Ana Sayfa Blog Sayfa 2705

Çin’den Tibet Özerk Bölgesi’ne güneş santrali

Çin kamu elektrik şebekesi, dünyanın en zorlu yaşam koşullarına sahip yerlerinden biri olan Golog Tibet Özerk Bölgesi’nde 4 bin metreyi aşan yükseklikte 4,4 MW’lık GES kurdu.

Çin’de Devlet Şebeke Şirketinin Çin’in en yüksek rakımlı mevkiinde kurduğu 4,4 megavat kapasiteli fotovoltaik elektrik santrali hizmete girdi. 4 bin 290 metre yükseklikte kurulan santrali toplam 32 milyon RMB bütçeye mal oldu. Santralin yıllık 6 milyon 800 bin KWh elektrik üretmesi bekleniyor.

Sarı Nehir’in kaynağı olan Qinghai Eyaleti’nin Golog Tibet Özerk Bölgesi’ne bağlı Maduo ilçesinde kurulan güneş enerjisi santralinin, bölgedeki yoksul köylere büyük gelir getirmesi bekleniyor.

Çin Hükümeti, Nisan 2015’te başlattığı “Solar Yoksulluğu Azaltma Projeleri” Programı kapsamında yoksul olarak belirlenen 471 Çin bölgelerinin tamamına ulaştı. Hükümet finansmanını sağladığı çatı da dahil güneş enerjisi kurulumlarıyla 2 milyon hanenin elektrik ihtiyacını karşılamasını ve ihtiyaç fazlası elektriği satarak gelir elde etmesini hedefliyor.

 

(Enerji Günlüğü)

AP Türkiye Raportörü Piri, Demirtaş ailesini ziyaret etti

AP Türkiye Raportörü Kati Piri, HDP’nin tutuklu önceki dönem Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın eşi Başak Demirtaş’ı ziyaret etti. Piri, “Demirtaş’ın serbest kalması için girişimlerde bulunacağız” dedi.

2018 Türkiye raporunun hazırlanması kapsamında Türkiye’de siyasi çevrelere ziyarette bulunan Avrupa Parlamentosu (AP) Türkiye Raportörü Kati Piri başkanlığındaki heyet, geldiği Diyarbakır’da HDP’nin tutuklu bulunan önceki dönem Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın eşi Başak Demirtaş’ı ziyaret etti. Piri, Başak Demirtaş ve Demirtaş’ın avukatı Mahsuni Karaman tarafından karşılandı. Demirtaş’ın cezaevinde çizdiği at resminin basılı olduğu tişörtleri giyen Piri ve Başak Demirtaş, ziyareti sosyal medya hesaplarından paylaştı.

Piri: “Demirtaş’ın serbest kalması için girişimlerde bulunacağız”

Kati Piri, sosyal medya hesabından ziyarete ilişkin yaptığı paylaşımda, “Başak Demirtaş’ın evinde sıcak ve samimi bir karşılama. Aile ve avukatların bir arada bulunduğu çok güzel bir toplantı gerçekleştirdik. Avrupa Parlamentosu, AİHM’in Demirtaş’ın serbest bırakılması için acil olarak karar vermesi yönünde girişimlerde bulunacağız” mesajı verdi.

Demirtaş: Demokrasiye ihtiyacımız var

Başak Demirtaş ise yaptığı paylaşımda şu ifadelere yer verdi: “AB raportörü Sayın Kati Piri’nin ziyaretinden memnuniyet duydum. Türkiye’nin AB sürecinde rotasını demokratikleşmeye çevirmesini, özgürlüklerin ve insan haklarının gelişmesini diliyorum. Haksız yere cezaevinde tutulan siyasetçi, gazeteci, akademisyen ve öğrencilerin tez zamanda özgürlüklerine kavuşmalarını da umuyorum. Sırf AB için değil, kendimiz için demokrasiye ihtiyacımız var. Sayın Kati Piri’ye tekrar teşekkür ediyorum.”

Piri’nin, Edirne Cezaevi’nde Selahattin Demirtaş’ı da ziyaret etmek istediği ancak bu talebine yanıt verilmediği öğrenildi. Piri’nin, Mardin’e geçerek, Mardin Büyükşehir Belediyesi Eşbaşkanı Ahmet Türk ile görüşmesi bekleniyor.

 

(MA, Gazete Duvar)

“Futbolda Cinsel Şiddet ve Cinsiyet Ayrımcılığı Sempozyumu” kitabı çıktı

Cinsel Şiddetle Mücadele Derneği‘nin (CŞMD) uluslararası bir kampanya olan #FootballPeople kapsamında düzenlediği, “Futbolda Cinsel Şiddetle Mücadele: Davalar ve Güncel Gelişmeler” paneli ve kitap lansmanı dün (16 Ekim) Kadir Has Üniversitesi‘nde gerçekleşti.

Heinrich Böll Stiftung Derneği ve Kadir Has Üniversitesi Spor Çalışmaları Merkezi’nin de destekçileri arasında bulunduğu etkinliğin moderatörlüğü Emir Güney üstlendi.  Avukat Aysu Melis Bağlan “Tarafsız ve Bağımsız Bir Hayal: Spor Hukuku”, Hilal Esmer “Sporda Cinsel Şiddet Meselelerine CŞMD’nin Bakış Açışı” ve Dr. Öğr. Üyesi İdil Elveriş “CŞMD Tarafından Takip Edilen Davalar” başlıkları altında konuşma yaptılar.

Avukat Aysu Melis Bağlan konuşmasında Türkiye Futbol Federasyonu futbol disiplin talimatında bulunan ayrımcılık ve ideolojik propaganda ile ilgili 42. maddesinde, cinsiyete dair bir ayrımcılık zikredilmediğini söyledi.

