Ana Sayfa Blog Sayfa 2639

Kadınlar Birlikte Güçlü’den Flormar işçilerine destek ziyareti

Kadınlar Birlikte Güçlü, direnişlerinin 226. gününde Flormar işçilerini ziyaret ederek erzak paketleri götürdü.

Kadınlar Birlikte Güçlü, 226 gündür Gebze Organize Sanayi’nde bulunan Flormar fabrikası önünde direnen işçileri ziyaret etti. Ziyarete HDP Ankara Milletvekili Filiz Kerestecioğlu da katıldı.

https://www.facebook.com/filizkeresteciogluHDP/videos/275761259779017/

Yoğun kar yağışına rağmen “Flormar direnişi dayanışmayla büyüyor” pankartıyla direniş alanına gelen kadınlar, sık sık “Flormar değil, direniş güzelleştirir”, “Flormar ürünlerine boykot” sloganları attı.

Kadınlar ayrıca, yanlarında getirdikleri erzak paketlerini Flormar işçilerine verdi.

“Flormar’da direniş kazanacak”

Ardından HDP’li Filiz Kerestecioğlu söz alarak Flormar işçilerinin büyük bir direniş sergilediğini belirterek  “Bizim elimizden gelen, sizin mücadelenizi Meclis’te duyurmaya çalışmaktır” dedi.

Kerestecioğlu sözlerinin devamında, “Kadın örgütleriyle birlikte geldik. Bu dayanışma olduğu sürece Türkiye’nin her yerinde işçiler hak ettiklerini alacak” ifadelerini kullandı.

Konuşmanın ardından kadınlar “Flormar’da direniş kazanacak”,“Flormar’a sendika girecek” sloganları attılar ve ardından halay çektiler.

Kadınlar Birlikte Güçlü’nün, 12 Aralık’ta fabrika önünde yaptığı çağrının ardından direnişin 222. Günü olan 22 Aralık’ta Türkiye’nin dört bir yanındaki Flormar mağazaları önünde eylemler düzenlenmişti.

.

(Sendika.org)

RTÜK’ten Fox TV ile Halk TV’ye ceza

RTÜK, Halk TV ve Fox TV’ye, “Toplumu kin ve düşmanlığa tahrik etmek, toplumda nefret duyguları oluşturmak” iddiasıyla ceza verdi. Fox TV’ye yaklaşık 1 milyon lira, Halk TV’ye de 80 bin lira para para cezası kesildi. Ayrıca program durdurma cezaları verildi.

RTÜK tarafından, Halk TV ve Fox TV için “Toplumu kin ve düşmanlığa tahrik etmek, toplumda nefret duyguları oluşturmak” gerekçeleriyle ceza kesildi. Halk TV’ye “eleştiri sınırlarını aşmak”, Fox TV’ye de “tarafsızlık ilkesini esas almamak” gerekçesiyle ayrıca cezalar verildi. Fox TV’ye 1 milyon TL’ye yakın ceza kesilmiş oldu. Fox Ana Haber de 3 gün yayınlanmayacak. Halk TV’ye ise yaklaşık 80 bin TL para cezası verildi. Halk Arenası programının ise 5 kez yayımlanması yasaklandı.

Karar hakkında açıklama yapan RTÜK’ün CHP kontenjanından seçilen üyesi İlhan Taşcı, “Cumhurbaşkanının işaretiyle yargının ardından RTÜK’ün de harekete geçerek yaptırım kararı vermesine ilişkin hızı doğrusu göz yaşartıcı. Anlaşıldı ki, görev sırası RTÜK’e geldi, o da görevini yerine getirdi” dedi.

“Bu kadar hızlı rapor düzenleyip karar alabilen RTÜK’ten aynı hızı bu ülkenin kurucusu Atatürk’e ‘zurnanın son deliği’ denilen televizyon yayınları için de bekliyorum” diyen Taşçı, “Metin Akpınar’ın, barıştan, demokrasiye sahip çıkmanın kıymetinden söz ettiği konuşmanın cezalandırıldığı yerde, ‘oluk oluk kan akıtmaktan’, ‘boğazların kesilmesinden’ söz edenlerin değerlendirmesi düşünce özgürlüğü sayılıyor sanırım” şeklinde konuştu.

