Ana Sayfa Blog Sayfa 2939

9 Mart’a ertelenen Cumhuriyet gazetesi davasında yine tahliye çıkmadı

‘Terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına ve anayasal düzene karşı suç işlemek’ iddiasıyla 4’ü tutuklu yargılanan Cumhuriyet yönetici, yazar, muhabir ve avukatları dün beşinci kez hâkim karşısına çıktı. İstanbul 27. Ağır Ceza Mahkemesi‘ndeki duruşmada ara kararını açıklayan mahkeme heyeti, tutuklu sanıklar Genel Yayın Yönetmeni Murat Sabuncu, İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay, muhabir Ahmet Şık ve muhasebeci Emre İper‘in tutukluluk halinin devamına karar verdi. Bir sonraki duruşmanın da 9 Mart 2018’de “güvenlik ve düzen bakımından” Silivri Adliyesi’nde yapılması kararlaştırıldı.

Dünkü duruşmada önce Cumhuriyet gazetesinin eski çalışanlarından Doğan Satmış tanık olarak ifade verdi.

Satmış, “Ben burada yargılanan gazetecilerin FETÖ bağlantısıyla ilgili bir şey söylemedim. FETÖ bağlantıları olduğuna da inanmıyorum. Cumhuriyet zaten FETÖ’ye karşı mücadele eden bir gazetedir. Ayrıca gazeteciliğin bu şekilde ağır cezalarda yargılanması Türkiye’nin imajı açısından da olumsuz yansıyor” dedi.

Ahmet Şık: “Umarım siz kendiniz gibi mahkemelerde yargılanmazsınız”

Ahmet Şık’ın savunması ise Mahkeme Heyeti Başkanı Abdurrahman Dağ tarafından kesildi. Dağ, Şık’ın savunmasının siyasi olmaması gerektiğini söyledi. Ahmet Şık ise “Dosya siyasi linç olduğu için tabii ki içinde siyasi değerlendirmeler de olacak” diye yanıt verdi. Şık’ın “Kendilerinden olmayanları, kendi gibi olmayanları suçluyorlar. AKP’nin en güçlü silahı medya oldu” sözleri sonrası Dağ, “Bakın bu savunma değil. Gidin milletvekili olun” dedi. Ahmet Şık itirazı üzerine salondan çıkarılırken Mahkeme Heyeti Başkanı Dağ’a “Umarım siz kendiniz gibi mahkemelerde yargılanmazsınız” dedi. Dağ ise Şık’ı “bariz bir şekilde yargılamanın düzenini bozmakla” suçladı. Sanık avukatlarından Bahri Belen, Ahmet Şık’ın savunmasına izin verilmemesi nedeniyle reddi hakim talebinde bulundu. Talep reddedildi. Bir diğer avukat Duygun Yarsuvat da, davanın siyasi bir dava olduğunu ve adil yargılama için tutukluluğa gerek olmadığını söyledi.

Murat Sabuncu ve Akın Atalay savunma yapmadı

Murat Sabuncu, Ahmet Şık’ın savunmasına izin verilmemesi nedeniyle kendisinin de savunma yapmayacağını söyledi:

“15 aydır tutukluyum. Bir savunma hazırlamıştım ve okuyacaktım. Ama arkadaşım savunmasını yapamayacak, o yüzden ben de yapmayacağım. Ahmet’in 12. değil 24. ayı. O şimdi FETÖ kaçağı olan Zekeriya Öz yüzünden de yatmıştı. Ben savunma yapmak istemiyorum, arkadaşım aşağıda tek başına duruyor. Ben de onun yanına inmek istiyorum.”

Akın Atalay da savunma yapmadı, kararının gerekçesini şöyle açıkladı:

“Ben de gelişen yargı sürecine ve tanıklık beyanına ilişkin görüşlerimi erteliyorum. Bir an önce aşağıda yalnız bekleyen arkadaşımın yanına gitmek istiyorum. Ama siz tutukluluk konusunda karar vereceksiniz bir şey söylemek istiyorum.

“Sizin heyetiniz, bundan 10 gün önce Silivri Cezaevi Duruşma Salonunda 5 gün üst üste bir yargılama yaptı. Reina katliamı sanığının davası. Siz de sanığın ilk hedefinin Cumhuriyet gazetesi olduğunu iddianameden okumuşsunuzdur. Bizleri bombayı Cumhuriyet gazetesine atmaktan son anda vazgeçenlerle 30 metre ötede yatırıyorsunuz.”

Tüm bu gelişmeler sonrası, mahkeme heyeti savcının talebini yerinde buldu ve tutuklu sanıkların tutukluluk hallerinin devamına karar verdi.

Kararın açıklanmasının ardından Çağlayan Adliyesi önünde basın açıklaması yapıldı. İstanbul Barosu Başkanı Mehmet Durakoğlu, “Ahmet Şık’ın savunma hakkı çok açık bir şekilde engellendi.

Gazeteci Ertuğrul Mavioğlu ise “Görülen o ki Mart ayına atılan bu Cumhuriyet duruşması sanıksız olarak görülecek. Çünkü büyük ihtimal tek tip kıyafet uygulamalarını getirecekler. Ziyaretçi yasakları verecekler. Tek bir gazeteci tutuklu kalmayana kadar mücadelemizi sürdüreceğiz. Yenilmeyeceğiz buna eminiz” diye konuştu.

TGC: Gazetecilerin savunma hakkı sınırlandırılamaz

Öte yandan, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (TGC) tarafından yapılan açıklamada, Ahmet Şık’ın mahkeme salonundan çıkarılmasına tepki gösterildi ve “Gazetecilerin savunma hakkı sınırlandırılamaz” denildi.

Açıklamada ayrıca şu ifadeler de yer aldı:

“Yargıcın Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu karşısındaki konumu nedeniyle sanık savunmasına başlamadan önce savunmanın sınırlarını çizmesi ve belirtmesi adil yargılanma ilkesinin ihlalidir. Yargıçlar Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun 204. Maddesine göre sanığın savunmasını kısıtlayamaz.

“Ahmet Şık’ın savunmasına siyasi iktidarı eleştirerek başlamasından bağımsız yargının rahatsızlık duyması kabul edilemez. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti olarak Cumhuriyet davasında tutuklu yargılanan gazetecilerle, bütün tutuklu gazetecilere adil yargılanma hakkı istiyoruz.”

Cumhuriyet gazetesi davasında yargılananlar (Aralık 2017)

Tutuklu yargılananlar:

Akın Atalay

Ahmet Şık

Murat Sabuncu

Emre İper

Tutuksuz yargılananlar

Kadri Gürsel

Orhan Erinç

Turhan Günay

Musa Kart

Mustafa Kemal Güngör

Aydın Engin

Bülent Yener

Güray Öz

Önder Çelik

Hikmet Çetinkaya

Günseli Özaltay

Hakan Kara

Bülent Utku

Diğer sanıklar

Can Dündar

İlhan Tanır

Ahmet Kemal Aydoğdu (Tutuklu yargılanıyor)

 

(BBC Türkçe)

696 sayılı KHK’nın 121. maddesi için hukukçular ne diyor?