Cinsel şiddetin sadece fiziksel şiddet olmadığına vurgu yapan Hilal Esmer, kitlelere yönelik şiddet biçimi içine giren sözel olarak tezahüratlar, küfürler de kanlı çarşaf ritüellerinin de cinsel şiddet olduğunu hatırlattı.

Erkekliğin inşasında sürekli bir şiddet dili ile karşılaştıklarını ifade eden Dr. Öğr. Gör. İdil Elveriş ise “Spor camiasındaki kültür, bazı şeylerin değişmesi üzerine değil. Cinsel şiddetin mağdurları sadece kadınlar değil, spor çevrelerinde bir sürü cinsel şiddet içerikli ritüeller olduğunu biliyoruz” dedi.

Futbolda Cinsel Şiddet ve Cinsiyet Ayrımcılığı Sempozyumu” kitabı

Cinsel Şiddetle Mücadele Derneği, medya dilini dönüştürmek isteyen üniversite öğrencileri ile 27 Ekim’de Cinsel Şiddet Alanında Hak Temelli Habercilik Atölyesi kapsamında İzmir’de bir araya geleceklerini duyurdu.

“Futbolda Cinsel Şiddetle Mücadele: Davalar ve Güncel Gelişmeler” panelini buraya tıklayarak izleyebilirsiniz.

 

(Yeşil Gazete)

Yüz binden fazla yırtıcı kuş Adana’dan geçti

Anadolu ve Trakya bulunduğu coğrafi konum itibariyle her sene yüz binlerce süzülerek göç eden kuşun kıtalar arası hareketine ev sahipliği yapıyor. Avrupa’da üreyen kuşlar kışı geçirmek amacıyla Afrika’ya göç ederken enerjilerini verimli şekilde kullanmalarını sağlayan sıcak hava termalleri yüzünden boğazlar ve kanallar gibi daralan kara parçaları kritik önem taşıyor. Bu zorlu ve uzun yolculuğa dünyada şahitlik edilebilecek yerlerin başında İstanbul Boğazı, Çoruh Vadisi ve Doğu Akdeniz gibi dar boğazlar bulunuyor.

Nesli küresel ölçekte tehlike altında olan küçük akbaba da süzülerek göç eden yırtıcı kuşlardan. Doğa Derneği, Bulgaristan Kuşları Koruma Derneği (BSPB), diğer uluslararası ortaklar ve Türkiye’de Vaillant’ın da desteğiyle beraber bu kuşların korunması için on beş farklı ülkede Küçük Akbabaların ve Göç Yollarının Korunması için Uluslararası İşbirliği Projesi kapsamında çalışıyor. 2022 yılına kadar devam edecek proje kapsamında 1 Eylül’de Adana Sarımazı’da sonbahar yırtıcı göçü izleme çalışması başladı ve Ekim başında tamamlandı. Uluslararası ortaklar ve gönüllülerin de katılımıyla gerçekleştirilen çalışmada küçük akbaba nüfusundaki popülasyon eğilimininim izlenmesi amaçlandı. Göç boyunca devam eden çalışmada on binlerce kuşun Sarımazı’dan geçişine tanıklık edildi. Bulgaristan Kuşları Koruma Derneği’nin de desteğiyle göç sırasında su sarnıcına düşen bir küçük akbaba kurtarıldı. Yaklaşık bir ay süren çalışma sonucunda toplam 103921 yırtıcı kuşun göçüne tanıklık edildi. Bu kuşlardan 812’si küçük akbaba. Bölgede en çok görülen yırtıcı türleri ise; 35475 birey küçük orman kartalı, 26859 birey arı şahini, 23214 birey yaz atmacası, 10323 birey yılan kartalı ve 2463 birey şahin.

Konuyla ilgili açıklama yapan Doğa Derneği Genel Koordinatörü Dicle Tuba Kılıç şunları söyledi:

“Türkiye tüm dünyadaki küçük akbabaların yüzde 25’inin ürediği bir coğrafya ve bu nedenle akbabalar için yeryüzündeki en önemli yaşam alanlarından biri. Anadolu coğrafi konumu itibariyle de on binlerce göçmen kuşa ev sahipliği yapıyor. Göçmen kuşlar hepimizin ortak değeri. Kuşların göç yollarında karşılaştıkları tehlikelerin çoğu ise insan kaynaklı. Yaptığımız bu çalışma ile hem kuşların nüfusundaki değişimi görmeyi hem de ölüm nedenlerini anlamayı amaçlıyoruz. Acil önlemler almazsak bu güzel ve nadir kuşları yakın bir gelecekte gökyüzünde görmemiz mümkün olmayabilir. Doğa Derneği, yaşadığımız dünyanın ayrılmaz bir parçası olan kuşların daha yakından anlaşılması ve doğal yaşam alanlarının korunması için yürüttüğü çalışmalara devam edecek.”

 

(Yeşil Gazete)

Ayvalık’ta demir madeni için yapılan ÇED toplantısına Ayvalık halkı izin vermedi: Ölümün ÇED’i olmaz!

Balıkesir’in Ayvalık ilçesinin en büyük mahallesi Altınova’da denizde yapılmak istenen maden araması için ÇED (Çevresel Etki Değerlendirmesi) toplantısına Ayvalık halkı izin vermedi.

Doğa savunucuları, milletvekilleri, Ayvalık Belediye Başkanı Rahmi Gençer, Kent Konseyi, çevre dernekleri ve halkın geniş katılımıyla ÇED toplantısının yapılacağı otelin önünde bir araya geldi.

Yaklaşık bir aydır ÇED toplantısının engellenmesi için çaba harcayan Ayvalıklılar, DENSAN Madencilik tarafından yapılmak istenen denizden maden çıkarma faaliyetlerine karşı direndi, şirket yetkililerini toplantı salonuna sokmadı.

Halkın yoğun tepkisi ve şirket yetkililerinin salona alınmaması nedeniyle toplantının yapılamadığına dair tutanak tutuldu.