Mahkemeden İzmir Körfez Geçiş Projesi için verilen ÇED’e iptal: “Kararın uygulanması İzmirlilerin elinde”

Ekoloji mücadelesinde önemli bir kazanım daha elde edildi. Flamingolar başta olmak üzere çok sayıda kuş türünün dünyadaki en önemli yaşama alanlarından biri olan İzmir’in Gediz Deltası ile ilgili, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından verilen 4 Nisan 2017 tarih ve 4586 sayılı “Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumlu” kararı İzmir 3. İdare Mahkemesi tarafından iptal edildi.

“Alınan karar, dünya doğa koruma içtihadı açısından da tarihi önem taşımaktadır”

TMMOB İzmir İl Koordinasyon Kurulu (İKK), EGEÇEP ve Doğa Derneği yurttaşların da katıldığı ortak bir basın toplantısı düzenleyerek tarihi kararı kamuoyuyla şu sözlerle paylaştı.

“Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, 4 Nisan 2017’de körfezi güney-kuzey yönünde geçmesi planlanan İzmir Körfez Geçiş Projesi’nin çevresel etki değerlendirme raporunu onaylamış, bu karar karşısında TMMOB, EGEÇEP, Doğa Derneği ve 85 vatandaş yürütmenin durdurulması ve projenin iptali için dava açmıştı. Açılan davalar sonucunda Ağustos 2018’de verilen yürütmeyi durdurma kararının ardından, geçtiğimiz hafta İzmir 3. İdare Mahkemesi ÇED olumlu kararını iptal ederek tarihi bir karara imza attı.

İzmir’in Gediz Deltası, flamingolar başta olmak üzere çok sayıda kuş türünün dünyadaki en önemli yaşama alanlarından biri. Türkiye’deki 14 uluslararası öneme sahip Ramsar Alanı’ndan biri olan Gediz Deltası, aynı zamanda Doğal Sit Alanı olarak da korunmakta. Türkiye’ninen büyük yüz ölçümüne sahip kıyı sulak alanlarından biri ve 40 binden çok flamingonun yaşam alanı olan İzmir’in Gediz Deltası, UNESCO’nun Dünya Doğa Mirası ile ilgili dört kriterinin tamamını sağlamaktadır. Bu nedenle alınan karar, dünya doğa koruma içtihadı açısından da tarihi önem taşımaktadır.”

“Ekosistemde su sıcaklıkları ve alanın denizle olan su alışverişi değişecek”

Basın toplantısında İzmir 3. İdare Mahkemesi’nin 30 Ekim 2018 tarihli kararında ÇED raporuyla ilgili dikkat çekici ifadeler yer aldı. Projenin yapılacağı alanın koruma statülerine sahip olduğuna dikkat çekilen kararda “İl ya da bölge düzeyinde İzmir’in çevre düzeni planından ulaşım master planına kadar hiçbir planın stratejisi olarak üretilmemiş olması nedeniyle planlama ilke ve esaslarına uygun olmadığı, projenin kuzey aksının çok önemli bir doğa koruma alanı içerisinden geçtiği, bölgede uluslararası sözleşmelerle koruma altına alınmış alanların ve farklı koruma statülerinin ve korunacak tarım alanı olarak belirlenmiş bir kent bölgesinin yer aldığı, ekosistemde su sıcaklıklarının ve alanın denizle olan su alışverişinin değişeceği, bunun da flamingoların besin zincirinin en önemli halkasını oluşturan artemiaların bölgeden yok olmasına yol açabileceği ve bununla da sonuç olarak birbirine hassas dengelerle bağlı bir ekosistemin proje ile zarar görebileceği, ÇED projesinde verilmiş olan jeolojik bilgilerin çok genel ve küçük ölçekli olduğu, projeye özel yeterli detay haritalama ve zemin etüt çalışmaları içermediği, projenin temelini oluşturan zemin bilgisiyle ilgili net bir bilgi olmadığı, batırma tünel ile geçiş yapılan İnciraltı bölümünün aktif fay hattı zorundan geçmekte olduğu ve bu kısımdaki bağlantı contalarının olası bir depremde beklenen yatay ve düşey deplasmanları tolere edebilecek kapasiteye sahip olup olmadığıyla ilgili raporda detay verilmediği dikkate alındığında, dava konusu ‘Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumlu’ kararında hukuka uyarlık bulunmadığı sonucuna varılmıştır.” ifadeleri ile projedeki sorunlar bir kez daha paylaşılmış oldu.

