Ana Sayfa Blog Sayfa 2944

Sınır Tanımayan Gazeteciler: Türkiye, dünyanın en büyük gazeteciler hapishanesi

Paris merkezli Sınır Tanımayan Gazeteciler (Reporters sans frontières – RSF) örgütü, 2017 yılında dünyada 65 gazeteci ve medya çalışanının öldürüldüğünü, 326 gazetecinin de parmaklıklar ardında olduğunu açıkladı. Örgüt Türkiye’yi ise profesyonel gazeteciler için “en büyük hapishane” olarak nitelendirdi.

Salı günü RSF’nin her yıl açıkladığı rapora göre, bu yıl öldürülen profesyonel gazetecilerin sayısı 50’ydi. Bu, son 14 yılda öldürülen gazeteci sayısında görülen en düşük sayı.

Ancak RSF’ye göre bu düşüş, umut verici bir gelişme değil. Gazeteciler dünyanın en tehlikeli bölgelerine göreve gitmekten kaçınıyor ve buralarda çalışan gazeteci sayısı azalıyor.

RSF’nin verilerine göre, bu 65 kişinin 39’u öldürülürken, diğerleri hava saldırıları ya da intihar saldırıları gibi görevleri sırasında yakalandıkları ölümcül olaylar nedeniyle hayatını kaybetti.

2017’de 12 muhabirin öldürüldüğü savaş yorgunu Suriye gazeteciler için hâlâ en riskli ülke.

Suriye’yi bu yıl 11 kişinin öldürüldüğü Meksika takip ediyor.

2017’de Türkiye: 42 gazeteci hapiste

Raporda Türkiye yine profesyonel gazeteciler için “dünyanın en büyük hapishanesi” olarak nitelendirildi.

2017 verilerine göre Türkiye çapında 42 gazeteci ve bir basın çalışanı, meslekleriyle bağlantılı bazı suçlamalarla hâlâ parmaklıklar ardında.

Raporda, “Hükümeti eleştirmek, ‘şüpheli’ sayılan bir medya kuruluşu için çalışmak, hassas bazı kaynaklarla iletişim kurmak ya da şifreli bir mesajlaşma uygulamasını kullanmak bile terör suçlamasıyla gazetecilerin hapse atılmasına neden oluyor” ifadeleri yer aldı.

RSF’nin Nisan ayında açıkladığı 2017 Basın Özgürlüğü Endeksi’nde Türkiye yine gerilemiş, 180 ülke arasında 155’inci sırada yer almıştı.

Uluslararası Gazetecileri Koruma Komitesi (CPJ) de, geçtiğimiz hafta yayınladığı raporda benzer kaygılara dikkat çekmişti.

CPJ’nin raporunda Aralık 2017 itibarıyla Türkiye’nin üst üste ikinci yıl “en fazla gazetecinin cezaevinde olduğu ülke” olduğu vurgulanmış, şu ifadelere yer verilmişti:

“2016 yılında Türk basınına yönelik olarak başlayan baskı, Temmuz ayındaki darbe girişimi sonrası arttı. Yetkililer bazı gazetecileri, yalnızca bir mesajlaşma uygulaması olan Bylock kullandıkları ve Gülenci kurumlar arasında olduğu iddia edilen bankalarda hesapları olduğu için suçladı.”

Çin, Türkiye, Suriye, İran, Vietnam

RSF’nin 2017 verilerine göre, dünya çapında hapiste tutulan gazetecilerin toplam sayısı 326. Türkiye ise, dünyanın beş büyük gazeteci hapishanesinden biri.

Tüm medya çalışanlarının sayısı düşünüldüğünde Çin, hapse atılan gazeteci sayısının en yüksek olduğu ülke. Türkiye onu takip ediyor.

24 tutuklu gazeteci ile Suriye üçüncü en büyük hapishane olarak tanımlanıyor. İran’da 23, Vietnam’da ise 19 gazeteci hapiste.

 

(BBC Türkçe)

Çevre savunucularından “Konyaaltı ve Lara plajlarına dokunma” protestosu

Antalya Sahillerini Koruma Güç Birliği üyeleri Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Menderes Türel’in Konyaaltı plajları, Boğaçay ve Lara sahillerine yapmak istediği “çılgın projelerine” tepki gösterdi.

Mahir Doğan’ın Evrensel’de çıkan haberine göre, yaklaşık dört yıldır, Antalya halkının, meslek odaları, siyasi partiler ve sendikaların tepkilerine rağmen, Antalya sahillerini halka kapatma anlamına gelecek projeleri hayata geçirmek için, Konyaaltı sahilini bariyer perdelerle kapatarak, ormanlık alanda ağaçları kesen ve adeta sahili beton yığını haline getirecek olan Konyaaltı sahili “yenileme, güzellleştirme” projelerine başlayan Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Menderes Türel, Attalos meydanında Antalya Sahillerini Koruma Güç Birliği bileşenlerinin yaptığı basın açıklaması ile bir kez daha protesto edildi.

Grup adına açıklama yapan Jeoloji Mühendisleri Odası Antalya Şube Başkanı Ali Keleş “Konyaaltı sahili yat limanı Boğaçayın batı tarafında büyük limana bitişik ve doğusunda Konyaaltı sahilinin 1.200 metrelik kısmını tamamen yok edecek bir projedir. Yat limanının yapılmasıyla büyük limanın etkisinde ek olarak oluşan Konyaaltı sahilindeki kayıp daha da hızlı olarak gerçekleşecektir. Yani 1.200 metrelik kaybın dışında kalan sahilde daha hızlı erozyon yaşanacaktır’’ dedi. Keleş bu proje ile Antalya nın su kaynakları dahil zararlarını anlatarak, Menderes Türel’e derhal bu projelerden vazgeçilmesini ve Konyaaltı sahillerinin bugüne kadar olduğu haliyle bırakılması çağrısını yaptı.

