Ana Sayfa Blog Sayfa 2969

“Bu dava siyasidir!”: Akkuyu NGS ÇED iptal davasından değerlendirmeler

Akkuyu Nükleer Güç Santrali (NGS) Projesi’ne itirazlar  sayesinde Türkiye’de sivil toplum örgütleri sık sık fiziken de bir araya geliyor.

Hatırlarsanız Akkuyu NGS Çevre Etki ve Değerlendirme(ÇED) raporu, iki kez  reddedilişin ardından 3 Aralık 2014 tarihinde Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in ziyaretine denk getirilerek son haliyle 3.000 sayfa olsa da je(s)t gibi onaylanıvermişti.

Anayasaüstü niteliğiyle sivil toplumu karar sürecinin dışında tutmayı amaçlayan anlaşmanın karşısındaki direniş ise bugün hukuki boyutuyla kurum temsilcilerinden ve bireylerden oluşan 82 yurttaşın açtığı davalarla devam ediyor.  En son ÇED onayının iptaline yönelik açılmış olan bu davanın öncesinde 11 Temmuz 2016  ve 5 Aralık 2016 tarihlerinde Bilirkişi İncelemeleri gerçekleştirilmiş  nihai rapor ise mart ayında kamuoyuyla paylaşılmıştı.  Raporun bilimsel içerik taşımaması bir yana  “ÇED raporunda yazdığı gibi uygundur”  ifadeleriyle dolu olması hatta ÇED’e methiye niteliği taşıdığı  açık ve netti. Dolayısıyla ÇED İptal Davası’nın da farklı olacağı beklenmiyordu, ancak bu haber-yorum yazısıyla  tarihe not düşmek adına “Toplumsal Sonuçları olacak bir projenin siyasi Dava şeklinde görüldüğü”ne dair ortak değerlendirmeleri sunmak insani görevimiz.

Dava bu kez Mersin’de değil Ankara’da! 

Nihayet 22 Kasım günü de 40 yıllık nükleer karşıtı mücadele açısından tarihi önem taşıyan bir başka gün olarak sivil toplumu Ankara’da bir araya getirdi. Akkuyu ÇED İptal Davası’nın Türkiye Barolar Birliği(TBB), Türk Mühendis ve Mimarlar Odaları Birliği (TMMOB), Türk Tabipler Birliği(TTB) dosyalarıyla  görülmesine 30 dakika gecikmeyle sabah 10:00’da başlandı. Gecikmenin nedeni, Davacı tarafın, nihai raporuna  itibar ve itimat  etmemesi nedeniyle bilimsel beyanlarına başvurulması için    N.Bülent Damar, Oğuz Türkyılmaz,Prof. Dr. Ali Gökmen, Prof.Dr. İnci Gökmen ile TTB Uzmanı Doç.Dr.Cavit Işık Yavuz’dan oluşan aynı zamanda her biri TMMOB üyesi olan uzman  kadronun hakim tarafından dinlenip dinlenmemesi tartışması oldu. Davacılar 11 Temmuz Bilirkişi İncelemesi’nde de Yargı tarafından atanan bilirkişilerin haricinde Nükleer Fizikçi Prof. Dr Hayrettin Kılıç’ın görüşlerinin dinlenmesi talebinde de ısrarcı olmuş ve bu ısrar neticesinde Prof. Dr Hayrettin Kılıç dinlenebilmişti.

Mahkemede ilk olarak meslek birliklerinin dava dosyaları görüldü. Türkiye Barolar Birliği Çevre Komisyonu’nun üyesi olan avukatlardan TBB adına Av. Arif A.Cangı ile  Av.İsmail Hakkı Atal,  TMMOB adına Cömert Uygar Erdem ile Av. Nurten Yakış ve Türkiye Tabipler Birliği adına Ziynet Özcelik itiraz dilekçelerini  yazılı ve sözlü olarak sundular.  Salonda davalı Rosatom Şirketi tarafının Avukatı Salih Çelen ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın Avukatı Zeynep Erben, Bilirkişi incelemelerinde olduğu gibi yine Davacıların karşı tarafında yan yana konuşlandı.

ÇED iptaline ilişkin Dava süreci hukuka aykırı işliyor!  

TBB ve TTB avukatları ilk olarak Bilirkişi inceleme raporunun yanlı hazırlandığına ve neticeyi tanımadıklarını Bilirkişi incelemesinin tekrarlanmasını gerektirecek kadar geçersiz olduğuna ilişkin görüşlerini aktardı . Avukatlar, Cumhurbaşkanının ÇED Davasından bir gün önce nükleer santralin  kurulmasının engellenemeyeceğini açıkça yayın organlarından duyurmasının,  Bilirkişi İncelemelerinin nihai sonuç raporundaki yanlı kararla örtüştüğünün altını çizerek ÇED iptaline ilişkin dava sürecinin hukuka aykırı bir şekilde ilerlediğine dikkat çektiler. Av. Cangı Cumhurbaşkanının  bu ısrarının “Bindik bir alamete gidiyoruz kıyamete!” anlamı taşıdığını ifade ederek  uzmanların bilim insanlarının ortaya koyduğu tolere edilemeyecek risklerin varlığının inkar edildiğini ifade etti. Avukatlar tek tek kendi dava konularında tatminkar sonuç vermeyen, ÇED’in bir an önce onaylanarak projenin devam etmesi için verilen Bilirkişi inceleme raporuyla  ÇED’e  yönelik argümanlarını güncel verilerle tekrar yöneltti.  