“İzmir’e saplanan hançer projenin kendisiydi”

Kararı Yeşil Gazete’ye değerlendiren avukat Arif Ali Cangı, kararın uygulanması görevinin İzmirlilerde olduğunu söylüyor. 

“Artık kararı etkisiz hale getirecek hamlelerin önlenmesi zamanındayız. Çünkü bugün AKP İzmir Milletvekili Mahmut Atilla Kaya mahkeme kararını İzmir’e saplanmış bir hançer; ihanet diye nitelendirmiş. Şikâyete döndürmeye kalkıyorlar. Oysa hançer projenin kendisiydi. Şimdi mahkeme kararıyla bu hukuken önlenmiş vaziyette. Bu mahkeme kararının uygulanmasını sağlamak gerekiyor. Burada İzmirlilere çok büyük sorumluluk düşüyor çünkü bu dava süreci aslında örnek bir çalışma oldu.

“Yerel seçimler öncesinde de İzmir yerel siyasetinin bunu gündem yapması gerekiyor”

Dava kolaylıkla kazanılmadı. İlmek ilmek dokundu. Bilimsel, toplumsal, hukuki çalışmalarla elde edildi. Siyasi iktidarın sahiplendiği bir projeydi. Yerel iktidar, CHP yerel yönetimi de kısmen sahipleniyormuş gibi bir görüntü verdi. Buna rağmen bu dava kazanıldı, önemli bir kazanımdır. Davanın yürütülüşü kolektif bir çalışmaydı. Bu aşamadan sonra karara bakmak lazım. Kararın uygulanması İzmirli yurttaşlara düşen bir görev. Bu sadece bir geçiş projesi, köprü değil. İzmir’i başka türlü bir senaryonun parçası haline getirecek. O senaryoda doğal varlıklarını kaybetmiş, birilerine rant sağlamak için betona boğulmuş bir kent var. Tarafımızı belirlerken, doğal varlıkları korunmuş sağlıklı bir İzmir ile ucube binaların yükseldiği, kimliksizleştirilmiş sağlıksız bir kent arasında tercih yapmış olacağız.Önümüzdeki yerel seçimler öncesinde de İzmir yerel siyasetinin bunu gündem yapması, bunun tartışılması gerekiyor.”

“İzmir Anadolu üzerinden gelen uzak ve Orta Doğu bağlantılı kervan ticareti yollarının son durağı olan bir liman kenti olmuş”

Avukat Cangı, körfezin tarihi ve kültürel dokusuna sahip çıkılması gerektiği görüşünde. 

“İzmir coğrafyasının verdiği olanaklar ve tarihi birikimi ile kendine özgü kimliği olan simge bir kent. Yüzyıllar boyunca Anadolu üzerinden gelen uzak ve Orta Doğu bağlantılı kervan ticareti yollarının son durağı olan bir liman kenti olmuş. Bu yüzden Körfez, İzmir’in ayrılmaz bir parçası. Geçmişte böyleyken, bugün ve gelecekte Körfez’in İzmir’in hayatında yeri ve işlevi ne olacak? Körfez İzmir’in simgelerinden olmaya devam edecek mi yoksa, tünel, köprü şeklindeki akla zarar çılgınlıklara mı feda edilecek? Taraf olmak buradan başlıyor?

“Gediz Deltası’nda yılda yaklaşık 20 bin çift flamingo kuluçkaya yatıyor”

Körfeze dair yapılacak tercih; Gediz Deltası’nın geleceğini de belirleyecek. İzmir, dünyada ender bulunan bir delta ile iç içe, Gediz Deltası’nda yılda yaklaşık 20 bin çift flamingo kuluçkaya yatıyor, yapılmak istenen yolun önemli bir kısmı deltada üreyen flamingoların beslenme alanından geçiyor. Tercihimiz, ‘lüzumsuz’ proje yönünde olursa Gediz Deltası yok olacak.”