 

(Evrensel)

ABD’den BM Güvenlik Konseyi’nde Kudüs tasarısına veto

Mısır tarafından Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi’ne sunulan ve ABD Başkanı Donald Trump’a Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanımaktan vazgeçme çağrısı yapan karar tasarısı Washington tarafından veto edildi. Konseyin diğer 14 üyesi ise tasarıya destek verdi.

Bu ülkeler ABD dışındaki diğer daimi üyeler Rusya, Çin, İngiltere ve Fransa ile geçici üyeler Bolivya, Mısır, Etiyopya, İtalya, Japonya, Kazakistan, Senegal, İsveç, Ukrayna ve Uruguay.

BM Güvenlik Konseyi’nin beş daimi üyesi veto yetkisine sahip.

Bir karar tasarının Konsey’den geçmesi için ise 15 üye ülkeden en az 9’unun “Evet” oyu kullanması ve hiçbir daimi üyenin veto yetkisini kullanmaması gerekiyor.

Trump’ın 6 Aralık’ta açıkladığı karar, Tel Aviv’deki ABD Büyükelçiliği’nin Kudüs’e taşınmasını da öngörüyordu.

ABD’nin veto ettiği karar tasarısında ise Kudüs’ün statüsü konusunda alınan herhangi bir kararın “hiçbir yasal etkisi olmadığı”, “geçersiz olduğu” ve “geri alınması gerektiği” belirtiliyordu.

Tasarıda ayrıca tüm ülkelere Kudüs’te büyükelçilik açmaktan kaçınmaları ve kentin statüsüyle ilgili BM kararlarına uymaları çağrısı yapılıyordu.

ABD Büyükelçisi Haley: Bu tasarı hakaret

ABD’nin BM Büyükelçisi Nikki Haley, Konsey’e sunulan karar tasarısını “hakaret” olarak nitelendirdi. Nikki Haley, “Bugün burada tanık olduğumuz şey asla unutulmayacak” dedi. Haley tasarının, “BM’nin İsrail-Filistin sorunun çözümüne yönelik çabalara yarardan çok zarar vermesinin bir diğer örneği olduğunu” söyledi.

Pence Çarşamba günü Kudüs’te

ABD Başkan Yardımcısı Mike Pence Çarşamba günü Kudüs’ü ziyaret edecek. Filistin Özerk Yönetimi Başkanı Mahmud Abbas ise Trump’ın kararı sonrası Pence ile görüşmeme kararı almıştı. İsrail, Kudüs’ün batısını 1948’de, doğusunu ise 1967’deki savaşlarda işgal etmişti ve kentin tümünü “bölünmez başkenti” olarak görüyor. Filistinliler ise Doğu Kudüs’ün gelecekte kurmak istedikleri devletin başkenti olmasını istiyor.

Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın: BM Genel Kurulu süreci başlayacak

Öte yandan Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, ABD’nin BM Güvenlik Konseyi’ndeki vetosu sonrası Twitter hesabından bir açıklama yaptı. Kalın açıklamasında, “Şimdi BM Genel Kurulu süreci başlayacak” ifadesini kullandı.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan daha önce yaptığı açıklamada, “ABD’nin Kudüs’le ilgili kararının iptali için BM nezdinde de girişimler başlatıyoruz. Önce BM Güvenlik Konseyi’nde, orada bir veto olursa BM Genel Kurulu’nda bu haksız kararın iptali için çalışacağız” demişti.

Erdoğan ayrıca Türkiye’nin Doğu Kudüs’te büyükelçilik açmak istediğini vurgulayarak, “İnşallah o günler de yakın ve büyükelçiliğimizi hayırlısıyla orada açacağız” diye konuşmuştu.

 

(BBC Türkçe)

Bitcoin tarzı kripto para birimleri ardındaki güç

Bitcoin ve diğer kripto para birimleri konusu ne zaman çevreciler arasında dile getirilse haklı olarak enerji tüketimi her zaman gündem maddelerinden birisi oluyor. Ve evet doğru, bu kripto para birimleri çok miktarda enerji tüketiyorlar. Yoksa devlet kontrolünden bağımsız olmasına çevrecilerin pek bir itiraz geleceğini sanmıyorum. İşin tuhaf tarafı Brent petrol ticareti yapanlar da artık Bitcoin enerji tüketiminden bahseder oldular.

Ev tipi kripto para kazıcı

Evet, veri bankaları gezegene çoğunlukla zarar veriyor. Bunu bir The Guardian çevirisi ile paylaşmıştık. Peki ya aynı yazıda adı geçen İsveçli araştırmacı Anders Andrae Bitcoin konusunda haklı mı? Yakın zamanda yayınlanan bir rapora göre değil. Başlamadan belirteyim, dünyadaki paranın zaten büyük kısmı dijital. Pekiyi bir kaynak bulamadığım için paylaşmayacağım ama gerçek para ile dijital para oranının %8 civarı olduğu basit bir Google araması sonucu ortaya çıkıyor. Bu para da veri bankalarında işleniyor, saklanıyor ve bu faaliyet de enerji tüketiyor.

Rapor?

Rapora göre Bitcoin madenciliği işi yıllık 8,27 TWh güç tüketiyor. Bu miktar İrlanda ve diğer bazı küçük devletlerin enerji tüketimlerinden fazla. İyi ya da kötü bu rakam ABD’deki veri merkezlerinin tükettiği gücün 8’de biri. Fakat devletlerin para basması sizce ne kadar enerji tüketiyor. 11 TWh. Altın madenciliği ise bir 132 TWh saat daha enerji tüketiyor. Matbu paraların ve kıymetli metallerin saklanması için bankaların, güvenlik sistemlerinin harcadıkları enerji ise cabası. Rapor diğer kıymet oluşturma yöntemlerini, özellikle de fosil yakıt tüketenleri içermiyor. O verilerle daha dramatik bir tablo görüyor olabilirdik.