Bu çerçevede Davacı vekillerden Av. Cangı Akkuyu NGS’nin Suriye, Irak, Filistin ve diğer Ortadoğu ülkelerindeki çatışmalar göz önüne alındığında Akkııyu NGS’nin yerinin, taşıdığı saldırıya açık bir menzilde olduğunu, kaza ve patlama gibi olası felaketler, ulusal güvenlik için büyük risk taşıdığına dikkat çekti.

“Avrupa’da bu gün tespit edilen radoaktivitenin kaynağı Akkuyu NGS Proje’sinin sahibi Rosatom’dur!”

Akkuyu NGS Projesinin sahibi Rosatom’un yetersizliklerine dair örnekler paylaşan Av.Cangı, son bir aydır Avrupa’da pek çok ülkeyi meşgul eden radyoaktif izotopların varlığına  ve bunların müsebbibinin Akkuyu NGS projesinin %51den aşağı olmayacak şekilde sahibi bulunan Rusya Devleti’nin kuruluşu olan Rosatom Şirketi’nin olduğunun anlaşıldığını söyledi. Tesisin de 29 Eylül 1957 yılında meydana gelen Mayak Nükleer Santral kazasıyla geçen ve Avrupa sınırına 30 kilometre mesafedeki bugün hala radyoaktif olarak kirli Kyshtym Şehri’ndeki Mayak Nükleer Santrali  olduğuna işaret etti.

Rosatom şirketinin başarısızlıklarından örnekler de veren Av. Cangı, geçen sene kasım ayında Rosatom’un  Akkuyu’da kurulmasını öngördüğü henüz dünyada denenmemiş VVER 1200 tipi reaktörün jenaratörünün arızalanmasına  değinerek, gerçek deneyin Akkuyu’da  kurularak gerçekleştirileceğini söyledi. Rusya’da işletmede olan reaktörlerde meydana gelebilecek tasarım ve ötesi (tahmini tasarım) senaryolarının  yetersiz olduğunu, reaktör içinde ve dışında meydana gelebilecek kazaların analizinin yapılmadığını hatta, bazı reaktörlerde hala acil durum otomatik durdurma sistemi olmadığını aktardı. Rosatom şirketinin yetersizliklerinin bu davanın konusu olmadığı iddiasıyla itiraz eden Savcının karşısında Av. Cangı  proje sahibinin yetersizliklerinin bilinmesi gerektiğini  belirterek ÇED sürecinin esasen bir  “Taahhütler manzumesi” olduğunu, bu nedenle proje sahibinin taahhütlerini yerine getirme alışkanlığı olup olmadıgının ÇED dosyasını ilgilendirdiğini ifade etti. Başta kabul edilmeyen beyanat heyet tarafından bu açıklamalarla kapsama alındı.

“Akkuyu NGS Bilirkişi raporu bilimsel değildir!”

Av. Atal ise  Akkuyu NGS’nin iklim değişikliği bağlamında oluşabilecek tehlikelere yönelik hiçbir hazırlık yapılmadığını, raporun  Bilirkişilerin tsunami ile deniz seviyesindeki önlenemez daimi yükseliş arasındaki farkı bile bilmediklerini gösterdiğini, sadece bu nedenle bile Bilirkişilerin hazırladığı raporun kabul edilemez olduğunu açıkladı.  Akkuyu NGS‘nin eski müdürü Faruk Uzel’in bile ayrıldıktan sonra yaptığı açıklamalarda “Zemin kodunun 1 metre  altında su sızmasını engeleyemeyen bir teknik altyapı yetersizdir, bu firmada çalışmaya devam etmem mümkün değil” beyanlarını  aktararak  firmanın yetersizliklerine değindi.

Avukatlar,  Akkuyu NGS’deki sahte imza skandalını  da hatırlatırken Akkuyu NGS’yi kurma planı yapan Rosatom’un hiç bir nükleer santralinde Fukuşima’daki gibi ciddi bir kaza olması durumuna  karşı altyapısal anlamda hazırlıklı olmadığını,  gerekli olan acil soğutma suyu sisteminden, yedek dizel jenaratörlerin iflası durumunda alınması gereken en son müdahale önlemlerinden bihaber olduğuna vurgu yaptı.

 “Akkuyu NGS  siyasi iktidarın diplomatik ilişkileri çerçevesinde verdiği sözdür!”

