Ana Sayfa Blog Sayfa 2709

KHK’lı vekillerden ortak açıklama

OHAL döneminde çalıştıkları kurumlardan Kanun Hükmünde Kararnamelerle (KHK) ihraç edilen ve daha sonra TBMM’ye giren HDP, CHP ve Saadet Partisi milletvekilleri, Meclis’te ortak açıklama yaptı.

CHP İstanbul Milletvekili İbrahim Kaboğlu, HDP milletvekilleri Habip Eksik ve Muazzez Orhan ile Saadet Partisi İstanbul Milletvekili Cihangir İslam’ın katıldığı ortak açıklamayı, KHK’lerle ihraç edilen 10 milletvekili adına HDP Kocaeli Milletvekili Faruk Gergerlioğlu yaptı.

Gergerlioğlu, KHK ile ihraç edilenlerin sorunlarını 25 maddede sıraladı. Meclis’ten çözüm beklediklerini belirten Gergerlioğlu, 32 KHK ile 134 bin 207 kişinin pasaportuna el konularak ihraç edildiğini, haksız şekilde işlerinden olduklarını ve toplumsal hayatta sorun yaşadıklarını hatırlattı.

OHAL Komisyonu’na dair konuşan Gergerlioğlu, “Hakkında soruşturma hiç açılmayanlar, mahkemelerden veya savcılıktan takipsizlik veya beraat alan bütün KHK mağdurları işlerine hemen iade edilmelidir. Mağdur olan yurttaşlara maddi ve manevi hak iadesi yapılmalıdır. OHAL Komisyonu hukuki bir değerlendirme yapmaktan ziyade ihlalleri araştıran bir kurum durumundadır. Bu sebeple bir an önce Meclis’te uzlaşı ile bir çözüm geliştirilmeli ve OHAL Komisyonu’nun yoğunluğu azaltılmalı hatta komisyon tamamen kaldırılmalıdır” dedi.

CHP İstanbul milletvekili İbrahim Kaboğlu, Olağanüstü Hal (OHAL) kapsamında ilan edilen 32 KHK’nın çok büyük bir kısmının Anayasa’ya aykırı olduğunu söyledi.  Kaboğlu OHAL’in artık yürürlükte olmadığını hatırlatarak, “OHAL’de alınan önlemler kaldırılmalı. 32 KHK’nin büyük kısmı Anayasa’ya aykırıdır. Uygulamalar ise o KHK’lere bile aykırıdır. Orada yer almayan yasağı icat edemezsiniz. Bu suçtur” diye konuştu.

HDP Van Milletvekili Muazzez Orhan da KHK’lar kadın kurumlarının kapatıldığını ve KHK’ler ile ihraç edilen 134 bin 207 kişinin yaklaşık yüzde 27’sinin kadın olduğunu anlattı.

Halkların Demokratik Partisi’nden (HDP) sekiz, Saadet Partisi’nden (SP) bir vekil olmak üzere dokuz milletvekili de  ihraç edilenlerin yaşadıkları mağduriyetlere ilişkin kaleme aldıkları mektubu Meclis Başkanı dahil 587 milletvekiline gönderdi.

KHK ile ihraç edilenlerin sorunlarını sıraladıkları mektupta,  mağduriyetlerin giderilmesi noktasında yapılacak yasama çalışmalarına destek istendi.

Mektupta imzası olan milletvekilleri: Saliha Aydeniz – HDP Diyarbakır Milletvekili (Hemşire), Semra Güzel – HDP Diyarbakır Milletvekili  (Doktor),  Sait Dede – HDP Hakkari Milletvekili (Doktor), Habip Eksik – HDP Iğdır Milletvekili (Doktor), Prof. Dr. Cihangir İslam – SP İstanbul Milletvekili (Akademisyen), Ömer Faruk Gergerlioğlu – HDP Kocaeli Milletvekili (Doktor), Gülüstan Kılıç Koçyiğit – HDP Muş Milletvekili (Hemşire), Muazzez Orhan –  HDP Van Milletvekili  (Üniversite idari personel), Sezai Temelli – HDP Van Milletvekili (Akademisyen).

(Bianet, Artı Gerçek)

Almanya’da binlerce kişi Hambach Ormanı’nda kömür karşıtı protesto gösterisi düzenliyor

DeutcheWelle‘de yayınlanan haberi Yeşil Gazete gönüllü çevirmeni Mert Gevrek‘in çevirisi ile paylaşıyoruz.

***

Almanya’nın Hambach Ormanı’na ilişkin yasağın kaldırılmasının akabinde geniş bir gösteri düzenlendi. Göstericiler yalnızca doğal bir alanı korumaktan daha büyük bir tehlikeyle karşı karşıya olunduğunu belirtiyorlar.

50.000 civarında bir kalabalık, ormanlık alanların korunması ve linyitin ülkede bir enerji kaynağı olarak kullanılmasının sona erdirilmesi çağrısında bulunmak üzere cumartesi günü Batı Almanya’daki Aachen şehrine yakın Hambach Ormanı’nda bir araya geldi.

Barışçıl protesto, güvenlik kaygıları nedeniyle polis tarafından uygulanan gösteri yasağının Aachen’deki bir mahkeme tarafından iptal edilmesinin ardından gerçekleşti.
Sabahın erken saatlerinden itibaren görev başında bulunan yüzlerce polise rağmen, gösteri tamamen barışçıldı ve katılımcılar bir festival ve piknik atmosferinde protestolarını yaptılar.

Ormanın ortadan kaldırılması kararı bir mahkeme tarafından askıya alındıktan sonra, kömür madeni inşa etmek için ormanın yok edilmesi planlarına karşı uzun süredir mücadele eden katılımcılar daha cesur hareket etmeye başladılar. Söz konusu arazinin, yarasaların yaşama alanı olarak korunmasına ilişkin dava devam ederken, askıya alma kararı yerinde bir karar olarak değerlendiriliyor.