Fakat yine de bu kripto paraların çevreci bir yol olduğunu iddia etmekten de bir hayli uzak. Bir zamanlar basit masaüstü bilgisayarlarda gerçekleştirilen madencilik işi şimdi milyar dolarlık ve aşırı enerji tüketen dev bir endüstriye dönüşmüş durumda. Hatta durum öyle bir noktaya gelmiş durumdaki Bitcoin ve Etherum gibi işlem hacmi yüksek kripto para birimlerinde madencilik işini sadece işi dev ölçekli yapabilen az sayıda kişi gerçekleştirebiliyor. Eğer az biraz şansı ise diğer madenciler para transferinde rol alıp üç beş kazanıyorlar.

Ben yanlış düşünüyor olabilirim ama kripto paraların çevreye etkisinin daha çok gündeme getirenler bunların gerçek para olmadığını düşünenler. Bir de bu gibi haberlerin biraz batı kaynaklı olduğunu düşünüyorum. Neden mi?

Kömürle ateşlenen para

Sebebi bence açık. BBC’nin ortaya çıkardığına göre 2016 yılında piyasaya arz olunan ya da başka deyişle kazılan Bitcoin’in yüzde yetmişi Çin’den çıkarılmış durumda. Cambridge Üniversitesinden Garrick Hileman ve Michel Rauchs’a göre büyük ölçekli madencilik işinin dünya genelinde yüzde 58’i Çin’de gerçekleşiyor. Çin ise devletin bazı kömürlü termik santralleri durdurma kararına rağmen ev sobalarından endüstriyel fırınlara kadar enerjisinin çoğunluğunu kömürden elde ediyor. Bu durum Bitcoin’i en çok kömür tüketen para birimi yapıyor olabilir.

İş tipi kripto para kazıcı (Google veri merkezi aslında ama buan benziyorlar)

Fakat bana bu noktada bir şey tuhaf geliyor. Tüm dünyanın fabrikası haline gelen Çin’in ürettiği her şey aynı enerji havuzundan güç çekiyor. Açıkçası ben kimsenin Çin kaynaklı diğer ürünler için benzer yorumlar yaptığını duymadım. Kullandığınız her şeyin bir arkadaşını çevirip bakın nerede üretilmiş diye. Çin değilse bile nükleer hevesindeki Tayvan, bir diğer kömür tüketici Vietnam ya da günde 45 sente emeğin sömürüldüğü bir başka yerden geliyordur kesin o ürün. Peki, gerçekten bunları konuşmuyor olmak ne kadar samimi, işin aslında bilemiyorum. Bir de konu hakkında haber yapan Bloomberg’in fosil yakıtlarda dünya şampiyonu bir ülkede faaliyet gösterdiğini de atlamayalım.

Kimi uzmanlar bu iş böyle giderse emisyonlardan ötürü gezegeni yok edeceğimizi söylüyor. Kimileri talebin dünya tüketiminin yüzde 0,1’ine denk geldiği için konunun çok abartıldığını iddia ediyor.

Peki ya madencilik faaliyeti hidroelektrik, rüzgar ya da güneş enerjisi ile gerçekleştirilse. Mesela İsviçre Alplerinde Hydrominer IT-Services GmbH isimli bir firma var ve tüm gücünü hidroelektrikten alıyor. Böylece Avrupa Birliği ortalamasının %80-%85’i kadar düşük maliyetli bir enerji kaynağı kullanıyor ve Çin ile rekabet etmeye devam edebiliyor. Hem de fosil yakıt yöntemlerinin %5-%10’una denk düşen emisyon değerleriyle. Yine de atlamayalım, Hydrofarmer IT-Services GmbH şirketinin kurucusu Michael Marcovici Bloomberg’e şöyle konuşmuş: “Biz çevreci bir proje olarak bunu başlatmadık. Bitcoin’i kirli enerjiyle anılıyor olması kötü bir şey. Biz kirli enerjinin kullanılmasını istemiyoruz. Fakat sorun şu ki, Avrupa’da enerji çok pahalı.” Konu para olunca haklı tabii.

Hidropara, evet

Başka örnekler de yok değil. İzlanda’da jeotermal ile çalıştırılan maden var mesela. Çin’de bile hidroelektrik santralleri etrafında kümelenmiş madenler bulunmakta.

Biri yeni algoritma mı dedi?

Başta dediğim gibi diğer kripto paralar bu noktada önemli olabilir. Bitcoin türünün ilk örneği ve bu sebeple piyasa emisyonu en yüksek para birimi bu. Çalışma konseptine “Proof of Work” deniyor ve kabaca işin gerçekleştiğini, bir blockchain’in anlamlandırıldığını kanıtlamak prensibi üzerinden çalışıyor. Diğer para birimleri tam olarak aynı algoritma ile çalışmıyorlar. Bu farklı algoritmaların elbette ortaya çıkması çevreci sebepler ile gerçekleşmedi. Daha çok güvenliği ya da para transferi hızını değiştirmek gibi amaçları var. Fakat aynı zamanda daha az enerji tüketmeye de sebep oldular.

Çok detaylarına girmeyeceğim ama her bir anlamlı para transferş ardından yeni bir para üreten Minereum isimli para birimleri olduğu gibi elinizdeki kripto parayı ortaya koyarak paradan para yaptığınız “proof of stake” yani ortaya konan paranın kanıtı gibi bir sürü metot geliştirilmiş durumda. Hatta bu “proof of stake” işinin borç para üzerinden yapılanı bile var. “Proof of Work” için ise erteleme, geri dönüştürülebilme gibi yeni algoritmalar deniyorlar.

Buradaki en önemli detay, bu iş karlı olmayı sürdürdükçe insanlar madencilik yapmaya devam edecek olmaları.

 

Ali Serdar Gültekin

İklim değişikliğinin doğal afetlerle bir bağlantısı daha ortaya çıktı

İklim değişikliğinin doğal afetlerle bağlantısı hakkında bir bağlantı daha ortaya çıktı. Ağustos ve Eylül ayında Teksas eyaletini etkisi altına almış olan Harvey Kasırgası’ndaki sağanak yağmurların sebebinin de iklim değişikliği olduğu ortaya çıktı. Hollanda Kraliyet Meteoroloji Enstitüsü tarafından yürütülen bir araştırmaya göre Harvey Kasırgası gerçekleştiği sırada üç günde düşen en yoğun yağış miktarı  1043.4 milimetereydi.