İzmir Körfez Geçişi projesinin, İzmir ili, Balçova, Çiğli, Narlıdere, Karşıyaka ilçeleri, Üçkuyular mahallesi, Çiğli 2. Ana Jet Üssü, Sahilevler mahallesi ve Mavişehir mahallesi mevkiinde Ulaştırma Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı Karayolları Genel Müdürlüğü tarafından yapılması planlanıyordu.  

İzmir Körfez Geçiş Projesi’nde hukuk zaferi: Mahkemeden yürütmeyi durdurma kararı

62 yaşında flamingolar için Yalova’dan Mersin’e bisikletle 1.700 kilometre katetti

İzmir’e Sahip Çık Platformu Körfez Geçişi Projesi’ne “Hayır” dedi

Flamingoları tehdit eden Körfez Geçiş Projesi bilirkişi raporu: Geri dönüşü imkânsız zararlar verir

‘Bu paraya İzmir’in tüm ulaşım sorunu çözülebilir’: İzmir Körfez Geçişi projesine dava açıldı

‘Gediz Deltası’nın yok olması İzmir’in yok olması demek’: Flamingoların beslenme alanına otoyol projesi!

Haber: Merve Damcı

(Yeşil Gazete)

“Tarihi bir kararla baraj ve HES projeleri iptal edilen Munzur Vadisi Milli Parkı UNESCO Dünya Kültür Mirası listesine alınmalı”

Türkiye’de emsal bir karara imza atıldı. Ankara 3. İdare Mahkemesi Munzur Vadisi Milli Parkı’nda planlanan tüm baraj ve HES projeleri ile 2003 yılında işletmeye alınan Mercan HES projesini “üstün kamu yararı” gözetilerek iptal etti. Böylece Munzur Milli Parkı baraj ve HES tehdidinden kurtulmuş oldu. Peki karar bölgede nasıl karşılandı? Bundan sonra Munzur Vadisi Milli Parkı nasıl korunacak? Tunceli Barosu Başkanı Avukat Barış Yıldırım ve Munzur Çevre Kültür ve Dayanışma Derneği Başkan Yardımcısı Ali Yıldız ekosistemin korunması için verilen mücadelenin sonucunda edinilen bu tarihi kazanımı Yeşil Gazete’ye değerlendirdi. 

Avukat Barış Yıldırım, Munzur Vadisi Milli Parkı sınırlarına yapılan/yapılması planlanan baraj ve HES projelerine karşı açtıkları davayı anlattı. 

“2010 yılında Munzur Vadisi Milli Parkı sınırları içerisinde yapımı planlanan en büyük baraj projesi durumundaki Konaktepe Barajı Konaktepe HES 1 ile Konaktepe HES 2’ye T.C. Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu (EPDK) lisans verdi. İnşaat süreci başlayacaktı. Dava açtık. Danıştay yürütmeyi durdurma kararı verdi. Milli Park olan sahalarda herhangi bir tesis ve yapı, bu kapsama baraj ve HES’ler de giriyor, inşa edilebilmesi için öncelikle Milli Parklar kanunun 2873 sayılı yasanın 14. maddesindeki şartın yerine getirilmesi lazım dedi. O şart neydi? Kanun, ‘milli parklarda ekosistem değeri bozulamaz’ diyor ancak Genelkurmay Başkanlığı’nın savunma için ihtiyaç duyduğu tesisler ile kamu yararı açısından vazgeçilmez ve kesin bir zorunluluk bulunan tesislerin yapımına bakanlıktan izin verilebilir. Birinci yürütmeyi durdurma kararı sonrası hızlı bir şekilde Bakanlık harekete geçti.

“Bakanlık üniversite raporlarını, hukukta yeri olmamasına rağmen, gerekçe olarak kullanarak üstün kamu yararı kararı aldı”

