Ana Sayfa Blog Sayfa 2971

Umudu ararken karşılaşılan alternatif yaşam deneyimlerinden doğan belgesel: Başka

Mersin Üniversitesi Radyo, Televizyon ve Sinema bölümü mezunu Nesime Karateke‘nin belgeseli, “Başka“nın festival yolculuğu devam ediyor.

Bozcaada Uluslararası Ekolojik Belgesel Festivali’nin (BIFED) ardından film, Karateke’nin üniversite eğitimini tamamladığı Mersin’de de 2. Uluslararası Akdeniz Sanat Günleri Buluşması kapsamında gösterildi.

Karateke ile BIFED sırasında editör arkadaşlarım Güneş Dermenci ve Merve M. Damcı ile belgeselden yola çıkarak geniş kapsamlı bir söyleşi yapma imkanı bulmuştuk. “Başka”nın 16 Ağustos Perşembe akşamı İçel Sanat Kulübündeki gösterimini de fırsat bilerek o görüşmeyi sizlerle paylaşmak istedik.

***

Başka’nın BIFED‘deki gösteriminin ertesi günü Yayım Çay Bahçesi‘nde buluşuyoruz Nesime Karateke ile. Röportajı Çanakkale gönüllü muhabiri arkadaşımız Güneş Dermenci gerçekleştiriyor. Ben notları tutmakla görevliyim. Merve de fotoğraflarımızı çekme görevini üstleniyor.

Filmin alternatif yaşam deneyimleri üzerinden hikayeler aktardığını belirten Güneş, Nesime’nin bu konuya dair düşüncelerini sorarak başlıyor röportaja.

Güneş Dermenci ve Nesime Karateke (sağda)

2016 Temmuz’unda başlıyor hikaye. 15 Temmuz darbe teşebbüsünden hemen sonrası. O karamsar ruh halinde iken Birhanların haberi ile (Alakır Nehri’nde yaşayan Birhan ve Tuğba) yeniden karşılaştığını söylüyor Nesime ve ekliyor,

“Umudu yeniden aramak için ve daha çok kendim için yola çıktım aslında. Birhanlara gidince öğrendim ki başka yerler de varmış. İzmirdekileri Antakya’dan biliyordum. Daha sonra Çanakkale’de de ev yapanları öğrendim. Ev yapımı ve bu tarz hayatları aktarmaya karar verince ilk düşüncem Alakır üzerinden belgesel yapmaktı ama sonradan değişti bu fikrim. Amacım hem o mücadeleyi görünür kılma çabası hem de başka yaşam şekillerini öğrenmek idi. Başka bir dünya mümkün sloganı vardır ya hani. Bu sorunun cevabını, bunu mümkün kılanlar üzerinden aramak için çıktım aslında yola. Halen de arayışım devam ediyor aslında.”

Çekim sürecini ise şu şekilde özetliyor Nesime Karateke:

“Çekimlere ev yapımı sürecinde başladım. İlk olarak Çanakkale’ye ev yapım sürecine gittim otostop ile. Kameramı da yanıma alarak gittim. Oradaki insanların kamera açıkken benimle doğrudan iletişim kurmayla ilgili tereddütleri olduğunu farkettim. Kamera yokken daha samimi ve içten idiler. O nedenle kendimi ve kamerayı unutturmaya çalışıyordum başlarda. Kendimi de acaba doğru mu yapıyorum diye sorguladığım bir dönem oldu.

Başka’nın yönetmeni Nesime Karateke ile Bozcaada Yayım Çay Bahçesi’nde konuştuk

Belgesel sadece çekimden de ibaret olmuyor, kurguda yorum da katabiliyorsunuz. Ben de bunu düşündüm. Oradaki insanların bana aktardıkları samimi düşüncelerini kendi yorumumla çarpıtadabilirdimç Onların da bu düşünce ile kameraya mesafeli yaklaştıklarını anladım. Çekimlerin olduğu her yerde Çanakkale’de de, İzmir’de de bunu yaşadım hatta en fazla Alakır’da yaşarım diyordum ama hiç öyle olmadı.

“Başka”yı izleyenler neyle karşılaşacak?” diye soruyoruz Nesime’ye, “Kentten kıra göç eden insanların alternatif yaşam deneyimlerini aktarıyorum aslında ama belgesel daha çok umudun gerçekleşebileceğine ve hatta gerçekleştiğine dair bir sonuca götürüyor bizi” diye yanıtlıyor.

Yeşil Gazete Bozcaada ekibi toplu halde. Yanımızda da Alakır haberini yaptığımız İnci Bilgiç (en solda) ile Başka’nın yönetmeni Nesime Karateke var

Başka bir hayatın mümkün olduğunun belgesel kanıtı niteliğindeki “Başka”ya festivallerde rastlama ihtimaliniz halen var.

Belgesel şu ana kadar Ankara Film Festivali’nde, İnönü Üniversitesi Kısa Film Festivali’nde, Mersin’de Atıf Yılmaz Film Festivali’nde, Kayseri Altın Çınar Film Festivali’nde, Okan Üniversitesi Öğrenci Filmleri Kısa Film Yarışmasında, Documentarist İstanbul Belgesel Günleri’nde,  İzmir Kısa Film Festivali’nde, Bozcaada Uluslararası Ekolojik Belgesel Festivali’nde, Marmaris Kısa Film Festivali’nde ve son olarak 2. Uluslararası Akdeniz Sanat Günleri Buluşması’nda gösterildi.  

Nesime Karateke’nin filmografisi için kameraarkasi.org/

 

Haber: Alper Tolga Akkuş – Güneş Dermenci – Merve M. Damcı

(Yeşil Gazete)

[SYFF 2017] Sürdürülebilir Yaşam Film Festivali’nden 10 belgesel film tavsiyesi

2008 yılından bu yana yeni bir yaşam kültürünün oluşmasına katkı veren ve sürdürülebilir bir yaşam hayalini paylaşanların bir araya geldiği Sürdürülebilir Yaşam Film Festivali (SYFF) 10’uncu yaşını kutluyor.

Çarşamba günü (22 Kasım) başlayıp 26 Kasım’da sona erecek olan festival 10 şehirde eş zamanlı gerçekleşecek.

Kısa ve uzun metraj belgesellerden oluşan film seçkisinde İran, Kanada, Hollanda, Kongo, Fransa, Rusya, Türkiye, Hindistan, İspanya, İsrail, Filistin ve İngiltere’den filmler ücretsiz olarak izleyiciyle buluşacak.

Yeşil Gazete olarak 22 film arasından 10 filmden oluşan tavsiye listesi hazırladık. Şimdiden iyi seyirler!

Yüz Bin Kalp | 15 dk. | Yapım: ABD | Yıl: 2016 | Yönetmen: Peter Byck | Dil: İngilizce / Türkçe altyazılı

Dördüncü nesil sığır yetiştiricisi Will Harris, endüstriyel, ticaret kovboyundan sürdürülebilir, insancıl gıda üreticisine evrimini paylaşıyor. Giderek daha fazla sayıda insan sığır eti tüketimine korkunç bir çevresel ve ahlaki tercih olarak bakıyor. Harris’in güneybatı Georgia’daki çalışmaları, topraklarını yenileyen ve hayvanların doğal içgüdülerini ifade etmesine izin veren sağlıklı sığır etlerini nasıl ürettiğini gösteriyor. Yaptığı işler Will’in dediği gibi tarımın sanayileşmesinden dolayı geride bırakılan ve unutulan bir topluluğa yeni bir soluk getiriyor.