Pazar günü Resmi Gazete’de yayımlanan kararnamelerde, 696 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin 121’inci maddesi öne çıktı. 15 Temmuz 2016’daki darbe girişimi ve sonrasındaki eylemlere müdahale eden sivillerin cezai sorumluluğunu kaldıran bu madde, sosyal medyada da tartışma yarattı.

“İÇ savaş maddesi”

Twitter’da kimileri bu maddeyi “iç savaş maddesi” şeklinde nitelendirirken, maddenin “terörle mücadele adı altında kişilere suç işleme özgürlüğü verdiğini” savunanlar oldu.

Bu maddede, “Resmi bir sıfat taşıyıp taşımadıklarına veya resmi bir görevi yerine getirip getirmediklerine bakılmaksızın, 15 Temmuz darbe girişimi ve terör eylemleri ile bunların devamı niteliğindeki eylemlerin bastırılması kapsamında hareket eden kişilerin” hiçbir hukuki, idari, mali ve cezai sorumluluğunun olmayacağı belirtiliyor.

Bu da, 8 Kasım 2016 tarihli, 6755 sayılı kanuna ek getirilerek yapılıyor.

Bu kanunun 37. maddesinde, darbe teşebbüsü ve devamı niteliğindeki eylemlerin bastırılmasında yer alan resmi görevliler hakkında hukuki, idari, mali ve cezai sorumluluk doğmayacağı belirtiliyordu.

BBC Türkçe’den Berza Şimşek tarafından hazırlanan özel haberde bu madde hukukçulara soruldu.

Kerem Altıparmak: Sivil linç eylemini ceza hukuku kapsamından çıkarma ve meşru kılma riski taşıyor

Ankara Üniversitesi’nden Yrd. Doç. Dr. Kerem Altıparmak, bu maddenin, 15 Temmuz 2016 gecesi 15 Temmuz Şehitler Köprüsü’nde gerçekleşen linç olayları ya da başka olayları kapsadığını, ancak “diğer terör olayları” kavramının “son derece tehlikeli olduğunu” ve “sivil linç eylemini tamamen ceza hukuku kapsamından çıkarmak ve meşru kılmak riski taşıdığını” söylüyor.

Kerem Altıparmak

Altıparmak, “Normalde bir kişi bir kişiyi öldürdüğünde, bu öldürme suçuna öngörülen ceza kanunu hükümlerine tabi. Bu kişinin hukuka uygunluk sebeplerinden yararlanıp yararlanmayacağı da öyle. Ne demek istiyorum bundan, meşru savunma… Siz kendinizi savunmak için bir kişiyi öldürüyorsanız ve sizin kendinizi savunmanız saldırıyla orantılıysa, ceza alamazsınız. Ama şimdi burada şöyle bir durum var: ‘Terör eylemine karışmıştır, ben ona saldırdım, öldürdüm.’ Bakın burada meşru müdafaa ya da başka herhangi bir hukuka uygunluk sebebinden bahsetmiyoruz, kişinin oradaki algısından bahsediyoruz. Siz eğer bu şekilde hareket ettiğinizi gösterebilirseniz, hata bile etmiş olsanız, artık ceza almayacaksınız demektir bu” diyor.

Altıparmak ayrıca bu maddenin eğer KHK ile düzenlenmemiş olsaydı, Anayasa’ya ve insan hakları sözleşmelerine aykırı olacağını söylüyor, ama Anayasa Mahkemesi’nin KHK’lerin denetlenemeyeceğine ilişkin kararını hatırlatıyor.

Altıparmak, şu an KHK’lerin Anayasa’ya aykırılığı ileri sürülemeyeceği için de mağdurlara Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne doğrudan başvuru yolunun açılması gerektiğini belirtiyor.

Fikret İlkiz: OHAL kavramına aykırı

Avukat Fikret İlkiz ise zaten 8 Kasım 2016 tarihli, 6755 sayılı kanunun 37. maddesinin 1. fıkrasının Anayasa’nın 15’inci maddesine ve OHAL ilan etme gerekçesine aykırı olduğunu, şimdi resmi olmayan kişiler için de cezasızlık getirilmesinin aynı şekilde olağanüstü hâl kavramına aykırı olduğunu söylüyor.

Fikret İlkiz

“Bu şekilde getirilen bir cezasızlık, OHAL’deki KHK ile kabul edilemez, çünkü sonuç olarak, daha sonradan geriye dönük bu şekilde bir düzenleme yapılamaz” diyor.

İlkiz şöyle konuşuyor:

“12 Eylül’de 1982 Anayasası kabul edildiği zaman, 12 Eylül rejimi ile ilgili olmak üzere geçici madde konmuştu Anayasa’ya, 15’inci maddeyle. 12 Eylül rejiminin Milli Güvenlik Konseyi için bir cezasızlık öneriliyordu. Bu eylemler nedeniyle haklarında hukuki, idari, cezai işlem yapılamaz” şeklinde kabul edilmişti. Şimdi bu, biraz da bunun tekrarı niteliğinde.

“1980 sonrası ve 1982 Anayasası’nın kabulünden sonra, bir kanun bile yapıldı ve o kanunda da Milli Güvenlik Konseyi, ondan sonra oluşan Bakanlar Kurulu hakkında, aynı şekilde ‘hukuki, mali, idari, cezai sorumluluk olmaz’ deniyordu. Ancak 30-40 yıl sonra bunlar kaldırılabildi. Bunun benzeri de aynı şekilde getirilmiş oluyor.”

 

(BBC Türkçe)

 

Demokratik Kongo’da da Paris İklim Anlaşması yürürlüğe girdi

Kongo Demokratik Cumhuriyeti’nde de anlaşmanın yürürlüğe girmesi ile 2015 yılının Aralık ayında kabul edilen Paris İklim Anlaşması’nın yürürlüğe girdiği ülke sayısı 171’e çıktı.

Paris İklim Anlaşması Fransa’nın başkenti Paris’te gerçekleşen COP21 zirvesinde kabul edilmişti.

İnsanlık tarihinin en geniş katılımlı mutabakat metni olan anlaşma, 2016’nın Ekim ayında, anlaşmayı ulusal meclislerinde onaylayan ülke sayısının 72’ye, bu ülkelerin küresel sera gazı emisyonlarındaki payının ise yüzde 56,75’e ulaşması ile bu tarihten 30 gün sonra resmi olarak yürürlüğe girmişti.

Anlaşmanın yürürlüğe girebilmesi için, küresel sera gazı emisyonlarının en az yüzde 55’inden sorumlu, en az 55 ülkenin ulusal meclisleri tarafından onaylanması gerekiyordu.

Bununla birlikte ABD Başkanı Donald Trump Haziran ayında yaptığı açıklama ile Obama yönetimi döneminde onaylanan anlaşmadan çıkma kararını açıklamıştı. ABD’nin anlaşmadan bu şekilde çıkması ise anlaşma şartları gereği mümkün değil.  Paris İklim Anlaşması’ndan Donald Trump’ın mevcut görev süresinin dolmasından sonra 4 Kasım 2020 tarihinde ayrılabilecek.