Böylesi 9 bin yıldır görülmedi

Environmental Research Letters dergisinde yayınlanan makaleye göre bu kadar yoğun sağanak ancak 9 bin yılda bir gerçekleşebilecek bir şeydi. 1880 yılından beri yapılan ölçüm ve gözlemler sağanak yağışlarda yüzde 12 ila 22 arsında bir artış olduğunu ve bu artışın yıllık bir derecelik sıcaklık artışı yaşandığında atmosferin sahip olduğu nem tutma kapasitesinden iki kat fazla olduğunu ortaya koyuyor.

Artış yüzde 6 değil 38!

ABD’de Lawrence Berkeley Ulusal Laboratuvarı tarafından gerçekleştirilen  bir bilgisayar simülasyonu ise iklim değişikliğinin kasırga sırasında düşen yağış miktarının dünya ısınmaya başlamadan önceki yıllarla karşılaştırıldığında  yüzde 38 daha fazla yağış düştüğünü ortaya koydu. Araştırma ekibinin yöneticilerinden Michael J. Wehner, “Dünyanın bugüne kadar eriştiği sıcaklık dikkate alındığında ben yüzde 6 veya 7 gibi bir rakam bekliyordum. Durum düşündüğümüzden daha kötü” dedi.

Her iki makale de ABD Jeofizikçiler Birliği’nin yıllık toplantısında sunuldu. İki metin de sadece kasırga sırasında düşen yağışın yoğunluğunu değişken olarak kullanarak ölçüm yaptılar. Buna ek olarak 4 ve daha yüksek şiddetli kasırgaların dünya ısındıkça daha da sık görüleceği konusunda uyarılar yapıyor.

Bugüne kadar yapılan araştırmalarda 2013 yılında Avustralya’da meydana gelen aşırı sıcak dalgaları, 2016’da Louisiana’da meydana gelen sağanak yağmurlar ve aynı yıl Fransa’da meydana gelen sel felaketlerini iklim değişikliğine bağladılar. bilim insanları şimdi de eğer Paris Anlaşması’na uyulursa kasırgaların yapısının nasıl değişeceği ve bu afetlerin yarattığı nasıl korunabileceğimizi ortaya koyan çalışmalara ihtiyaç duyulduğuna işaret ediyor.

 

(Yeşil Gündem)

Osman Kavala, PODEM ve Türkiye’de açık toplumun hazin sonu – Umut Özkırımlı

Bu yazı ahvalnews.com/ dan alınmıştır

Herkesin bir şekilde adını duyduğu, hakkında bir fikir sahibi olduğu kimi kitaplar vardır. Fransız düşünür Julien Benda’nın 1927 yılında yazdığı ‘Aydınların İhaneti’ adlı deneme de bunlardan biridir.

Eski Yunan felsefesinden Aydınlanmacı geleneğe aydın kavramının izlerini süren, aydınların toplumsal işlevini masaya yatıran bu denemeyi kaç kişi başından sonuna okumuştur bilinmez ama bu sayının sadece ‘aydınların ihaneti’ klişesini kullanarak belirli bir siyasi pozisyonu savunan sayısından az olduğunu varsaymak abartılı olmaz.

Benda’nın denemesi özünde bir tür hesaplaşmadır. Aydın olmayı gündelik çıkarlar peşinden koşmadan, maddi kaygı gütmeden sanat, bilim ya da felsefe alanında üretimde bulunmak şeklinde tanımlayan düşünüre göre aydın sınıfı yirminci yüzyılın başından itibaren bu bağımsız konumundan uzaklaşmış, evrensel değerlere sırtını dönmüştür.

İçinde yaşanılan çağ, farklılıkların siyasallaştığı, millet-ırk-sınıf temelli tutkuların – moda terimle – ‘öteki’nden nefrete dönüştüğü bir dönemdir. Ahlak siyasete değil, siyaset ahlaka yön vermeye başlamıştır. Bunda da en büyük sorumluluk bu gidişi meşrulaştıran aydınlara aittir.

Benda siyaset dışı bir aydın hayali kurmaz doğal olarak. Sözünü ettiği ‘ihanet’, siyasetin aydına aydın olma vasfını veren sanata, bilime, felsefeye bulaşması, deyim yerindeyse onları ‘kirletmesidir’. İktidarın cazibesine kapılan aydınlar toplumsal işlevleriyle gündelik çıkarları arasına mesafe koymayı bırakmış, gücün peşinde koşmaya başlamışlardır.

Benda’ya göre bu ihanetin bedeli ağır olacak, yakın dönemde insanlık tarihinin en büyük felaketlerinden biri yaşanacaktır. Tarih, bir şekilde Benda’yı haklı çıkarır. Kitabın yayımlanmasının ardından on sene geçmeden Avrupa faşizmin ve kanlı bir savaşın pençesine düşer.

Türkiye’nin yarı demokrasiden tam otokrasiye savrulduğu şu günlerde Benda’yı aklıma getiren 44 günü aşkın süredir tutuklu olan Osman Kavala oldu. Aslında Kavala ve onu yalnız bırakan ‘eski arkadaşları’ üzerine daha önce yazmak istiyordum.

Dilek Kurban’ın 3 Kasım 2017 tarihinde T24’te yayınlanan ‘Osman Kavala’ya Dair’ başlıklı yazısını görünce  bir süre beklemeye karar verdim. Nasıl olsa Kavala da diğerleri gibi unutulmaya yüz tutacak, bir avuç gerçek dostu dışında onu hatırlayan, hatırlatan kalmayacaktı.

Ama öyle olmadı. İlk günkü yoğunlukta olmasa bile yurt içinden, yurt dışından Kavala’ya özgürlük sesleri yükselmeye devam etti. Sayıları binlerle anılan rejimin isimsiz kurbanları açısından iç burultucu olsa da bu destek önemliydi, çünkü özgürlük mücadelesi (maalesef) sembol figürler üzerinde yürüyordu ve Kavala bu sembollerin en temizlerinden, en masumlarından biriydi (Ahmet Şık, Nuriye Gülmen ve Semih Özakça gibi).