Kömürü bitireceğiz

Söz konusu davanın arkasındaki çevreci grup BUND’un sözcüsü, “Münster’deki Yüksek İdare Mahkemesi tarafından alınan ormanlık arazinin yok edilmesi yasağı nedeniyle neşeli bir hava var,” diyor.

Protesto gösterilerine gün boyunca 20.000 kişinin katılması beklenirken, cumartesi günkü katılımın 50.000 civarında olduğu düşünülüyor.

Gereksiz tasfiye?

RWE adlı enerji şirketi Ekim ortasında, hali hazırda açık bir madenin yakınında bulunan ormanlık alanın yarısının temizlenmesine başlamayı umuyordu.

Şirket yetkililerine göre 100 eylemci alanı işgal ettikten sonra şirket, güvenlik endişeleri hasebiyle durmaya zorlanmıştır.

Almanya gelecek birkaç yıl içerisinde iklim dostu olmayan fosil yakıtlardan uzaklaşmayı taahhüt ettiği için tasfiye planlarına muhalif olanlar kalan ormanların imha edilmesini gereksiz buluyorlar. Şu anda kömür kullanımından çıkış stratejisini tartışmakta olan sözüm ona kömür komisyonu bulgulara dayalı bir karar verene kadar tasfiye operasyonlarının askıya alınması çağrısında bulunuldu.

Cumartesi günü gerçekleşen protestoların ardındaki çevreci gruplardan biri olan NaturFreunde Deutschland başkanı Michael Müller, DPA haber ajansına, gösterinin ağaçları korumaktan çok daha fazlası olduğunu belirtti.

“Bu sorun, insanlığın ekolojik intiharını engelleyip engelleyemeyeceğimize ilişkindir. Biz sadece kömürden kurtulmayı istemiyoruz, ayrıca petrol ve gazdan da kurtulmalıyız,” dedi ve ekledi “biz insanların önümüzdeki yıllarda, iklim değişimine insanoğlu neden oldu ve biz harekete geçmedik, demelerini istemiyoruz.”

 

Makalenin İngilizce orijinali

Haber: Llyod Alter 

Yeşil Gazete için çeviren: Mert Gevrek

 

(Yeşil Gazete, DeutcheWelle)

Kimin haberi var yeni YEKA alanlarından?

Ülkemizdeki yoğun ve gürültülü gündem içinde dikkat çekmeyen ancak kritik bir ilan yayınlandı artık kâğıda basılmayan Resmi Gazetemizde. Aslında çevre aktivisti abimiz Uz. Dr. Umur Gürsoy’un uyarısı olmasa bizim de haberimiz olmayacaktı. İlana göre Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı yeni YEKA alanlarını belirlemiş; belirlemekle de kalmamış ihaleye çıkmıştı. Hem de kimseye danışmadan; haber dahi vermeden*

Peki, ne anlama geliyordu yeni YEKA alanları? Aslında YEKA alanları Yenilenebilir Enerji Kaynak Alanları’ demek. İşte Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı bu alanları belirleyerek güneş ve rüzgâr enerjisi santralleri kurmak için ihaleye bile çıkmıştı.

Güneş enerjisinden elektrik üretimi doğru bir adım ama üzüm bağlarının ortasında da değil

Resmi Gazete’de yayınlanan ilana göre ihaleye son başvuru tarihi ise 31 Ocak 2019. İlana göre bir proje yarışması yapılacak ve yarışmayı kazananlar bu alanların 30 yıllık işletme hakkına sahip olacaklar. İlanda yer alan bölgelere gelince: güneş enerjisine (GES) dayalı yeni YEKA’lar olarak Niğde’nin Bor, Urfa’nın Viranşehir ile Hatay’ın Erzin ilçeleri belirlenmiş. Erzin YEKA alanı içinde ayrıca  Adana’nın Toprakkale ve Ceyhan ilçelerinden de bölgeler de yer alıyor. Rüzgâr enerjisi (RES) YEKA’ları için ise Edirne, Kırklareli-Demirköy, Sivas-Kangal, Sivas-Gürün Eskişehir-Tepebaşı bölgeleri işaretlenmiş.

Yarışmada başlangıç tavan fiyatı 6,50 ABD Dolar-cent/kWh olacak ve YEKA Kullanım Hakkı Sözleşmesinin imzalandığı tarihten itibaren fiyat 15 yıl geçerli olacak. Başvuru aşamasında 1 yıl süreli, tamamen ve kısmen nakde çevrilebilir, limit dışı ve Şanlıurfa-Viranşehir için 3 milyon ABD Doları, Hatay-Erzin için 1,5 milyon ABD Doları, Niğde – Bor için 2 milyon ABD Doları tutarında teminat mektubu sunulması gerekiyor.

Aslında buraya kadar her şey kamuoyunun haberi olmaması dışında normal görülebilir. Fiyatın yüksek olması ve üstelik ABD dolarına bağlanması, elektrik üretiminin ve dağıtımının bir kamu görevi olması gerekirken özel sektöre devredilmesi tartışmalarına da girmiyorum. Ülkemizin elektrik üretimi açısından dışa bağımlılıktan kurtulması ve bu üretimin çevre ve insan sağlığı açısından en az riskli yöntemle yapılmasının yolu yenilenebilir enerji kaynaklarından geçiyor. Bu da başka bir gerçek.