O dönem T.C. Çevre ve Orman Bakanlığı 5 üniversiteden, Cumhuriyet tarihinde böyle bir örnek yok, Munzur Vadisi Milli Parkı’nda yapımı planlanan 4 baraj ve 5 HES ile geçmişte kaçak şekilde inşa edilen Mercan HES’in çevresel etkilerinin araştırılmasını istedi. Verilen raporlarda aynen şunlar yazıldı: Bu baraj ve HES’lerin çevreye herhangi bir zararı olmayacaktır. Türkiye’nin enerji ihtiyacı vardır, dışa bağımlıdır. Bu bakımdan Munzur Milli Parkı’nda bu HES’lerin kurulmasının üstün kamu yararı vardır. Bakanlık üniversite raporlarını, hukukta yeri olmamasına rağmen, gerekçe olarak kullanarak üstün kamu yararı kararı aldı, barajlara  ve tüm HES projelerine izin verdi. Biz de tüm projelere izin veren kararın iptali için dava açtık. Ankara İdari Mahkemesi, ‘üniversite raporları var, bu barajların parka olumsuz etkileri olmayacak, enerji ihitiyacı da var, dolayısıyla açtığınız davayı reddediyorum’ dedi. Öyle olunca Danıştay’a gittik, dörde bir oy çokluğu ile karar bozuldu. Danıştay ‘bu kararın alınabilmesi için tüm projelerin çevresel etkilerinin aynı anda analiz edilmesi lazım’ dedi. 

“Milli Park diye bir alan kalmayacaktı çünkü barajlar birbiri ardına uzanıyor”

Milli Park sınırları içinde 4 tane baraj projesi var. Milli Park diye bir alan kalmayacaktı çünkü barajlar birbiri ardına uzanıyor. Tunceli Ovacık karayolunu takiben yaklaşık 59 kilometrelik bir uzunluk var . Munzur Çayı üzerine inşa edilecekti. Bir tane üye muhalif kaldı. Tüm projelerin tek tek çevresel etki değerlendirmesine tabi tutulmasının hukukta örneği olan bir durum olmadığını söyledi. Şirketler bu karara itiraz edip kararı düzeltme yoluna başvurdular, ‘tüm projelerin tek tek ÇED sürecine tabi tutulması mümkün değildir’ dediler. Danıştay reddetti. Ankara İdare Mahkemesi karara uydu. Üstün kamu yararının iptaline karar verdi.”

“Munzur Vadisi Milli Parkı yüzde 20’si endemik olan 1900 tane bitki türü içeriyor. Flora açısından dünyanın en zengini”

Avukat Yıldırım, flora ve fauna olarak eşsiz endemik türlere sahip olan Munzur Vadisi Milli Parkı’ndaki baraj ve HES yapımı sürecinin tamamen bloke edildiğini, yakın zamanda neslinin tükendiği söylenen Anadolu Parsı’na bile rastlandığını söyledi. 

“Milli park sınırları içerisinde baraj ve HES inşa edilebilmesi için zorunlu olan ilk koşul kamu yararı açısından vazgeçilmez ve kesin zorunluluk olmasının ortaya konulmasıydı. Şimdi bu karar iptal edildi. Bu kararın tekrar alınabilmesi için milli parktaki tüm baraj ve HES projeleriyle oradaki flora ve faunanın yaşam sahalarında oluşacak etkilerinin araştırılması gerekiyor. Burası flora açısından dünyanın en zengin milli parkı. 1900 tane bitki türü içeriyor.  Bunların yüzde 20’si endemik. Ayrıca baraj sahalarının tümünde Avrupa’nın Yaban Hayatı ve Doğal Yaşama Ortamlarının Korunması Sözleşmesi‘ne (Bern) göre koruma altında olan çok sayıda canlı türü var. Çengel boynuzlu dağ keçisi, ur kekliği, vaşak, hatta Anadolu Parsı’nın dahi bölgede yaşadığına dair işaretler var. Yani bu ÇED’in yapılması imkansız. Türkiye tarihinde bir örneği yok. Süreç tamamen bloke edildi.”