Demokratik Kongo Cumhuriyeti Paris İklim Anlaşması kapsamında sunduğu Ulusal Katkı Niyet Planı’nda sera gazı emisyonlarını 2030 yılına kadar, mevcut artış oranına göre yüzde 17 düzeyinde azaltmayı taahhüt etmişti.

 

(Yeşil Ekonomi)

Yeni KHK’lara büyük tepki!

Son çıkarılan KHK’leri yorumlayan hukukçular, tek tip kıyafetle masumiyet karinesinin yok edildiğini, yüksek yargının hükümete bağlandığını ve lincin önünün açıldığını söyledi .
Cumhuriyet’ten Alican Uludağ’ın haberine göre; Hukukçular, kanun hükmünde kararname ile 15 Temmuz ve devamı niteliğindeki olaylara müdahale eden sivillere dokunulmazlık getirilmesi, tutuklu ve hükümlülere tek tip kıyafet giydirilmesi, yüksek yargıdaki üye sayısının artırılması ve savunma hakkının kısıtlanmasını “hukuk devletinin sonu” olarak değerlendirdi. Düzenlemenin ucunun açık olduğunu, gelecekte yaşanacak eylemleri de kapsayacağını vurgulayan hukukçular, bu durumda Gezi tarzı eylemlerde halkın karşı karşıya getirileceğini kaydetti. Paramiliter güçlerin de bu düzenlemeyle birlikte ortaya çıkacağını ve saldırı için hazır bekleyeceğini kaydeden hukukçular, KHK ile yaratılan hukuk dışı düzenin sorumlusunun KHK’leri denetlemeyen Anayasa Mahkemesi olduğunu kaydetti. Ankara Barosu Başkanı Hakan Canduran, KHK ile 15 Temmuz’a müdahale eden sivillere cezasızlık maddesinin ucu açık bırakıldığını belirterek, hukuk devletinde böyle bir düzenleme olmayacağını kaydetti. Canduran, bu görüşü ifade etti:

Tek tip AİHM’ye aykırı

“Bu ülkenin kolluk kuvvetleri var. Kolluk güçlerinin, bir olayın 15 Temmuz’dan kaynaklanıp kaynaklanmadığı ayrımı yapmadan suç işleyenlere müdahale etmesi lazım. Sivil vatandaşa diyorsunuz ki bunu siz ayırt edin. 15 Temmuz’dan kaynaklı bir ayaklanmanın devamı ise ne yaparsanız yap diyorsunuz. Böyle bir şey hiçbir hukuk devletinde olmaz. Vatandaşın cezai sorumluluğunu kaldırıyorsunuz. Bu ülkenin kolluk gücüne de güvensizliktir. Yarın Gezi benzeri bir olay olduğunda, halkı halkın üzerine mi süreceksiniz? Bu halkın halkın üzerine sürülmesidir. Burada terör olayı olup olmadığına kim karar verecek? Hükümetin vereceği kararlarla sivil vatandaşlar olayların üzerine sürülemez. Belli bir kesim bu tür saldırılar için hazır bekliyor. Yarın, yasa bize izin veriyor diyip sokağa çıkarlar. Bu düzenleme, bu tür olaylara müdahale etmek için paramiliter güçlerin oluşmasına neden olur.”

Tek tip düzenlemesinin tehlikeli durum yaratacağını vurgulayan Canduran, buna ilişkin “Bir kere sanık hakkında ceza kararı verilene kadar masumdur. Tek tip kıyafet giydirerek onu toplumun önünde suçlu gösteremezsin. Sanık, aksi ispatlanana kadar mahkemece masumdur. Tek tip kıyafet giydirerek, onu giymezse ayrı bir ceza vererek AİHM ve uluslararası komuoyunda ülkemizi zor durumda bırakıyorsunuz” dedi. Yargıtay ve Danıştay’ın üye sayısının artırılmasını eleştiren Canduran, “16. Ceza Dairesi sempatizanlıkla ilgili bir karar vermişti. Ankara Başsavcısı ‘Bizim için bu karar önemli değil ceza genel kurulunun vereceği karar önemlidir’ demişti. Şimdi KHK ile Ceza Genel Kurul üyeleri yeniden belirlenecek. Yargıtay’a 100 tane üye atayarak beğenmediğiniz ceza kararlarını değiştireceksiniz. Yargıtay’ın verdiği karar, idareye yakın üyeler tarafından bozularak hukuka aykırı kararların devam etmesi sağlanacak. Hukuk devletinde düşünülmeyecek kadar tehlikeli bir durum yaratıldı. Avukatın mazereti sebebiyle gelemediği duruşmaların yapılması ve karar verilmesi ceza usul kanununa aykıdır. Savunma hakkının açıkça kısıtlanmasıdır…” ifadelerini kullandı.

‘Türkiye, hukuk devleti olmaktan çıkar’

Eski İstanbul Barosu Başkanı, Avukat Turgut Kazan, KHK’deki en tehkileli düzenlemenin “sivillere cezasızlık” maddesi olduğunu kaydetti. “Hukuk devleti açısından çok tehlikeli bir gidişin son halkası sayılabilir” diyen Kazan, ilk kararname ile kamu görevlilerine getirilen bir sorumsuzluk kuralının sivilleri de içine alacrak genişletildiğini söyledi. Kazan, “Bu madde ile Türkiye hukuk devleti olmaktan çıkıyor. Gelecekte işlenecek bu tür eyleme yönelik korkunç bir cezasızlık kuralı getiriyor. Cezasızlık zaten Türkiye’nin anlı şanlı karakteriydi. Bu ayrı bir korumaya alınıyor” dedi. Yargıtay ve Danıştay düzenlemesiyle yüksek yargının tam ele geçirilmek istendiğinin altını çizen Turgut Kazan, Yargıtay kararlarından duyulan rahatsızlığı gidermenin yolunun açıldığını kaydetti. Tek tip kıyafeti Türkiye’nin Kenan Evren ile birlikte yaşadığına dikkati çeken Kazan, “Büyük acılar yaşandı. Trump’ın Kudüs bombası neyse, şu an cezaevine getirilen tek tip de aynıdır. Kenan Evren’in dayattığı tek tipin uygulayıcıları bile utanç duymuştu” ifadesini kullandı.