Üstelik ülkemiz bu anlamda çok şanslı bir coğrafyada yer almasına rağmen yenilenebilir enerji kaynaklarının elektrik üretimi içindeki payı kendisinden çok daha az yenilenebilir enerji kaynaklarına sahip ülkelerin oldukça gerisinde. 04.10.2018 rakamlarına göre hidroelektrik kaynakları saymazsak ürettiğimiz elektriğin %10.81’i rüzgârdan, %2.59’u güneş enerjisinden, %1.83’ü jeotermal enerjiden ve %0.60’ı biyogazdan olmak üzere sadece %15.83’ü yenilenebilir enerji kaynaklarından**

Oysa bu oran bizden çok daha az bu kaynaklara sahip Avrupa Birliği ülkelerinin birçoğunda neredeyse bizim iki katımız kadar ve %30’u geçmiş durumda. Bu açıdan bakıldığı zaman yenilenebilir enerji kaynakları konusunda yeni yatırımlar yapılması doğru bir adım. Ancak konu da ‘yer belirlenmesine’ gelince biraz düşünmek gerekiyor. Bugüne kadar Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığının sürecine davet edilmeyen çevre örgütleri ve yerel yönetim temsilcileri yatırımlar başladıktan sonra YEKA alanlarından haberdar olmakta ve çoğunda da haklı nedenlerle gerek rüzgar gerekse güneş enerjisi santrallerinde yer seçimine karşı çıkmaktalar. Ancak bu karşı çıkış sırasında kamuoyuna verilen mesajlar ise çoğu zaman hatalı olmaktadır. Örnek vermek gerekirse köyünün dibinde rüzgar enerjisi santrali kurulmasını istemeyen köylü ‘santralin yerine karşıyım demek yerine; kısa yoldan rüzgar enerjisine karşıyım’ diyebilmektedir veya bağların ortasına yapılan bir güneş enerjisi santrali üreticileri adeta isyan ettirebilmektedir. Bu durum da özellikle kömürlü termik santral lobisinin ellerini ovuşturmasına yol açmaktadır.

Sonuçta bu alanların yer tespiti mutlaka bölgedeki yerel yöneticiler ve çevre örgütlerinin katılımı ile yapılmalıdır. Çevre örgütleri ve son resmi gazete belirtilen yerlerin yerel yöneticileri bugünden itibaren süreçle ilgilenmeli ve varsa itiraz ve nedenlerini kamuoyu ile paylaşmalıdır yoksa yarın çok geç olacaktır.

Yenilenebilir enerji kaynakları konusunda kamuoyunun kafası yanlış mesajlarla daha çok karışacak ve bu durumdan da fosil yakıt lobisi yararlanacaktır.

Kaynaklar

*https://yesilekonomi.com/yeni-yeka-alanlari-belirlendi/

**http://www.enerjiatlasi.com/elektrik-uretimi/

 

 

Ahmet Soysal

8 yaşındaki tasarımcı BIFED bez çantasını anlattı: Karanlıkta kirpilere basmayın!

5.Bozcaada Uluslararası Ekolojik Belgesel Festivali tüm hızı ile devam ediyor. Festivalin ikinci günü sabahı konakladığım otelde BIFED kataloğunu uzun uzadıya incelerken bez çanta tasarımlarından birinin altında festival koordinatörleri Petra Holzer Özgüven ve Ethem Özgüven çiftinin kızları Talya’nın imzası olduğunu farkettim. Talya ile bir röportaj fikri de zihnimde uyanmış oldu böylece.

Talya, BIFED 2018 için tasarladığı bez çantası ile birlikte

İrem Çağıl’ın, Zübeyde Hanım Çay Bahçesi’ndeki “Doğal Ekosistemler” söyleşisinin ardından geçtiğimiz BIFED ofisi Dantela Cafe’de Talya ile karşılaşınca da bu niyetimi ona ilettim. Çok kısa bir nazlanma anı oldu. Peşinden de röportaja başladık.

Röportaj sırasında bir misafirimiz daha vardı. İrem Çağıl’ın 4 yaşındaki kızı Kiraz. İkisi ile de dünyadan, hayvanlardan, onların hayal dünyasından söz ettik. Röportajın Dünya Kız Çocukları Günü’ne denk gelmesi ise ilahi bir tesadüf olsa gerek.

Talya (solda) ve Kiraz

***

-Talya, bize kendini anlatır mısın? Talya Özgüven kimdir, neler yapar?

Talya: Adım Talya, 8 yaşındayım. 3. Sınıfa gidiyorum ve Bozcaada Film Festivali’nin bir tane çantasını çizdim. Hayatım şöyle. İstanbul’da yaşıyorum. Evrim okullarına gidiyorum.

-Bozcaada Festivali hakkında ne söylemek istersin, nasıl geçiyor senin için festival?

Talya: Bozcaada Film Festivali çok güzel geçiyor. Bu sene ilk geldiğimizde sadece annem, babam ve Ergi (İşbilen) vardı. Onlarla çalışmaya başladık.

Sonra bütün ekip geldi. Öyle işte, çalıştık. Açılış ise dün akşamdı.

Karanlıkta kirpileri ezmesinler diye

-Evet. Sen de çok güzel bir konuşma yaptın orada. Peki çantayı anlat şimdi bize istersen. Sana ilk kim çanta tasarımı yapmayı önerdi?

Talya: Babam bir şeyler çiz bakalım belki çanta yaparız dedi. Sonra benim de aklıma şu geldi. Bazı insanlar karanlıkta yanlışlıkla kirpileri eziyorlar. Ben de o yüzden bir kirpi çizdim, üzerine “EZME” yazıp yanına da bir ünlem işareti koydum.

Talya’nıın babası ve BIFED koordinatörlerinden Ethem Özgüven de karşıdan röportajı izliyor

O çantayı aslında ben şöyle düşündüm. Bozcaada’da bir sürü hayvan yaşıyor. Kirpi, tavşan, kedi, köpek. Ben de onlar gibi bir hayvan çizdim. Seneye de belki bir yunus çizerim.