Yeşil ve Sol Parti  ile müdahilleri arasında Sinop Çevre Dostları Derneği’nin de yer aldığı EGEÇEP’in  davacı olduğu dosyanın  bireysel müdahillerinden Prof. Dr. Beyza Üstün’ün  ÇED Davasına ilişkin yorumu ise davanın siyasi olduğu ve siyasi iktidarın diplomatik ilişkileri çerçevesinde Rusya’ya bir takım sözler verildiği için  nükleer santral kurmaya çalıştığı  şeklinde oldu  zira Cumhurbaşkanının Davadan önceki gün “Ne olursa olsun nükleer santrali yapacağız !” çıkışı da bu anlamı taşıyor. Bununla birlikte   Türkiye’nin nükleer klubün de bir üyesi olmayı hedeflediğini fakat nükleer klup üyesi olunca büyük devlet olunmayacağını  nükleer silah sahibi fakat  gelişmiş bir ülke olmayan Pakistan’a bakarak anlamak mümkün görüşünde olan Prof. Dr. Üstün’e göre sermayenin doğal alanlarda kısıtlı hamle imkanı kaldığı için nükleer santral projesinin hayata geçirilmesiyle nükleer atık gömü alanlarının meşrulaştırılması sözkonusu.

ÇED iptal edilmezse, durum  Danıştayın da siyasi iktidar tarafından ele geçirilmiş olduğu şeklinde okunabilir

EGECEP’in dava dosyası kapsamında müdahil olan önceden Mersin Milletvekili bu dönem İzmir HDP Milletvekili Ertuğrul Kürkçü ise  ÇED İptali Davasının  Mersin’de değil Ankara’da görülmesinin maksatlı olduğuna dikkat çekti, bu şekilde halkın davaya olan ilgisinin ve katılımının da düşürülmesi amaçlanmış bulunuyor. Kürkçü, bu günkü ÇED Davası süresince Davacıların dinlenmesinde gerekli özenin gösterilmediğini, mahkeme salonunda Davacılar arasında farklı dönemlerde Mersin’de milletvekilliği yapan 3 milletvekilinin (CHP,HDP, MHP) Mersin’deki ilçelerde %70 e yakın bir temsil  sahip olarak mahkemede bulunmalarına rağmen dinlenme konusunda gereken alakanın gösterilmediğini sözlerine ekledi. Kısacası bu dava Akkuyu NGS hakkındaki şimdiye kadarki tüm dava konularının etraflıca ele alındığı, uzmanların, bilim insanlarının  görüşü doğrultusunda  ÇED’e  yönelik tüm itirazların bir kez daha sabırla dile getirildiği bir dava oldu. Dolayısıyla Kürkçü’ye göre bu ÇED iptal edilmezse, durum  Danıştayın da siyasi iktidar tarafından ele geçirilmiş olduğu şeklinde okunabilir.

EGEÇEP’in Davacı olduğu dosyanın bireysel müdahilleri arasında eski  İstanbul HDP Milletvekili Sabahat Tuncel ile eski İstanbul CHP Milletvekili Melda Onur da bulunuyor.

“Akkuyu Danıştayın vicdanına  kalmıştır!”

Nihayet Mersin Milletvekili Aytuğ Atıcı bugün Davacı tarafların ellerinden  geleni yaptıklarını, uzman görüşlerini, bilim insanlarının , toplumun tavrını en net biçimde ortaya koyduklarını, kendi vicdanlarının rahat olduğunu geriye kalan tek faktörün karar vericilerin vicdanı olduğunu ifade etti. Ancak Dr. Atıcı’ya göre ÇED raporları için 3 ay içinde dava açılmazsa ÇED’in olumlu kabul edileceği yönündeki açıklamalar siyasi iktidarın zihniyetini gösteriyor.  Yani ÇEDin iptal edilmemesi ihtimali yüksek.

Vebali ağır…Etkisi yüzbinlerce yıl sürecek!

Tüm bu aktardıklarımız çerçevesinde görüldüğü üzere Akkuyu için yeniden nefesler tutuldu, bir umutla 15 gün sonra açıklanacak netice bekleniyor. Genel olarak  davadan beklenti ÇED’in iptali olsa da  Davacı vekiller bu mahkemenin sonucunun Bilirkişi İncelemesinin nihai raporuna dayandırılmasına şiddetle karşı . Zira girişte de belirttiğimiz gibi nihai bilirkişi raporu ÇED’e methiye şeklinde hazırlanmıştı. Bu durumda Davacı vekillerin çaresizce tek temennisi Bilirkişi İncelemesinin yeniden yapılması olurken bize de başta söylediğimiz gibi tarihe not düşmek kalıyor.

