağ ve ZMO (Ziraat Mühendisleri Odası) Samsun Şube Başkanı Hayati Tosun,  beton yapılaşmaya sert tepki gösterdi.

ZMO Başkanı Hayati Tosun, orman zeminine dökülen betonun ağaçların ve orman zemininin mühürlendiğini, buradaki ağaçların ve canlıların yaşam alanlarının yok edildiğini söyledi. Samsun Orman İşletme Müdürlüğü yetkilileri konunun incelendiğini, gerekli değerlendirmenin yapılacağını belirtti.

(Karadeniz Hayat)

ABD, Kuzey Kore’yi tekrar ‘teröre destek veren ülkeler’ listesine ekledi

ABD Başkanı Donald Trump, Kuzey Kore’yi 9 yılın ardından yeniden “teröre destek veren ülkeler” listesine ekledi.

Trump bu adımını, mevcut yaptırımları çok daha geniştecek yeni yaptırımların izleyeceğini açıkladı. Yeni yaptırımların Salı günü açıklanması bekleniyor. Trump kararını açıklarken “Bunun çok daha önce yapılması gerekiyordu. Kuzey Kore defalarca uluslararası terör eylemlerini destekledi” dedi.

ABD Başkanı, Kuzey Kore’nin hukuka uygun davranması ve nükleer silah programına son vermesi gerektiğini de belirtti. ABD Eylül ayında Birleşmiş Milletler’e Kuzey Kore’ye yönelik petrol yasağı ve K. Kore lideri Kim Jong-un’un mal varlığının dondurulması gibi yeni yaptırımlar önermişti.

ABD’nin bu girişimine Kuzey Kore altı nükleer deneme ve füze atışlarıyla karşılık verdi. İran, Suriye ve Sudan da, ABD’nin teröre destek veren ülkeler listesinde bulunuyor.

Kuzey Kore 2008’de, Kuzey Kore’nin nükleer programı ile ilgili yürüyen müzakereler kapsamında dönemin ABD Başkanı George W Bush tarafından listeden çıkarılmıştı.

 

(BBC Türkçe)

Guardian Ankara’nın LGBTİ hakları hareketinin faaliyetleri yasağını sayfasına taşıdı

İngiliz Guardian gazetesi, Ankara Valiliği‘nin Pazar günü LGBTİ (Lezbiyen, gay, biseksüel, transgender, intersex) derneklerinin kentteki tüm etkinliklerini süresiz yasaklamasına bugünkü sayısında sayfalarında yer verdi. Gazete insan hakları kuruluşlarının kararı “yasa dışı ve ayrımcı” bularak kınadıklarını yazdı.

Guardian’ın İstanbul’daki Türkiye muhabiri Kareem Shaheen‘in imzasını taşıyan haberin başlığı, “Türk LGBTI grupları yasağı kınıyor”.

Haberde, söz konusu kararın, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan‘ın eşcinselliği “milletin değerlerine aykırı” bulmasından kısa süre sonra alındığı belirtiliyor.

Erdoğan 9 Kasım’da yaptığı bir konuşmada, “Milletimizin değerleriyle bağları öylesine kopmuş durumda ki bir büyük şehrimizde CHP’li ilçe belediyesi, mahalle komiteleri için yapılacak seçimde beşte bir oranında eşcinsel kotası koyabiliyor” demiş ve eklemişti:

“Allah şaşırtmasın. Şu hale bak ya. Bir partide ölçü kalmayınca, muvazene kaybolunca işte böyle nereye savrulacağı belli olmuyor.”

Alman LGBTİ Film Günleri de yasaklanmıştı

Ankara Valililiği, 16-17 Kasım’da yapılması planlanan Alman LGBTİ Film Günleri‘ni de yasaklamış, bu karara gerekçe olarak yine “kamu düzeni ile genel sağlığın ve ahlâkın korunması” gösterilmişti.

Guardian’a göre son yasak, iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi‘nin Türkiye’de LGBTİ hakları hareketinin faaliyetlerini engellemeye yönelik bir dizi çabasının sonuncusu.

Gazete İstanbul’daki geleneksel LGBT Onur Yürüyüşü‘nün 3 yıldır güvenlik gerekçesiyle iptal edildiğini de yazdı.

[Özel Haber] Yasak ne ayol: Buradayız! Alışın! Gitmiyoruz!

Berlin’den Ankara’daki Alman LGBTİ film günleri festivalinin yasaklanmasına tepki

Ankara Valiliği, Alman LGBTİ Film Günleri’ni yasakladı

 

(BBC Türkçe)

Ekolojistlerden torba yasa uyarısı: Denizler çölleşecek, kıyılar ulaşılamaz olacak!