-Çanta tasarımı yapmayı sürdüreceksin yani?

Talya: Belki

Sevdin mi peki tasarım yapmayı?

Talya: Sevdim.

Talya’nın tasarladığı BIFED bez çantası. Karanlıkta kirpilere basmayın uyarısı ilham olmuş Talya’ya

Senin tasarladığın çanta ile dolaşanları gördüğünde ne hissediyorsun?

Talya: Daha almadılar ama almalarını isterim.

-Sen hayvanlar öldürülmesin diye çizdiğini söylediğin bu resmi. Hayvanlar hakkında ne düşünüyorsun?

Talya: Hayvanlar bence çok önemli canlılar. Mesela diyelim bazı hayvanlar bizim yaşamamız için olmak zorunda. Onlarsız biz de yaşayamayız.

Mesela biz et yiyoruz ama etler hayvanlardan geliyor. Mesela yumurta yiyoruz. Yumurta da tavuklardan geliyor. Bu nedenle hayvanlar çok önemli

Yanımızda birisi daha var, Kiraz. Sen kendini tanıtır mısın, ne yapıyorsun?

*….

(Kiraz sessiz kalınca Talya ona cevapları fısıldıyor, “Böyle söyle” diye. Ardından Kirazmış gibi onun adına cevap vermeye başlıyor bana

Talya: Muğla’dan geldim. 4 yaşındayım. Adım Kiraz.

-Kiraz, Bozcaada’yı sevdin mi?

(Hala Kiraz adına konuşan Talya yanıtlıyor)

Talya: Sevdim (Dantela Cafe’de röportajı izleyenlerden yükselen kahkahalar)

-Kiraz bak Talya senin adına konuşuyor. Sen konuşmayacak mısın, konuşmayı sevmiyor musun sen?

(Mırıl mırıl, duyulur duyulmaz bir sesle yanıt veriyor Kiraz)

Kiraz:…. Hayır, sevmiyorum

Talya: İstemiyormuş

Kirpilerin dikeni bez çantada resim de olsa ayaklara batar

-Peki Talya. Son olarak şunu sorayım sana. BIFED bez çantanı taşıyanlar nasıl davransın istersin?

Talya: Hayvanlara daha dikkatli davranmalarını isterim

(Tam bu anda birden Kiraz da giriyor araya)

Kiraz: Ama belki… Onlar bir yere koyabilir çantayı. Kirpiler de diken batırabilir onlara.

-Tamam ama Kiraz, çantadaki kirpi, bir kirpi resmi. Kirpinin kendisi değil ki. Onun dikeni olmaz ki ama.

Kiraz: Olur

Talya: Resimde dikeni var ama gerçek hissetmiyorsun o dikeni.

-Kiraz, sen kirpi gördün mü hiç?

Kiraz: Hayır

-Hangi hayvanları gördün peki?

(Gözleri parlayarak, heyecanlı heyecanlı yanıt veriyor Kiraz)

Kiraz: Tilki!

-Nerede gördün tilkiyi?

Kiraz: Ben salıncakta sallanıyordum. “Baba bak, kedi” dedim. Işığı yaktı babam. Bir baktık, tilkiymiş. Hem de yavru tilki.

Kiraz

-Ne yaptı. Kaçtı mı sizden. Biraz tarif edebilir misin gördüğün tilkiyi?

Kiraz: Evet, kaçtı.

-Burnu nasıldı?

Kiraz: Sivri

-Kulakları?

Kiraz: Sivri

-Gözleri nasıldı. Görebildin mi gözlerini?

Kiraz: Hayır… Kahverengi.

-Kahverengiydi ama görmedin yani…

Kiraz: Hı hı

Bir maymun olup koşan geyiğin üzerinde iken boynuzunu tutarak ayakları sallamak

-Tilkiden başka hayvan gördün mü peki?

Kiraz: Aaaa… İnek… Kuzu… Aaaa…Başka bir diyeceğim yok.

(Kısa bir sessizlikten sonra)

Geyik görmek, üstüne binip koşmak isterdim.

-Ama seni üzerinden atarsa ya. Atmaz mı, sever mi seni?

Kiraz: Boynuzundan tutarım

-Düşmemek için değil mi. Çok mantıklı bir çözüm bu.

Kiraz: Bir maymun olsaydım. Boynuzundan tutardım. Ayaklarım böyle sallanırdı rüzgarda.

-Talya, Kiraz’ın bu fikrine sen ne diyorsun?

Talya: Bence güzel ama birazcık garip.

-Ama o senden çok daha küçük ve hayal gücü de geniş. Talyacııım, çok teşekkür ediyorum sana röportaj için. Röportaj yayınlandığında sana da göstereceğim, tamam mı?

Talya: Bay bay…

 

Fotoğraflar: Merve Damcı 

Röportaj: Alper Tolga Akkuş

(Yeşil Gazete)

Kadın örgütlerinden “nafaka” açıklaması: Cinsiyet eşitsizliği nedeniyle genelde kadınlar yoksul oluyor

Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı, EŞİTİZ, Filmmor Kadın Kooperatifi, Kadının İnsan Hakları – Yeni Çözümler Derneği, Kadınlarla Dayanışma Vakfı ve Kadınlara Hukuk Destek Merkez Derneği Medeni Kanun’un 175’inci Maddesi’ndeki nafaka hakkına ilişkin yapılması planlanan düzenlemeye dair ortak yazılı bir açıklama yaptı.