‘Linci meşru kılar’

İnsan hakları hukukçusu Kerem Altıparmak, en önemli düzenlemeyi Yargıtay ve Danıştay’ın üye sayısının arttırılması olarak gördü ve bunu eleştirdi. Sivil vatandaşa getirilenin “dokunulmazlık” olduğunu kaydeden Altıparmak, “Şimdi sıradan vatandaş çıkıp, ben terörist sandığım için vurdum yaraladım diyecek. Birisine saldırı düzenleyecek. Böyle durumda bu kişiyi cezalandıramayacaksınız. Bu tür düzenlemeler, gerçekten linç ve benzeri faaliyetleri meşru kılacak” dedi. Maddede, sadece 15 Temmuz’la yetinmeyen, sonrasındaki terör eylemleri diye devam ettiğini anımsatan Altıparmak, “terör eyleminin ne olduğuna yargı bile doğru dürüst karar vermemişken, suç işleyen kişinin bunu nasıl saptadığını belirleyeceksiniz. Gezi türü eylemleri bir kenara bırakıp sıradan olayları nasıl engelleyeceksiniz” diye sordu. Akademisyen Kerem Altıparmak, Anayasa Mahkemesi’nin KHK’leri denetlemediği için bugün bu durumun yaşandığını kaydetti. Altıparmak, tek tip konusunda ise “Bu damgalama anlamına geliyor. Masumiyet karinesi için, insan onuru açısından problemli. ABD’de bunun olması Türkiye’de olmasını gerektirecek bir şey yok” dedi.

‘Geçici 15. madde kalıcı hale getirildi’

Emekli Yargıç, Avukat Ömer Faruk Eminağaoğlu, KHK ile getirilen cezasızlık düzenlemesinin, 12 Eylül darbecilerine af getiren anayasanın geçici 15. maddesiyle aynı olduğunu kaydetti. Eminağaoğlu, “Geçici 15. madde, konsey üyeleri ve kamu görevlilerini kapsıyordu. Bu madde 12 Eylül’ün geçici 15inci maddesini aratıyor. Geçici 15. madde geçici bir düzenleme iken, KHK ile getirilen hüküm kalıcı hale getirilmiştir. Bu bir darbe uygulamasıdır ve darbe yönetimine ayrıcalık sağlayan düzenlemedir” ifadelerini kullandı.

Yozgat’ta jandarma müdahalesine rağmen su hakkı direnişi: Çekerek Irmağı özgür akacak!

Yeşilırmak’ın kollarından biri olan Çekerek Irmağı’nda Reis RS Enerji firması tarafından inşa edilen Çekerek Regülatörü ve HES Projesi’nin tarımda kullandıkları sularını ellerinden alacağını belirten yöre halkının Pazar günü (24 Aralık) şantiye önünde yapmak istedikleri basın açıklaması güvenlik güçlerinin müdahalesi nedeniyle HES şantiyesine 2 km mesafede gerçekleştirildi.

Yusuf Yavuz’un kendi web sitesindeki habere göre Tokat ve Yozgat illerinin sınırında inşa edilmek istenen ve sekiz ayrı HES ünitesinden oluşan projeye karşı çıkan yöre halkını jandarma ve polis ekipleri karşıladı. İstanbul’dan gelen yöre insanlarını taşıyan otobüs ve araçlar, güvenlik güçlerince üç kez durduruldu. Yoğun güvenlik önlemleri arasında HES şantiyesine 2 kilometre kala basın açıklaması yapmak durumunda kalan yöre halkı, projeye tepki göstererek sularının 49 yıllığına HES firmasına verilmesinin önüne geçilmesini istedi.

Valilik 8 Ocak’a kadar yasakladı!

Reis RS Enerji firması tarafından projelendirilen ve 8 ayrı HES ünitesinden oluşan Çekerek Regülatörü ve HES Projesi, Yozgat ve Tokat sınırlarında geçimini tarımsal üretimle sağlayan köylülerin tepkisini çekiyor.

Reis Enerji firmasının HES şantiyesi kurduğu alana ulaşmak isteyen grubun geçişi jandarma ve polis tarafından engellendi. Alanda panzerler ve zırhlı araçlarla geniş güvenlik önlemlerinin alınması dikkat çekerken Tokat Valiliği basın açıklaması yapmak isteyen gruba 5 Ocak 2018 tarihine kadar bu tür eylemlerin yasaklandığını bildirdi. Güvenlik güçleri ayrıca drone ile havadan görüntü kaydetmesi de dikkati çekti.

HES şantiyesine 2 km kala basın açıklamasını okumak durumunda kalan basın açıklamasını okuyan Yusuf Çelik, son yıllarda sermayenin özellikle yoksul halkın yaşam alanlarına saldırdığını savundu.

HES projesini yaptırmamakta kararlı olduklarının altını çizen Çelik, platform adına yaptığı ortak açıklamada ayrıca şunları dile getirdi: “Su şirketin malı haline gelince, köylümüzün tarım arazilerini sulaması için su ihtiyacında başvuracağı yer artık suyu 49 yıllığına satın alan şirket olacaktır. Artık suyu nasıl kullanacağına, kaç paraya satacağına şirket karar verecektir.

Köylünün sudan yararlanmasının maliyeti gün geçtikçe yükselecek zaten çok zor koşullarda tarım ve hayvancılık yapan köylü bunu da yapamaz hale gelecektir. Şirketlerin, sermayenin de isteği budur zaten. Çünkü sermaye yoksul köylünün sadece suyuna değil toprağına da göz dikmiştir.”

“Çekerek Irmağı Özgür Akacak”, “HES’lere geçit vermeyeceğiz”, “HES’çi şirket, Çekereği terk et” yazılı pankartlar taşıyan grup, basın açıklamasının ardından dağıldı.

 

(Gazeteci Yazar Yusuf Yavu Blog)

 

Maltepe’de onlarca deniz canlısı karaya vurdu

İstanbul Maltepe’de onlarca vatoz, kalkan ve kalamar kıyıya vurdu.

Vatoz, kalkan ve kalamarların kıyıya vurma nedenlerini araştırmak üzere İstanbul Üniversitesi Su Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yelda Aktan ile beraberindeki bir grup bölgede inceleme yaptı.

Soğuk hava ve yağışlar nedeniyle denizde tabakalar arasında ani değişimin meydana geldiğini söyleyen Aktan, “Balıklar şoka girerek daha sakin, daha ılık ve sıcak bölgeleri tercih etmeye başladılar. Şokun verdiği sonuç diye tahmin ediyorum” dedi.

Balıkçılar sabah saatlerinde, Maltepe Küçükyalı sahilde çok sayıda vatoz, kalkan ve kalamarın kıyıya vurduğunu gördü. Deniz canlılarının bazılarının hareketsiz olduğunu, bazılarının oldukça yavaş hareket ettiğini gören balıkçılar durumu yetkililere bildirdi.

“Bazı balıkçılar balıkları toplamışlar. Bu balıkların yenmesinde herhangi bir sıkıntı olur mu?” şeklinde kendisine yöneltilen soruya ise Aktan, “Önce bir bakmak lazım, neden acaba bu halde diye. Mesela toksik bir türden kaynaklı olabilir, onların etkisiyle de olabilir. Analiz yapıp bakmak lazım” diye cevap verdi.

 

(T24)

Filipinler’i Tembin tayfunu vurdu: 200’den fazla ölü

Filipinler’de tropikal tayfunun sebep olduğu toprak kayması ve sellerde 200’den fazla kişi hayatını kaybetti. 100’den fazla kişinin de kayıp olduğu belirtiliyor.