Kokota: Umut Adacığı | 28 dk. | Yapım: Kanada | Yıl: 2016 | Yönetmen: Craig Norris | Dil: İngilizce / Türkçe altyazılı

Mbarouk Mussa Omar, Pemba adında küçük bir Doğu Afrika Adası’ndan geliyor. Yaklaşık on yıl önce Kokota adlı küçük bir komşu adayı ziyaret etti ve gördüğü şeyden şaşkına döndü. Kokota çöküşe doğru gidiyordu ve Mbarouk, bunun sorumlusunun iklim değişikliği ve ormanların yok edilmesi olduğunu biliyordu. Çaresizce Kokota’ya yardım etmek istedi, fakat Pemba’dan bir zavallı adam ne yapabilirdi? Kokota: Umut Adacığı, Mbarouk’un Kokota’ya yardım arayışı hikâyesini anlatıyor. Bu kısa film, iklim değişikliğinin ön saflarında yaşayan dirençli insanları izleyicilere tanıtmakta ve bu beklenilmedik kahramanların adalarını ağaçlandırırken ısınan iklime yenilikçi bir şekilde adapte olmalarının hikâyesini anlatmaktadır. Bu ilham verici film, izleyenleri basit çözümlerin gerçekten büyük etkilere sahip olabileceğine inandırmayı vaat ediyor.

Kör Suşi | 17 dk. | Yapım: ABD | Yıl: 2016 | Yönetmen: Eric Heimbold | Dil: İngilizce / Türkçe altyazılı

Film kör bir gezi yazarının, dünyanın ilk sürdürülebilir suşi şefiyle birlikte aydınlanma ve dünyayı yeni bir açıdan görme arayışıyla yemek peşinde dalış hikâyesini anlatıyor. Asyalı-Amerikalı şef Bun Lai sürdürülebilir yemek hareketinin lideri ve dünyanın ilk sürdürülebilir suşi restoranının sahibi.

Çikolata Davası | 90 dk. | Yapım: Hollanda | Yıl: 2016 | Yönetmen: Benthe Forrer | Dil: Flemenkçe, Fransızca, İngilizce, Almanca / İngilizce ve Türkçe altyazılı

Çikolata Davası, Hollandalı bir grup genç gazetecinin kakao endüstrisindeki çocuk köleliği ile mücadelesini konu alıyor. Kölelik olmayan bir kakao endüstrisine yolculukları 2003’de “Keuringsdienst van Waarde” isimli bir televizyon programı ile başlıyor. Film, arşivlenen eski çekimlerle yeni çekimleri birleştirerek ilham verici bir hikâye inşa ederken içinde yaşadığımız küresel sistemdeki temel hataları ve adaletsizlikleri bertaraf etmenin ne kadar zor olduğunu gözler önüne seriyor. Ancak imkansız değil! Mizahi yaklaşımları ve pes etmeyen azimleri ile ilk defa kendini “kölesiz çikolata” olarak ilan eden ürünlerini pazara sunmayı başarıyorlar. Geçtiğimiz 10 yılda “Tony’s Chocolonely” markası büyüyerek Hollanda’nın en büyük çikolata firması oluyor.

Küçük İnsanlar Büyük Ağaçlar | 45 dk. | Yapım: Rusya | Yıl: 2016 | Yönetmen: Vadim Vitovtsev | Dil: Rusça, İngilizce / Türkçe, İngilizce altyazılı

Orta Afrika Cumhuriyeti. Burada, yağmur ormanlarının gölgesinde, dünyanın en kısa insanları yaşıyor: Baka pigmeleri. Yüzlerce yıl önce olduğu gibi et için avlanıyor ve büyük ağaçların meyvelerini topluyorlar. Ormanın ruhlarına dua ediyor ve çocuklarına doğaya saygı duymayı ve sadece ihtiyaçları kadar almayı öğretiyorlar. Ama yavaş yavaş bu geleneksel modelleri “Büyük Dünya” kültürünün baskısıyla değişiyor.

Hayat Bazen | 45 dk. | Yapım: Türkiye | Yıl: 2017 | Yönetmen: Cem Hakverdi | Dil: Türkçe / İngilizce altyazılı

Şehir hayatı oldukça yıpratıcı. Birçok insan işi gücü bırakıp kırsala yerleşmenin hayalini kuruyor. Merve ve Haluk bu hayali gerçekleştirebilenlerden. Hayat Bazen onların İstanbul’dan kaçıp Bozcaada’da kurdukları yeni hayatın öyküsünü anlatıyor; kenti terk ederken öngöremedikleri birçok sorunu görünür kılıyor. Film süresince “Kente özgü alışkanlıklarından vazgeçebilecekler mi?”, “Modern dünyanın kurallarını bozabilecekler mi?”, “İstanbul’a göre oldukça farklı olan iklime uyum sağlayabilecekler mi? gibi soruların yanıtını arıyoruz.

Ölümcül Tasarım | 73 dk. | Yapım: ABD | Yıl: 2017 | Yönetmen: Sue Williams | Dil: İngilizce / Türkçe altyazılı  

Dijitale bağımlılığımızın bedeli ne? Ölümcül Tasarım bu soruyu araştırıyor ve tüm dünyada mahvolan hayatları, çevre tahribatını ve ölmek için dizayn edilmiş cihazların hikâyesini ortaya çıkarıyor. Tüketiciler akıllı telefonlara, tabletlere ve dizüstü bilgisayarlara bayılıyorlar ve onlarsız yaşayamıyorlar. Yeni cihazlar ardı ardına piyasaya çıkıyor, hepsi de daha da iyi iletişim, aralıksız eğlence ve anında bilgi erişimi sözü veriyor. Rakamlar şaşırtıcı. 2020 yılına kadar, dört milyar kişinin kişisel bilgisayarı olacak. Beş milyar kişinin cep telefonu olacak. Ama bu devrimin, çoğu tüketicinin bilmediği karanlık bir yüzü var. Dünya çapındaki araştırmasıyla film yapımcısı Sue Williams elektronik endüstrisinin arka planını inceliyor ve en ufak cihazların dahi ölümcül çevre ve sağlık tehditleri oluşturabildiğini gösteriyor. Film, çevresel bozunmanın, sağlık trajedilerinin ve tüketimle sürdürülebilirlik arasında hızla yaklaşan eşiğin hikâyesini anlatıyor.

Mutluluk Şehri | 74 dk. | Yapım: ABD, Demokratik Kongo Cumhuriyeti | Yıl: 2016 | Yönetmen: Madeleine Gavin | Dil: Fransızca, İngilizce / İngilizce, Türkçe altyazılı

https://vimeo.com/233319359

20 yıllık şiddetle yıkılmış Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nin doğusu sıklıkla “Kadın olmak için dünyanın en kötü yeri” olarak nitelendirilir. Bu film o bölgeden, çok daha farklı bir hikâye anlatıyor. Madeleine Gavin’in ilk yönetmenlik deneyimi olan Mutluluk Şehri, Kongo’nun doğusunda yer alan ve filme ismini veren devrim niteliğinde bir liderlik merkezi olan City of Joy’un ilk mezunları olan kadınları izlerken onların filizlenen liderlikleriyle merkezin kurucularının hikâyelerini aktarıyor. Dr. Dennis Mukwege (2016 Nobel Barış Ödülü adayı), kadın hakları aktivisti Christine Schuler-Deschryver ve radikal feminist Eve Ensler (Vajina Monologları’nın yazarı)… Film, korkunç tecavüzlere ve istismara maruz kalmış kadınların iyileşebileceği; açgözlülük, ekonomi ve sömürgeciliğin sebep olduğu bir savaşın içinde liderliği öğrenebileceği ve ülkeleri için değişimin güçlü birer sesi olabileceği bir yeri hayal etmiş bu üç kişiyi anlatıyor. İnsan ruhunun derin dayanıklılığını anlatan Mutluluk Şehri, Kongolu kadınların umudu geri kazanmak için azim ve iradelerine tanıklık ediyor; hem de onlar için değerli olan her şey ellerinden alınmış olmasına rağmen.

Anlam Peşinde | 88 dk. | Yapım: Fransa | Yıl: 2015 | Yönetmen: Nathanaël Coste, Marc de la Ménardière | Dil: Fransızca, İngilizce, İspanyolca / İngilizce, Türkçe altyazılı

İki çocukluk arkadaşı, günümüzün en büyük düşünürlerinden bazılarıyla tanışmak için dünyayı dolaşıyor. Şüphe ve sevinç anları ile dolu bu inanılmaz yolculuk, onları Batı Uygarlığını şekillendiren inançları sorgulamaya yönlendirecek. Bu film, şu anda gezegenin her yerinde insan bilincindeki değişimi ve kişinin kendiyle ve dünyayla uyum içinde yaşama arzusunu yakalıyor.