Dün Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı ile Adalet Bakanlığı tarafından düzenlenen “Gündem Buluşmaları: Nafaka Sistemi” başlıklı Çalıştay’a, Türk Kadınlar Birliği ve Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu dışında kalan ancak alanda yıllardır çalışan bağımsız kadın örgütlerinin davet edilmediği belirtilerek şöyle denildi:

“Davet gönderilmediği halde Çalıştay’a katılmak istediklerini telefon ve e-mail gibi çeşitli iletişim araçları üzerinden belirten bağımsız kadın örgütlerinin ısrarlı talepleri sonucu ancak bir kadın örgütünün (Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı) daha Çalıştay’a davet edilmesi mümkün olmuştur.”

“Cinsiyet eşitsizliği nedeniyle genelde kadınlar yoksul oluyor”

Açıklamada, Medeni Kanun’un 175’inci maddesinde yer alan “boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek tarafın, diğer taraftan mali gücü oranında süresiz olarak nafaka isteyebileceği” ifadesi hatırlatılarak şunlar kaydedildi:

“Maddede cinsiyet belirtilmemektedir; iki taraf da nafaka talep edebilmektedir. Ancak yoksulluk nafakası uygulamada daha çok kadınlara bağlanmaktadır. Bu durum Türkiye’de toplumsal cinsiyet eşitsizliği nedeniyle genellikle kadınların yoksul olmasından kaynaklanmaktadır.”

“Nafaka erkeklerin lütfu değil”

Nafaka düzenlenmesinde yapılmak istenen değişikliklerden bahsedilen açıklamada, şu noktalara vurgu yapıldı:

“Yoksulluk nafakası erkeklerin kadınlara bir lütfu değil, pek çok ülkede olduğu gibi Türkiye’de de devletin kadınların güçlenmesine ve toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanmasına yönelik aldığı tedbirlerdendir. Kadınların evlilik sonrası yaşamlarını idame ettirebilmelerini sağlayan ve toplumsal cinsiyet eşitsizliği nedeniyle yoksullaştırıldıkları için gerekli olan bir haktır.”

“Hak ihlallerine neden olacak”

Bu düzenlemelerin kadınlara yönelik giderek artan eşitsizliği derinleştireceğine dikkat çekilen açıklamada şunlar kaydedildi:

“Bu düzenlemenin kadınlara yönelik ekonomik, psikolojik, cinsel ve fiziksel şiddeti artıracağını, kadınları ev içine hapsedeceğini ve kadınların boşanma kararı almalarını zorlaştırarak büyük hak ihlallerine neden olacağını düşünüyoruz.”

 

(Gazete Karınca)

6. Engelsiz Filmler Festivali’nin İstanbul ayağı sona erdi

Bu yıl altıncı kez düzenlenen Engelsiz Filmler Festivali’nin İstanbul ayağı, Boğaziçi Üniversitesi Sinema Salonu’nda (SineBu) gerçekleşen gösterimler ve film ekiplerinin katılımıyla sona erdi.

Festivalin İstanbul’daki son gününde Uzun Lafın Kısası seçkisinin Sinebu’daki gösteriminin ardından, “Hayvan”, “Kamyon”, “Kaset”, “Toprak” filmlerinin yönetmenleri ile “Engelsiz Yarışma” bölümünde yer alan “Kar” filminin yönetmeni ve oyuncusu izleyicilerle bir araya geldi.

Filmlerini ilk kez sesli betimleme ile izleme fırsatı bulan yönetmenler bu deneyimle ilgili izlenimlerini paylaşırken, festivalin program koordinatörü Ezgi Yalınalp’in moderatörlüğünde gerçekleşen söyleşilerde seyircilerin sorularını yanıtladılar.

“Filmleri sesli betimle izlemek ilginç bir deneyim”

“Filmi bu kadar hayal ettirebileceğini düşünmüyordum, iki ses dalgası dinlemek zorlayıcı bir deneyimdi ama çok keyifliydi” diyen “Kamyon” filminin yönetmeni Canbert Yerguz, sözlerine şöyle devam etti:

“Van depremi zamanı doğuya giden kamyonların yağmalanması haberlerini okumuştum. Tabii ki çok üzücü bir hikayeydi. Acaba kamyon şoförü ne yaptı diye merak ettim. ‘Buradan bir kara komedi çıkarabilir miyim?’ diye düşündüm. Bu fikir üzerine toprağımızın genel sorunu olan iletişimsizlik, birbirimizle konuşamamamız ve konulara önyargıyla yaklaşmamız üzerine bir hikaye inşa ettim.”

“Toprak”filminin yönetmeni Alican Durbaş ise sesli betimle ilgili şunları dile getirdi:

“Filmde dokuz farklı kare olmasına rağmen lineer bir kurgu vardı, bu nedenle sesli betimleme ile takip etmek tahmin ettiğim kadar zorlayıcı olmadı, güzel bir deneyimdi.”

“Filmde nerede doğru yapmışım, nerede yanlış yapmışım, bunu görmek açısından çok faydalıydı, bunları doğrulama şansım oldu. Bu yöntem kullanıldığında kendi anlatımınızı destekleyecek bir açılım olduğunu gördüm” diyen “Hayvan” filminin yönetmeni Atasay Koç ise sözlerine film ile ilgili olarak şöyle devam etti:

“Yaşadığım bir andan kaynaklı bir hikaye. Karşılaştığım benzer bir durumda kendimi sorguladım ve o an filmdeki soruyla yüzleştim. Daha sonra buradaki vicdan azabıyla birleştirdiğim hikaye farklı konuların birleşmesiyle süregiden bir hikaye ortaya çıkardı.”

“Kaset”filminin yönetmeni Serkan Fakılı ise duygularını şu şekilde ifade etti; “İki tane duyuya hitap etmeye çalışıyorsunuz; biri işitsel biri görsel. Bu duyular zaman zaman yer değiştiriyor, bu şekilde dinleyince izleyen nasıl hayal ediyor diye merak ettim, ilginç bir deneyimdi.”