Tembin isimli tayfun Cuma günü 20 milyon kişiye ev sahipliği yapan Mindanao Adası’nı vurdu, en az bir dağ köyünü yok etti. Polis tayfun nedeniyle 208 kişinin hayatını kaybettiğini, 164 kişininse kayıp olduğunu açıkladı.

Reuters’a telefonla konuşan 65 yaşındaki çiftçi Felipe Ybarsabal “Her şey çok çabuk oldu, sel suları çok hızlı yükseldi, evi doldurdu” dedi ve ailesinin daha yüksek bir noktaya kaçmak zorunda kaldığını anlattı. “Evden hiçbir şey kurtaramadık. Hiç kimse yardım edemedi, çünkü her şey çok çabuk gelişti. Her şey bir saat içinde iki-üç metre suyun altında kaldı.”

Uluslararası Kızılhaç ve Kızılay Dernekleri Federasyonu (IFRC), toplamda 70 bin kişinin yerlerinden olduğunu ya da fırtınadan etkilendiğini ve yoğun yağışın kurtarma faaliyetlerini güçleştirebileceği kaydediyor.

IFRC’nin Filipinler operasyonu müdürü Patrick Elliott, “İnsanlar herşeylerini arkada bırakarak, canlarını kurtarmak için kaçtılar” dedi.

Pasifik Okyanusu’nun batısındaki takımada ülkesi Filipinler’de her yıl yaklaşık 20 kasırga etkili oluyor. Bunların çoğu can kaybına yol açıyor.

Yetkililer Mindanao Adası’nın genellikle az etkilenen yerlerden biri olduğunu, bu nedenle halkın güvenli bir yere sığınma uyarılarına kulak vermemiş olabileceğini kaydediyor.

Haber ajanslarının geçtiği fotoğraf ve görüntülerde, adanın büyük bir kısmının kahverengi çamur ile kaplandığı, sokakların da nehirlere döndüğü görülüyor.

Tayfunun yol açtığı sel sularının 103 evi sürüklemesi sonucu Dalama adlı köyün de tamamen yerle bir olduğu belirtiliyor.

Ülkeyi vuran tayfunlardan en şiddetlisi olan Haiyan, 2013 yılında binlerce kişinin ölümüne yol açmış ve ülkenin merkezindeki kentleri yok etmişti.

 

(BBC Türkçe)

İki yeni KHK: 2 bin 756 personele ihraç, 17 kuruma kapatma

OHAL kapsamındaki 695 ve 696 sayılı iki yeni Kanun Hükmünde Kararname’de (KHK) kamudan toplamda 2 bin 756 personel ihraç edildi. 7’si dernek 7’si vakıf olmak üzere 17 kurum kapatıldı.

Olağanüstü hal kapsamında hazırlanan 695 ve 696 sayılı iki yeni Kanun Hükmünde Kararname (KHK), Resmi Gazete’de yayımlandı. Kamudan toplamda 2 bin 756 personel ihraç edildi.

KHK/695 Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname

KHK/696 Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname

695 sayılı KHK ile 155’i Kara, 155’i Deniz, 327’si Hava Kuvvetleri Komutanlığından olmak üzere Türk Silahlı Kuvvetlerinden 637 personel ihraç edildi.

Jandarma Genel Komutanlığından 360, Emniyet Genel Müdürlüğünden 61, Sahil Güvenlik Komutanlığından 4 personel ihraç edildi.

695 sayılı KHK ile Diyanet İşleri Başkanlığından 341 kişi ihraç edildi, 18 kişi görevlerine iade edildi.

KHK’lar ile Adalet Bakanlığı’ndan 245 kişi ihraç edildi, 17 kurum kapatıldı. 105 öğretim üyesi, 50 üniversite personeli ihraç edildi.

2’si gazete 17 kurum kapatıldı

695 sayılı KHK ile 7’si dernek, 7’si vakıf olmak üzere 17 kurum kapatılırken, daha önceden kapatılan bir vakıf açıldı, yurt dışında öğrenim gören 6 kişinin ise öğrencilikle ilişiği kesildi.

Kapatılan kurumlar şöyle: Aliağa Yakamoz Hanımlar Derneği (İzmir), Batı Anadolu Teknik Elemanlar Federasyonu (İzmir), Kapadokya Eğitim Akademisi Derneği (Nevşehir), Fatih Gençlik ve Spor Kulübü Derneği (Karabük), Güleç Sevgi Evlerini Yaşatma ve Koruma Derneği (Karabük), Kahramanmaraş Uluslararası Öğrenciler Derneği, Suriyeli Gençleri Geliştirme ve Eğitme Merkezi (Gaziantep), Burhanettin Hayra Hizmet Vakfı (İzmir), Hadimi Eğitim ve Kültür Vakfı (İzmir) Türk Eğitim, Sağlık ve Çevre Vakfı (TESÇEV/Kocaeli), Turgutlu Eğitim Vakfı (Manisa), Hacı Paşalar Eğitim ve Kültür Vakfı (Aydın), Uluslararası Hukuk ve Adalet Vakfı (UHAV/Ankara), Yusuf Cevat Başçı Eğitim ve Kültür Vakfı (İzmir), Akdeniz Gazetesi (Isparta), Çınaraltı Gazetesi (Isparta), Özel İskenderun Kalp Merkezi (Hatay).

105 akademisyen ihraç edildi

Yüksek Öğrenim Kurulu’na (YÖK) bağlı 105 akademisyen çalıştıkları üniversitelerden ihraç edildi.

Ayrıca 392 öğretmen de öğretmenlikten çıkartıldı.

Taşeron düzenlemesi getirildi

696 sayılı KHK ile 4/C (geçici) personel statüsü kaldırılarak, bu statüdeki personel 4/B (sözleşmeli) statüsüne geçirildi.

OHAL kapsamında çıkartılan 696 sayılı KHK ile Danıştaya 16, Yargıtaya ise 100 yeni üye kadrosu ihdas edildi.

22 subayın rütbesi alındı

KHK ile Türk Silahlı Kuvvetlerinden emekliye sevk edilen, kendi isteğiyle emekli olan, istifa eden veya başka bir sebeple ayrılan 22 subayın rütbesi alındı.

Kanun Hükmünde Kararnameyle, askerlik görevlerini yerine getiren yükümlülerle terör eyleminin ortaya çıkarılması, etkilerinin azaltılması veya bertaraf edilmesinin sağlanması sırasında yardımcı olan sivillerden Terörle Mücadele Kanunu kapsamında hayatını kaybedenlerin çocukları ve kardeşleri istekli olmadıkça silah altına alınmayacak, silah altındakiler istemeleri durumunda terhis edilecek.