Plastik Okyanus | 102 dk. | Yapım: ABD, Birleşik Krallık, Hong Kong | Yıl: 2016 | Yönetmen: Craig Leeson | Dil: İngilizce / Türkçe altyazılı

Plastik Okyanus, gazeteci Craig Leeson’un, nadiren görülebilen Mavi Balina’yı ararken el değmemiş okyanusun ortasında plastik atıklar bulmasıyla başlıyor. Craig bu macerada serbest dalış şampiyonu Tanya Streeter ve uluslararası araştırmacı ve bilim insanlarından oluşan bir ekiple birlikte 4 yıl boyunca dünyanın farklı bölgelerinde 20 noktaya seyahat ediyor ve okyanuslarımızın kırılgan durumunu araştırıyor. Plastik kirliliği ile ilgili alarm veren gerçekleri ortaya çıkarıyor ve acilen devreye sokulabilecek çözümleri gözler önüne seriyorlar.

 

Yeşil Gazete

Sürdürülebilir Yaşam Film Festivali’ne davet için pedala kuvvet dediler

Sürdürülebilir Yaşam Film Festivali (SYFF) 10. yılında 10 farklı şehirde eş zamanlı olarak 22 – 26 Kasım tarihlerinde izleyicileri ile buluşuyor.

Festivali kendi yerelinde düzenleme sorumluluğu alan şehir organizasyonu ekipleri de hummalı bir çalışma içerisindeler. SYFF’yi izlemek isteyen her kesime ulaşabilmenin yanısıra tanıtım faaliyetlerinde de sürdürülebilir yaşam ilkeleri doğrultusunda hareket etmek de önem taşıyor.

Mersinli bisikletçiler de buna uygun olarak 18 Kasım Cumartesi günü Mezitli’den Forum’a kadar olan yaklaşık 7 kilometrelik mesafeyi bisikletleri ile katederken yolda karşılaştıkları insanlara hem broşür dağıtma hem de SYFF’ye dair bilgi aktarma imkanı buldular.

Mersin Marina’daki SYFF standı önünde biraraya gelen ekip. Marina’daki standda Cumartesi günü SYFF Mersin destekçilerinden Makina Mühendisleri Odası’nın girişimi ile üniversite öğrencisi Ertan ve Yusuf bulunuyordu.

SYFF Mersin ekibi içinde de yer alan Süslü Kadınlar Bisiklet Turu Mersin organizatörü Ebru Petek Budur ile ile Forum AVM içindeki buluşma mekanı olan Caribou Cafe’de görüşme imkanı bulduk.

Ebru Petek Budur

Sürdürülebilir Yaşam fikrinin içinden doğran bisikletle ulaşımın SYFF’yi duyurma anlamında en doğru yol olduğu için son toplantıda bu fikri ortaya atttığını aktaran Budur, bisikletliler ile Mezitli Belediyesi’nden tura başladıklarını, Marina’daki SYFF tanıtım standına uğradıktan sonra da Forum’a devam ettiklerini kaydetti.

Mezitli Belediyesi’nden saat 12:00’de hareket eden kafile önce Demokrasi Parkı’na uğradı. SYFF broşürlerini burada dağıttıktan sonra yoldan geçenlerin meraklı bakışları altında Marina’ya geldiler. Burada da SYFF’nin Mersin’de düzenleneceğine ve ücretsiz izlenebilecek bir film festivali olduğu bilgisini aktardıktan sonra Forum’a geçtiler.

Mezitli Demokrasi Parkı’nda SYFF tanıtımı devam ediyor

SYFF, 10. yılında 10 şehirde eş zamanlı olarak düzenleniyor. 2017’nin SYFF şehirleri ise Antalya, Balıkesir, Bursa, Eskişehir, İstanbul, İzmir, Kayseri, Kırklareli, Manisa ve Mersin.

Festivale dair detay bilgi ve şehirlerdeki programların içeriğini öğrenmek için  surdurulebiliryasamfilmfestivali.org/ adresini ziyaret edebilirsiniz.

SYFF’nin on yıllık sürecindeki pekçok belgesele ise surdurulebiliryasam.tv/ adresinden erişim mümkün.

 

Haber: Alper Tolga Akkuş

(Yeşil Gazete)

 

EEMKON 2017’de Fukuşima üzerinden demokrasi ve yaşam hakkı vurgusu!

Elektrik Mühendisleri Odası(EMO) İstanbul Şubesi tarafından düzenlenen “Elektrik Elektronik Mühendisliği Kongresi (EEMKON 2017)” 16-18 Kasım’da Harbiye Askeri Müze Kültür Sitesi’nde gerçekleştirildi. Biyomedikal Mühendisliği”, “Elektrik ve Kontrol Mühendisliği”, “Elektronik Sanayi”, “Enerji Politikaları”, “İletişim Teknolojileri”, “Kent ve Elektronik”, “Mühendislik Eğitimi” sempozyumlarının yapıldığı kongrede Nükleer Enerji konusunda iki oturum gerçekleştirildi.

EMO Onur Kurulu Üyesi Erhan Karaçay`ın yönettiği oturumların ilkinde konuşma sırasına göre gazetemizin iklim enerji editörlerinden ve Nükleersiz.org’dan Pınar Demircan Fukuşima hakkında güncel verilerle gündeme dair değerlendirmelerini paylaşırken Gazi Üniversitesi’nden Prof. Dr. Aziz Konukman demokrasi bağlamında ele aldı, Anayasa Hukuku Araştırmaları Derneği (Anayasa-Der) Başkanı Prof. Dr. İbrahim Özden Kaboğlu da meseleyi anayasa hukuku ve insan hakları açısından değerlendirdi.

Nükleer enerji projelerinin, son dönemde  iklim değişikliklerine neden olan küresel ısınmanın baş faktörlerinden  sera gazı  emisyonlarını salmadığı gerekçesiyle çözüm olarak sunulmasına çalışıldığını;  yeni arayışlar için fırsatçılık yapılarak nükleer enerjinin yenilenebilir enerjilerle birlikte yeniden pazarlanmasına çalışıldığını ifade eden Demircan, nükleer santrallerle ilgili gerçeklerin sadece Türkiye’de değil tüm dünyada kamuoyundan gizlendiğini belirtti; bilim insanlarının nükleer enerji lehine beyanlar vermeye  yönlendirildiğine dikkat çekerek Fukuşima felaketinin 6. yılında mağduriyete ve toplumsal sorunların boyutlarına  ilişkin  güncel verileri ve  değerlendirmelerini paylaştı. Prof. Dr. Konukman, Nükleer enerji konusuna referandum merceğinden bakarak  konunun hassasiyetine dikkat çekti, tolere edilemeyecek sonuçlarıyla nükleerin enerji biçimi olarak önerilmesinin bile mümkün olamayacağını açıkladı. Anayasa Hukukçusu Prof. Dr. Kaboğlu ise yaşam hakkını tehdit eden nükleer santrallerin halihazırdaki Anayasamızın yaşam hakkını koruyan hükümlerine aykırı olduğunu hatırlatarak olası bir referandumun 16 Nisan 2017 referandumuna benzemesi  tehlikesini barındırdığına, meselenin dünya genelinde insan hakkı ve daha geniş çerçevede yaşam hakkı bağlamında ele alınması gerekliliğine vurgu yaptı.