Meclis’te “Bazı Vergi Kanunları ile Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı”nın ikinci bölümü geçtiğimiz günlerde kabul edildi. Tasarıda yer alan 125 asıl, 2 geçici madde ile 63 ayrı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararname değişikliği ile Mera ve Kıyı Kanunlarında da değişiklikler yapılması öngörülüyor. Mera ve kıyı kanunlarında yapılacak değişikliklerle birlikte kıyıların turizm amaçlı özel şirketlerin kullanıma açılması sağlanırken, meraların sanayiye açılması ve daha önce sanayi alanlarına dönüştürülen mera alanlarında sanayi bölgelerinin genişletilmesinin önü açılmış olacak. Tasarıya dair tartışmalar sürerken ekolojistler, tasarıda yapılacak değişiklikler telafisi mümkün olmayacak olumsuz sonuçlar doğuracağı uyarısında bulundu.

“Sahiller halka kapatılıyor” 

Tüm kıyılar ve kıyı ekosisteminin şirketlere koşulsuz devredileceğini belirten HDK Ekoloji Meclisi Sözcüsü Beyza Üstün, her sahile marina ve otellerin yapılmasına olanak sağlanacağını aktardı. Kıyıların özel şirketlere tahsis edilmiş olacağını ifade eden Üstün, sahillerin de halka tamamen kapatılacağını dile getirdi. Tasarı ile birlikte yasal olarak Kanal İstanbul ve Efes Antik Kenti’ne açılmak istenen kanal projesinin hızlandırılmasının amaçlandığını kaydeden Üstün, “Projelerle şirketler eliyle denizler doldurulabilecek, deniz altı tünel boru geçitlerini istenildiği gibi şirketler yapabilecek. Deniz ekosistemi ölecek, denizler çölleşecek, kıyılar ulaşılamaz olacak” dedi.

“Doğaya ve topluma savaş açıldı”

Ekolojist Ertuğrul Barka ise, insanların otlaklarına, meralarına ve yaşam alanlarına hukuk dışı değişikliklerle ulaşmasının engelleneceği uyarısında bulundu. İnsanların biyolojik, ekonomik, toplumsal ve kültürel olarak sürdürülebildikleri yaşam alanlarının pazarlanmasına olanak sağlandığını kaydeden Barka, torba yasada geçen 61’inci maddede isteyenlerin gelip halkın topraklarını bile artık gasp edebileceklerini dile getirdi. Sermayenin büyümesinin amaçlandığını kaydeden Barka, yasalar üzerinden doğaya ve topluma savaş açıldığını söyledi.

Türkiye doğasında bugüne kadar hukuksuz uygulamalarla yaratılan tahribata kılıf uydurulmaya çalışıldığını kaydeden Barka, “Hangi koy, mera, akarsuyu pazarlamadılar ki? Torba yasalarla yasalara kılıflar uydurarak hesap vermekten kurtulmayı amaçlıyorlar. Meşhur holdingler var. Nerede 5 yıldızlı otel yapmak istiyorsa oradaki ormanlar yanıyor. Yasa ile artık sermayeye parayı ver ülkede parayı ver, sahili merayı akarsuyu al. Artık daha önce biri istediğinde orada orman yangını çıkarırlardı. Şimdi bu torba yasalar ile buna da gerek kalmayacak. Doğa direk tahrip edilebilecek. Yani daha önce yaptıkları, ileride ne tür doğa katliamları yapacaklarının göstergesidir. Sermaye bunalımda ve bu bunalımı aşabilmek için doğayı da sömürüyor. Mevcut hükümet bu tür yasalar ile savaşlarla büyümeye çalışıyor” dedi.

 

(Mezopotamya Ajansı)

Akkuyu ÇED raporu’na karşı açılan itiraz davasının duruşması 22 Kasım’da Ankara’da

Akkuyu’da yapılması planlanan nükleer güç santrali ile ilgili Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) raporu için hazırlanan bilirkişi raporuna Türk Tabipleri Birliği (TTB), Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) ve Türkiye Barolar Birliği’nin (TBB) itirazı üzerine Danıştay’da açılan davanın duruşması 22 Kasım Çarşamba günü Ankara’da gerçekleştirilecek.

Akkuyu ÇED Davası’na dair bilirkişi incelemesi Temmuz 2016’da santralde yapılmış, yüzlerce nükleer karşıtı aktivist de santral kapısında “Nükleere Hayır” eylemi gerçekleştirmişti

Antalya Ekoloji Meclisi’nin haberine göre Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konseyi, Halk Sağlığı Uzmanları Derneği (HASUDER), TTB Halk Sağlığı Kolu (HSK), duruşma öncesinde basın açıklaması yaparak, bir kez daha Akkuyu Nüklere Güç Santrali Projesinden vazgeçilmesi çağrısında bulundu.

Akkuyu Nükleer Güç Santrali için Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nca hazırlanan ÇED raporunun içerik ve yöntem açısından nükleer santralin yaratacağı tehlike ve tehditleri ayrıntılı olarak irdeleyip çözüm üretmekten çok uzak olduğuna yer verilen, “Akkuyu Nükleer Güç Santrali Projesinden Vazgeçilmelidir!” başlıklı açıklamada, ÇED raporuna ilişkin olarak hazırlanan bilirkişi raporunun da bilimsel bilgilere aykırı, hatalı ve eksik olduğu vurgulandı. Açıklamada, bilirkişi raporuna yapılan itirazların görmezden gelinmesinin Türkiye’yi, komşu ülkeleri ve hatta dünyayı tehdit edecek yıkımlar yaratacak sonuçlar doğurabileceği uyarısında bulunuldu.