 

(Bianet)

Nükleer endüstriye bağımlı Fransa’nın iklim değişikliği yalanları

Küresel iklim değişikliğine yol açan sera gazı emisyon miktarının başta fosil yakıtların kullanımının azaltılmasıyla düşürülmesi  gerekiyor. Bunun için adımlar atılırken “gelişmiş ülke” kategorisinde olan hükümetlerin  kararları “gelişmekte olan ülkeler”in hükümetlerinin kararlarına da etkide bulunuyor. Misal, ABD Hükümeti’nin Paris İklim  Anlaşmasını tanımadığını açıklaması üzerine Türkiye’de de siyas iktidar  yerli kömürünü sonuna kadar çıkarmak istediğini dünyaya duyurma fırsatı bulmuş, Paris İklim Anlaşması’nı uygulamayacağını ilan etmişti. Tabi aynı hükümet  bu Paris Anlaşması’na sığınarak nükleer santral kurması gerektiği  iddiasında da bulunuyor o ayrı. Bu arada her ne kadar iddianın temeli  yanlış olsa da yani nükleer santral kurulması sera gazı emisyonlarının azaltılmasına bir çözüm değilse de Paris Anlaşması’nın Türkiye’deki siyasi iktidarın çifte standartını bir kez daha görmemizi sağladığı muhakkak!

Benzer şekilde önceki gün Türkiye’de iklim değişikliğine karşı alınacak önlemlerle ilgili olarak  Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un söyledikleri dikkati çekti. Fransa Cumhurbaşkanı Macron nükleer santralleri kapatmanın ülkesinin çıkarlarına uygun olmadığını belirtiyordu. Macron’un “Eğer yarın bir nükleer santral kapatırsam yerini yenilenebilir enerji ile dolduramam. Nükleer santral yıl boyunca sürekli elektrik üretiyor fakat yenilenebilir enerji kesintili bir enerjidir” sözleri dünya genelinde olduğu gibi Türkiye’de de “nükleer sevici” kesim için memnuniyet uyandırdı. [1]

Esasen Cumhurbaşkanı Macron, 16 Kasımda Bonn COP 23 İklim Zirvesi’ne gerçekleştirdiği ziyarette Fransa’nın 2021’in sonuna kadar kömürlü termik santrallerini kapatmak suretiyle Fransa’nın kömürden çıkacağını “Nükleer enerjiyi idealize etmiyorum fakat, bir öncelik belirlemeliyiz. Benim Fransa’da ve Avrupa’da önceliğim karbondioksit salımlarının azaltılması” sözleriyle duyurmuş; Almanya’nın yolundan gitmeyeceğini de “Ben yüzümü kömüre dönmeyeceğim , bu gezegenimiz için iyi değil nükleer enerjide devam edeceğim” diyerek belirtmişti.

Tabii,  Cumhurbaşkanı Macron’un bu sözlerini  Fransa’nın kaynakları bağlamında değerlendirmekte fayda var. Zira karşımızda 19 şehrinde  58 reaktörü  bulunan, tükettiği elektriğin %75’ini nükleer enerjiden üreten bir Fransa var. Aynı Fransa  tükettiği enerjinin yalnızca %5’ini kömürlü termik santrallerden elde ettiği enerji ile karşılıyor. Fransa’nın enerji üretiminde  güneş ve rüzgarın payı ise 2016 yılı içinde % 6. [2] Bununla birlikte Macron, Fransa’nın 2023’e kadar  güneş, rüzgar ve biyogaz gibi yenilenebilir enerjiden  elde edeceği enerjinin %23 olduğunu ve Fransız  nükleer otoritelerinin tavsiyelerini aldıktan  sonra yaşlanan 18 nükleer reaktörün de kapatılacağını da ifade ediyor.[3]

Öte yandan Macron demecinde Almanya’nın  nükleer enerjiden çıkma kararının kömür tüketimlerini arttırdığına “Almanya  yüzünü kömüre döndü, karbon ayakizini büyüttü, bu gezegenimiz için iyi değil . Ben bunu yapmayacağım”  dediğine dair  gerçekçi olmayan bir iddiada da bulunuyor. “Gerçekçi olmayan” diyoruz zira  Almanya’ya ait enerji üretim  verileri hiç de Macronun  iddia etiği gibi kömürde bir  artışa işaret etmiyor

Aksine kömürden elde edilen  elektrik enerjisinin  toplam elektrik tüketimi içindeki payı  1990’da %25,6 iken kademeli olarak düşürülerek 2016’ da %17 olmuş bulunuyor.  Nükleerin payı ise 1990’da %27,7 iken  2016 yılında %13’e düşmüş durumda. [4] Nitekim önümüzdeki günlerde Gundremmingen B reaktörünün* de devreden çıkarılmasıyla Almanya’nın hiçbir eyaletinde 1 den fazla reaktör  kalmamış olacak. Yılda 1284 Megawatt elektrik üreten Gundremmingen B nükleer reaktörü 1984’te devreye alınmıştı .[5]

Yani öyle Cumhurbaşkanı Macron’un iddia ettiği gibi Almanya’nın enerji üretiminde kömürün payını arttırmış olduğu söylenemez bilakis  nükleerin yerini  1990’larda  toplam enerji tüketiminin %6’sını karşılarken  2016’da %29’unu karşılamaya yardımcı olan  yenilenebilir enerjilerden güneş ve rüzgar  enerjisinin  aldığı söylenebilir. Nitekim Almanya’da rüzgar enerjisi santralleri 2017’nin 49. haftasında ülkedeki tüm termik santrallerin toplamından fazla elektrik üretmiş bulunuyor. [6]

Avrupa Birliği içindeki diğer ülkelerin de yenilenebilir enerjilere eğilimi  bir parallelik arz ediyor,  ortak enerji anlaşmasına göre  yenilenebilir enerjinin payı  yükselmeye devam ederek 2030’da toplam enerjinin en az %27’ si rüzgar, güneş, jeotermal veya biyokütleden   sağlanacak . Biyokütle enerjisi üretiminin girdisini ise daha ziyade tarım ürünleri değil, çöp ve atıklar oluşturacak. Avrupa bu şekilde enerji üretim paketi üzerinde anlaşarak sera gazlarını 1990’daki maksimum seviyelere göre  %40 azaltmayı hedefliyor. [7]

Kısacası çok açık ki Fransa’da bugün yenilenebilir enerjiden elde edilen elektriğin Almanya’nın 1990’larda yenilenebilir enerjiden elde ettiği enerji miktardan fazla olmaması nedeniyle önündeki yolun uzunluğunun  farkında . Fakat daha açık olan bir şey var ki o da Fransa’nın  tüm sanayisinin nükleere bağımlı olduğudur. Nitekim geçen yıl Türkiye Barolar Birliği Çevre Platformu tarafından organize edilen Nükleer Enerji ve Hukuk Sempozyumu’nda Bordo Politik Calismalar Enstitusu’nden Prof.Dr. Hubert Delzangles’in konuşmasını hatırlayacak olursak Fransa’da tüketilen elektriğin %75’ini sağlayan nükleer santrallerin üreticisi Areva’nın %86’sı Fransa devletine aittir.[8] Yani Fransa’nın her şeyden önce kendi nükleer endüstrisine sırtını dönmesi önemli bir toplumsal dönüşüm yaşanmadıkça  mümkün olmadığı için küresel iklim değişikliği tehdidini nükleer enerjiden yana sempati toplamak zorundadır.