Sonuç olarak, siyasi iktidarların ömürleriyle kıyaslanamayacak kadar uzun süre etkisini sürdürecek olan kansere ve genetik mutasyona yol açan nükleer kazalarla ya da işletim sürecindeki sızıntılarla, salımlarla açığa çıkan  izotopların; 100 bin de değil 1 milyon yıl muhafaza edilemesi gereken nükleer atıkların bu toprakların sınırlarına girmesine dönük bir adım daha işte bu 15 gün içinde atılabilir.  Bu adım atılırsa, siyasi iktidarın  ödeyeceği vebal büyük… Oysa bu gün ve gelecek nesillerin sağlıklı yaşam hakkını gasp etmeyecek  yaşam biçiminin olduğunu hatırlatırcasına güneş her gün yeniden doğuyor!

 

Pınar Demircan 

(Yeşil Gazete)

 

Mağaracıların çabası sonuç verdi: Koyunbaba mağarasına taş ocağı için “Çed gereklidir” kararı

Kırklareli’nde özellikle de Istrancalar bölgesinde çok sayıda faaliyette olan, bir o kadar da yeni açılmak istenen maden ocakları ve kırma eleme tesisleri bölgenin emsalsiz güzellikteki mağaralarını tehdit etmeye devam ediyor.

Koyunbaba Mağarası. Bir yanda 2017, diğer yanda 1985’ten iki kare

Kırklareli’nden gazetemize bölgeye dair haberler ve yazılar ileten gönüllü muhabirimiz Göksal Çidem de son 2 yazısında bu konuyu ele almıştı. Çidem’in 3 Kasım tarihinde yayımlanan, “Istrancalardaki yarasaların çığlığına gönüllü mağaracılardan destek” yazısında belirttiği destek olumlu sonuçlarını da göstermeye başladı.

 

2008-2009 yıllarında bölgedeki biyosfer rezerv alanı çalışmasında toplam 26 mağarada inceleme yapan ekibin başındaki Dr Emrah Çoraman sosyal medya hesabından, “İyi haberler: Koyunbaba Mağarası için başlattığımız girişim hakkında olumlu bir cevap aldık. Taş ocağı için “ÇED gerekli” kararı alındı. Tabii ki bu bir sonuç değil; takibe devam! Yaşasın yarasalar. Foto: Metin Albükrek: Mağara ağzının öncesi ve sonrası” notunu paylaştı.

Koyunbaba Mağarası’nın 1985 yılındaki durumuna dair iki fotoğraf

Doç. Dr. Çoraman’ın çalışmasını da içeren ve Koyunbaba Mağarası dışındaki mağaralardaki durumu da aktaran bilgiyi ise Göksal Çidem’in 16 Kasım tarihli “Istranca dağlarındaki mağaralar taş ocaklarının tehdidi altında” yazısında bulabilirsiniz.

 

Koyunbaba Mağarası’nın sol ve sağ girişleri. 2. fotodaki sol giriş şu an kapanmış durumda. Fotoğraf 1985 yılından

Koyunbaba Mağarası için taş ocağına ilişkin “ÇED gereklidir” kararı alındığı bildirimi konuya dair şikayet başvurusunda bulunan Galeri Mağara Araştırma Grubu, Bümad, İtumak ve diğer mağara gruplarına geldi.

Koyunbaba Mağarası’nın 2017 yılı Ekim ayından görüntüsü

Göksal Çidem ise bu kararın alınmasına giden süreci şu şekilde özetledi

“Emrah hocalarla 2012 yılında işbirliği yaparak, onların ve Trakya Üniversitesi Biyoloji bölümünün  hazırladığı raporları ilgili kurum ve kuruluşlara göndererek Dupnisa Mağarasının kurtulması sağlanmıştı.

Bunun sonucunda Bakanlık adına bana teşekkür yazısı yazmışlardı. Bakanlık yetkililerini akademik verilerle bilgilendirildiğinde ben sonuç alacağımıza inanıyorum. Yapılması gereken tek şey tespit edilen mağaraları koruma altına almak. Bu kadar basit işte”

2012 yılında yapılan araştırmada Koyunbaba Mağarası’nda 11 farklı yarasa türünün kullandığı tespit edilmişti. Mağara, yarasalar tarafından hem yaz aylarında yavrulamak, hem de kış aylarında kış uykusu için kullanılmakta. Şu ana kadar tespit edilen en yüksek popülasyon büyüklüğü yaklaşık olarak 30,000 birey. Mağarada tespit edilen türlerin ikisi, Mehely Nalburunlu Yarasası (R. mehelyi) ve Uzunayaklı Yarasa (M. capaccinii), Uluslararası Doğa Koruma Birliği (IUCN) tarafından türleri tehdit altında olarak (Hassas) listelenmiş. Ayrıca mağarada tespit edilen türlerin tümü, Türkiye’nin de taraf olduğu Bern Sözleşmesi tarafından koruma altına alınmış durumda.

 

(Yeşil Gazete)

Büyükada davasında Af Örgütü’nün Türkiye yöneticisi Taner Kılıç’ın tutukluluğu devam edecek

Büyükada’da 5 Temmuz 2017’de yapılan toplantıya ilişkin insan hakları örgütlerinin temsilcilerinin de aralarında bulunduğu 11 sanığın yargılandığı davanın ikinci duruşmasında ara kararını açıklayan mahkeme heyeti Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı Taner Kılıç‘ın tutukluluğuna devam kararı verdi.