“Bir yönetmen kendisine otosansür uyguluyorsa o yönetmeni tartışırım”

Son olarak; Engelsiz Yarışma bölümünde yarışan “Kar”filminin yönetmeni Emre Erdoğduve filmin oyuncusu Doğaç Yıldız gösterim sonrası soruları yanıtladı.

“Oyuncu Hazar Ergüçlü’nün başrol oynamasına nasıl karar verdiniz?” sorusuna yönetmen Erdoğdu; “Ben Müzeyyen karakterini yazdıktan sonra o rolü kimseye konduramadım. Bir aşk ilişkim vardı açıkçası Müzeyyen ile. Kimseyi o rolde hayal edemedim. Hazar için Hilal’i hayal etmiştim hep, bir de Mahir için Serhat’ı hayal ettim. Kast direktörü arkadaşım Rabia’ya Müzeyyen karakterini anlattım. Sonra o da dedi ki; “Hazar!” olmalı. Ben Hazar’ı zaten beğeniyordum. Çok ilginç bir oyuncu, dizilerde çok güçlü bir oyunculuğu vardı. O da beni ikna etti. Hemen provalara girdik. Provalarda düşündüğümden de iyi diyordum. Ama monitörün başına geçince her şeyi unuttum. İnanılmazdı.” diye cevap verdi.

Genç ve dinamik bir ekiple çalıştığını dile getiren yönetmen Erdoğdu, her şeyi belli olan filmlerden nefret ettiğini ve meydan okuyan her şeyi ve insanları sevdiğini anlattı.

“Bir yönetmen henüz filmini yazarken otosansür uyguluyorsa, o zaman ben ülkenin durumunu tartışmıyorum, yönetmeni tartışıyorum.” diyen Emre Erdoğdu, sözlerini şöyle bitirdi:

“Bizim işimiz ikna etmek. Seyirciyi ikna etmek. Kültür Bakanlığı’nı ikna etmek. Birşeylerden korkuyorsanız ve canınızı yakacaklar diye korkuyorsanız; o zaman zaten basiretsizliğiniz başlamış demektir.”

Doğaç Yıldız: Risklere bayılırım

Filmin oyuncularından Doğaç Yıldız da gelen soruları yanıtladı. “Kar filminde oynamaya nasıl karar verdiniz?” sorusuna başarılı oyuncu şöyle yanıt verdi:

“Uzun zamandır bir festival filminde oynamamıştım. Savunarak oynayacağım bir rol istemiştim. Bazı şeyler televizyonda sansürlü oluyor, mecburen istediğimiz karakterleri oynayamıyoruz. Ben savunarak rahatça ve özgürce oynayabileceğim bir karakter olduğu için zaten büyük tutuldum.”

“Cesur bir senaryo ve riskli bir alan. Oyunculuk açısından sizin için de riskli mi?” sorusuna ise Yıldız şöyle yanıt verdi:

“Bayılırım ben risklere. Mart ve Nisan aylarında Litvanya’ya gideceğim. Bir film çekmek için. Orada da biseksüel bir karakteri oynayacağım. Cesaret etmek istiyorum. Ne kadar risk o kadar başarı diye düşünüyorum.

Açık Toplum Vakfı’nın ana destekçisi olduğu Engelsiz Filmler Festivali her sene olduğu gibi bu sene de tüm gösterimlerini ve yan etkinliklerini ücretsiz olarak seyircilere sunuyor.

 

(Yeşil Gazete)

Buğday Derneği’nden Uygulamalı Kent Bahçeciliği Eğitimi

Buğday Derneği’nin tohum ve kent bahçeciliği alanında deneyim sahibi ekibi tarafından hazırlanan Uygulamalı Kent Bahçeciliği Eğitimi uzun bir aranın ardından 13-14 Ekim tarihlerinde, Buğday Derneği’nin Kadıköy’deki ofisinde ve uygulama alanı olarak Kibele Kolektifi’nin bahçesinde gerçekleştiriliyor.

Mehmet Gürmen tarafından yapılacak eğitimde, kısıtlı alanlarda kendi gıdamızı yetiştirmek, atalık tohumlarımızı çoğaltmak, gerçek gıdaya ulaşmak, mutfak atıklarımızı komposta dönüştürmek gibi bilgiler öğrenilecek. Bunun yanı sıra enerjinin, gıdanın dönüşümüyle ilgili Buğday Derneği’nin 20 yıllık birikimini katılımcılarla paylaşacılacağı Uygulamalı Kent Bahçeciliği Eğitimi’nde hep birlikte çözümün birer parçası olma yolunda adım da atılmış olacak.

Buğday Derneği tarafından yapılan açıklamada ilk günkü eğitimin Buğday Derneği’nin Kadıköy’deki ofisinde, ikinci günkü eğitimin şse uygulama alanı olarak tahsis edilen Kibele Kolektifi’nin Fikirtepe’deki bahçesinde yapılacağı belrtildi.

Eğitime dair detay bilgiye Buğday Derneği web sitesi üzerinden ulaşabilirsiniz.

 

(Buğday.org)

Yozgat’ın belde belediyesi güneş enerjisi santrali ile borç batağından kurtuldu

Yozgat’ta daha önce elektrik faturasını ödemekte dahi zorluk çeken Doğankent Belediyesi, kurduğu güneş enerji santralinden elde ettiği gelirle hem belediyenin tüm masraflarını karşılıyor hem de projelere kaynak aktarıyor.