Son notlar 

[1] http://mobile.reuters.com/article/amp/idUSKBN1EB0TZ?__twitter_impression=true

[2] https://www.ecologique-solidaire.gouv.fr/programmations-pluriannuelles-lenergie-ppe

[3] http://www.spiegel.de/wissenschaft/natur/emmanuel-macron-klimaheld-dank-atomkraft-a-1178214-amp.html

[4] https://www.stromauskunft.de/strompreise/strommix-in-deutschland/

* Gundremmingen B’den önce kapatılan 273 MW kapasiteli araştırma reaktörü ise  2 işçinin 1977’de ölümüne yol açan  Almanyanın   ilk fakat son olmayan nükleer kazasından sonra kamuoyunda protestolara neden olmuştu.

[5] https://energytransition.org/2017/12/germany-shuts-down-next-nuclear-plant/

[6] https://yesilgazete.org/blog/2017/12/12/almanyada-ruzgar-enerjisi-fosil-yakitlarin-toplamini-tek-basina-geride-birakti/

[7] http://www.dw.com/de/sauberer-gesünder-und-nachhaltiger/a-41852439

[8] https://yesilgazete.org/blog/2017/04/05/tbbnin-sinoptaki-sempozyumu-nukleer-santral-planlarinin-bu-gunku-ic-yuzunu-gosterdi/

Yeşil Gazete

Pınar Demircan 

“Tuvalet kağıtlarının paketlerinden denizler, ekmek poşetlerinden balıklar”

Geri dönüştürülmüş malzemelerle görselleri oluşturulan çocuk kitapları Meraklı Yeşil Şişe, Yaşlı Çınar Ağacı, Beyaz Plastik Bardak ve Geri Kazanım Atölyesi, Librum Yayınları’ndan çıktı.

Sürdürülebilir Yaşam Film Festivali’nin İzmir gösterimleri sırasında kitapların hikayesini izleyicilere aktaran yazar Bilge Buhan Musa ve resimler Sima Ertem’den orada dile getirdikleri hikayeyi bir de Yeşil Gazete okurları için paylaşmalarını istedik.

Röportajı ise Yeşil Gazetemizin gönüllü İzmir muhabiri Naime Sürenkök gerçekleştirdi.

***

Naime Sürenkök: Merhaba, sizi kısaca tanıyabilir miyiz?

Bilge Buhan Musa: Ben Bilge Buhan Musa, 1999’dan bu yana Anaokulu öğretmenliği yapıyorum. Çocuklarla çalışmaktan ve onlar için üretmekten son derece keyif alıyorum.  Müze gezmeyi, doğada olmayı, seyahat etmeyi ve Türk kahvesi içmeyi çok severim. Tüm bunları yaparken bana hem destek olan hem de benimle anı paylaşan bir eşe sahibim.

Sima Ertem: Ben Sima Ertem, reklamcılığın yanında tasarımla haşır neşirim. Yiyecekler, çöpler, bitkiler gibi çeşitli malzemelerle kolajlar yapıyor ve fotoğraflıyorum. Ellerimle samimiyet üretmeye çalışıyorum.

Naime: Bu kitap yazma fikri nasıl oluştu ve nasıl bir araya geldiniz?

Bilge: Yüksek lisans yaparken okul öncesi dönemle ilgili çalışmaları gözden geçiriyordum ve çevre bilinci ile ilgili ülkemizde hiç çalışma olmadığını fark ettim. Çok şaşırmıştım. Evet ben bireysel olarak duyarlı biriydim ve çevreyle ilgili üzerime düşenin daha fazlasını yapmalıydım.  Yüksek Lisansımı Prof. Dr. Ayla Oktay ‘la birlikte Okul Öncesi Dönem Çocuklarda Çevre Bilinci üzerine yapmaya karar verdik. Daha önce hiç çalışılmamış bir konu olduğu için kaynak bulmakta ve tezi yürütmekte zorlandık aslında. Hatta maalesef hala tek çalışma. Gönül isterdi ki bu alanda çalışmalar çoğalsın, yaygınlaşsın. 2006 yılında Çevre bilinci ile ilgili bir program oluşturduk ve ERG de sunduk. Sonrasında hep daha fazla çocuğa ulaşsın istedim ve Çevre bilinci kazanımında önemli bir yeri olan Geri Dönüşüm ve Yeniden Kullanımı çocuklara anlatan hikayeler yazmaya karar verdim.

Bilge Buhan Musa

Her biri kendi içinde değişimi ve dönüşümü anlatan gündelik hayatta hep karşımıza çıkan nesneler kahramanlarımız oldu. Çocukların somutlaştırması ve içselleştirmesi için gerçek hayatla bağlarını kurdum öykülerin.

“Hikayeler tamamlandıktan sonra nasıl farklı bir tasarımı olur?” diye düşünürken Sima ile yollarımız kesişti ve kitapları atık materyallerden yaparak kitapların birer yeniden kullanımın örneği olması konusunda hem fikir olduk.

Sonrası Sima’nın sihirli ellerinden çıktı.

Naime: Kitapların öykülerinden bize çok kısa bahsetseniz ne güzel olur!

Bilge: Yaşlı Çınar Ağacı üzerinde ilk çalıştığımız kitap oldu. Artık hiçbir işe yaramayacağını düşünen ve ormanından ayrılmak istemeyen kurumuş bir ağaç olan kahramanımızın yolu kâğıt fabrikasına düşüyor ve artık dünyayı dolaşmaya başlıyor.

Meraklı Yeşil Şişe kitabımız camın geri dönüşüm hikayesini anlatıyor. Eski bir denizci geleneğinden yola çıktı aslında kitabın kurgusu. Bir şişe olarak ayrıldığı evden neredeyse tüm denizleri dolaşarak kıyıya vuran şişenin nasıl dostluk ve arkadaşlık için bir köprü olduğunu anlatıyor. Başlangıç noktasına döndüğünde ise o artık bir şişe olmayacaktır.

Beyaz Plastik Bardak, hemen hepimizin çokça karşılaştığı bir kahraman aynı zamanda. Plastiğin hem önemini hem de nasıl zararlı hale geldiğini anlatıyor bizlere.

Gerikazanım Atölyesi ise bir şeyi atmadan ya da geri dönüşüme göndermeden önce nasıl kullanacağımızı örnekleyen bir kitap. Çok eskiden babaannelerimiz hiçbir şey atmazdı ve bir gün lazım olur mantığında eşyaları tutar, onarır, olmayana verir bir şekilde kullanılmaya devam ederlerdi. Maalesef artık böyle değil.  Günümüzde insanların tüketim alışkanlıklarının değişmesi ve kaynakları doğru kullanmasını vurgulayan bir kitap oldu.

Değişim ve dönüşüm aslında insanların hayatında önemli bir yere sahiptir, bunu sadece kullandığı nesneye uyarlamasının dünyamıza katkısı büyük.

“Meraklı Yeşil Şişe için parklardaki çöpleri bile karıştırdım”

Naime: Kitabın resimleri geri dönüşümlü malzemelerden gibi bir duyum aldık, doğru mu? Nasıl bir süreç oldu?