Tam da bu yüzden ‘iktidarın cazibesine kapılan’ Kavala’nın kimi eski mesai arkadaşlarının suskunluğu, suskunluktan öte Kavala ile aralarına mesafe koyma yarışına girmesi bize bugünün Türkiyesi hakkında çok şey anlatıyor.

Kavala’nın yönetim kurulu üyesi olduğu TESEV’den ayrılan bir grubun 2015 yılında kurduğu Kamusal Politika ve Demokrasi Çalışma Merkezi’nin (PODEM) Yeni Şafak tarafından Kavala ile ilişkilendirilmesi üzerine web sitesine koyduğu şu ibret alınası‘düzeltme metni’ örneğin:

“Yeni Şafak Gazetesi’nin 25.10.2017 günlü sayısında gazete yazarı Yılmaz Bilgen tarafından gazetenin kapak ve on beşinci sayfasında Osman Kavala hakkında “Dosyası Kabarık” başlıklı yazılı kaleme alınmıştır. Bu yazıda Müvekkil PODEM’in yasa dışı örgütlerle ve diğer kurumlarla birlikte adının geçirilmesi tamamen maksatlıdır. Müvekkilin kamuoyu gözünde itibarı, güvenirliği ve ismi lekelenmeye çalışılmaktadır. Müvekkil PODEM, Şubat 2015’te faaliyete başlamış bir sivil toplum kuruluşu olarak tüm çalışmalarını ve kurumsal ilişkilerini şeffaf ve bağımsız bir şekilde yürütmektedir. Ayrıca kurulduğu tarihten itibaren, yazıda bahsi geçen Osman Kavala ve faaliyetleri ile hiçbir ilişkisi kesinlikle olmamıştır.”

Yönetim Kurulu Can Paker, Süleyman Seyfi Öğün, Oral Çalışlar, Rona Yırcalı gibi isimlerden oluşan PODEM’i kamuoyuna açıklama yapmaya iten haber, iktidar medyasında her gün onlarcasına rastlayabileceğimiz masa başı safsatalarından yalnızca biri halbuki.

Üstelik ‘haberde’ halen PODEM Yönetim Kurulu üyesi olan Serdar Erener’in de adı anılıyor; Kavala liderliğindeki ekibin parçası olduğu iddia edilen Erener’in ‘tahrik ve yönlendirme amaçlı sloganlara imza attığı’ ifade ediliyor. Kavala ile ‘hiçbir ilişkisi kesinlikle’ olmayan PODEM’in sadece Yönetim Kurulu üyesi değil, bireysel destekçisi de olan Erener’i neden düzeltme metni dışında bıraktığını bilemiyoruz. Henüz tutuklanmadığı için olsa gerek.

Çünkü otokrat Yeni Türkiye’de lideri rahatsız etmemek, trollerin radarına girmemek gerekiyor. Özellikle de bir dönem gerek ulusalcı, gerek Türk-İslamcı cemaatin hiç haz etmediği TESEV’in Yönetim Kurulu Başkanlığını yürütmüş, Açık Toplum Enstitüsü Türkiye şubesinin Danışma Kurulu Başkanlığını üstlenmişseniz.

İşte o zaman gazete gazete, kanal kanal dolaşmak ve ‘AKP’ye fazla yakın durduğu’nuz için tüm bu görevlerinizden uzaklaştırıldığınızı söylemek zorunda kalırsınız.

Bu da yetmez, bir zamanlar kendinizi ‘Marksist iş adamı’ olarak tanımladığınızı unutuverir, rejim savunuculuğuna soyunursunuz. Başkanlık sisteminin ‘Beyaz Türkler’ ve vesayet odakları tarafından ezilen kitlelerin – bu kitlelere de ‘halk’ dersiniz – 80 yıllık mücadelesinin doğal bir sonucu olduğunu iddia edersiniz.

‘Beyazlar’ ‘altta yatan zekâyı fark etmediği’ için halka cahil dese de aslında bu cehalet değil, sınıf mücadelesidir dersiniz. Hem 20 senedir tanıdığı ‘Tayyip Bey’ otoriter filan değildir. ‘Sadece halkın eğilimlerine hitap’ ediyordur. Kendisi de ‘milli egemenlikle, halkın sömürülmesiyle’ mücadele eden AKP’nin yanındadır. ‘Bilgisizlikten istifade ederek başkanlık sistemini farklı yorumlamak ise entelektüel ahlaka sığmayan bir şey’dir!

Bu ‘derin analizi’ ve entelektüel ahlak anlayışını sorgulamak okuyucunun aklına hakaret olur. Analiz sahibinin TESEV ve Açık Toplum Enstitüsü Türkiye şubesi yöneticisiyken başta Osman Kavala, bugün birçoğu yurtdışında sürgünde ya da hapiste olan gazeteci ve akademisyenlere raporlar hazırlattığını, düzenlediği etkinliklerden köşelerinde bir satır da olsa bahsetmeleri için binbir takla attığını hatırlatmaksa zaman kaybı.

PODEM kurucu ve çalışanları ‘aydın’ sayılır mı, bilinmez. Benda’nın tanımını benimser, bilim üretip üretmediklerine bakarsak bu soruya olumlu yanıt vermek zor. Ama konumuz bu değil. Konumuz, Türkiye’nin yarı demokrasiden tam otokrasiye dönüşme sürecini, bu dönüşümün altında yatan dinamikleri ve bu süreci kalıcı kılan mekanizmaları anlamak.

O halde daha önceki yazılarımda da vurguladığım bir noktayı tekrar edeyim. Türkiye’de bugün yaşanan kriz sadece siyasi, ekonomik ya da kültürel bir kriz değil. Belki tüm bunlardan daha çok ahlaki bir kriz. AKP bu çöküşün biraz nedeni, daha çok sonucu.