İkinci oturum CHP Mersin Milletvekili Aytuğ Atıcı’nın konuşmasıyla başladı. Mersin Nükleer Karşıtı Platform Dönem Sözcüsü olarak sempozyuma katılan Av. Alpay Antmen, Türkiye Çevre Platformu Genel Sekreteri Ahmet Oktay Demirkan ve Doğu Akdeniz Çevre Platformu Sözcüsü Sabahat Aslan Akkuyu Nükleer santrali ile ilgili son gelişmelere ve 22 Kasım 2017 Çarşamba günü Ankara’da görülecek olan Akkuyu Çevre Etki Değerlendirme(ÇED)  İptal Davası’nın önemine dikkat çekti. Sinop Nükleer Santral Karşıtı Platformu adına Metin Gürbüz Sinop’taki Nükleer santral projesi üzerine bilgi aktarırken  ve Kırklareli Kent Konseyi Çevre Meclisi Başkanı Göksal Çidem İğneada’da Nükleer Santral planlarının Akkuyu ve Sinop nükleer santralleri gibi kabul edilemez olduğunu, henüz resmiyette olmasa bile İğneada bölgesindeki longoz ormanlarını baz alan çalışmalar yürüttüklerini ifade etti. Trakya’da oluşacak bir  tehdidin 14 milyon nüfuslu İstanbul’daki yaşamı ipotek altına alacağının altını çizdi.  Her iki oturumun ardından gerçekleştirilen soru-cevap kısmının ardından  katılımcılara sertifika verildi.

 

(Haber merkezi) 

Yeşil Gazete

 

 

[Kendi Evini İnşa Etme] Nasıl bir ev? – Miraz Ruspi

Yeşil Gazete olarak 2014 senesinde Mersin’den başlayıp Türkiye’nin doğusuna doğru gerçekleştirdiğimiz ve 10 şehri kapsayan (Mersin, Adana, Nevşehir, Gaziantep, Antakya, Van, Batman, Mardin, Diyarbakır ve DersimYerel Muhabir Ağı projesi kapsamında Batman’da bizi ağırlayan ve gönüllü yerel muhabir ağımıza katılan Miraz Ruspi‘den hafta içi (8.11.2017 Çarşamba) bir mesaj aldık

“Şu ev inşaası bittiğine göre kendi evini yapma konusunda bir yazı dizisi hazırlayayım diyorum, ne dersiniz?
Ama uzuuun bir yazı dizisi de olabilir haberiniz olsun” diyordu

“Sahalara hoşgeldin diyoruz elbette” diye yanıt verdik kendisine ve [Kendi Evini İnşa Etme] yazı dizisi de bu şekilde başlamış oldu

İlham olması dileklerimizle…

***

2 – Nasıl bir ev?

Nasıl bir ev? Her insanın bir ev düşü vardır. Bir de şimdilerde arabaya evrilen şahlanıp koşan at… Bir de bakarsın ki yeryüzündeki biricik sığınağın tek silahın sisteme uyum sağlamak için avuntu olmuş.

“Ben bu işte çalışmazdım ağbi ama işte şu evin borcu yok mu? Bir de arabanın modelini değiştirmek lazım?”

Düşler insanın en zayıf yeridir, reklamlarda bu sebeple hep oralara çalışır. Ev dediğin şey zaruri bir ihtiyacın yanı sıra iç sevgimizi saracak çatıdan, dost sohbetine, üzerinde çay demleyeceğimiz ocaktan, misafire serilmiş yün yataktan başka nedir ki!

Kirası ile aile geçindirecek evlerde yatıya kalan misafiri barındıracak bir çekyat ya da yün yatağın bulunmadığını bilirim. Misal otuz kırk kilometre uzağımızda bir adamın uzun çok yıllardan beri süren bir konak inşaatı var. İnşaatın sahibi daha çocukken Avrupa’ya gitmiş. Oradaki şatolardan birini gözüne kestirmiş, en büyük hayalim demiş. Eli iş tutunca bu hayalini gerçekleştirmek için de işe koyulmuş. İnşaata yaşamlardan çalınmış on binlerce dolar harcamış, inşaat sürmüş de sürmüş… Elinde avucunda ne varsa kara delik gibi içine çekmiş. Sonunda bu duruma dayanamayan eşi ya biz ya bu yuva yıkan kara hayalin demiş, adam hayalinde kalmış. Eşi, çocuğunu alıp gitmiş. Şimdi o hayali bir görseniz. Hala inşaatı süren beş katlı taştan kocaman bir konak, konak ne kelime üst katındaki kapalı havuzu, yatak odaları, kocaman salonları, işlemeli kapıları ile bir tür şato. Lakin çocuk sesinden, dost sohbetinden, eşten ırak; soğuk, ıssız ve de ürkütücü bir mekan. Bir konak, şato ya da saray ama işte yuva başka bir şey…

Düş zenginliğe, başkalarının emeğine, diğerinin düşkünlüğüne, dayandığı an kara bir hal alır. Lakin düşsüz de olmaz. Yuva inşasına başlarken Ayşegül ile benim de bir hayalimiz vardı. Van Depremini, İŞİD zebanilerinden canlarını kurtarıp yaşadığımız kentlere sığınan Êzidileri, Suriye savaşından kaçan mültecileri, yıkılan kentleri görmüştük. Böylesi acılara merhem olur diye vakti zamanında mülteci kampları yerine eko-köyler diye projeler yapmıştık. Şimdi de inşaatı yapacağımız alanda gözlerimizi yumduğumuz da ev gibi en temel insani problemi en az parayla ve kolaylıkla çözdüğümüzü görüyorduk. Ev yapım bilgisini öğrenmek, bu bilgiyi ihtiyacı olanlarla paylaşmak ve kriz anlarında da yaymak istiyorduk.

Nasıl Bir Ev? sorusunun sınırlarını bu işte bu düşümüz belirledi. Ev yapımı ile ilgili tek deneyimimiz on yıl önce iki büyük söğüt ağacımızın üzerine arkadaşlarımızla birlikte yaptığımız on altı metre karelik bir ağaç evdi. Bu deneyimden dolayı ahşap işçiliğinden az çok anlıyorduk. Ahşap yalıtım ve dayanıklılık acısından iyi ayrıca estetik bir malzemeydi fakat kızılçam gibi ev yapımına uygun ağaçlar pahalı ve kolaylıkla bulunmadığından amacımıza uygun değildi. Samanın yalıtım ve yapım kolaylığı acısından çok iyi bir malzeme olmasına rağmen Dersim’de blok şeklinde bulunmadığından başka bir kentten getirmemiz gerekecekti bu da masrafı artırıyordu. Taş yoğun ustalık gerektiriyordu. Yapımı zor ve masraflıydı. Ayrıca ekolojik ev teknolojisini uygulama acısından doğru bir seçim değildi. Earthship uzun süre üzerinde düşündüğümüz, tamamen kendine yeten bir ev modeli olduğu için yapmayı çok istediğimiz ekolojik bir ev modeliydi. Gerek yoğun mühendislik gerektirdiğinden gerekse lastiğin insan sağlığı üzerindeki etkilerini kestiremediğimizden bu ev modelini de eledik geriye toprak kalmıştı. Her yerde bulunan, istediğimiz gibi şekillendirip, ekolojik ev mühendisliğini rahatlıkla uygulayabileceğimiz; toprak.

Toprak ile yapılan Kerpiç ve Alker gibi ev modelleri arasında doğrusu gönlümüzü pek gezdirmedik. İşin başından iki kişinin bir evi yapabileceğine dair bir iddiamız vardı. Bu iddiaya en uygun yapı earthbag denilen ama Alakır’daki canların yuva ile çuvalı birleştirerek çuva dedikleri ev modeli vardı. Böylece yerkürenin uzaydan görünemeyecek bir zerresine çemberimizi çizdik. Elimizde temel için düzelttiğimiz alanda çıkardığımız toprak. Daha önce inşaata çalışmamış. Hayatında çuvallarla yapılmış bir ev görmemiş. Bir kadın, bir erkek ve bir çocuk vardı. Yine de çemberi çizmiştik. Bu önemli bir andı hani neredeyse işin yarısıydı. Çizdiğimiz zemin şimdiden sarsılmış. Toprak hareketlenmiş, kusacakmış gibi kasılmış ve yükselmeye başlamıştı.