Sürecin acilen durdurulması ve bilimsel yöntemlerle yeniden gözden geçirilmesinin zorunluluk olduğuna yer verilen açıklamada, bu açıdan Danıştay’da görülecek davanın son derece önem taşıdığı vurgulandı. Açıklamada, “Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından uygun bulunan Akkuyu NGS Projesi ÇED Raporu’nun, halk sağlığı yönünden kabul edilemez eksik ve yanlışlarla dolu olduğunu ve Danıştay’a açtığımız dava sonucunda iptal edileceğine olan inancımızı Türkiye ve uluslararası kamuoyu ile paylaşırız” denildi.

Basın Açıklamasının tam metni şu şekilde

Akkuyu Nükleer Güç Santrali Projesinden Vazgeçilmelidir!

Mersin ili sınırları içerisinde yer alan Akkuyu bölgesine nükleer güç santrali (NGS) kurulmasına dönük girişim, çevresel etki değerlendirme (ÇED) raporunun yayımlanması ile son aşamasına gelmişti. Öte yandan Türk Tabipleri Birliği, Türk Mühendisleri Mimar Odaları Birliği ve Türkiye Barolar Birliği ve Ege Çevre ve Kültür Platformu’nun ÇED raporunun iptali için açtığı davada da sona yaklaşılmış bulunuyor.

Bilindiği gibi ÇED süreci, çevreye olumsuz etkileri olacağı düşünülen tesislerin gerek olumlu gerekse olumsuz anlamdaki etkilerinin tesis kurulmadan önce belirlenmesi ve olumsuz etkilerinin en aza indirilmesi için yapılacak çalışmaları ve taahhütleri kapsamaktadır. Teknik boyutun ayrıntılandırıldığı Akkuyu NGS ÇED Raporu, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na teslim edildiği andan itibaren çok ciddi tartışmalara neden olmuştur. Şöyle ki;

– Raporun altında imzası bulanan mühendisler, rapor Çevre ve Şehircilik Bakanlığına sunulduğu dönemde, raporu hazırlayan şirketten ayrılmıştır. Bu nedenle imzalarının tartışmalı olduğu açık olarak bilinmektedir.

– Söz konusu projenin bir nükleer tesis olması nedeniyle, sağlık ve çevre etkilerinin özellikli ve yöntemsel olarak kabul edilebilir bilimsellikte tartışılması gerekmektedir. Raporda belirtilen niteliklere haiz bir tartışma yapılmamıştır.

– Raporda, özellikle nükleer atıkların geçici depolanması, devreden çıkarılması ve uzak bölgelere taşınması sırasında, insan sağlığı ve çevresel risklerle ilgili alınacak önlemler konusunda yeterli çözüm üretilmemiştir. Tesisin çalışmasının yaratacağı çevresel etkilerin ve atık yönetiminin her aşamasında, sağlığa etkilerinin tarafsız, ayrıntılı, hassas ve tatmin edici bir çerçeve ile değerlendirilmesi gereklidir.

Akkuyu NGS’si, sağlık açısından sadece kurulu olduğu bölgede değil, çok geniş bir alanda geri dönüşümü olmayan hastalıklara, kazalara ve ölümlere yol açabilecek yan etkiler oluşturma potansiyeli taşımaktadır. Bu tesisin, geleceğe yönelik bu etkilerini değerlendirmek, öngörmek ve bunların oluşumunu engellemek iddiası ile oluşturulan ÇED Raporu, içerik ve yöntem açısından bu tehditleri ayrıntılı olarak irdeleyip çözüm üretmekten uzaktır.

Mahkeme tarafından tayin edilen bilirkişiler de bu eksiklikleri görmelerine rağmen, adeta göz yummuş, kendileri ile çelişerek ÇED raporunda sorun olmadığını söylemişlerdir. Bilimsel bilgilere aykırı, hatalı ve eksik sonuç yazan bilirkişi değerlendirmesine itirazların görmezden gelinmesi ülkemizi, komşularımızı, gezegenimizi tehdit edecek yıkımlar yaratacak sonuçlara yol açabilir.

Sonuç olarak, Akkuyu NGS ÇED Raporu halk sağlığı açısından birçok yönüyle ciddi sorunlar, eksiklikler ve hatalar içeren bir değerlendirme sunmaktadır. En önemli eksiği ise, gerek yakın bölgelerde gerekse hammadde ve nükleer atıkların geçtiği uzak bölgelerde, insan ve çevre sağlığı üzerine yapabileceği olumsuz etkilerin ayrıntılı olarak incelenmemesi ve çözümler üretilmemesidir. Bu nedenle, hata ve eksikliklerle dolu ÇED raporuna Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın verdiği olumlu kararın hukuk tarafından onaylanarak Akkuyu NGS’nin faaliyete geçirilmesi halk sağlığı açısından geri dönüşü olmayan felaketlere davetiye çıkarmak anlamına gelecektir.