Sorgun ilçesine bağlı 2 bin 238 nüfuslu belde belediyesi, belediyeye ek gelir sağlaması amacıyla yaklaşık 5 ay önce yaklaşık 4 milyon lira maliyetle 20 dönümlük alanda 1 megavatlık güneş enerjisi santrali kurdu. Belediye, mayıstan itibaren devlete sattığı elektrikten aylık 130 ila 160 bin lira arasında gelir elde etti. Daha önce elektrik faturasını ödemekte dahi zorluk çeken belediye, kurduğu güneş enerji santrali sayesinde belediye giderlerinden yaklaşık 3 kat fazla kazanmaya başladı. Santralden elde edilen gelirle, belediyede çalışan 12’si kadrolu 8’i mevsimlik 20 işçinin maaşları, elektrik ve su faturaları ile diğer giderler ödendikten sonra kalan para projelere aktarıldı.

Doğankent Belediye Başkanı Doğan Sungur

Doğankent Belediye Başkanı Doğan Sungur, yaptığı açıklamada, enerjinin ülke için çok önemli bir konu olduğunu belirterek, “Hükümetimizin güneşten elektrik üretme politikaları neticesinde müracaatımızı yaptık, 1 megavat elektrik üretme izni aldık ve 3 milyon 800 bin liraya yaptırdık. Şu anda elektrik üretiyoruz ayda 130 ila 160 bin arasında fatura kesiyoruz. Bu ay kestiğimiz fatura 164 bin liradır. İller Bankası’ndan gelen paramızdan çok fazla” dedi. İzin verilmesi halinde güneş enerji santralini 5 megavata çıkaracaklarını dile getiren Sungur, belediyecilikte, öz kaynak oluşturmanın çok önemli olduğunu sadece devletten gelen parayı beklememek gerektiğini vurguladı.

 

(Karar)

Çernobil’de güneş elektriği üretimi başladı

1986 yılında yaşanan nükleer felaketin ardından 2000 yılında tamamen devreden çıkan Çernobil nükleer enerji santrali sahasında güneşten elektrik üretimi başladı.

Ukraynalı enerji şirketi Rodina ve Alman Enerparc AG işbirliği ile hayata geçen 1 MW’lık proje, 26 Nisan 1986 tarihinde patlayan santralin 4. reaktörün olduğu alanın 100 metre yakınında yer alıyor.

Konu hakkında yapılan açıklamaya göre şirketler sosyal sorumluluk çalışması olarak gördükleri Solar Chernobyl projesinin kurulu gücünü 100 MW’a çıkarmayı hedefliyorlar.

Ayrıca santralin elektrik üretiminden sağlanan gelirin projenin yatırım maliyetini karşılamasının ardından elde edilen gelir oluşturulacak Yeşil Çernobil Bağış Fonu‘na aktarılacak. Fon ile de yeşil enerji projelerinde çalışmak isteyen yetenekli Ukraynalı öğrencilerin eğitimine ve Kiev bölgesinde kamuya yönelik yeşil enerji girişimlerine destek olunacak.

1 Temmuz 2018 tarihinde elektrik üretimine başlayan proje Ukrayna yönetimi tarafından 2019 yılına kadar devreye girecek olan güneş enerjisi yatırımları için kilovat-saat için 15 avro-sent olarak uygulanan alım garantisinden yararlanacak.

Ukrayna’da 2017 yılının ilk dokuz aylık döneminde 500 MW gücünde güneş enerjisi santrali devreye girmiş durumda.

 

(Yeşil Ekonomi)

Sıfır açlık ulaşılabilir bir hedef mi? – Bülent Şık

Bu yazı bianet.org/ dan alınmıştır

Dünya Tarım Örgütü son 10 yıldır giderek azalan açlık ve kötü beslenme içindeki nüfusun tekrar artış gösterdiğini açıkladı. Her yıl 16 Ekim’de kutlanan Dünya Gıda Günü’nün bu yılki teması “Sıfır Açlık” olarak belirlendi. Açlık ve kötü beslenme oranlarının tekrar artmaya başlamasının en önemli nedenleri iklim krizi ve savaşlar.

İklim krizi nedeniyle aşırı yağış, sel, yangın ve kuraklık gibi doğal afetlerin görülme sıklığında bir artış var. Savaş ve çatışmalar ise tarımsal üretim ve gıda imalat altyapısını tahrip ederek zamanla kötü beslenme ve kitlesel göçlere yol açıyor. Dünya genelinde yaklaşık 840 milyon insan açlık sorunu ile yüz yüze. Kötü beslenme nedeniyle büyüme ve gelişme sorunları yaşayan çocuk sayısının ise 180 milyon civarında olduğu tahmin ediliyor.

Birleşmiş Milletler Örgütü her ne kadar sıfır açlık hedefi doğrultusunda çalışmalar yürütse de açlık ve kötü beslenme sorununun zaman içinde daha da büyüyebileceğine işaret eden bazı göstergeler var.

İklim krizi gıda üretiminde çeşitli sorunlara neden oluyor ve olacak. İklim krizinin en önemli nedeni karbondioksit ve metan gibi atmosferi bir örtü gibi sararak dünyanın ortalama sıcaklığının artışına neden olan sera gazları. Kömür, petrol, doğalgaz başta olmak üzere endüstriyel, tarımsal ve kentsel faaliyetlerde aşırı miktarlarda kullanılan fosil yakıtlar bir atık ürün olarak iklim krizinin en önemli nedeni olan karbondioksit gazını açığa çıkarıyor.

Atmosferdeki karbondioksit miktarının artmasının sadece kuraklık, sel ya da anormal yağışlar gibi ani ya da afet şeklinde görülen anormal olaylara neden olmadığı çok daha sinsi bir tehlikenin de söz konusu olduğu yeni yeni anlaşılıyor. Atmosferdeki karbondioksit oranlarının artışı bitkilerin fotosentez yapma kabiliyetlerinde aksamalar meydana getiriyor. Bu aksamalar hem ürün verimliliğinde azalmalara ve hem de ürünlerin besleyici öğeler açısından fakirleşmesine neden oluyor.