Bylock kullandığı iddiasıyla İzmir’de tutuklu bulunan Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi Başkanı Taner Kılıç duruşmaya sesli ve görüntülü bilişim sistemi (SEGBİS) ile bağlandı.

İstanbul 35. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yapılan duruşmada tutuksuz 8 hak savunucusu katıldı. Davanın sanıklarından Alman vatandaşı Peter Frank Steudtner ile İsveç vatandaşı Ali Ghravi ise yurtdışında oldukları için duruşmaya katılmadılar.

Savunmasında Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi Başkanı olduğunu, aynı zamanda avukat ve insan hakları savunucusu olduğunu belirten Kılıç, dernek ve sivil toplum kuruluşlarının çalışmalarına ilişkin bilgiler aktardı. Bu kapsamda yıl içinde irili ufaklı çok sayıda toplantılar yaptıklarını anlatan Kılıç, bu toplantıların da hak ihlallerine ilişkin, istişare ve eğitim amaçlı yapıldığını söyledi.

Kılıç, “Toplantı ben tutuklandıktan 30 gün sonra gerçekleşti. Toplantıyı ben organize etmedim. Ancak toplantıdan haberim vardı. Savcılık sorgusunda bana toplantıyı organize ettiğim yönündeki suçlama sorulmadı. Ancak iddianamede organizatör olduğum yazıldı” dedi.

Toplantının iddia edilen suçlamalar kapsamında gerçekleşmesi durumunda kendileri hakkındaki işlemin semt karakolunun değil, istihbarat, MİT gibi uzmanlık gerektiren kurumlar tarafından yapılacağını belirten Kılıç, iddianamede diğer sanıklar Günal Kurşun ile İdil Eser ile olan be suç atfedilen görüşme kayıtlarının ise insan hakları çerçevesinde yapılan ortak çalışmadan kaynaklandığını ve bu görüşmelerin olağan olduğunu anlattı. Ayrıca Bylock kullanıcısı iddiasıyla tutuklandığını ancak kendisinin hiçbir zaman Bylock kullanmadığını dile getiren Kılıç, Bank Asya’daki hesabının ise ev kredisi olduğunu ve olağan bankacılık işlemleri çerçevesinde kaldığını söyledi.

 

(Gazete Duvar)

Srebrenitsa sanığı Sırp general Ratko Mladiç müebbet hapse mahkum edildi

Lahey’deki Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi, Bosnalı Sırpların eski komutanı Ratko Mladiç’i (75) soykırım ve insanlığa karşı suç işlemekten ömür boyu hapis cezasına çarptırdı. Mladiç’in Srebrenitsa katliamında, Saraybosna kuşatmasında başrolü oynadığı ve tüm Boşnakları yok etme kastıyla hareket ettiğine hükmedildi.

2. Dünya Savaşı sonrası Avrupa’daki en korkunç savaş suçu olarak kabul edilen Srebrenitsa katliamını Uluslararası Adalet Divanı 2007’de soykırım olarak tanımıştı.

Sürekli olarak suçsuz olduğunu söyleyen 75 yaşındaki eski general hakkındaki karar aynı zamanda katliamların ana sorumlularının yargı önüne çıkarıldığı onlarca davanın sonuncusu olma niteliğinde.

Bugüne kadar 161 kişiyi yargılayan mahkeme Bosna Savaşı’nda yer alan Balkan uluslarından 83 savaş suçlusunu mahkûm etti. Bu kişilerden 56 kişi cezasını çekerken, 19 kişi beraat etti ve aralarında eski Sırp lider Slobodan Miloşeviç’in de bulunduğu yedi kişi de yargılama sonuçlanmadan hayatını kaybetti.

 

(DW)

LGBTİ etkinlikleri yasağı TBMM’ye taşındı

CHP İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu, Ankara Valiliği’nin kentteki LGBTİ örgütlerinin etkinliklerine getirdiği yasağı Başbakan Binali Yıldırım’a sordu. Başbakan Binali Yıldırım’ın cevaplaması üzerine soru önergesi veren Tanrıkulu, dilekçesinde Ankara Valiliği’nin hem 19 Kasım’da kentteki LGBTİ örgütlerinin etkinliklerini hem de 16 Kasım’daki LGBTİ Film Günleri’ni yasakladığını hatırlattı.

“Nefret suçları, cezasızlığın, en sık gerçekleştiği suçlardan birini oluşturmaktadır. LGBTİ bireylere yönelik suçlarda ise, suç ve cezasızlık oranları maalesef son derece yaygın ve yüksek orandadır” denilen dilekçede 20 Kasım’ın “Nefret Suçu Mağduru Transları Anma Günü” olduğu hatırlatılarak şu ifadelere yer verildi:

“Cezasızlıkla mücadele ve mağduriyetin giderimi bakımından böylesi günler son derece önemlidir. Suçun ve mağduriyetin açığa çıkması, kamuya teşhiri ve mağdurların “acı”larını toplumsal olarak haykırabilmeleri demokratik bir hak olmanın yanı sıra cezasızlıkla mücadele bakımından da son derece mühimdir.”