Son kez uyarıyoruz! Sürecin acilen durdurulması ve bilimsel yöntemlerle yeniden gözden geçirilmesi zorunluluktur. Yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelmek gibi sağlıklı birçok seçeneği olan ülkemizde, Akkuyu NGS projesi yatırımından vazgeçilmesinin, halk ve çevre sağlığı bakımından en uygun seçenek olacağı açıktır. Bu haliyle Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından uygun bulunan Akkuyu NGS Projesi ÇED Raporu’nun, halk sağlığı yönünden kabul edilemez eksik ve yanlışlarla dolu olduğunu ve Danıştay’a açtığımız dava sonucunda iptal edileceğine olan inancımızı Türkiye ve uluslararası kamuoyu ile paylaşırız.

Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi
Halk Sağlığı Uzmanları Derneği
Türk Tabipleri Birliği Halk Sağlığı Kolu”

11 Temmuz’da Nükleer karşıtları Akkuyu’ya!

11 Temmuz Akkuyu Keşfi için Büyükeceli’de santral girişindeyiz!

[Özel Haber] Akkuyu bilirkişi keşfi göstermelik mi?

Akkuyu Nükleer Santral Projesi’ni “AK”layan bir Bilirkişi raporu! – Pınar Demircan 

Akkuyu yer lisansının iptali davasına şipşak bilirkişi incelemesi! – Pınar Demircan 

 

(Antalya Ekoloji.org, TTB.org)

COP23 ‘ün ardından: ‘’Ben bu oyunu Bozarım’’, bozamadı… – Menekşe Kızıldere

6- 17 Kasım arasında süren, Almanya’nın Bonn kentinde yer alan, Fiji başkanlığında ama özde Almanya tarafından yürütülen 23. Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (BİMÇDS )taraflar konferansı (conference of parties, COP) sona erdi.

Badgelerimiz (giriş kartları) ile akşam yemeklerimizi yediğimiz ve dans ettiğimiz ve hatta bazen uyuduğumuz koşturması bol bir COP daha sona erdi. Biri bitip öteki başlayan yan etkinliler arasındaki koşturmacalar, ülke standlarındaki yerel kültür şovları ve bedava yiyecek içecek koşturmacası, genelde aynı sözlerin söylendiği ama yine de her nasılsa herkesin 4.dakikadan sonra bip bipplere rağmen konuşmasını sürdürdüğü ana görüşme oturumları, iklim olağan şüphelisi çok uluslu şirketlerin tatlış eğlenceli aksiyonlu etkinlikleri, bu yıl birbirinden uzak yerlere kurulan salonlar arasındaki bisiklet ve shuttle koşturmacası, geciken trenler, hiç tanımadığınız mavi, sarı, pembe badgerli insanlarla sanki yıllardır omuz omuza iklim mücadelesi veriyormuş gibi  yapılan small tallklar ve dedikodular hepsi bu yıl da sona erdi.

Ben kapanışı Etiyopyalı bir grup teyze ile Aşk-ı Memnu dizisini ve Kıvanç Tatlıtuğ’u konuşarak yaptım. Sayın Tatlıtuğ’un Ortadoğu ve Afrika’da nerede seçime girse başkan seçilme potansiyeline değinmeden geçemeyeceğim. Günün birinde Leonardo DiCaprio gibi iklim değişikliği işlerine girişirse hedef olarak bu bölgeyi seçmesini öneriyorum kendisine. Türkiyeli ünlülerin iklim değişikliği liderliği potansiyelini bir kenara bırakıp bu yılki iklim zirvesini ve Türkiye’nin durumunu iki haftaya bölerek aktarmak istiyorum. Şunu belirtmeliyim ki, önemli raporlar ve çıkışlar dışında genellikle insan hakları ve toplumsal cinsiyet konularını takip etmeye çalıştım. Bu konuları kayırdığımı düşünürseniz haklısınız, evet kayırıyorum.

Bir Fiji deyişi olan ‘talanoa’ arka planda bir şeyler gizlemeden hikaye anlatmak, konuşmak demek. Hatta konferansta çeşitli performanslar ve sözler için bir talanoa alanı bile kurulmuş durumda. Geçen yılki ‘kolaylaştırıcı diyalog ise yerini ‘talanoa diyaloğuna’ bıraktı.