Yaşadığımız çöküşün simgesi hapishanedeki gazeteci, akademisyen, aktivist sayısı değil; toplumun ciddi bir kesiminin buna ses çıkarmaması, hatta onaylaması, bundan zevk duyması. Kanaat önderi olarak tanınan bazı isimlerin açıkça faşizan bir rejimi meşrulaştırma çabaları. İhalelerde dışlanmak istemeyen Türkiye burjuvazisinin vurdumduymazlığı.

Kişisel bir notla bitirelim. Ben de TESEV’e rapor hazırladım, toplantılarına katıldım. Proje bazlı da olsa eski öğrencilerimle çalışma arkadaşı olmaktan gurur duydum. Gezi’den sonra çoğuyla yollarımız ayrıldı. O kadar da önemsemedim. Aynı dünya görüşünü paylaşmak zorunda değildik sonuçta.

İletişimi kesmek, görmezden gelmek de bir seçenekti. Ama Osman Kavala için yazılan o düzeltme metnini görmezden gelmek… İşte bu bambaşka bir şeydi. Eski öğrencilerim de ‘küçük Eichmann’lar olmayı seçmişlerdi. Belki Can Paker, Etyen Mahçupyan, Ali Bayramoğlu gibi büyüklerinin etkisiyle. Belki de kendi özgür iradeleriyle. Onlar adına utandım; onlar için harcadığım emeğe acıdım.

Daha acı verense zamanı gelince iktidar tarafından buruşturulup atılacak küçük Eichmann’lardan geriye kalan enkazı kaldırmanın kuşaklar süreceğini hatırlamaktı.

Bu yazı ahvalnews.com/ dan alınmıştır

 

Umut Özkırımlı

Kadın hakemden futbolcu Kerem Demirbay’a sahada ofsayt kuralı dersi

Bundesliga maçında Türkiye kökenli Alman milli takım oyuncusu Kerem Demirbay’a kadın başhakem Bibiana Steinhaus ofsayt kurallarını anlatmak zorunda kaldı. Bu durum üzerine Almanya’da ”Milli takım oyuncusu nasıl olur da ofsayt kuralını bilmez” şaşkınlığı yaşandı.

Erkek söyleminin ”Kadınlar ofsayttan anlamaz” klişesi bir kez daha yerle yeksan oldu. Bu kez Alman birinci futbol ligindeki (Bundesliga) Hoffenheim-Stuttgart maçında kadın başhakem Bibiana Steinhaus, Hoffenheim’ın Alman milli oyuncusu Kerem Demirbay’a (24) ofsayt dersi verdi. Almanya’nın en çok satan gazetesi Bild, olaya ”Milli takım oyuncusu nasıl olur da ofsayt kuralını bilmez” başlığıyla geniş yer ayırdı.

Pozisyon şöyle gelişti

Hoffenheim’ın 1-0 önde götürdüğü maçın uzatma dakikaları oynanırken Stuttgart korner kazandı. Kaleci Zieler de gol aramak için rakip ceza sahasına gitti. Kornerden gelen topu kesen Hoffenheim, Kerem Demirbay ile kontratağa kalktı. Kerem topla rakip yarı alanın ortasına kadar geldi. Bomboş kaleye vuracağı yerde topu sol taraftan atağa katılan takım arkadaşı Kramaric’in önüne yuvarladı. Bu sırada rakip takımdan sadece Ascacibar kendi kalesine daha yakındı. Kramaric, topu ağlara yolladı.

Hiç tereddüt etmeden ofsaytı çalan Steinhaus, Ascacibar’ı göstererek hakeme pozisyonun ofsayt olmadığını anlatmaya çalışan Kerem’e saha içinde ofsayt kuralını izah etti: “Pas verilen futbolcunun o anda kale ile arasında en az iki rakip futbolcu bulunmazsa ofsayttır.”

Maç sonrası gelen tepkiler üzerine Demirbay ofsayt kurallarını bilmediğini kabul etti.

 

(Sputnik)

Rüzgar linyiti geride bıraktı: Şimdiye kadarki en yüksek rüzgar enerjisi üretim rakamları

Türkiye’de geçtiğimiz hafta sonu rüzgar enerjisinde iki rekor birden kırıldı. Hem Cumartesi hem de Pazar günü gerçekleşen üretim rakamları şimdiye kadarki en yüksek iki rakam oldu.

Türkiye Elektrik İletim A.Ş. verilerine göre Türkiye’deki rüzgar enerjisi santralleri 16 Aralık 2017,Cumartesi günü 113.512,12 Megavat-saat (MWh), 17 Aralık 2017, Pazar günü ise 113.889,35 MWh elektrik üretimi gerçekleştirdi.

Bir önceki en yüksek rakam ise 5 Temmuz 2017’de kaydedilen 105.489 MWh’lik üretim olmuştu.

Rüzgar linyiti geride bıraktı

Bununla birlikte rüzgar her iki gün de linyiti geride bıraktı. 16 Aralık’ta rüzgar toplam üretimin yüzde 14’ünü gerçekleştirirken, linyit kullanan santrallerin üretimdeki payı ise yüzde 13 oldu. 17 Aralık’ta ise rüzgarın toplam üretimdeki payı yüzde 16 olurken, linyitin payı yüzde 15 olarak gerçekleşti.

Rüzgar 16 Aralık’ta en fazla üretimin sağlandığı dördüncü, 17 Aralık’ta ise üçüncü enerji kaynağı oldu.

 

(Yeşil Ekonomi)

Hafriyat kamyonuyla ezilen Şule İdil Dere davasının ilk duruşması 20 Aralık’ta

Yoğurtçu Parkı’nda 12 Mayıs 2016’da İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne ait hafriyat kamyonunun Şule İdil Dere’nin ölümüne sebep vermesinden 17 ay sonra iddianame hazırlanarak kabul edildi.

İddianamede İBB, İSTAÇ A.Ş. ve hafriyat kamyonun şoförü İdil Dere’nin ölümünden sorumlu bulundu. Mahkemece kabul edilen iddianamede sanıklar hakkında 2 ile 6 yıl arası hapis cezası istendi.