Tanrıkulu’nun Başbakan Yıldırım’a yönelttiği bazı sorular şöyle: “Ankara Valiliği’nin yasaklama kararı LGBTİ bireylere yani toplumun bir kesimine karşı açıkça bir “ayrımcılık” değil mi? Yasaklama kararına ilişkin açıklamanın dışında Ankara Valiliği’nin elinde herhangi bir somut bulgu, bilgi ve belge var mı?”

Alman LGBTİ Film Günleri de yasaklanmıştı

Ankara Valililiği, 16-17 Kasım’da yapılması planlanan Alman LGBTİ Film Günleri‘ni de yasaklamış, bu karara gerekçe olarak yine “kamu düzeni ile genel sağlığın ve ahlâkın korunması” gösterilmişti. İstanbul’daki geleneksel LGBT Onur Yürüyüşü 3 yıldır güvenlik gerekçesiyle yapılamıyor.

[Özel Haber] Yasak ne ayol: Buradayız! Alışın! Gitmiyoruz!

Berlin’den Ankara’daki Alman LGBTİ film günleri festivalinin yasaklanmasına tepki

Ankara Valiliği, Alman LGBTİ Film Günleri’ni yasakladı

(Evrensel)

[SYFF 2017] Sürdürülebilir Yaşam Film Festivali başladı

Sürdürülebilir bir yaşam hayalini paylaşanların bir araya geldiği ve bu yıl onuncu yaşını kutlayan Sürdürülebilir Yaşam Film Festivali’nin açılış gecesi dün Salt Galata’da gerçekleşti.

Festivali destekleyen kurum ve STK temsilcileri, sanatçı ve basından pek çok davetlinin katıldığı açılış gecesinde 22-26 Kasım 2017 tarihlerinde gösterimi gerçekleşecek filmlerin tanıtımı yapıldı. İran, Kanada, Hollanda, Kongo, ABD, Fransa, Rusya, Türkiye, Hindistan, İspanya, İsrail, Filistin ve İngiltere’den toplam 22 belgesel film festival süresince izleyici ile buluşacak.

Festival bu yıl 10 ilde eş zamanlı olarak izleyici ile buluşacak ve tüm gösterim/etkinlikler ücretsiz olarak izlenebilecek.

Film tanıtımlarının ardından davetlilere 2016 yapımı olan yönetmen Eric Heimbold’un 17 dakikalık kısa metrajlı filmi Kör Suşi’nin gösterimi yapıldı.

 

[SYFF 2017] Sürdürülebilir Yaşam Film Festivali’nden 10 belgesel film tavsiyesi

Akkuyu Nükleer Santrali davası Ankara’da başladı

Mersin’in Gülnar ilçesindeki Akkuyu’da yapılması planlanan nükleer güç santraliyle ilgili Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) raporuna Türk Tabipleri Birliği (TTB), Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) ve Türkiye Barolar Birliği (TBB)’nin itirazı üzerine Danıştay’da açılan davanın duruşması bugün Ankara’da görülmeye başlandı.

Duruşma öncesi Mersin Çevre ve Doğa Derneği (MERÇED), Mersin Çevre Dostları Derneği (M. ÇEDO ) ve Tarsus Çevre Koruma Kültür ve Sanat Merkezinin (Tarsus ÇEKSAM ), yaptıkları açıklamada ÇED sürecinin hukuksuz ve antidemokratik bir şekilde yürütüldüğünü ve halkın itirazlarının dikkate alınmadığını vurguladı.

Bölge halkının yoğun protestoları sonucu, halkın katılımı toplantısı yapılmadan hazırlanan rapora tepki gösteren çevre dernekleri, görev alan kurumların görüşlerinin halktan gizlendiğini, sivil toplum örgütlerinin ve meslek odalarının görüşlerinin dikkate alınmadığını bildirdi.

Akkuyu’da nükleer santralin yapılacağı alan

“Çocuklarımıza nükleer atık bırakacağız”

Avukat ve yaşam savunucusu Arif Ali Cangı, Twitter hesabından nükleer santral atıklarının yerin 300 metre altında depolanması gerektiğini, bu depoların 100 bin yıl kapalı tutulması gerektiğini kaydederek “Çocuklarımıza miras olarak nükleer atık mı bırakacağız?” dedi.

Akdeniz’i 6 dereceye kadar ısıtacak

Çevre aktivistlerinin bilimsel verilere dayanak verdiği bilgilere göre, “nükleer santral yapılması halinde, 20 milyar litrelik deşarj suyu Akdeniz’i 2-6 derece ısıtacak. Isı artışı ve kullanılacak kimyasallar Akdeniz’in ekosistemini bozacak, bölgedeki turizm ve balıkçılık olumsuz etkilenecek.