Talanoa teması biraz da bu şeffaflık arzusunun simgesi gibi asında. Bu yıl COP alanı daha çok yan etkinliklerin yapıldığı ve ülke standlarının olduğu Bonn Zone ve Bonn’daki Birleşmiş Milletler binaları ve eski Almanya Parlamentosu’nun binasının kullanıldığı Bula (Fiji dilinde Merhaba) Zonn diye ikiye ayrılmıştı. Görüşmeler ve basın açıklamaları hatta medya merkezi Bula Zonn’da yer almaktaydı. Bu durumda Bonn Zone’un hakimi Fiji ve Bula Zone’un hakimi ise Almanya idi bile denebilir. Fiji başkanlığını görüşmelerde hissedemesek de özellikle ülke standları için ayrılan Bonn Zone’da her yerden çıkma ihtimali olan yarı giyinik şarkılı türkülü Fiji kültür şovları ile hissediyorduk. Almanya arka planda tüm görüşmelerin liderliğini yapadursun Fiji şovların başkanlığını yapıyordu. Hatta talanoa alanında gerçek Fiji çiçeği ve ağacı bile vardı.

COP23 ‘te ne oldu sorusunu bir takım alt sorular ve cevaplar ile aktarmaya çalışacağım    

     1. Gezegenin Trump talihsizliği sonrasında iklim görüşmelerinin son politik durumu nedir?

Bu yılki taraflar konferansı mottosu ‘’ Further, Faster Ambition Together’ yani hep beraber daha hızlı ve daha ileri.

Bu motto 2. yaşına giren Paris Anlaşması’nın artık bir geçerliliği olması için tarafların hızlanmasına yönelik bir ivme dokunuşu aslında. Çok geniş ve hukuksal olarak bağlayıcı olmayarak yoluna başlayan anlaşma artık yavaş yavaş tarafları sıkıştırmaya başladı. Üstelik anlaşma ile birlikte açılacak bir çok pazarda ciddi kar gören özel sektör ve özellikle çok uluslu enerji firmaları bu daralan alanda bir an evvel pazar paylarını yükseltme çabası içindeler. Bu da çok uluslu büyük şirketlerin olduğu ülkeleri proaktif bir şekilde karar mekanizmalarını etkileme çabasına sokuyor. Bu çaba ülke çıkarları açısından herkes için aynı sonuç demek olmadığı için bazı kararlar etrafında bazı ülkeler tek oya rağmen daha ‘eşit’ pozisyonda olabilmekte.

Bonn tam da bu ‘eşitlik’ için bir mücadele alanı. 2015’te kabul edilen anlaşma’nın teknik detaylarının görüşmesi 2018 yılına ertelenmişti. Önümüzdeki yıl Polonya’da yapılacak taraflar konferansında tüm hesapların kapatılması öngörülmekte. Bu yıl aslında Paris Anlaşması’nın çalışma programı hazırlanmakta. Bu program Paris Anlaşması Kurallar Kitabı olarak da adlandırılmakta. Paris her ne kadar kural koymasa da politik ve ekonomik olarak müdahillik gerektiren program bir çok ülke açısından bağlayıcı olacak.

Geçtiğimiz yıl Marakeş’te iki oturumda Paris Çalışma Programı görüşülmeye başlanmıştı. Ardından COP23 öncesi toplantılarda özellikle Mayıs ayındaki Bonn toplantılarında program tekrar görüşüldü. Kurallar kitabı COP24’e kadar tamamlanmış olmalı. Her ne kadar ABD’nin anlaşmadan çekilme kararı olumsuz bir etki yaratsa da Paris Anlaşması’nın yürürlüğüne yönelik program planlandığı gibi ilerlemekte. Üstelik konferansa katılan ABD delegasyonu ülke içi demokrasiden aldıkları güçle her ne kadar üst yönetim tam tersi davransa da yereldeki bağımsız otoriteler olarak Paris Anlaşması’nın arkasında olduklarını bildirmekteler. Tüm toplantılarda ABD heyeti iklim mücadelesi kararlılıklarını vurgulamakta.

COP23 ‘ün en enteresan politik olaylarından biri Suriye’nin anlaşmaya taraf olması oldu. Böylece ABD üst yönetimi bu konuda yalnız kaldı. ABD ise iki farklı kutupta varlık gösteriyor izlenimi yaratmakta. Yerel yönetimleri birçok yerde hala varız dese de Merkez Yönetim Trumpvari şovlarla kendini göstermeye devam etti. Örneğin Kaliforniya’nın Terminatör Valisi Arnold Schwarzenegger, Dünya Sağlık Örgütü ile yapılan bir yan etkinlikte ‘hastala vista baby kömür’ derken ABD merkez yönetimi temiz kömür ve nükleerin faideleri üzerine bir yan etkinlik düzenlemekteydi. Bu yan etkinlik başta ABD’li katılımcılar olmak üzere COP23 katılımcıları tarafından dillere destan bir eylem ile protesto edildi. Hınca hınç doldurulan salon, oturum başlar başlamaz hep birden ayağa kalktı ve marş söyleyerek oturumu terk etti. Kimse kalmayınca da oturum gerçekleşemedi. İşte gerçek rest ve terk ediş budur.

Paris Kurallar Kitabı sindire sindire görüşülürken sokaktaki heyecan görüşmelere pek yansımadı. Kendi koalisyon dertleriyle muzdarip Almanya, kendini tekrar edip beklenen adımları atmazken, bol pudralı bir şovla gelen Emmanuel Macron ise daha 2015 yılında Fransa’nın her yerde dile getirdiği karbon vergisi fiyatını dillendirdi temcit pilavı misali.