Kıyı Kumulunu Koruma Manifestosu okundu

Şirket yetkililerinin alanı terk etmesinin ardından Kent Konseyi bünyesinde bir araya gelen STÖ’ler tarafından hazırlanan Kıyı Kumulunu Koruma Manifestosu okundu. Ayvalık Çevre Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Halil Çoşkun tarafından okunan manifestoda;

“Madra çayının milyonlarca yılda getirdiği alüvyon ile deniz içinde oluşan ve koruma altında olan Altınova kıyı kumulunda bir maden şirketi deniz kumunu vakumlayıp ayrıştırmak yolu ile metalik maden aramak istiyor. Bu konuda ÇED süreci de başlamış durumda. İşte bu gelişme ile bizler; Altınova kıyı kumulunda deniz dibine bağlı yaşamı yok ederek ekolojik bir felakete yol açacak bu girişimi durdurmak için başta Ayvalık Belediyesi olmak üzere, Ayvalık Kent Konseyi, Ayvalık Tabiat Platformu, Ayvalık Çevre Koruma Derneği, Ayvalık Atatürkçü Düşünce Derneği ve bu derneklere destek veren Türkiye’deki tüm STK’ler, konu ile ilgili akademisyenler, Altınova Sahil Siteleri Yönetim Kurulu Başkanları Platformu ve siz değerli halkımızla “Denizde Maden Aramaya Hayır” demek için 16 Ekim Saat:13.00’de Kazan Sitesi Safa Motel’de yapılacak olan ÇED toplantısını kabul etmiyoruz, tüm gücümüzle karşı duruyoruz. İşte bizler; Altınova Kıyı Kumulunda yaşayan, hem ürettiği oksijen ile hem de içinde barındırdığı canlılar ile ekolojik sistemi ayakta tutan koruma altındaki endemik Deniz Çayırlarının yok olmasını önlemek için buradayız. Bizler; Altınova kıyı kumulunun yer değiştirmesi ile jeolojik, Kumul bileşenlerinin ayrıştırılması ile hem jeolojik ve hem de ekolojik sistemin olumsuz yönde etkilenmesini önlemek için buradayız.

Bizler; hem Altınova kıyı kumulunun yok olmaması ve hem de vatan topraklarının kıyı erozyonu ile yitip gitmemesi için devletimizin milyonlarca TL harcayarak yaptırdığı mendireklerin dağılmaması için buradayız. Bizler; Altınova kıyı kumulunun neden olduğu muhteşem sahil nedeniyle, bölgede bulunan ve nüfusu yazın zaman zaman 200 bin kişiye ulaşan yerleşim yerlerinin bu maden araması neticesindeki muhtemel kıyı erozyonu ile oturulamayacak hale gelmesi sonucu, başta Altınova ve Ayvalık olmak üzere tüm Kuzey Ege ekonomisinin olumsuz yönde etkilenmesini önlemek için buradayız. İşte bu sebeplerden dolayı bizler; hem siz değerli Türk halkından, hem yetkililerden ve hem de devletimizden anlayış, destek ve çözüm bekliyoruz’’ denildi.

 

(Papalina)

Fener Patrikhanesi Ukrayna Ortodoks Kilisesi’ne bağımsızlık verdi, Rusya kızgın

Rus Ortodoks Kilisesi, Ukrayna Ortodoks Kilisesi’nin bağımsızlık talebini kabul eden Fener Rum Patrikhanesi ile tüm ilişkilerini kesti.

Fener Patriği Bartolemeos ve Rusya Patriği Kiril

Alınan karar uyarınca Rus Ortodokslardan, Fener Rum Patrikhanesi’ne ait kiliselerdeki ayinlere katılmamaları istendi.

Rus piskopos ve rahiplere de Fener Rum Patrikhanesi temsilcileriyle aynı ayinlerde yer alamayacakları söylendi.

Fener Rum Patrikhanesi’nin Ukrayna kilisesine bağımsızlık verme kararından vazgeçmesi umudunu dile getiren Rusya Ortodoks Kilisesi Dış İlişkiler Dairesi Başkanı Metropolit Hilarion, “Aklıselimin galip gelmesini umuyoruz. Ama değişiklik olmadığı ve bu yasadışı karar Fener Rum Patrikhanesi için geçerli kaldığı sürece bu kiliseyle iletişim içinde olamayız” ifadelerini kullandı.

Ukrayna’da çok sayıda Hristiyan, Rus Ortodoks Kilisesi’ni, ülkenin doğusunda Rusya yanlısı ayrılıkçı isyancıları desteklemekle ve Putin çizgisini izlemekle suçluyor. Ruslar ise Fener Patriği Bartelemeos’u 1054’ten beri araları açık olan Vatikan ile barışma yolları aramakla suçluyor.

İstanbul’daki Fener Rum Patrikhanesi ise 300 milyondan fazla Ortodoks Hristiyan’ın temsilcisi konumunda ve Fener Patriği Ortodokslar için eşitler arasında birinci olarak kabul ediliyor.

Patrikhane daha önce Ukrayna Ortodoks Kilisesi’nin bağımsızlık talebini uzun süre kabul etmemişti.

Rusya ise Ukrayna’nın başkenti Kiev’i, Rus Ortodoks Kilisesi’nin tarihi merkezi olarak görüyor.

Rusya’nın 2014’te Ukrayna toprağı Kırımı’ı ilhak etmesi ve Ukrayna’nın doğusundaki çatışmalar, iki ülkenin kiliseleri arasında da gerginliğe yol açmıştı.

( BBC, The Guardian, Sputnik)

Dünya Gıda Günü’nde geldiğimiz nokta: Konya büyüklüğünde tarım alanını 25 yılda kaybettik

TEMA Vakfı, 16 Ekim Dünya Gıda Günü’nde yaptığı açıklama ile açlıkla mücadele edilebilmesi için tarım alanlarının ve meraların amaç dışı kullanımının önlenmesi gerektiğine dikkat çekti.

Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) verilerine göre tarım arazilerinin kapladığı alanın Türkiye’de 1992 yılında toplam 27,6 milyon hektar iken, 2017 yılında 23,4 milyon hektara gerilediğinin de kaydedildiği açıklamada tarım arazilerinin amaç dışı kullanımının önlenmesi gerekliliğinin ön plana çıktığı vurgulandı.

Birleşmiş Milletler (BM) Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) bu yılki 16 Ekim Dünya Gıda Günü temasını “Eylemlerimiz, geleceğimiz. 2030’a kadar tüm dünyada #SıfırAçlık hedefine ulaşmak mümkün” olarak belirledi. FAO’nun açlık ile ilgili verilerine değinen TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Deniz Ataç, “Verilere bakıldığında 2014-2017 yılları arasında dünyada aç insanların sayısının giderek arttığı görülüyor. 2017 yılında ise yaklaşık 821 milyon kişinin açlık içinde yaşadığı tespit edildi. Diğer bir deyişle her dokuz kişiden biri açlık çekiyor ve bu insanların yüzde 60’ı kadınlardan oluşuyor. Gıda hakkı yaşam hakkı olduğundan açlığın önlenmesi ve her bireyin yeterli ve sağlıklı gıdaya fiziksel ve ekonomik olarak erişebilir kılınması tüm insanlığın ortak sorumluluğudur” dedi.

Gıda israfının küresel maliyeti 2,6 trilyon dolar

TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Deniz Ataç

Artan nüfus ile birlikte gıda ihtiyacının da arttığına değinen TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Deniz Ataç, gıdamızın %95’ini temin ettiğimiz toprak varlığının tehlike altına girdiğini ifade etti. 1998-2013 yılları arasında dünyadaki tarım alanlarının %20’sinin, mera alanlarının ise yaklaşık %25’inin bozuluma uğradığını belirten Deniz Ataç, “Erozyon, tuzlanma, kirlilik, yanlış tarımsal uygulamalar, verimli tarım topraklarının ve mera alanlarının tarım dışı amaçlara tahsisi toprak bozulumunun önde gelen nedenlerini oluşturuyor. Üstelik iklim değişikliğiyle ilişkili yüksek sıcaklıklar, kuraklık artışları, fırtınalar, taşkınlar gibi hava hallerinde görülen artışlar da tarımsal üretimi olumsuz olarak etkiliyor. Üretilen gıdanın üçte biri israf oluyor, çöpe gidiyor. Gıda israfının küresel maliyeti, çevresel ve sosyal maliyetler de hesaba katıldığında yılda 2,6 trilyon dolara yakın bir düzeye ulaşıyor. Bugün dünyada yaşanan savaşların ve göçlerin arkasında gıdaya erişim ve dolayısıyla açlık sorununun yer aldığı biliniyor. Bu nedenle dünyada barışı sağlamanın yolu toprağın sunduğu bereketi sürdürülebilir kılmaktan geçiyor” şeklinde konuştu.

Tarım arazileri ve meralar hızla kaybediliyor

Dünya bir yandan açlığın önüne geçmeye çalışırken diğer yandan amaç dışı tahsislerle tarım alanları ve meralarda azalma oluyor. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) verilerine göre tarım arazilerinin kapladığı alan Türkiye’de 1992 yılında toplam 27,6 milyon hektar iken, 2017 yılında 23,4 milyon hektara geriledi. 25 yılda yaklaşık 4 milyon hektar yani yaklaşık Konya ili büyüklüğünde tarım arazisi kaybedildi. Bu da tarım alanlarının %15 küçülmesi anlamına geliyor. 1920’lerin başında arazilerimizin %56’sını oluşturan meraların oranı bugün %19’a geriledi ve mevcut meralarımızın %70’inde bitki örtüsü zayıf ve verimsiz hale geldi. Öte yandan Türkiye’de 2023 yılına kadar 6 milyon nüfus artışı olacağı tahmin ediliyor. Sadece tahıl üretimi bile dikkate alındığında, artan nüfusun ihtiyacını karşılamak için tarımsal üretimimizin de artması gerekecektir. Verimlilik artışı sağlamadan sadece 1 milyon ton tahıl için yaklaşık 400 bin hektar (yaklaşık 535 bin futbol sahası büyüklüğünde) tarım alanına daha ihtiyaç duyulacağı düşünüldüğünde, tarım alanlarımızdaki kayıpların ne kadar kritik olduğu görülüyor.

Alınabilecek önlemler var

İhtiyaçlar dikkate alındığında, tarım arazilerinin amaç dışı kullanımının önlenmesi gerekliliği ön plana çıkıyor. Bu kapsamda 5403 Sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu’nun öngördüğü şekilde Toprak Koruma ve Arazi Kullanım Planları’nın hazırlanması gerekiyor. Tarımsal potansiyeli yüksek olduğu için büyük ova ilan edilen alanların tarım dışı amaçlara tahsis edilmesi önlenmelidir. Toprağın sürdürülebilir yönetimi, toprak koruma ve erozyonla mücadele tedbirleri acilen desteklenmelidir. Tarım alanları gibi meraların da amaç dışı kullanımına son verilmelidir. Hayvancılığın geliştirilmesi, biyolojik çeşitliliğin ve toprağın korunmasına hizmet edecek şekilde “sürdürülebilir mera yönetimi” hayata geçirilmelidir. Ayrıca tarımsal üretimin sürdürülebilirliği için alınacak önlemlerle üreticinin kazancı iyileştirilmeli, kırsal göçün önüne geçmeyi sağlayacak kırsal kalkınma politikaları benimsenmelidir. Tarladan tüketime tüm zincirde gıda israfını önlemek için çalışmalar gerçekleştirilmelidir.