“Akkuyu Fukuşima olmasın”

Deprem bölgesinde yapılması planlanan santral, kültür ve turizm koruma ve gelişim bölgelerini, 1.derece doğal sit alanını, arkeolojik sit alanını ve önemli doğa alanlarını tehdit ediyor. Bu alanlar arasında Akdeniz foku yaşam alanları, önemli kuş alanları, Göksu Deltası sulak alanı, deniz kaplumbağası yuvalama kumsalları da bulunuyor. ”Akkuyu Fukuşima olmasın” diyen dernekler, Akkuyu Nükleer Santral projesinin iptal edilmesini istiyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan: Rahatsız olsanız da yapacağız

AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, dün Beştepe’deki “2017 Yılı Elektrik Yatırımları Toplu Açılış Töreni”nde termik santrallerde yoğun bir hareketlenme başladığını belirterek, güneş ve rüzgar enerjisinde çok önemli adımlar atılmaya başlandığını söyledi.

Erdoğan, “Şimdi nükleere giriyoruz. Nükleer de birilerini rahatsız ediyor. Rahatsız olsanız da olmasanız da biz nükleer enerjiyi de yapacağız” ifadesini kullandı.

 

(Bianet)

AB’den Polonya’ya 100 bin euroluk kaçak ağaç kesim cezası!

Avrupa Birliği’nin (AB) en yüksek mahkemesi, Polonya’nın UNESCO Dünya Mirası listesindeki Bialowieza ormanındaki büyük ölçekli ağaç kesimlerine devam ettiği takdirde her gün için 100 bin euro cezaya çarptırılmasına karar verdi.

Avrupa bizonlarına ve nadir bazı kuş türlerine ev sahipliği yapan Polonya ve Belaruz sınırındaki Bialowieza ormanı aylardır Varşova ve AB arasında yasal bir mücadele konusuydu.

Polonya hükümeti, yaşam alanı savunucusu grupların gösterilerine ve Brüksel’den gelen “birliğin doğal yaşam koruma kurallarını ihlal ettiği” uyarılarına rağmen ağaç kesim kotalarını üç katına çıkarmıştı.

Lüksemburg merkezli Avrupa Adalet Mahkemesi (ECJ) pazartesi günü verdiği nihai kararda Temmuz’daki duruşunu yineledi ve Polonya’yı kesimleri derhal durdurmadığı takdirde her gün için 100 bin euro cezaya çarptıracağını açıkladı.

Polonya ormanda mantar toplayan insanların güvenliği için ağaç kesimlerine devam ettiğini öne sürerken ECJ Polonya hükümetine yasağa uyduğunu kanıtlaması için 15 gün süre verdi ve kamu güvenliğinin gerçekten risk altında olduğu bölgelerdeki kesimlerin istisnai bir şekilde yapılabileceğini söyledi.

 

(Birgün)

Rusya’da radyoaktif sızıntı alarmı: Radyasyon seviyesi normalin 984 katına çıktı!

Rusya Meteoroloji Servisi yaptığı açıklamada, Eylül ayı sonlarında ülkenin bazı bölgelerinde tespit edilen radyoaktif izotop rutenyum-106’nın yoğunluğunun “yüksek tehlike” arz ettiğini doğruladı.

Küresel ısınma, çevre kirliliği ve nükleer enerjiye karşı dünya çapında mücadele yürüten Greenpeace örgütü ise Rusya’daki radyoaktif artışın sebebinin araştırılması gerektiğini belirterek, nükleer bir kazanın gizlenmiş olma olasılığı için soruşturma açılmasını talep etti.

Ural Dağları’nın güneyinden toplanan örnekler incelendi

Ekim ayının ortalarında bir açıklama yayınlayan Rosatom, 25 Eylül ve 7 Ekim tarihleri arasında Ural’ın güneyindeki yerlerde de olmak üzere incelenen örneklerde rutenyum-106’ya rastlanmadığını, sadece Saint Petersburg’da bulunduğunu ifade etmişti.

Rusya Hidrometeoroloji ve Çevre Gözlem Servisi (Rosgidromet) ise Pazartesi günkü yaptığı açıklamada, Tatarstan ve Güney Rusya’da izotopa rastlandığını ve 29 Ekim tarihinden itibaren İtalya başta olmak üzere tüm Avrupa ülkelerine yayılmakta olduğunu belirtmişti.

Radyasyon seviyesi, normal seviyenin 986 katı

Radyoaktif izotopun en yüksek seviyelerde rastlandığı yer ise Ural’ın güneyinde kalan Çelyabinsk bölgesindeki Argayaş köyü. Burada görülen radyasyon seviyesinin normal seviyenin 986 katı olduğu bildirildi. Bu kirlilik için herhangi bir kaynak tam anlamıyla gösterilmezken, Argayaş istasyonunun sadece 30 kilometre ötesinde Mayak nükleer tesisinin bulunduğu belirtildi. 1957 yılında bu tesiste, tarihin en kötü nükleer felaketlerinden biri yaşanmıştı.