Bunun yanında Fransa’nın nükleerden çıkış planlarına ilişkin tek bir ses bile duyulmadı. Karbon liderlerinin zayıf kalışı elbette herkesi etkilemiş oldu. Maalesef bu yılki ileri, hızlı ve beraber mottosu pek tutturulamadı. Eski hesaplar istenildiği gibi kapatılamadı ve birçok konunun danışma süreci kapatılırken kararları sonraki COPlara bırakıldı.

     2.Şovların başkanı Fiji temsil ettiği iklim mağduru ülkelerin durumunu aktarabildi mi?

Taraflar konferanslarında ev sahibi ülkenin veya bölgenin politik öncelik ve aciliyetleri diğer konulara oranla ön plana çıkmaktadır. Bu konular ile ilgili daha fazla tartışmanın yürütüldüğüne şahit oluruz. Bu yılki ev sahibi Fiji de iklim değişikliğinden direk etkilenen ve en fazla zarar gören tüm ülkelerin bir temsilcisi aslında. Bu ülkelerin çoğu iklim değişikliğine insan katkısı bakımından etkisi en az olup, iklim değişikliğinden en fazla etkilenen ülkeler.

Fiji geçen yıl Winston Kasırgası’nda üke gayri safi yurt içi hasılasının üçte birini kaybetti. Fiji gibi iklim değişikliği ile birinci derecen yüz yüze olan ülkeler için görüşmeleri yönetmek oldukça önemli. Aciliyetlerini önceliklendirebilme için Bonn iyi bir fırsat. Bu ülkeler içinde bulundukları durumu tıpkı talanoa deyişi gibi yüz yüze ve açıkça diğer taraflara hem de insani bir dokunuşla iletmekteler,  aksi takdirde bu yılki konferans sadece teknik konuların ele alındığı bir konferans olacaktı.

Paris Kurallar Kitabı hazırlanırken iklim mağduru ülkeler Fiji önderliğinde şu konuların netleştirilmesini talep ediyor:

*2020’ye kadar iklim finansmanı altında söz verilen 100 milyar ABD Doları her yıl özellikle mağdur ülkeler ulaştırılmalı

*iklim risklerinin yönetilmesi ve iklim direnci oluşturulması karara bağlanmalı

*ülkelerin bildirdiği karbon azaltım taahhütleri (NDC) revize edilmeli

Bunun yanı sıra kayıp ve zararlar için kurulan mekanizmanın da tam tam destek alması gerektiği vurgulanmakta.

Fakat görüşmeler boyunca ne kayıp-zarar konusu ne de finansal beklentiler istenildiği gibi ortaya konulmadı. Kendini tekrar eden tartışmalar ve konuşmalar ek olarak sadece konunun önem ve ehemmiyeti vurgulandı çok kez. Ben bu konuşmaları müsaadenizle ‘climatewash’ (iklim yıkaması) olarak adlandırmak istiyorum. 

     3.Hak, hukuk, eşitlik taleplerinden ne haber?

Bu yıl da heyecanla neredeyse tüm toplantılarını takip etmeye çalıştığım konular insan hakları ve toplumsal cinsiyet eşitliği oldu.

İnsan hakların sözünün Paris Anlaşması’nda yer alışı aslında anlaşma’nın en büyük başarısı. Bu yıl görüşmelerde İnsan Hakları Evrensel Sözleşmesi altında, insan hakları Paris Kurallar Kitabında anlaşma’nın kendisinden daha net bir şekilde yer alacak gibi.

COP23’te buna ilişkin bir karar alınmadı fakat özellikle sivil toplum COP23 boyunca bu alanda oldukça radikal örneklerin olduğu etkinlikler yaptı. Devletlerine iklim değişikliğine sebep olmaktan dava açan iklim mağduru ülke vatandaşları, kuşak hakları ihlal edildiği için kendi devletlerini dava eden çocuklar ve gençler, çok uluslu büyük şirketlere dava açan yerel halklar birebir konuşma ve mücadelelerini nasıl bir adım öteye götürdüklerini anlatma fırsatı buldu.

Beni en çok bu toplantılar mutlu etti. En gerçek sözleri burada duydum üstelik sadece durumun vahametini anlatmayıp hesabını da soran üzgün ama bezgin değil öfkeli insanları görmek umutlandırdı.

10-11 Kasım’da yapılan toplantı ve görüşmeler neticesinde özellikle kadın organizasyonları Toplumsal Cinsiyet Aksiyon Planı’nın Paris Çalışma Programında karar olarak yer alacağı müjdesini verdiler.