 

(Yeşil Gazete)

Adalar Savunması: Sivriada’da doğa, tarih ve arkeolojik eserler yok ediliyor!

Adalar Savunması yaptığı yazılı açıklama ile Sivriada’da Mesa Holding ve TOBB tarafından başlatılan yıkım girişiminin devam ettiğini belirtti.

Açıklamada geçtiğimiz haftalarda doğa müzeler müdürlüğünün ve belediye yetkililerinin doğa korumacıların da detek verdiği çabalarıyla durdurulan şantiye kurma girişimi geçtiğimiz hafta yeniden başladığı, ayrıca bizans dönemine ait tarihi eserler, antik liman-mendirek ve taşocağı bölgesinin dozerler ve delici makinalarla yok edilmeye başlandığı da kaydedildi.

Adalar Savunması’nın konuya dair yaptığı açıklamanın tam metni şu şekilde:

“Sivriada’da doğa, tarih ve arkeolojik eserler yok ediliyor..

Sivriada’da Mesa Holding ve TOBB tarafından başlatılan yasa, hukuk, doğa, koruma, bilim, tarih, arkeolojik eser tanımadan yürütülen hukuksuz ve gözü kara yıkım girişimi devam ediyor. Geçtiğimiz haftalarda doğa ve yaşam savunucularının müdahalesi sonucunda müzeler müdürlüğünün ve belediye yetkililerinin çabalarıyla durdurulan şantiye kurma girişimi geçtiğimiz hafta yeniden başladı. Bizans dönemine ait tarihi eserler, antik liman-mendirek ve taşocağı bölgesi  dozerler ve delici makinalarla yok edilmeye başlandı.

Gözlerden uzak bir noktada çalışmanın verdiği özgüvenle, ellerinde hiç bir çalışma ruhsatı olmamasına rağmen doğal ve tarihi sit alanı olan bir bölgeye girerek inşaata başlayan ve “Siz hukuki sürecinize, devam edin, biz yukarıdan sözlü izin aldık” diyebilecek kadar kurduğu yakın ilişkilere güvenerek suç işlemeyi göze alan Mesa Holding ve TOBB, tıpkı Yassıada gibi Sivrada’yı da yoketmeye başladı.

“Yassıada’yı bitirmek için oradaki şantiyeyi buraya taşıyoruz” gibi bir gerekçeyle Mesa Holding tarafından başlatılan işgal ve inşaat girişimi müzeler müdürlüğünün ve Adalar Belediyesi’nin uyarılarına ve suç duyurularına rağmen halen devam ederken durdurma kararları uygulanmıyor.

Binlerce kuş ve balığın ürediği, İstanbul’un artık yok olan mercan ve gorgon yataklarının son örneklerinin bulunduğu, Bizans döneminden arkeolojik değerler barındıran ve özel bir bitki örtüsüyle gelecek kuşaklara aktarılması gereken bir kıyı ve ada ekosistemine sahip olan Sivriada, deniz, hava  ve iklim şartları nedeniyle kullanılması imkansız bir kongre merkezi, kafe, restoran, otel, seyir terası, otopark, heliport için yokediliyor!

Bu büyük doğa, tarih ve kent suçu karşısında tüm Adalar ve İstanbul kamuoyunu doğal ve tarihi nitelikleriyle kilit önemdeki Sivriada’daki bu inşaatı durdurmak için yürütülen girişimlere destek olmaya, yürütülen yıkımı tüm yerel, bölgesel, ulusal ve uluslararası kamuoyuna duyurarak engelleme girişimlerine destek olmaya çağırıyoruz…

 

(Yeşil Gazete)

!f İstanbul’un kurucu direktörleri görevlerinden alındı

!f İstanbul Bağımsız Filmler Festivali’nin kurucu direktörleri Serra Ciliv ve Pelin Turgut, Mars Entertainment Group’un yeni yönetiminin kararı ile görevlerinden alındı.

Ciliv ve Turgut, !f dostları için e-posta yoluyla gönderdikleri mesajda, üzgün ancak !f’le gurur duyduklarını belirterek, “Üzgün olduklarını ancak !f’le gurur duyduklarını belirten ikili, veda mesajında, “Üzgün olsak da, !f’le gurur duyuyoruz. Küçük başladı, ve çok güzel yol yaptı” açıklamasında bulundu.

Ciliv ve Turgut ayrıca, “İstiklal’de tek sinemadan Türkiye’nin üç büyük kentinde bir çok salona; !f2 ile Anadolu’da elliden fazla noktada eş zamanlı film gösterimlerine; iki ilham dolu uluslararası yarışmaya, Sundance ile birlikte yaptığımız Senaryo Lab’ine, !f Doc Lab, !f Music ve tabii Yeni Film Fonu’na kadar büyüdük; binlerce sinemacıyla ve yüzbinlerce izleyiciyle birbirimize dokunabildik” ifadelerini de kaydetti.

Serra Ciliv ve Pelin Turgut’un !f dostlarına vedası şöyle:

Sevgili !f dostu,

Eğer bu mesajı okuyorsanız, !f istanbul Bağımsız Filmler Festivali’nin kurucuları ve direktörleri olarak geçirdiğimiz son 17 yıl içinde yollarımız kesişmiş; fikirlerinizle, işbirliğinizle ve tabii dostluğunuzla !f’in !f olmasına büyük destek vermişsiniz demektir. Bu hem bir veda mektubu, hem de kocaman bir teşekkür.

!f markasının yasal hak sahibi CGV Mars Entertainment Group’un yeni yönetiminin kararı ile !f direktörlüğümüz sona ermiştir.

Üzgün olsak da, !f’le gurur duyuyoruz. Küçük başladı, ve çok güzel yol yaptı.  İstiklal’de tek sinemadan Türkiye’nin üç büyük kentinde bir çok salona; !f2 ile Anadolu’da elliden fazla noktada eş zamanlı film gösterimlerine; iki ilham dolu uluslararası yarışmaya, Sundance ile birlikte yaptığımız Senaryo Lab’ine, !f Doc Lab, !f Music ve tabii Yeni Film Fonu’na kadar büyüdük; binlerce sinemacıyla ve yüzbinlerce izleyiciyle birbirimize dokunabildik.