Mutfak nerede olacak? Pencereler de yuvarlak olmalı, Asma katın duvarlarını saran kocaman bir kütüphane muhteşem olur, ortaya bir ağaç eksek, tavan cam olmalı, Oradan geceleri yıldızları izlesek onlara dokunacak gibi olsak, tadelakt sıva ne renk olsun: mavi, sarı, pembe… Duvarda renkli camlar… Pencerelerin içine geçen oturup, uzanıp kitap okuyabileceğimiz sedirler, şurada bir oyuk…

Gece eve döndüğümüzde konuşmaya devam ediyor, arada bir deftere planlar karalıyor ve yeniden konuşuyorduk. Kelimelerimiz duman gibi açık pencereden, baca deliklerinden gökyüzüne yükseliyor, kartal gibi kanatlarını açıp sabah çember çizdiğimiz alana süzülüyordu. Düşler, taşlar, tasarılar, toprak her bir şey iç içe geçiyor, çağlayarak akıyor, temelinden kümbetinde koca bir ev, sihirli bezelyeler misali ay ışığında an be an yükseliyordu.

Sabah inşaat alanına gittiğimizde gözlerimiz kamaşmıştı. Rengarenk, ışıltılı, otuz metrekarelik bir alana yapılan ama yüz elli metre kareye kadar genişleyen, tepesindeki gökyüzünü kucaklayan camı, tadelakt sıvası ile parıldayan sıcacık yuvamız karşımızdaydı.

O gün ve sonraki günler bizi ziyarete gelen arkadaşları odalarımızda gezdirdik, asma katı gösterdik, penceremizden Mazgirt Dağlarına bakan manzaramızı izlettirdik. ‘Hani nerede?’ diyorlardı. Onca toprağı yukarılara taşımak, dizmek olanaksız,” diyorlardı. ‘Bu iş sizi yorar…’ Bizse yeniden dirilmiş gibiydik. “Olanaksız olan ne? Ev ise işte burada ya,” diyorduk.

Birkaç kişi dışında bizi anlamıyorlardı. Yılmadan anlatıyor, gördüklerimizi görememelerine şaşıyorduk. Düşlemek işin yarısından fazlasıydı. Hele o çizgi, ilk adım. Basit incecik bir şeymiş gibi görünen – evrende koca dünyanın dahi bir noktadan fazlası olmadığını bilen için küçük diye bir şey mi vardır.- bizi birçok kuralın, üretmemenin, yapılmazın, olmazın, mecburiyetin, ölümcül Êzidi çemberlerinin dışına çıkaran büyülü bir şeydi. Bizden başkası göremese de ev bitmişti.

Geriye biraz araştırmak biraz da çalışmak kalmıştı. O kolaydı, yapılırdı.

İnsan kendi evini niçin kendi yapar ki? – Miraz Ruspi

***

(yazıda geçen Earthship, Saman ev, Alker , Kerpiç ev yapımı hakkında videolar ve linkler)

Çuva (earthbag) yapımı için bilgi-deneyim paylaşımı için iletişim:
[email protected]
facebook.com/sonsuzlugu.soluklamak

Saman: bugday.org/

Alker: bianet.org/tek-yol-toprak emekveadalet.org/metin-yegin-nasil-ki-zenginler-kendi-evlerini-yapiyorlar-biz-yoksullar-da-onurlu-insanlariz-kendi-evlerimizi-kendimiz-yapacagiz/

Earthship: youtube.com/

 

Miraz Ruspi

[email protected]

Sağlıklı yaşam için devletten 50 bin ücretsiz bisiklet

Sağlık Bakanlığı bisiklet kullanımının teşvik edilmesi amacıyla “Sağlıklı Beslenme ve Hareketli Hayat Programı“nın içeriğine uygun olarak “Fiziksel Aktiviteyi Teşvik Projesi 2015-2018” kapsamında, bisiklet dağıtımlarına devam edecek.

Bu çerçevede Bakanlıkça, Çevre ve Şehircilik Bakanlığının belirlediği standartlarda bisiklet yolu ve paylaşım sistemi yapan yerel yönetimler, eğitim kurumları, üniversiteler ve sivil toplum kuruluşlarına bisiklet dağıtımı yapılıyor. 2015’te hayata geçirilen projeyle bugüne kadar 352 bin bisiklet dağıtımı yapan Sağlık Bakanlığı, 2018’de de 50 bin bisiklet hediye etmeyi hedefliyor.

“4 bin 914 okul beslenme dostu okul seçildi”

Bakanlık, “Türkiye Sağlıklı Beslenme ve Hareketli Hayat Programı”nı da yeni ihtiyaçları ve Dünya Sağlık Örgütü eylem planlarını dikkate alarak 2017-2021 dönemi olarak güncelledi.

Buna göre, çocuklara okullarda sağlıklı beslenme eğitimi verilerek sağlıksız gıdalardan korunmalarının sağlanmasına yönelik çalışmalar sürdürülecek. Tüm okullarda “Beslenme Dostu Okul Programı” devam ettirilecek.

Program kapsamında Ekim 2017 itibarıyla program kriterlerine uyan 4 bin 914 okula “Beslenme Dostu Okul Sertifikası” verildi.

Vatandaşların yoğun olduğu şehir meydanlarında, “Hareketli Yaşam Tarzının Teşviki”, “Sağlıklı Beslenme”, “Bağımlılıkla Mücadele” ve “Organ Bağışı” gibi konularda bilgilendirme ve sağlık okuryazarlığını artırma faaliyetlerine de devam edilecek. Bu kapsamda çalışmaların yapıldığı ve Türkiye genelinde hizmet veren 150 “Sağlıklı Yaşam Aracı” ile 5 milyon kişiye ulaşıldı.

 

(NTV)

Rest mi, müzakere mi? Türkiye gerçekten Bonn iklim zirvesini terk etti mi? İşte Türkiye’nin resmi açıklaması…

Habertürk’ten Esra Nehir’in özel haberine dayandırılarak Cumhuriyet, Sputnik, A Haber gibi pek çok internet gazetesinde yayınlanan bir habere göre Türkiye Bonn’da yapılan İklim Zirvesi’ni (COP 23) rest çekerek terk etmiş.

Habere göre gazeteye özel bir demeç veren Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki olayın nasıl geliştiğini şöyle anlatmış: “20’ye yakın ülke temsilcisiyle temasta bulundum. Gelişmekte olan ülke kategorisindeki Ek-2 ülkeleri 100 milyar liralık pastadan payları azalmasın diye bizi istemediler. 3 maddelik talebimizi reddettiler. Biz de rest çekerek toplantıdan ayrıldık.”

* Habere devam etmeden düzeltme: Gelişmekte olan ülkeler Ek-2 ülkeleri değil Ek-dışı ülkelerdir.

Başmüzakereci Prof. Birpınar kapanış konuşmasında ne dedi?

Bonn’da COP 23’ü izleyen herkesi bir hayli şaşırtan haber, kuşkusuz Türkiye delegasyonunun zirveyi terk ettiği olarak algılanıyor. Oysa durum pek böyle değil. Birleşmiş Milletler’in 23. İklim Değişikliği Taraflar Konferansı’na oldukça kalabalık bir resmi delegasyonla katılan ve zengin ikramlarıyla uğrak noktası olan geniş bir de alan (Turkey Pavillion) açarak çok sayıda etkinliğe ev sahipliği yapan Türkiye, tam tersine son dakikaya kadar toplantıların içindeydi. Zirvenin son günü olan 17 Kasım Cuma’yı Cumartesi’ye bağlayan geceye uzayan kapanış oturumunda gece yarısı Türkiye adına söz alan İklim Değişikliği Başmüzakercisi Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Prof. Mehmet Emin Birpınar, yürüttükleri müzakerelerden sonuç alınamaması konusundaki hayal kırıklığını oldukça diplomatik bir dille şöyle ifade etti:

Türkiye İklim Başmüzakerecisi Prof. Mehmet Emin Birpınar COP 23’ün kapanış oturumunda konuşurken