Şule İdil Dere davasının ilk duruşması 20 Aralık 2017 Çarşamba saat 10:00’da Kartal Adliyesi – 57. Asliye Ceza Mahkemesi / B Blok’ta görülecek.

Şule İdil Dere’nin yakınları, sanıkların cezaevine girmesini ve adaletin sağlanmasını istiyor.

İBB ve İSTAÇ tarafından yürütülen ıslah projesinde; çalışma alanına yaya girişinin kapatılmaması, uyarı levhaları konulmaması, iş makinası ve hafriyat kamyonları  giriş çıkış yaptığı alanın Yoğurtçu parkından ayrılmaması, iş makinası ve hafriyat kamyonlarının kör noktaları nedeniyle geri geri manevra sırasında ihtiyaç duydukları bir yardımcı personelin bulundurulmaması, saha içinde çalışan personele gerekli eğitimlerin aldırılmamış olması gibi birçok güvenlik zafiyeti ve ihmalin faturası ne Şule İdil Dere ve yakınlarına çıkmıştı.

Skandallar gölgesinde yargılama

Şule İdil Dere’nin ailesi kamuoyundan davaya destek olmaları çağrısında bulundu:

“Şule İdil Dere, 12 Mayıs 2016 günü Kadıköy Yoğurtçu Parkı yaya-bisiklet yolunda İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Kurbağalıdere çalışmasında, İSTAÇ A.Ş. personelinin kullandığı İBB’ye ait hafriyat kamyonunun çarpması sonucunda hayatını kaybetmişti.

İddianamede İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) ve iştiraki olan, çalışmayı beraber yürüttüğü yüklenici İSTAÇ A.Ş. yetkilileri müştereken-müteselsilen sorumlu ve kusurlu bulunmaktan yargılanıyor.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin (İBB) asıl işveren olduğu ve İSTAÇ A.Ş.’nin yüklenici firma olduğu tespit edildiği iddianamede, her iki kurumdan şoför dahil 7 kişi hakkında TCK 85/1 maddesinden “taksirle ölüme neden olmak” suçundan 2-6 yıl arası hapis cezası isteniyor.

Hazırlık soruşturması sürecinde sorumlu ve kusurlu bulunan 11 İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) yetkilisinden 8 İBB üst düzey yöneticisinin yargılanmasına İBB+İstanbul Valiliği+Bölge İdare Mahkemesi kararıyla izin verilmemişti.

20 Aralık 2017’de ilk duruşması görülecek davada 3 İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) yetkilisi ve İSTAÇ A.Ş.’den 4 yetkili sanık olarak yargılanacaktır.

Şule İdil Dere için 20 ay sonra, 20 Aralık 2017’de görülecek ilk duruşma ne yazık ki bir dizi hukuksuzluğun gölgesinde başlıyor.

1)      Şule İdil Dere’nin canına mal olan çalışmayı gerçekleştiren İBB Çevre Koruma ve Kontrol Daire Başkanı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi yönetimi tarafından 11 gün sonra İBB Teftiş Kurulu Başkanlığı’na terfi ettirildi.

2)      Bilirkişilerin sorumlu-kusurlu bulduğu İBB yöneticilerinin yargılanabilmesi için Savcılık tarafından İstanbul Valiliği’ne yapılan başvuruya, Valilik hukuku çiğneyerek, yasal olarak 45 günde cevap verme süresini aşarak 96 gün sonra İdil’in ölüm yıldönümünde (12 Mayıs 2017) cevap verdi.

Valilik cevabında ise başka bir skandal ortaya çıktı

3)      İstanbul Valiliği, Şule İdil Dere’nin canını alan çalışmanın daire başkanıyken 11 gün sonra İBB Teftiş Kurulu Başkanlığı’na terfi ettirilen ve Savcılık soruşturmasında müteselsilen sorumlu-asli kusurlu bulunan daire başkanından, kendisinin de içinde olduğu olayı araştırmak için müfettiş talep etmişti.

4)      İstanbul Valiliği, süresini ve yetkisini aşarak, hukuku çiğneyerek, asli kusurlu bulunan daire başkanının “İBB Teftiş Kurulu Başkanı” olarak atadığı müfettiş raporuna dayanarak, yetkisini aşıp kendini mahkeme yerine koyarak asli kusurlu/kusurlu bulunanların sorumlu olmadıklarına karar verdi ve 11 İBB yetkilisinden 8’inin soruşturulmasına-yargılanmasına izin vermedi.

5)      Valiliğin hukuksuz kararına İstanbul Bölge İdare Mahkemesi’ne yapılan itiraz ise başka bir hukusuzlukla son buldu. Soruşturmada savcılıkça asli kusurlu bulunan ve hakkında soruşturma izni istenen  İBB Teftiş Kurulu Başkanı’nın atadığı müfettişçe İBB Teftiş Kurulu Başkanı’nı soruşturan raporu kabul eden İstanbul Bölge İdare Mahkemesi, İstanbul Valiliği’nin verdiği “soruşturulamazlar” kararını aynen kabul etti. Böylece savcılık soruşturmasında “müteselsilen-müştereken” sorumlu ve kusurlu bulunan asıl işveren İBB’den 8 üst düzey yetkili yargılama kapsamı dışında tutuldu.

6)      Savcılık tarafından hazırlanan iddianamede İBB ve İSTAÇ A.Ş.’nin planlayarak hayata geçirdiği can alan çalışma öncesi risk değerlendirmesi yaptırmadığı, yaya can güvenliği almadığı, iş sağlığı ve güvenliği kurallarına uymadığı, yayaları uyarmak için tabela bile asmadığı belirtildiği, İBB ve İSTAÇ A.Ş.’nin yöneticilerinin ağır ihmali saptandığı halde savcılık şoför ve İBB ve İSTAÇ A.Ş.’den sanıklar için yalnızca TCK 85/1 maddesinden “taksirle ölüme sebebiyet vermek”ten 2-6 yıl hapis cezası istedi.