!f güçlü bir anlam dünyası yarattı. Her yıl onu yeniden sinema ile eylemliliği birbirinden ayırmayan bir platform olarak yaratmak istedik; yeni şeyler deneyen ve tüm renkleri kapsayan filmlerde buluştuk.

Dünyanın her yerinden yönetmen, yazar, oyuncu ve yapımcılar ağırladık; Türkiye’nin genç sinemacılarını destekledik ve izleyicilerle buluşturduk; ülkeler arası fikirlerin, filmlerin ve yeni ortaklıkların yola çıktığı bir başlangıç noktası olduk. Her yıl heyecanlı bir çalışma döneminden sonra karşılarına çıktığımız 80 bini aşkın izleyici hep en güzel armağan oldu bize; programlamamızın değerini en iyi ’!f’lik film’ tabirini ortaya atan izleyicilerimiz bildiler. Bizlerle birlikte bir kuşak !f’çi büyüdü, aralarından çok sevdiğimiz sinemacılar çıktı.

Geriye baktığımızda sadece güzellik görüyoruz. Yirmilerinde, film festivallerinin nasıl yapıldığını pek de bilmeyen iki genç kadın olarak çıktığımız yolda desteğiniz, yaratıcılığınız ve filmleriniz sayesinde !f Türkiye’nin en çok sevilen festivallerinden biri; karanlığın derinliğiyle sık yüzleştiğimiz bu coğrafyada kalbi genç atan umudun evi oldu.

Elbette en derin arzumuz, bundan sonra da !f’in hassas ve cesur kalbine gereken özenin gösterilmesi ve !f’in bağımsız ruhunu koruyarak hayatta kalabilmesi.

Bizim için yeni yollara çıkma zamanı. Başka şekillerde işimizi yapmaya devam edeceğiz. Yeni dil arayışlarına; içinde birlikte üretebileceğimiz güvenli alanlara ve uzak mesafeleri buluşma noktalarına çevirebilecek fikirlere inancımız hala tam.

En samimi teşekkürlerimizle,

Serra & Pelin “

 

(T24)

Balıkla peynir yiyip üstüne de şarap içtiğimizde ne olur? – Bülent Şık

Bu yazı bianet.org dan alınmıştır

Yazının başlığına bakıp, bu üç gıdayı aynı öğünde yiyen kaldı mı ki; zamlar, pahalılık ve işsizlik almış başını gidiyorken balık ve peyniri kim, ne kadar alabiliyor ki diyecekler çıkacaktır. Şarap zaten epeyce zamandır pahalı, alınamaz bir şey olmuştu. Ne diyeyim; çok haklısınız. Ama benim de işim balıkla yoğurdu neden aynı öğünde yemediğimize ya da balıkla peynir yiyip üstüne bir de şarap içtiğimizde neden zehirlenebildiğimize açıklık getirmek.

Balık ve peynir gibi fermente süt ürünleri birlikte yendiğinde, bu gıdalarla birlikte biyojen amin denilen kimyasal maddeleri vücudumuza almış oluruz.

Histamin, tiramin, putresin ve kadaverin gıdalarda önem arzeden biyojen aminler.

Gıdalarla birlikte fazla miktarda biyojen amin almak, yemek yenildikten sonraki yarım saat ile birkaç saat içerisinde açığa çıkan zonklayıcı tarzda baş ağrısı, yüz ve deride kızarıklık, bulantı, ishal, aşırı terleme, ödem, düşük ya da yüksek tansiyon gibi çeşitli belirtilerle seyreden bir zehirlenmeye neden oluyor. Öyleyse biyojen aminlerin ne olduğuna, gıdalarda nasıl ortaya çıktığına ve hangi durumlarda zehirlenmelere neden olduklarına biraz daha yakından bakalım.

Biyojen aminleri anlatmak için konuya ilk önce proteinlerden başlamak gerekiyor. Ne hoş bir tesadüf ki protein sözcüğünün kökeni de Eski Yunancada “ilk gelen, önce gelen, birinci olan” anlamlarına gelen “proteîos” sözcüğüne dayanıyor.

Proteinlerden biyojen aminlere

Gıdalarda bulunan besleyici öğelerden biri proteinler. Hayvan ve bitkiler başta olmak üzere bütün canlı formlarının temel yapı taşını oluşturuyorlar.

Proteinlerin temel yapı taşını ise amino asitler oluşturur. Canlı hücrelerdeki proteinlerin yapı taşı olarak kullanılan 20 farklı çeşit amino asit var. Hiçbir protein bu 20 amino asidin tamamını içermez. Her bir protein bu 20 farklı amino asidin bazılarının bir araya gelmesi sonucunda oluşur.

Amino asitleri farklı şekillerdeki tuğlalar, proteinleri ise bu tuğlaların kullanılması ile inşa edilen evlere benzetebiliriz. Ancak tıpkı proteinlerde olduğu gibi her ev de farklı çeşit tuğlaların bir araya gelmesinden oluşmalı, yani benzersiz olmalıdır.

Besinler yoluyla vücudumuza aldığımız proteinler doku yapımı, büyüme, gelişme gibi faaliyetlerde kullanılır. Ancak kullanılabilir olması için kendisini oluşturan amino asit birimlerine parçalanması gerekmektedir. Tıpkı tuğlalardan örülmüş bir evin tekrar oda oda, tuğla tuğla parçalanması gibi.

Bu parçalanma işlemi vücudumuzun ürettiği enzimler vasıtasıyla olur. Enzimler biyolojik reaksiyonların gerçekleşmesini sağlayan kimyasal moleküllerdir. Vücudumuzun temel metabolik faaliyetlerinin tümünde enzimlerin az veya çok bir rolü vardır.