Gizli açlık tehlikesi

Verim düşüklüğü epeydir bilinen ve sıklıkla dile getirilen bir sorundu. Ancak gıdalardaki proteinlerin ve demir, çinko, B vitaminleri gibi beslenme açısından çok önem taşıyan kimyasal maddelerin sentezlenmesinde açığa çıkan sorunların önemi yeni yeni anlaşılıyor.

Bu besleyici maddeler atmosferdeki karbondioksit oranı arttıkça daha az üretiliyor. Bitkilerdeki besleyici öğelerin miktarlarının azalması durumunu bir tür gizli açlık olarak da niteleyebiliriz. Gıda üretimi yapılıyor olmasına ve yeterli miktarda gıda maddesi yenmesine rağmen yeterli miktarda besleyici öğe alamama halinin ya da eskiye kıyasla aynı miktarda gıda yenilmesine rağmen daha az demir, çinko ya da daha az protein alınması durumunun söz konusu olacağı söylenebilir.

Bu olumsuz değişim gıda güvencesi, gıda güvenliği, yeterli beslenme ve halk sağlığı açısından derin sorunlar doğuracaktır. Ve bu sorunun çözümü için yeni teknik ve yöntemlerden ziyade adil ve paylaşımcı bir toplumsal hayat için mücadele etmeye ihtiyaç var.

Toplumsal hayatın sürekliliğini güvence altına alabilmek için tarımdan, gıda imalatına, kentleşmeden, enerji ve ulaşım yatırımlarına varana dek her konunun yakın gelecekte yaşanacak sorunları odağa koyarak ele alınması gerekiyor.

Nüfus çok, kaynaklar yetersiz mi gerçekten

Bu konuda yapılması gereken şeylerin çokluğu insanın gözünü korkutuyor. Ancak kolektif ve ısrarlı bir çalışmadan vazgeçmemeli. Öncelikle de geçerliliği sık tekrarlanmasından menkul bazı argümanların terk edilmesini sağlamak gerekiyor. Örneğin dünya nüfusu hızla artıyor, kaynaklar kıt ve tarım arazileri sınırlı olduğu için gıda maddeleri üretimini artırmak, yeni yöntem ve teknolojiler geliştirmek gereklidir şeklinde özetlenebilecek argüman çeşitli akademik çalışmalarda on yıllardır yer alıyor.

Bu argümanın tarım, gıda veya beslenme üzerine yazılmış pek çok yayında yer alan standart giriş cümlelerinden biri olduğu bile söylenebilir. Tarımda kimyasal kullanımını ya da riskleri henüz yeterince bilinmeyen biyoteknolojik yöntemleri vs. savunmak söz konusu olduğunda da en çok başvurulan argümanlardan biri.

Çeşitli açılardan bu argümanı çürütebilecek yanıtlar verilebilir.

Sadece birine değineceğim. Son yıllarda üretilen gıdaların tüketicilere ulaşmadan ne kadar büyük bir kısmının heba edildiğini gösteren çalışmalar “nüfus artıyor ama gıda maddeleri üretimi yetersiz” şeklinde özetlenebilecek bu argümanın ne kadar çürük temellere dayandığını ve hatta düpedüz yalan olduğunu bir kez daha gösteriyor.

Yapılan çalışmalara göre dünyada her saniye 66 ton gıda boşa gidiyor. Dünya genelinde üretilen gıdaların üçte birinin tüketime elverişli olduğu halde israf ediliyor ya da atılıyor olduğu anlamına geliyor bu durum.

İnsan doğal olarak bu bilgilerden sonra gıda ve beslenme ile ilgili akademik çalışmaların çoğuna dayanak oluşturan bu argümanın değişeceğini umuyor. Ancak açlık sorununun gıda maddelerinin yetersiz üretilmesinden değil uygulanan yanlış politikalardan, adil ve paylaşımcı bir sistemin yokluğundan kaynaklandığı geçmişte pek çok yayında dile getirilmişti.

Buna rağmen gıda beslenme ve tarım konuları ile ilgili akademik dergilerde yayınlanan çalışmalarda nüfus artıyor ve gıda maddeleri üretimi yetersiz şeklindeki temel argümana rastlamak mümkün hala.

Kamusal çözümlerde ısrar

Açlık ve kötü beslenme sorunlarının çözümü birbirine bağlı pek çok sorunun çözülmesine bağlı. En başta iklim krizine yol açan fosil yakıt kullanımını sınırlamak, bölgesel çatışma ve savaşları sonlandırmak, siyaset yapma biçimleri her ne kadar daha merkezi ve otoriter formlara doğru yol alıyor olsa da kamu fikrini ve kamusal hayatı canlandırmanın yollarını bulmak gerekiyor. İçinde olduğumuz şartlar kamusal çözümleri dayatacaktır ve bunu bir imkan olarak görmeliyiz.

Yüz yüze olduğumuz sorunların büyüklüğü elimizi kolumuzu bağlasa, bir değişim yaratma umudumuz günden güne körelse ve insanlık bir yıkıma doğru yol alıyor olsa da bu yıkımın bir anda gerçekleşmeyeceği açıktır.

Toplumsal hayat bir yandan dağılsa da bir yandan da yeni biraradalık imkânları ortaya çıkıyor ve çıkacaktır da. Yine de her şeye rağmen sonuç değişmeyebilir ve insanlığın topyekûn çöküşü vuku bulabilir elbette. Ama sonuç değişmese bile sonuca giden yolları değiştirme imkânını bulabiliriz. Ve bu imkânların neler olduğunu, nerede karşımıza çıkacağını kestirmek, bilebilmek mümkün değil. Çabalamaya devam etmeyi güzelleştiren şeylerden biri de bu belirsizliktir belki.

 

Bu yazı bianet.org/ dan alınmıştır

 

 

Bülent Şık