“Bu COP Türkiye’nin meseleleri üzerinde görüşüldüğü için bizim için de önemliydi. Bu konudaki destekleri nedeniyle Fiji Başkanlığı’na ve Sekretarya’ya minnettarız. Taraflar arasında ortak bir zemin bulma çabasından dolayı ve kolaylaştırıcılığı nedeniyle Bay Flasbarth’a ve ekibine teşekkür ederiz. İyi bilinen meselemizi tekrarlamama gerek yok. Talebimiz çok özgün ve haklıydı. Önceki ve mevcut başkanlıklar bu sorunu çözmek için gerekli platformu sağladılar. Başlangıç için elimizde iki metin vardı ve bazı yapıcı yorumlar da duyduk. Bununla birlikte güçlü bir direnişle de karşılaştık ve kırmak mümkün değildi. 2015’de yeni bir sistem kurarken ortak temeller üzerinde anlaşmıştık. Bu, ülkeler tarafından yönlendirilen, kapsayıcı, kendini farklılaştırmaya dayalı ve kimsenin dışarıda bırakılmaması gereken bir sistemdi. Buna Paris Anlaşması adını verdik. Bu yıl Fiji Başkanlığı yeni bir konsept başlattı. Bu konsept empati, birbirini dinleme ve çözüm bulmayı içeriyordu. Buna Talanoa Diyaloğu adını verdik. Maalesef bu çatı altındaki uluslararası forum bu yapıcı aracı uygulamada kullanamadı. Toplantılarda görüşümüzü açıkça ifade ettik, ancak bu muhalefetin arkasında herhangi bir somut mantık bulamadık. Meselelerimiz hâlâ ortada duruyor ve biz çözüm aramayı bırakmayacağız. Şu anda içinde bulunduğumuz durum adil değil ve hakkaniyetten çok uzak. Sistem içinde bize sağlanan bütün yolları kullanacağız. Yol haritamızı belirleyeceğiz ve sistemin bütününün her düzeyde bir parçası olmanın yollarını arayacağız. Birlikte mantıklı ve uygulanabilir bir çözüm bulunana kadar seslerimizi yükseltmeye devam edeceğiz. Şimdi başarılı ve iyi bir COP kapanış toplantısını gerçekleştirmek için iyi niyetimizi ve tutumumuzu göseriyoruz. Fiji Başkanlığı’na ve Bay Flasbarth’a yorulmak bilmeyen çabalarından dolayı bir kez daha teşekkür ediyoruz. Sonraki oturumlarda bütün tarafların ellerini taşın altına koymak için istekli olacağını ve Paris ve Talanoa ruhlarını gerçeğe dönüştüreceğini umuyoruz.”

Başmüzakereci Prof. Birpınar’ın konuşmasında öne çıkan noktalar Türkiye’nin sorunun çözülmemiş olmasından dolayı hayal kırıklığına uğramış olsa da (ki Talanoa diyaloğunun ruhuna uyulmadığı oldukça ince ve aynı zamanda ağır bir göndermeydi) iklim müzakerelerini bırakmayacağı, talebini tartışmaya devam edeceği, sistem içindeki mekanizmaları kullanmayı sürdürerek sonraki toplantılarda yer alacağı idi. Yani ortada gazetelere yansıdığı gibi bir rest çekme veya terk etme durumu yok. Bunu da müzakerelerin en yetkili ismi, müzakerelerin kapanış genel kurulunda söylüyor.

Bakanın demeci iç kamuoyuna dönük

O halde Çevre ve Şehircilik Bakanı Özhaseki’nin bu demeci ne anlama geliyor? Bu demecin iç kamuoyuna dönük bir amaca yönelik olduğunu anlamak için demecin diğer bölümlerine de bakabiliriz Özhaseki, 25 yıllık uluslararası iklim politikaları sürecinde Türkiye’nin durumunu birkaç cümlede şöyle özetlemiş:

Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki COP 23’de (Habertürk’ün Bakan’ın demecinden çıkardığı spotla)

“Türkiye OECD ülkesi olduğu için gelişen ülkeler kategorisi olan Ek-1 ülkeleri arasına konuldu. O dönem toplantıya katılan Dışişleri yetkilileri buna itiraz etmedi. Gelişmiş ülkeler kategorisinde olduğunuzda 2 türlü yükümlülükle karşı karşıya kalıyorsunuz. Birincisi 100 milyar dolarlık Yeşil İklim Fonu’na para aktarmak zorundasınız. Teknoloji yardımında bulunmak zorundasınız. İkincisi de mutlak karbon emisyonu azaltımı ile karşı karşıyayız. Bu olursa, pek çok tesis maliyetten dolayı kurulamayacak, termik santralların de havayı zehirleme bahanesiyle önü kapanacak. Paris Sözleşmesi’ne göre bu 2 yükümlülüğü 2020’ye kadar yerine getirmememiz gerekiyor.”

Bu sözlerde Çevre ve Şehircilik Bakanı’nın yanlış bilgilendirildiği açıkça ortaya çıkıyor. Birincisi Türkiye 2001’de Ek-2’den çıkarıldığı için Yeşil İklim Fonu’na para aktarmak veya teknoloji yardımı yapmak zorunda değil. İşin bu kısmı tamamen yanlış.

Türkiye’nin mutlak karbon emisyonu azaltımı ile karşı karşıya kaldığı ise delegasyonda bulunan Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı yetkililerinin ısrarla tekrarladığı bir yorumdan ibaret. İklim politikalarını iyi bilen pek çok ismin katılmadığı bu yoruma göre Türkiye Paris’e taraf olursa Anlaşma’nın 4.4. maddesinde bulunan “Gelişmiş ülke Tarafları ekonomi genelinde mutlak emisyon azaltım hedeflerini üstlenerek öncülük etmeye devam etmelidirler.” hükmü nedeniyle Türkiye’ye bir mutlak azaltım hedefi dayatılacağı iddia ediliyor.

Oysa Anlaşma’nın çerçevesini sağladığı iklim eylemi ülkelerin kendi belirledikleri katkı belgeleri temeline dayandığı ve Birpınar’ın da konuşmasında söylediği gibi Paris Anlaşması “ülkeler tarafından yönlendirilen” aşağıdan yukarıya bir mimariye sahip olduğu için ülkelerin azaltım hedefinin yukarıdan (bir başka ülke ya da sekretarya tarafından) belirlendiği bir mekanizma bulunmuyor. Bir ülke diğer bir ülkeden elbette talepte bulunabiliyor, ancak bunun yaptırım gücü yok. Üstelik Sözleşme’de Ek-1’de de olsa Paris Anlaşması’nın veya Sözleşme’nin herhangi bir yerinde burada referans verilen “gelişmiş ülkeler”in listesi de yok. Ayrıca Paris Anlaşması Ekler’e de referans vermiyor.

Enerji Bakanlığı’ndaki kömürcü kanadın etkisi mi?

Özhaseki’nin açıklamasında asıl kritik cümleler ise şunlar: “Bu olursa pek çok tesis maliyetten dolayı kurulamayacak, termik santralların de havayı zehirleme bahanesiyle önü kapanacak.” Havayı zehirleme bahanesi mi? Tabii, iklim değişikliğiyle mücadele eden bir anlaşmaya taraf olmanın mantıklı sonucu kömürlü termik santrallar yapmamak ve mevcutları belli bir süre içinde kapatmaktır. Bu yorum ise iklim değişikliği inkarcılarının, ABD’deki Trump yünetiminin argümanlarını hatırlatıyor. Ancak Çevre ve Şehircilik Bakanı’nın iklim müzakerelerine termik santralları savunmak için karşı çıkması, bakanlığın ve delegasyonun genel müzakere tarzına uygun değil. Bu sözler daha çok Enerji Bakanlığı’nda şahin-kömürcü bir kanadın olduğunu düşündürüyor ve bunların görüşlerini yansıtıyormuş gibi görünüyor.