Proteinler amino asitlere ve amino asitler de daha küçük kimyasal maddelere parçalanarak vücudumuz tarafından kullanılabilir formlara dönüştürülür. Biyojen aminler bu parçalanma sürecinde açığa çıkan kimyasal maddelerden bazılarıdır. Kimyasal yapısı birbirinden farklı pek çok biyojen amin var. Bu aminler vücudumuzdaki metabolik faaliyetlerde önemli roller oynarlar.

Biyojen aminler sadece vücudumuzda üretilmez mikroorganizma faaliyeti sonucunda gıdalarda da üretilebilir. Bazı bitkisel gıdalarda ise biyojen aminler doğal olarak bulunabilmektedir. Bu yazıda gıdalarla birlikte aldığımız ve bazen tatsız durumlara yol açan bazı biyojen aminlere değineceğiz.

Biyojen âmin içeren gıdalar

Biyojen aminler protein ya da amino asit içeren gıdaların çoğunda bulunur. Dolayısıyla balık, balıktan yapılan konserve ürünler, et ürünleri, süt ürünleri, et ve süt ürünlerinden yapılan mezeler, yumurta, şarap, bira, turşular, soya ürünleri, bezelye, çikolata, fındık gibi pek çok gıda az veya çok biyojen amin içerir. Ancak bazı biyojen aminlerin gıdalarla fazla miktarda alınması sağlık sorunlarına yol açmaktadır.

Yazıyı buraya kadar okuyan okurların “eyvah bunları da mı yiyemeyeceğiz?” kaygısına kapılmamaları için hemen söyleyeyim ki bu gıda maddelerini afiyetle yemeye devam edeceğiz. Bir sorun yok bu aşamada; hangi durumda biyojen aminler sorun yaratıyor ona açıklık getirdiğimizde mesele daha iyi anlaşılacak.

Mikroorganizmaları görmezden gelemeyiz

Biyojen aminlerin proteinlerin enzimler vasıtasıyla parçalanması sonucu oluştuğunu söylemiştim. Enzimleri sadece insanlar üretmez. Doğada yaşayan canlıların tamamı çeşitli enzimler üretir. Bu canlılardan biri de mikroorganizmalardır. Mikroorganizmalar tek hücreli, çok küçük canlılardır ve yaşamlarını sürdürebilmek için proteinlere ihtiyaç duyarlar.

Mikroorganizmaların proteinleri besin kaynağı olarak kullanabilmesi için parçalayarak küçültmesi gerekir. Mikroorganizma bu parçalama işlemi için bünyesinde enzimler üretir ve bu enzimleri hücre duvarından dışarı salgılar. Enzimler proteinlerle reaksiyona girerek onların parçalanmasını sağlar ve parçalanan protein parçacıkları da mikroorganizmalar tarafından besin kaynağı olarak kullanılır.

Mikroorganizmalar doğada hemen hemen her yerde bulunur. Dünya bir mikroorganizma gezegenidir.

Yeryüzünde bu kadar bol bulunan canlıların gıdalarda da bolca bulunması kaçınılmazdır.

Gıdalarda bulunan mikroorganizmaların bir kısmı faydalıdır, bir kısmı hastalıklara neden olur ve bir kısmı da gıdaların bozulmasına yol açar.

Şarap, bira, turşu, yoğurt, peynir vb. gibi fermantasyon yoluyla üretilen çeşitli gıdalarda faydalı mikroorganizmalardan yararlanırız. Tabii onlara faydalı diyen biziz; yoksa onların yaptığı şeyin adı hayatta kalmaktır.

Hastalıklara yol açan patojen mikroorganizmaları ise pastörize etme, pişirme, yiyecekleri tuzlu ya da asitli ortamlarda muhafaza etme, kurutma vb. gibi büyük bir çeşitlilik içeren yöntemlerle kontrol etmeye çalışırız.

Yiyeceklerin bozulması ise kaçınılmazdır. Bozulma, çürüme ve dağılma süreci yiyeceğin temel yapısının atomik ya da elementel birimlere parçalanmasına kadar devam eder. Bu özünde iyi bir şeydir. Böylece yiyecekte bulunan ve hayatın devamlılığı için gerekli olan besleyici öğeler yeniden tabiata karışır ve bu süreçlerde mikroorganizmalar vazgeçilmez bir öneme sahiptir. Ama biz elbette ki yiyecekleri bozulmadan uzun süre muhafaza etmek isteriz. Açlık korkusu tarih boyunca peşimizi hiç bırakmamıştır. Oysa önünde sonunda biz insanlar da ölür ve tabiata karışırız mikroorganizmalar marifetiyle…

Fermente ürünler biyojen amin içerir

Mikroorganizmaların etkin rol oynadığı fermantasyon ve bozulma süreçlerinde açığa çıkan kimyasal maddelerden bazıları biyojen aminlerdir.

Gıdalardaki biyojen amin miktarının azlığı ya da fazlalığı bize gıdanın tazelik durumu hakkında bir fikir verir. Örneğin balık gibi proteince zengin ve kolayca bozulan gıdalarda biyojen amin miktarı bozulmanın bir ölçütüdür. Sıcaklık mikroorganizmaların faaliyetini kolaylaştıran, kimyasal reaksiyonları hızlandıran bir etkendir. Gıdalar bu nedenle soğukta daha uzun süre bozulmadan saklanabilir. Avlanan ya da yetiştirilen balıklar tüketilinceye kadar soğuk ortamda muhafaza edilmezlerse biyojen aminlerin miktarı çabucak artacaktır. Balıklarda en çok bulunan biyojen amin ise histamindir. Taze bir balığın histamin içeriği çok düşüktür ve balıkta histamin miktarının yüksekliği bozulma belirtisi olarak değerlendirilir.