Ne olmuştu?

İngiliz Guardian gazetesinin haberine göre Fransız Radyasyondan Koruma ve Nükleer Güvenlik’in paylaştığı verilerde 27 Eylül ile 13 Ekim tarihleri arasında Fransa’da rutenyum-106’nın tespit edildiği belirtilmişti. Bu olayın, Volga nehri ile Ural dağları arasında kalan bir alanda yaşanmış olabilecek bir kazadan kaynaklanmış olabileceği tahminine yer verilmiş, Avrupa’da görünen bu kirliliğin sağlığa zarar verici seviyelerde olmadığı aktarılmıştı.

Rutenyum-106 nedir?

Rutenyum-106, reaktörde atomların bölünmesiyle oluşuyor. Kimi tıbbi tedavilerde kullanılsa da doğada bulunmuyor.

 

(Guardian, Gazete Karınca)

[Özel Haber] Canik’te orman katliamının önüne geçildi: Beton bloklar ağaçların kökünden söküldü

Samsun’da Canik Belediyesi‘nin Meşe Orman Park Projesi’ndeki ağaç ve orman katliamı haberimizin hemen ardından güzel haber geldi. Konuyu sosyal medya hesabından paylaştığı bilgi notu ile kendisinden öğrendikten sonra görüştüğümüz Samsun Çevre Platformu (SAMÇEP) dönem sözcüsü ve EMO (Elektrik Mühendisleri Odası) Samsun Şube Başkanı Mehmet Özdağ, “Beton blokları bugün belediye ekipleri gelip kırdılar ama yollar halen duruyor” şeklinde konuştu.

Bahsi geçen Meşe Orman Park alanının İstanbullular için Belgrad Ormanı ne demekse Samsunlular için de benzer konumda olduğunu ifade eden Özdağ, “Meşepark, Samsun’un içinde 92 dönümlük alanı ile bir nefes alma alanı. Şimdi ise ormanlık alanı proje adı altında yok etme girişimleri sürmekte” şeklinde konuştu.

Samsun Çevre Platformu (SAMÇEP) dönem sözcüsü ve EMO (Elektrik Mühendisleri Odası) Samsun Şube Başkanı Mehmet Özdağ

Ormanlık alanın Orman ve Su İşleri Bakanlığı’na ait olduğunu ama yakın dönemde Meşe Orman Park Projesi kapsamında Canik Belediyesi’ne devredildiğini öğrendiklerini belirten SAMÇEP dönem sözcüsü Mehmet Özdağ, “Bu alanı mesire alanı adı altında orman hüviyetinden çıkarma gayreti var. Projede düğün salonları, çay bahçeleri, macera parkı gibi yerleşimler belirtilmiş. Dün sosyal medya hesabımda paylaştığım fotoğraflarda toprağı betonla mühürledikleri görülebiliyor.

SAMÇEP olarak olayı duyar duymaz müdahale ettik. Beton mikserinin çalışma yaptığı yer Orman İşletme Müdürlüğü’nün 200 metre yanında, görmemeleri mümkün değil. Hemen müdürlüğe gittik, Orman İşletme Müdürü ile görüşmek istedik, yardımcısı ile görüşebildik. “Nasıl müdahale etmezseniz?” dediğimizde yapılan iş yasal mı ona bakalım önce dediler. Bir de yapılan çalışmada dökülen betonun üzerine ahşap kaplıyorlar ki çokta görünür olmasın yapılan orman katliamı.

Bu gelişmeler üzerine durumu hemen ulusal basına servis ettim. Tanıdığım gazetecilerle paylaştım. Siz de Yeşil Gazete olarak yer verdiniz habere sağ olun. Sosyal medyanın gücü sayesinde bu tür çevre katliamlarına dur diyebiliyoruz. Bugün bölgeye gittiğimde beton blokların kırıldığını gördüm ama yollar yerli yerinde duruyordu. Onların da kaldırılması lazım. Bu işin bir yönü, bir de mali yönü var. Beton dökülmesi ve tekrar sökülmesinin maliyetini kim karşılayacak, vergisini veren bizlerden çıkmaması lazım bunun. Belediye ve projede %50 hisse ile yer alan Doğu Karadeniz Kalkınma Projesi (DOKAP) üzerinden bu tazmin edilmeli. Bu yapılanın bir cezası olmalı. SAMÇEP olarak biz bunun da takipçisi olacağız.” diyerek sözlerini noktaladı.

Yeşil Gazete olarak konunun takipçisi olmaya devam edeceğiz.

Meşe Ormanları’nda doğa katliamı: Beton işkencesi ağaçları ve toprağı mühürlüyor!

 

Haber: Alper Tolga Akkuş

(Yeşil Gazete)