Özhaseki’nin açıklamasındaki bir bölüm ise şöyle:

“2 ana konu var. Birincisi 100 milyar dolarlık Yeşil İklim Fonu adı verilen pasta söz konusu. Kim para verecek, kim alacak? Mesele bu. Şimdiki durumda para verecek ülke konumundayız. Biz de diyoruz ki ‘Gelişmekte olan ülke olduğumuz için para alması gereken ülkeyiz’, birinci kavgayı bunun için veriyoruz. İkinci kavga da dünyanın yalnızca 0,7’sini kirlettiğimiz halde bizden mutlak karbon emisyonu azaltımı isteniyor. Köprü, termik santral gibi çok sayıda yatırımın önünü iklimi kirletme bahanesiyle kesecekler. Diyoruz ki ‘Taleplerimiz yerine gelmediği sürece Paris Anlaşması’na taraf olmayacağız’, bunu Meclis’e getirmeyeceğiz.”

Elbette Paris’e taraf olursak dünyayı istediğimiz gibi kirletemeyiz demek, iklim müzakelerinin ortasında söylenecek söz değil. Bu, nükleer silahların sınrılandırılması görüşmeleri sırasında “Ama bu anlaşmaya taraf olursak istediğimiz ülkeye atom bombası atamayız” demekle aynı şey. Öte yandan Türkiye’nin dünyayı yüzde 0,7 kirlettiği de doğru değil. Bu bilginin doğru söylenişi “Türkiye’nin küresel sera gazı emisyonlarındaki payı”dır ve Türkiye için bu oran yüzde 1’dir, binde 3’lük bir tenzilata gitmenin bir faydası yok. Üstelik Türkiye bir G20 ülkesi. G20 ülkesi olmak ülkelere payını ötesinde bir sorumluluk yüklüyor. Bu yıl Hamburg’da yapılan G20 zirvesinde Cumhurbaşkanı Erdoğan Paris Anlaşması’nın “geri dönülmez” olduğu yönndeki mutabakata imza atmış, bu karara çekince koyan ABD’yi yalnız bırakmıştı.

Ancak bütün bu sözlerde Türkiye’nin müzakelerdeki elini zayıflatan en olumsuz argüman Yeşil İklim Fonu’ndan bahsedip hemen ardından “gelişmekte olan ülke olduğumuz için para alması gereken ülkeyiz” demek. Meseleyi “Türkiye para istiyor” (üstelik “pastadan”!) olarak basitleştirip müzakere gücünü sınırlayanların elini güçlendiren bir sözü bir Çevre Bakanı neden söyler? Her şeyden önce daha önce belirttiğimiz gibi Ek-2 ülkesi olmadığı için Türkiye Yeşil İklim Fonu’na para verecek konumda değil. Ancak daha önemlisi Yeşil İklim Fonu’nda para istiyoruz demek, Türkiye’nin Bonn’da asıl yapmak istediğine ters. Çünkü bu argümandan, az gelişmiş ülkelerin Türkiye’nin tezine karşı tepki göstermesine neden olduğu için Bonn’daki Türkiye delegasyonu kaçınıyordu. Türkiye tam tersine bizim bu fondaki parada gözümüz yok, ama çok taraflı fonların önünün kesilmesini istemiyoruz diyordu. Türkiye’ye sunulan çözüm taslağı da bunu temel alıyordu. Bakan ise bir demeciyle bu argümanı boşa çıkarmış oluyor.

Sonuç olarak iç basında yansıdığı gibi Türkiye’nin rest çektiği, masayı terk ettiği doğru değil. Paris’e taraf olmayacağını da açıklamış değil. Tam tersine müzakereler sürüyor. Çevre ve Şehircilik Bakanı’nın bu açıklamalarında Paris’e tamamen karşı olan Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’ndaki eski moda kömür yanlısı kanadın belirleyici olduğu anlaşılıyor. Şimdi yapıcı müzakere yürütmekten ve taleplerinin makul bir düzeyde karşılanması halinde Paris’e taraf olmaktan yana olan Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’ndaki iklim bürokrasisinin bu durumun dışarıya yansımasını önlemesi ve çözüm için ön açıcı yeni bir yol bulması gerekiyor.

(Yeşil Gazete)

Fosil şirketler varlık fonundan çıkarılıyor

Dünyanın en büyük bağımsız varlık fonu olan 1 trilyon dolar değerindeki Norveç’in bağımsız varlık fonu, petrol ve gaz şirketlerini benchmark endeksinden çıkarmayı gündemine aldı. Bu karar fosil yakıt şirketlerinin fon yatırımları değerlendirilirken bir karşılaştırma, değerlendirme ölçütü olmaktan çıkarılması anlamına geliyor.  Öneri, Norveç Maliye Bakanı Siv Jensen tarafından kabul edildiği ve parlamentodan geçtiği takdirde, benchmark endeksinin şu anda yüzde 6’sını oluşturan ve 37 milyar doları değerindeki petrol ve gaz hisseleri kademeli olarak fondan çıkaracak.

Merkez Bankası tarafından Maliye Bakanlığı’na mektupla sunulan teklif, Merkez Bankası Başkanı Oeystein Olsen ve Fon Başkanı Yngve Slyngsad’ın imzalarını taşıyor. Önerinin amacı, fonu ve dolayısıyla Norveç hükümetini petrol ve gaz fiyatı dalgalanmalarına karşı korumak.

Norveç Merkez Bankası Başkan Yardımcı Egil Matsen Reuters’a yaptığı açıklamada, “Teklifimiz FTSE tarafından petrol ve gaz şirketi olarak tanımlanan tüm şirketlerin fonun referans endeksinden çıkarılması” dedi.

Teklif Haziran’da Norveç Meclisi’ne gelebilir

Norveç bağımsız varlık fonu, ülkenin petrol ve gazdan elde ettiği geliri yabancı emlak, hisse senedi ve bonoya yatırıyor. Birçok petrol şirketinin en büyük yatırımcılarından biri olan fonun 2016 yılı sonunda Royal Dutch Shell’de  yüzde 2.3, BP’de yüzde 1.7, İtalyan Eni’de yüzde 1.7, Total’de yüzde 1.6, Chevron’da  yüzde  0.9, İsveçli Lundin’de yüzde 0.9 ve ExxonMobil’de yüzde 0.8 hissesi bulunuyordu.
Matsen sözlerini, “Varlıkların petrol fiyatlarındaki dalgalanmalara karşısında maruz kaldığı risk, fonun petrol ve gaz hisse senetlerine yatırım yapmamasıyla azaltılabilir. Bakanlar ve politikacılar bunun iyi bir öneri olduğunu düşünür ve evet derlerse, petrol ve gaz sektörüne yapılan yatırımlar zamanla azaltılacak” diyerek noktaladı. Öneri, bakanlar nezdinde en erken baharda görüşülüp, Haziran ayında da parlamentoda oylamaya sunulabilir.

 

(Gazete Duvar)

NASA iklim değişikliğinin son 20 yılda dünyayı nasıl etkilediğini videoda anlattı

ABD’deki havacılık ve uzay araştırmaları programını koordine eden Ulusal Havacılık ve Uzay Yönetimi (NASA), iklim değişikliğinin son 20 yılda dünyayı nasıl etkilediğini paylaştığı videoda anlattı.

Uzaydan çekilen görüntülere yer verilen animasyonda 20 yılı aşkın süredir meydana gelen mevsimsel dalgalanmalar görülüyor. 2 dakika 18 saniye uzunluğundaki videoda kutuptaki buzulların eridiği, zaman geçtikçe Arktik bölgesinin yeşillendiği dikkat çekiyor. NASA’nın mercek altına aldığı görüntüler, küresel ısınmanın ve iklim değişikliğinin boyutlarını gözler önüne seriyor.

İzlemek için tıklayın

 

(Yeşil Gazete, Independent)

Yeşilin her tonuna düşman yasa tasarısı – Pelin Cengiz

Bir ülkenin enerji, iklim ve doğa koruma politikalarına bakmak isterseniz, o ülkenin yasalarına bakmanız yeterlidir, yasalarla yapılan oyunlardan ve yine o yasalarla açılan yollardan ülkenin gideceği yer de bellidir.