14 Kasım 2017’de günün sonunda yapılan son ana oturumda diğer başlıklar ile birlikte BİMÇDS uzunca bir zamandır tartışılan Toplumsal Cinsiyet Eylem Planı’nı (Gender Action Plan, GAP) kabul etti. Özellikle kadın organizasyonları ve sivil toplum kuruluşları bu alanda yıllardır böyle bir plan çıkması için mücadele vermekteydi. En sonunda bu mücadele geniş kapsamlı ve geliştirilmeye açık bir eylem planının kabul edilmesi ile ivme kazandı. Bu karar kesinlikle bu alandaki nihai  başarı değil çünkü alınacak o kadar uzun bir yol var ki. Bu mücadele temelde bir hak ve eşitlik mücadelesi bu sebeple tüm hak ve eşitlik mücadeleleri gibi karşısında çıkar odaklı iktidar sahipleri ile karşı karşıya. Üstelik bu durumda  bir de  ‘erkeklik’ ve sinsi cinsiyetçilik de bu iktidarın tam kalbinde yer almakta. Kadınlar, sadece kendi adlarına değil toplumsal cinsiyet eşitliği adına zor bir kazanım elde ettiler.

“Peki nedir bu eylem planı ve daha öncesinde nedir bu cinsiyet iklim bağı?” çok kısa bir şekilde buna değineyim.

Kadınlar iklim değişikliği ile mücadele de, politika, bilim, görüşmeler, savunuculuk ve finansal çözümlerde başlıklarında da eşit haklar talep ediyor. Bu alandaki en temel eşitsizlik temsiliyet konusunda. Kadınların yerine, sadece erkelerden oluşan grupların konuştuğu karar aldığı o kadar çok yaşandı ki. Kadınların özne değil araç hatta meta olduğu o kadar çok oldu ki. Teknik konularda dışarıda bırakıldıkları hatta uzun ve saçma açıklamalara maruz kaldıkları o kadar çok oldu ki… Bu yüzden öfkeliler. İklim değişikliğine karşı mücadele için çaba gösteren kadınlar bu sebeple daha fazla öfkeliler. Aynı mücadeleyi aynı çabayla verirken neden eşit değiliz, diye sormakta çok haklılar. Hem gezegeni yok edip hem de bizi yok saymaya devam edemezsiniz demekte çok haklılar.

Toplumsal Cinsiyet Aksiyon planı bir SB46 uygulaması olarak COP22’ye sunuldu. COP22 ise Lima Kararlarını 2019’a kadar uzatma kararı aldı. Ardından yapılan iki günlük bir çalıştay ile Aksiyon Planı oluşturuldu. Bu çalıştaya ise hem BİMÇDS hem kadın Organizasyonları katıldı.

Aksiyon Planı hedefleri şu şekilde belirlendi;

  • Bu alanda kapasite geliştirme, bilgi paylaşımı ve iletişim geliştirme
  • Cinsiyet eşitlikçi katılım ve kadın liderliğinin desteklenmesi
  • BİMÇİDS ve BM arasında bu kararlar ile ilgili olarak en yeni ve ilerici kararın kabulü bağlantısı
  • Cinsiyete duyarlı uygulamalar ve Paris’in uygulanmasında cinsiyete duyarlı kararların alınması
  • İzleme ve raporlama.

Aslında bu plan toplumsal cinsiyet politikasını ana akımlaştırıp tüm kararlarda gözetilmesini hedeflemekte. Ayrıca cinsiyet hassasiyeti olan iklim aksiyonu ve iklim politikası da ana hedeflerinden birisi. Bu plan ile birlikte tüm BİMÇDS mekanizmaları uzun vadede etkilenecek. Üstelik daha önceki kararlar gibi alınıp bir köşede tutulacağa da benzemiyor.

Toplumsal cinsiyet sürekli finans konusu ile birlikte karşımıza çıkmakta. Geçtiğimiz konferanslarda iklim finansmanı konusu ile birlikte ele alınmaktaydı bu yıl ise durum daha da somutlaşmış bir halde. Artık proje kredilendirmede şart olan toplumsal cinsiyet faydası kriteri bir kredi standardına dönüşüyor. Hatta buna ‘gender credit’ (cinsiyet kredisi) adlandırması bile yapanlar var.

Bu konuda en profesyonel yaklaşımı ise WOCAN isimli kurum geliştirmiş durumda. Kadınlara yönelik geliştirilen program ve projelerin, kadınların hayatına pozitif etkisini ve artı değerlerini ölçmek için W+ isimli bir standart geliştirmişler. Şimdilik bu standart kredilendirme için sınırlı sayıda kullanımı olan bir standart gibi gözükse de aslında bu alanın finans alanı ile nasıl hızla iç içe  girdiğine çok iyi bir örnek.

İklim finansmanına kim ulaşır tartışmaları bir tarafa, iklim finansmanına nasıl ulaşılır için oldukça açıklayıcı. Belki de gelecek birkaç yılda iklim finansmanına ulaşmak, toplumsal cinsiyet kriterlerini sağlamadan mümkün olmayacak. Tabiki bu gelişmeler bir taraftan endişe de vermekte. Hem iklim hem kadınlar için samimi çözümler yerine tamamen pazar odaklı çözümler sunması ve kadın sorunlarının finansal bir araca dönüşmesi tehlikesi var.