Can ve mal güvenliğini korumakla yükümlü bir belediyenin ağır ihmalle can aldığı bir olayda İdil’in canını almanın bedeli, paraya çevrilebilecek 2-6 yıl arası hapis cezası istemi mi olmalıydı!

Biz İdil için adalet aramaya devam ederken hafriyat kamyonları ve beton mikserleri İstanbul’da 20 ayda 38 can aldı.

Yaya can güvenliği için zorunlu İş Sağlığı ve Güvenliği  Yasası’nın büyükşehir belediyesi tarafından bile uygulanmadığı İstanbul’da hafriyat kamyonu ve beton mikseri kaç eve ateş düşürdü, önce adlarını saydırdılar bize, sonra acı hikayelerini…

Can alanların yargıda en hafif cezayla yargılanması, araçla işlenen her türlü suçun önce “taksirle ölüme neden olma” sayılması, bu suç tanımı karşılığın cezasının ise (2-6 yıl arası hapis) paraya çevrilebilmesi acımızı daha da büyütmektedir.

İdil için aradığımız adaleti, Şule İdil Dere Facebook sayfamızda https://www.facebook.com/suleidildere/ acı hikayelerini derlediğimiz, bu listeye sığdıramayacak kadar çok olan tüm canlar için de talep ediyoruz.

Şüphelilerin cezasız kalmayacağı, hukuk sistemi içerisinde en ağır ve caydırıcı cezaların verileceği bir yargılama süreci umut ediyoruz.

Adil yargılama istiyoruz. Adalet arıyoruz.

Basına ve kamuoyuna duyurulur.”

 

(KOS)

Kudüs’ün statüsü BM’de oylanacak

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, ABD’nin Kudüs’ü İsrail’in başkenti ilan etme kararının ardından konuyla ilgili bir tasarıyı gündemine almaya hazırlanıyor.

Bugün oylamaya sunulması beklenen taslak metin, Kudüs’ün statüsü konusunda BM’nin herhangi bir değişikliğe gitmeyeceğinin altını çiziyor.

Reuters ve AFP’nin ulaştığı taslak metinde Kudüs meselesinin müzakere yolu ile çözülebileceği belirtiliyor. Metinde Trump yönetiminin aldığı karardan açık bir şekilde bahsedilmezken, “Kudüs’ün statüsü ile ilgili son gelişmelerden üzüntü duyuyoruz” ifadesi yer alıyor.

Mısır tarafından kaleme alınan tek sayfalık metinde ayrıca “Kutsal Kudüs şehrinin karakteri, statüsü ve demografik yapısında değişikliğin önünü açacak herhangi bir karar ya da adım, yasal olarak hükümsüzdür ve iptal edilmelidir” deniyor.

Taslak metinde üye ülkelerin Kudüs’te büyükelçilik açmaktan kaçınması isteniyor ve BM’nin Kudüs’ün statüsü ile ilgili daha önce aldığı kararlara sadık kalınması isteniyor.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da ABD’nin Kudüs kararının iptali için BM’de girişim başlatacaklarını açıklamıştı.

Erdoğan “ABD’nin Kudüs’le ilgili kararının iptali için Birleşmiş Milletler nezdinde de girişimler başlatıyoruz. Önce Güvenlik Konseyi’nde, orada bir veto olursa BM Genel Kurulu’nda bu haksız kararın iptali için çalışacağız” demişti.

İsrail’den Kudüs tasarısına tepki

İsrail’in BM Daimi Temsilcisi Danny Danon tasarıyı “Filistinlilerin tarihi yeniden yazma çabası” olarak niteledi. Danon “Hiçbir oylama ya da münazara Kudüs’ün İsrail’in başkenti olduğu ve her zaman öyle kalacağı gerçeğini değiştirmeyecek” şeklinde konuştu.

Tasarının, BM Güvenlik Konseyi’nden geçmesi beklenmiyor. ABD, İngiltere, Çin, Fransa ve Rusya, BM Güvenlik Konseyi’nde veto yetkisi bulunan ülkeler arasında yer alıyor.

Kudüs konusunda gerginlik sürerken, ABD Başkan Yardımcısı Mike Pence çarşamba günü Kudüs’ü ziyaret etmeye hazırlanıyor. Filistin lideri Mahmud Abbas, Filistin ve İsrail arasındaki barış sürecinde ABD’nin artık bir rolü olmadığını belirtti ve Pence’le yapacağı görüşmeyi iptal etti.

ABD Başkanı Donald Trump, 6 Aralık’ta Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıma kararı almış, ABD’nin İsrail büyükelçiliğini Tel Aviv’den Kudüs’e taşıyacağını açıklamıştı. ABD’nin bu kararı, Müslüman ülkeler başta olmak üzere çok sayıda ülkede tepki ve protestolarla karşılanmıştı.

Türkiye Doğu Kudüs’te büyükelçilik açacak

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, ABD’nin Kudüs kararıyla ilgili bir tasarıyı ele almaya hazırlanırken, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bir kez daha Kudüs konusunu gündeme taşıdı.

Karaman’da konuşan Erdoğan, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun Doğu Kudüs’teki konsolosluğun büyükelçiliğe çevrilmesi için yaptığı çağrıya yanıt verdi.

“Biz Filistin’in başkenti olarak Kudüs’ü çoktan ilan ettik” diyen Erdoğan, “Kudüs şu anda işgal altında olduğu için oraya gidip Büyükelçiliğimizi açamıyoruz. Ama bizim Başkonsolosluğumuz bile Büyükelçi ile temsil ediliyor. Fiili olarak biz bu işi yapmışız” diye konuştu.

Türkiye’nin Doğu Kudüs’te büyükelçilik açmak istediğini belirten Erdoğan, “İnşallah o günler de yakın ve büyükelçiliğimizi hayırlısıyla orada açacağız” dedi. Erdoğan, büyükelçiliğin ne zaman açılacağına ilişkin bir takvim belirtmedi.

 

(DW)