Şimdi bahsedeceğim yılan hikayesine dönmüş yasa tasarısına da, hele de adında “koruma” geçen bir yasa tasarısına normal şartlar altında, normal ülkelerde destek verilir. Ancak, bizdeki gibi uygulamaya konmak istenen yasa tasarısı, mevcut durumu daha kötüye götürecek, korunan alanların statülerinde kritik değişiklikler yaratacaksa, aynı zamanda doğayı tamamen tüketilecek bir meta haline getirecekse bırakın desteği, isyan sebebi oluyor.

Her ne kadar kanunun adı “Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu” olarak geçse de, adındaki koruma sözüne sakın aldanmayın. Kanun gerek hazırlanma aşamasında toplumsal mutabakattan yoksun olmasıyla gerekse de getirdiği düzenlemelerle aslında bir “korumama” yasa tasarısı. Doğayı korumaktan çok doğayı sınırsız şekilde kullanıma, yağma ve talana açma imkan veren bu yasayla, doğal varlıklar üzerindeki her türlü koruma kararı kaldırılabilecek, koruma alanlarının sınırları değiştirilebilecek, kısmen veya tamamen farklı bir statüye geçirilebilecek.

Yasa şu günlerde TBMM Çevre Komisyonu’nda görüşülüyor ancak geçmişi epey eskiye dayanıyor. Bu yasa tasarısıyla ilgili ilk çalışmalar 2000’li yılların başlarında başladı. 2000-2006 yıllarını kapsayan dönemde STK’ların, üniversitelerin ve kamu çalışanlarının katılımı ile ilgili bir taslak hazırlandı. O dönemde aslında hayli katılımcı bir süreç izlendi. Ancak, 2010 yılında bu taslak yerine tamamen farklı bir taslak hazırlanarak, TBMM Çevre Komisyonu’nda görüşülmeye başladı. STK’ların yoğun itirazları neticesinde bazı değişiklikler yapılan tasarı, 2011-2012 yıllarında TBMM Çevre Komisyonu’nda görüşülerek kabul edildi. Gezi direnişinin yaşandığı günlerde çevre örgütlerinin sert tepkilerine neden olan tasarı o günlerde AKP hükümeti tarafından rafa kaldırıldı. Fakat 2016’da küçük değişikliklerle tekrar hazırlanan tasarı, 2017’ye gelindiğinde tekrar Çevre Komisyonu’nun gündemine alındı.

Tasarının en temel gerekçesi olarak, “Türkiye’de tabiatı ve biyolojik çeşitliliği koruma amaçlı çok sayıda hukuki ve idari düzenleme bulunduğu açıklanarak mevzuatın uygulanmasından sorumlu kuruluşlar arasında görev ve yetki karmaşası olduğu, farklı koruma kategorilerinin birbiriyle uyumlaştırılması gerektiği” ifade ediliyor.

Burada yapılmak istenen doğal varlıkların yönetimini yasal düzenlemelerle tek yasa altında ve tek elde toplamaktan başka birşey değil. Böylece doğal varlıklarla ilgili yetkiler tamamen iktidarın elinde olacak, iktidarın tek belirleyici olduğu bir düzenle herşeye karar verilecek.

Zaten tasarının maddeleri ile gerekçe tam olarak örtüşmüyor zira biyolojik çeşitlilik açısından önem taşıyan yaklaşık 5,5 milyon hektar alan tasarının dışında bırakılmış.

İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi’nden Prof. Dr. Doğanay Tolunay’ın yasa tasarısıyla ilgili yaptığı çalışmada bu konu şöyle ifade ediliyor:

“2016 itibariyle korunan alanların toplamı 7,74 milyon hektar. Ülke yüzölçümünün yüzde 10’undan daha azına karşılık gelen korunan alanların oranının dünya ortalaması ise yüzde 12,8 kadar. Ülkemizde korunan alanların miktarı yıllar içinde artmıştır. Ancak 2014 yılında Sulak Alanlar Yönetmeliği’nde yapılan değişiklikle tescil süreci getirildiği için korunan alan miktarında azalma olmuştur. Tasarı kapsamında yer alan Milli Parklar Kanunu ve Kara Avcılığı Kanunu’nca ilan edilen korunan alanların miktarı ise 2,19 milyon hektar kadardır. Böylece biyolojik çeşitlilik açısından önemli olan yaklaşık 5,5 milyon ha kadar alan kanun tasarısının dışında bırakılmaktadır.

Teklif edilen kanun tasarısı ile bu kanunlardan Milli Parklar Kanunu tamamen kaldırılmakta ve Kara Avcılığı Kanunu’ndaki bazı ibareler ise kaldırılmakta ya da değiştirilmektedir. Dolayısıyla kanun yasalaştığı anda tabiatı ve biyolojik çeşitliliği koruma konusunda dört kanun yürürlükte olacaktır. Bu durumda da kaldırılması hedeflenen yetki karmaşası halen devam edecektir.”

Tasarının korunan alanlar için tehdit oluşturan en önemli maddelerinden biri de 17. madde. Madde ile korunan alan planlarına uygun olmak şartıyla turizm tesisleri ile savunma, ulaşım, haberleşme, su isale hattı, doğalgaz, petrol, enerji iletim hattı, altyapı tesisleri, gölet ve mezarlıklara izin verilebileceği ifade ediliyor. 

İzin sürelerinin 29 yılı geçemeyeceği yazılmış olsa da, 49 yıla kadar uzatılabileceği belirtilmiş. Kanun tasarısının genel gerekçelerinde stratejik ve ülke kalkınması için önemli ve “üstün kamu yararı” açısından önemli görülen faaliyetlere izin verme usullerinin düzenlendiği iddia edilmiş.

Bu üstün kamu yararı sözünü AKP iktidarları döneminde sıkça duyduk. Kanun tasarısında en çok tehlike içeren ve suistimale en açık ifadelerden biri bu. Üstün kamu yararına kim karar verecek, politikacılar mı, bakanlıklar mı, mahkemeler mi?

Doğanay Tolunay’ın çalışmasında o maddeyle ilgili çekinceler şöyle anlatılmış: “Maddenin birinci fıkrasında sıralanan izin verilecek uygulamaların bir çoğunun üstün kamu yararı kapsamında değerlendirilmesi olanağı yoktur. Kaldı ki korunan alanların tahrip olmadan gelecek kuşaklara aktarılması ve biyolojik çeşitliliğin korunmasında da üstün kamu yararı bulunmaktadır. Bu madde kapsamında üzerinde durulması gereken bir diğer konu da bu kanun tasarısı ile korunan alanlarda izin verilebilecek faaliyetlerin birçoğunun Çevresel Etki Yönetmeliği kapsamında yer alabileceğidir. Ancak korunan alanların tamamı ÇED Yönetmeliği’nin duyarlı yörelerinde kalmaktadır.”

Son yıllarda başta ormanlar olmak üzere doğal alanlar, mera ve tarım alanları, kıyı ve denizler amacı dışında kullanıma açılıyor, yapılaşmaya ve ranta maruz bırakılıyor. Son 15 yılda orman alanlarından başka kullanımlara verilen izinlerin miktarı 600 bin hektarı, Orman Kanunu’nun 2B maddesi ile orman dışına çıkarılan alanların miktarı ise 550 bin hektarı geçmiş. Diğer yandan torba yasalara gizlenen maddelerle, KHK’larla doğal alanların tahrip edilmesinin yolu açılıyor. Pek çok uygulamayla Türkiye’nin altında imzası olduğu doğa koruma sözleşmelerini ihlal ettiğinden bahsetmiyorum bile…

Yasa maddelerinin tekrar gözden geçirilmesi, hatta bazı maddelerin tamamen çıkarılması gerekiyor. Yoksa bu haliyle nurtopu gibi yeşilin her tonuna düşman bir doğa korumama yasası yolda, hızla geliyor demektir. Her dereye bir HES, her dağa maden arama ruhsatı, her ormana inşaat projesi, her kıyıya turizm tesis derken, bir daha yerine gelemeyecek tabiat varlıkları yok edilecek demektir.

 

Pelin Cengiz