Fermente ürünler çok çeşitli mikroorganizmalar içerir ve bu mikroorganizmalardan bazıları da biyojen amin üretir. Proteinden zengin fermente ürünlerin başında ise süt ürünleri ve süt ürünleri içinde biyojen aminler açısından önem arz edenlerin başında da olgunlaştırılmış peynirler gelir.

Olgunlaştırma peynirlere karakteristik bir tat ve aroma kazandırmak için peynirlerin uygun koşullarda bekletilmesi işlemidir Peynirde hoşa giden tat ve aromanın oluşması peynirin içinde bulunan proteinlerin ve yağların parçalanmasına bağlıdır ve peynirde bulunan mikroorganizmalar ürettikleri enzimlerle bu parçalanma sürecinde etkin rol oynar. Çoğu peynire belirli bir tat ve aromayı kazandırmak için bazı bakteriler özellikle katılır. Ancak bazı mikroorganizmalar da biyojen aminleri üretir ve olgunlaştırma süresi uzadıkça daha çok biyojen amin üretme imkanı bulacaklardır.

Çiğ süt çeşitli mikroorganizmaları içerir. Ve bu nedenle de çiğ sütten yapılan ve olgunlaştırılarak tüketilen peynirlerde biyojen amin içeriği pastörize edilerek yapılan peynirlere kıyasla daha yüksektir. Pastörizasyon biyojen amin üreten mikroorganizmaları yok etmektedir.

Genel olarak sert ve olgunlaştırılmış peynirler daha çok biyojen amin içerir ve peynirlerde histaminin yanısıra en çok bulunan biyojen aminlerden biri de tiramindir.

Çiğ sütten yapılan eskitilmiş kaşar, gravyer, tulum, otlu peynir gibi uzun süre olgunlaştırıldıktan sonra tüketime sunulan peynirlerin biyojen amin içeriğinin yüksek olabileceği bilinmelidir.

Şarap ve bira gibi fermente içkiler de biyojen amin içerirler. Ama biyojen amin miktarları genel olarak balık ve peynirlere kıyasla çok daha düşüktür. Sebzelerden yapılan çeşitli turşular içinde biyojen amin içeriği en yüksek olanı lahana turşusudur ancak lahana turşusu bir rahatsızlığa neden olacak miktarda biyojen amin içermez.

Sorun nerede?

Bu anlattıklarım biyojen amin içeren gıdaların tehlikeli olduğu anlamına gelmez; gıdanın içerdiği biyojen aminlerin miktarına ve bizim yeme-içme yoluyla vücudumuza ne miktarda biyojen amin aldığımıza bağlı olarak bir sağlık sorununun ortaya çıkabileceği anlamına gelir. Ve bu konuda da en çok dikkat edilmesi gereken gıda maddesinin başında balıklar gelmektedir. Palamut, uskumru, kolyos, zargana, istavrit, sardalya gibi balıklara daha çok dikkat etmek gerekir. Özellikle palamut ve uskumru gibi kırmızı renkli kas dokusunun fazla olduğu balıklarda avlanma sonrası soğukta muhafaza edilmemişlerse histamin oluşumu daha fazla olmaktadır. Balıklardan yapılan şarküteri ürünlerinin ve kabuklu deniz ürünlerinin de biyojen amin içeriği yüksek olabilir.

Tazeliğini yitirmiş balıkların biyojen amin içeriğinin yüksek olacağı, o balıkla birlikte biyojen amin içeriği yüksek bir olgunlaştırılmış peynirin yenmesi ve yanında da biyojen amin içeriği yüksek bir şarap içilmesi durumunda zehirlenmenin neredeyse kaçınılmaz olacağı düşünülmelidir. Alerjik bir bünyeye sahip olmak, yüksek tansiyon hastası olmak ve bazı ilaçlar kullanmak da sağlık sorununu şiddetlendiren işlevler görebilmektedir.

Ne yapmalı?

Öncelikle adım adım ve çok detaya girmeden birer tüketici olarak neleri bilmemiz işimize yarar sorusu odağında bazı genel noktalara değinelim:

a) Protein ya da amino asit açısından zengin gıdalar biyojen amin içerebilir.

b) Mikroorganizma içeriği yüksek gıdalarda biyojen amin oluşumu artar. Çiğ sütten yapılan ve olgunlaştırıldıktan sonra tüketime sunulan ürünlere dikkat etmek gerekir.

c) Fermentasyon yoluyla üretilmiş gıdaların biyojen amin içeriği diğer gıdalara kıyasla daha yüksektir.

d) Gıdaların tüketilmeden önce uygun olmayan sıcaklık koşullarında saklanması veya bekletilmesi biyojen amin içeriğini arttırır.

Dikkate alınması gereken başka noktalar da var. Ancak bir gıda maddesi seçiminde gıdanın tazeliğine, uygun koşullarda hazırlanmış ve muhafaza edilmiş olmasına dikkat etmek biyojen aminlerden doğacak sağlık sorunlarını bertaraf etmeye yetecektir. Bunlara dikkat edildiği sürece gerek balık ve gerekse fermente gıdaların yenilmesinde hiçbir sakınca doğmayacaktır.

Ancak yine de balık ve olgunlaştırılmış peyniri bir arada yeme konusunda ihtiyatlı olmak iyi olur.

Gıdalarla alınan biyojen aminlerin bir kısmı bağırsaklarımızdaki mikroorganizmalar tarafından etkisiz hale getirilmektedir. Bağırsak rahatsızlığı çekilmesi, bağırsaklardaki bakteriyel florayı bozan antibiyotik tarzı ilaçlar kullanılması gibi durumlarda biyojen aminleri yüksek düzeyde içermesi muhtemel gıdaları fazla yemekten bir süre için kaçınmak da iyi olacaktır.

Bu yazı bianet.org dan alınmıştır

 

 

Bülent Şık