Sima: Evet, Bilge’nin hikayeleri çerçevesinde hem kitaplarımızı özgün kılmak hem de çocukların farkına varmasını istediğimiz durumu güçlü bir şekilde deneyimlemek için ben de günlük atıklarımızı çöpe atmadan biriktirmeye başladım. Üstüne çok düşünmeden alıverdiğimiz alışveriş torbaları, ihtiyacımız olan küçücük şeyi satın alırken yanında onunla birlikte gelen kat kat paketlemeler, her gün içtiğimiz birkaç yudum içecek sonrası çöp olan kutular… Çalışma alanım kısa sürede gerçek bir çöplüğe dönmüştü!

Sima Ertem

Renk renk, çeşit çeşit çöpüm biriktiğinde kolaj aşaması başladı. Tuvalet kağıtlarının paketlerinden denizler, ekmek poşetlerinden balıklar, soda şişelerinden karakterimiz Defne’ye elbiseler yaptım. Gerekli renkleri kendi çöplerimden temin edemediğimde ise çöpü bitince komşusundan çöp satın alan İsveç gibi ben de komşulardan, çevremdekilerden çöp istedim! Ah bir de Meraklı Yeşil Şişe için parklardaki çöpleri karıştırdığımı da söylemeden geçemeyeceğim :) Zira bazı yerlerde halkın geri dönüşüm kutularına ayrıştırarak attıklarının toplanıp normal karışık çöpe gönderildiğini öğrenmek de üzüntü verici oldu.

Yaşlı Çınar Ağacı için kendisi de geri dönüştürülmüş kağıtlardan yapılan kraft kağıtları ince ince oyarak Çınar’ımızın ormanını, hayvan dostlarını ve yolculuğunu betimledim. Meraklı Yeşil Şişe’de sadece cam materyaller kullanıldı. Camları kırarak küçük parçalar haline getirerek kolajları oluşturdum. Beyaz Plastik Bardak alışveriş torbaları, ambalajlar, şişe kapakları gibi her gün elimize onlarcası geçen plastik atıklarla hazırladığım bir kitap. Gerikazanım Atölyesi’nde de yine her evde bulunabilecek çeşitli atık malzemeleri kullandım. Bu sebeple, kolajlar incelendiğinde malzemeler bir çok insana tanıdık gelecektir diye düşünüyorum.

Çalışmalarımı instagram.com/banneema adresinden de takip edebilirsiniz

Naime: Sizin için bu kitapları yazarken en büyük zorluk neydi?

Bilge: Kitapların yazımındaki en büyük zorluk ülkemizde maalesef çevre koruma üzerine genel bir program yok. Geridönüşüm kutularının bile bir sokakta olup olmaması tamamen yerel yönetimlerin inisiyatifinde. Verdiğiniz mesajı alan çocuk bunu uygulamada en başında zorluk yaşayabiliyor. Yani bilinci kazansa bile uygulayamaz hale geliyor.

Naime: Çevrenizden okuyan, editleyen oldu mu? Onların tepkisi nasıl? Sanki büyükler de okusa güzel olur diyorum…

Bilge: Kitapları en başta çevremizde olan farklı yaşlardaki çocuklara okuduk. Onların geri bildirimleri bizim için çok önemliydi. Hatta verdikleri geri bildirimlere göre düzenlemeler yaptım. Defne, Öykü ve Ceylin bizim küçük editörlerimiz oldu.  Sonrasında alanında uzman kişilerden görüş aldık.  Doç. Dr. Ilgım Veryeri Alaca kitapları okuyarak arka kapak yazılarını yazdı. Bu bizim için kıymetli bir katkı oldu.

Kitaplarımız 3- 13 yaş arası tüm okurlar için aslında. Her yaşa hitap ediyoruz ve her yaşta okura çevre bilinci kazandıracağı iddiasındayız.

Naime: Her kitap bir mesaj vermek zorunda değil, ama okurlar bu kitabın son sayfasını çevirip kapattığında ne kalsın akıllarında istersiniz?

Bilge: Kesinlikle her kitap bir mesaj vermek zorunda değil ama bir katkı sağlamalı diye düşünüyorum. Ya hayal kurdurtmalı ya mutlu etmeli ya da yüreğine dokunan bir yanı olmalı okurunun. Bende kitabı okuyan bir çocukta en azından bunlardan birini hissetmesini istedim. Evet çevreye karşı, dünyamıza karşı bir sorumluluğunun olduğunun mesajını alsın ama kitapların öyküsü ona başka bir açı daha kazandırsın. Yaşlı Çınar Ağacı ile birlikte seyahat etsin, Yeşil Şişe ile birlikte ülkemizin denizlerinde dolaşsın, plastik bardak gibi etrafına zarara vermemek için çaba göstersin ve kendi geri kazanım atölyesini kurarak eşyalarının kıymetini bilsin.

Bilge ve Sima kitapların hikayesini Sürdürülebilir Yaşam Film Festivali İzmir gösterimleri sırasında da izleyiciler ile paylaştı

Sima: Aylarca çöplerle çalışmış biri olarak, anne-babaların da çöplere farklı bir gözle bakmalarını sağlayabilmiş olmayı dilerim. Çocuğunuza gelen hediyenin kutusundaki figürleri keserek birlikte odasına duvar süslemesi yapabilir, çikolatanın yaldızlı kağıdıyla deterjanın kapağını birleştirip bir masal kahramanı yaratabilirsiniz. Çocukların yaratıcılıklarını desteklemek ve birlikte keyifli vakit geçirmek için evsel atıklar ebeveynlere masrafsız bir aktivite imkânı sunuyor. Belki onlar da kendi hikayelerine evdeki çöplerle kolajlar yaparak güzel vakit geçirirler.

Naime:  İlerideki projeleriniz neler?

Bilge ve Sima: Farklı konularda yeni kitaplarla okurlarla buluşmaya devam etmek istiyoruz. Aynı zamanda yine tasarım kitaplar olacak diye planlıyoruz.

Naime:  Yeşil Gazete okurlarına neler iletmek istersiniz?

Bilge: Çevresel faktörleri iyileştirmek için ülkelerin planları programları ve uygulanan kanunlarının olması mutlaka gerekli ama bizlerin bireysel bilinci ve duyarlılığı da dünyamıza iyi gelecektir elbet. Çocuk kitaplarının samimiyetini göz ardı etmeyip her yaşta çocuk kitaplarını okusunlar.

Sima Ertem ve Naime Sürenkök

Sima: Bir anda dünyayı kurtaramayabiliriz ama küçük küçük adımlarla tüketimimizi azaltarak hem vicdanımızı hem bütçemizi hem de çevremizi iyileştirmeye başlayabiliriz. Bu konuda çocuklarınıza bir kez sorumluluk verdiğinizde, küçük birer çevreci kesilip size de gerekli yerlerde hatırlatmalar yapacaklarından emin olun. J

Naime:  Çok teşekkür ederiz…

 

Röportaj: Naime Sürenkök

(Yeşil Gazete)