“Tagar Çayı’na yapılması planlanan HES projesi de iptal”

Bölgede bir diğer HES tehdidi altındaki yer de Çemişgezek’te bulunan Tagar Çayı. Yıldırım, çay üzerine kurulması planlanan HES projesinin iptaline karşı açtıkları davayı kazandıkları haberini de ilk kez şu sözlerle paylaştı: 

“Tunceli bölgesi Fırat Nehri’nin su toplama havzasının en büyüğü. Fırat, Türkiye’nin akarsu potansiyelinin üçte birinin barındırır. Fırat’ın neredeyse tüm kolları ya bizim Tunceli sınırlarından doğar ya da burada birleşir. İstisnası yok. Bu bakımdan bu havzada 5 tane baraj inşa edilmiştir. Mesela bu coğrafyayı etkileyen Keban Barajı var ve Elazığ sınırları içerisinde. Fakat bizim ilimizin de önemli bir kısmını su altında bıraktı. Yine Peri Vadisi’nde Elazığ-Bingöl hattı boyunca uzanan Peri Çayı üzerine inşa edilen 3 tane baraj vardı. Pülümür ilçesinde Karasu Çayı üzerinde yapılması planlanan HES de var. Bu projelerin tümüne dava açtık. Şu an Anayasa Mahkemesi’nde olanlar da var. Ayrıca Çemişgezek’te çok kıymetli bir alan olan Tagar Çayı üzerinde bir proje vardı, o da iptal edildi. Onun kararını da önümüzdeki günlerde açıklayacağız.” 

“Tür zenginliği açısından Munzur Türkiye’deki en büyük, dünyada da sayılı milli parklardan biri”

Yıldırım’a göre bundan sonra acilen atılması gereken ilk adım Munzur Vadisi Milli Parkı’nın dünya kültürel ve doğal mirasının korunmasına dair sözleşme hükümleri uyarınca UNESCO Dünya Kültür Mirası listesine alınması.

“Dünya kültür mirası komitesi 10 tane kriter belirlemiş. 10 kriterden sadece bir tanesini barındıran bir saha alınabiliyor. Munzur Vadisi Milli Parkı ise hem doğal hem de kültürel kriterlerin altı tanesini birden karşılıyor. Dünyanın ilk milli parkı ABD’deki Yellowsone. Munzur Milli Parkı’ndan 20 kat daha büyük olsa da oradaki tür sayısın buradakine yetişemiyor. Dolayısıyla tür zenginliği açısından Munzur Türkiye’deki en büyük, dünyada da sayılı milli parklardan biri.”

Fotoğraf: Kemal Özer

Kurulduğu 2003 yılında bu yana bölgede baraj ve HES projelerine, siyanürlü maden aramalarına ve orman yangınlarına karşı mücadele eden Munzur Çevre Kültür ve Dayanışma Derneği‘ne göre bu hukuki kazanım bir son değil, başlangıç niteliğinde. Derneğin Başkan Yardımcısı Ali Yıldız, iptal kararının kendilerine umut verdiğini söyledi. 

“Bu kazanım bizler için son değil başlangıç niteliğinde”

“Bizler biliyoruz ki devletin rant ve talan projeleri Dersim halkının yaşam alanlarını yok etmek, inançlarından kopartmak, asimile etmek ve tüm bu saldırılarla Dersim halkını zorunlu göçe tabi tutmayı amaçlamaktadır. Dünyanın hiçbir yerinde halkın kutsal değerlerine dokunulmazken Dersim’de halkın içmeye kıyamadığı Munzur suyu kurutulmaya çalışılıyor. Onun içindir ki bu kazanım bizler için son değil başlangıç niteliğindedir. Munzur Vadisi’ndeki HES ve barajların hukuki olarak var olan tüm projelerin iptal edilmesini önemli bir kazanım olarak görüyoruz.

Bizler için su kutsaldır ve şimdilik dahi olsa kutsalımızdan devletin elini ‘çekmesi’ bizleri mutlu etti. Bu konuda gerek birlikte mücadele ettiğimiz gerekse bağımsız mücadele eden tüm kurumlara, derneklere, yöre halkına ve özelikle de avukat Barış Yıldırım’a teşekkür ediyoruz. İptal kararı bizlere umut verdi, fakat Munzur’da mücadele edilecek tonla saldırı söz konusu olduğu için huzurlu değiliz. Onun için bu konuda ihtiyatlı davrandığımızı ve huzurlu olmadığımızın altını çizmekte fayda var. Bu iptal, kısmen de olsa doğal yaşamın, yabanıl hayatın, inanç yerlerimizin, kültürümüzün, sadece Munzur’da bulunan 13 çeşit endemik bitkinin, kurtuluşu ve özgürlüğü için umut oldu. Dersim halkı devletin bugün beş tanesini iptal edip yarın on tanesini açma potansiyeline sahip olduğunu biliyor. Onun için çıkan karar insanları bu düşüncelerden alıkoyamıyor.”