Üstelik genderwash (cinsiyet yıkaması) potansiyeli de oldukça yüksek olan bir tartışma bu. Yine de iyi ki kadınlar var. COP23 en güzel sonucu cesur kadınların çabası ile ortaya çıkan bu karar oldu.

  1. BİMÇİDS’nin Tatar Ramazan’ı Türkiye bu oyunu bozabildi mi?

 Türkiye’nin çözülmeyen iklim finansmanına erişim talebi henüz görüşülebilmiş değil. Almanya Bonn’da Türkiye’nin bu sorunu için arabulucu olma görevini üstlendi. Fakat Türkiye’nin bu talebine Başta Brezilya ve G77 ülkeleri olmak üzere birçok iklim fonundan faydalanan ülkeler şiddetle direnç göstermekteydi. Yeşil İklim Fonu pastasından alacakları payı nüfus ve ekonomik potansiyeli açısından orta boy bir dev olan Türkiye ile paylaşmayı istemiyor bu ülkeler. Fakat COP24 öncesi Paris Çalışma Programı işlemeye başlarken kimse geçmişten gelen sorunların hızlı ve tutkulu gidişi gölgelemesini istememekteydi.

Hem BİMÇDS, hem ilgili ülkeler çözüm ne yönde olursa olsun çözümsüz kalmak istemiyordu. Bu sebeple ikinci hafta Türkiye’nin önüne, finans sorununu çözmek üzere hiçbir COP’ta görülmemiş özel bir Türkiye kararı taslağı geldi. Üç maddelik taslak Türkiye’nin tam olarak Yeşil iklim Fonu’na ulaşımını sağlamasa da bu fonun diğer işbirliği ya da ortaklıklardaki fonlara engel olmayacağını karar altına alıyordu. En önemlisi yılardır bitmeyen EKler sorununu, özel koşullarını bir COP kararı ile tanıyarak çözmüş olacaktı. Bu taslak büyük fon sağlayıcılarının desteği ve arabulucu Almanya’nın çabası sonucu ilgili taraflara sunulmuştu. Fakat fon pastasını paylaşmayı istemeyen başta Çin ve Brezilya yanlarına G77 birliğini de alarak karşı çıktılar ve bu karar alınamadı. Arabulucular bu tarafları ikna edemedi. Türkiye ise Yeşil İklim Fonuna tam üyelikte ısrar ederek orta yolda buluşmadı.

Türkiye Delegasyonu geçmiş COPlarda olduğu gibi son kez söz aldığında gücenmişliğini ifade etti ve çözümsüzlüğe karşı Paris Anlaşması’nı parlamentosundan geçirmeyeceği kartını tekrar açtı. Türkiye’nin Paris’i uygulamaya alması BİMÇDS ya da her bir tarafı ne kadar ilgilendirir tartışılır fakat ABD’nin Star Wars kahramanı Anakin Skywalker (Darth Vader) kadar yalnızlaştığı bu Paris’ten çıkış şartlarında BİMÇDS karanlık tarafa destekçi kaptırmak istemiyor ve Türkiye’de bunun nasıl bir hazin yalnızlık olduğunun farkında.

Türkiye kendisi ile aynı ekonomik şartlara sahip Brezilya ve Çin’in ulaşabildiği fonlara ulaşırken Yeşil İklim Fonu’nun ayak bağı olmaması talebinde son derece haklı. Ekler düzeni ve arafta kalmış özel şartlar hali ile grupsuz ve yalnız bırakılmış olmanın isyanında da haklı. Tatar Ramazan edasıyla bunu ifade edişi de haklı fakat Türkiye’nin kendi içindeki iklim politikası ve otoritelerin farklı çıkar ve taleplerinin çatışması sebebi ile bir devlet olarak net ve kapsayıcı bir politika izleyememesi elini zayıflatıyor.

Özellikle Sayın Çevre Bakanı Özhaseki’nin COP sonrası demecine ilişkin haberlere bakınca durumun vahameti daha da ortaya çıkıyor. Yanlış bilgiler, bükülmüş politik ifadeler ve en tehlikelisi dış politikada prestij meselesi de olan bir konunun iç politika sularına çekilmesi…

Bu tehlikeli sulardan ivedilikle sağlam bir iklim politikası ve sorunların çözülmesi için doğru stratejilerin izlenmesi koşullarına dönmek gerekli. Aksi takdirde Türkiye’nin COP mottosu olan ‘discover the potential’ (potansyeli keşfet) beklentisinin, yine bir Star Wars Filmi mottosu olan ‘dark side awakens’ (karanlık taraf uyanıyor) sonucuna ulaştığına üzülerek şahit olacağız.

Bir koca COP23 özeti olduğu için uzun oldu, sonun kadar okuyanlara minnet ve şükranlarımı özellikle iletiyorum.

Umutla…

 

Menekşe KIZILDERE

Kadın iklim aktivisti / mühendis