Fotoğraf: Kemal Özer

“Munzur Çayı bölge halkı için sadece içilecek temiz bir sudan ibaret değil aynı zamanda inanç anlayışında çok önemli bir yerde duruyor”

Ali Yıldız, Munzur Çayı’nın bölge halkı için değerine şu sözlerle açıklık getirdi:

“Munzur binlerce yıldır o coğrafyada yaşayan kadim halkımız için yaşam kaynağı olmuştur. Bölge halkı için sadece içilecek temiz bir sudan ibaret değil aynı zamanda inanç anlayışında çok önemli bir yerde duruyor. Bütün canlı varlıkların, börtü böceğin, bitkilerin yaşamasına can suyu oluyor Munzur… Bununla birlikte dünyada ender bulunan bu ekosistem Dersim halkının yaşam kaynağı olmakta ve dilini, kimliğini, kültürünü oluşturmakta. Kültür dünyanın her yerinde olduğu gibi Dersim halkı içinde değerlidir. Kültürü olmayan bir halk yok olmaya mahkumdur. Dersim halkı yok olmak istemiyor. 37-38’den bu yana da bunun mücadelesini veriyor.”

Yıldız, vadide hayata geçirilmeyi bekleyen ve iptal edilen projelerin dışında maden ve taş ocakları, sulama kanalı ve gölet projelerinin bulunduğuna dikkat çekti ve ekledi: 

“Dersim’de her yıl sonbahar ve ilkbaharda operasyon bahanesi ile orman yangınları çıkartılıyor. Çıkarılan bu yangınlara ne halkın ne de itfaiyenin
müdahalesine izin veriliyor. Tarımın yok edilmesi, yayla yasakları konuları var. Dersim halkını ve yaşam alanlarını yok etmek için bu sistemin tonla projesi bulunuyor. Dersim’de, Kazdağları’nda, Antalya’da Bergama’da, Aydın’da, Akkuyu’da, Sinop’ta, Karadeniz’de yükselen çevre talanına nasıl müdahale edeceğimizin ve durduracağımızın cevabı, İsveç’te iklim değişikliğine dikkat çekmek için okul grevi başlatan ve BM İklim Zirvesi’ne konuk olarak katılan 15 yaşındaki genç aktivist Greta Thunberg’a şu cümlelerinde yer alıyor: ‘Köklü bir değişim ancak ayaklanma ile mümkündür’. Siz Yeşil Gazete emekçilerine de bu minvalde halkın ve doğanın sesi olduğunuz için teşekkür ediyor ve mücadelenizde başarılar diliyoruz.”

Haber: Merve Damcı

(Yeşil Gazete)

Antik Roma Dönemi kalıntıları çürüyor: “Suyun giderilmesine ilişkin çalışmayı kim, neden yapmıyor?”

İzmir’in Konak ilçesinde iş hanı yapmak için yıkılan binanın temelinden Roma dönemine ait imparatorluk salonu ve liman hamam kalıntıları çıkmış, İzmir 1 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu tarafından inşaat çalışmaları durdurulmuştu. Ancak tarihi Roma kalıntıları yağışlar nedeniyle alanda biriken su nedeniyle çürüme ve alg tehdidiyle karşı karşıya.

Her gün bu manzarayla karşı karşıya kaldığını söyleyen Avukat Arif Ali Cangı Yeşil Gazete’ye yaptığı açıklamada Cumhurbaşkanlığı İletişim Merkezi’ne (CİMER) bir süre önce başvuru yaptığını ancak su altında kalan tarihi kalıntılarla ilgili hâlâ bir çalışma başlatılmadığını söyledi. 

“Bir ön karar verildi ama ön kararın gereği yerine getirilmedi. Korunması gereken bir tarihi varlık olduğu değerlendirildi. Ancak suyun çekildiği yok, hatta yağışlar nedeniyle de daha arttı. Kaderine terk edilmiş bir hali var. Bu haliyle meteorolojik koşullara daha açık bir durumda yıpranıyor. Toprak altında yine bir şekilde korunuyor, ortaya çıktığında ise korunması gerekiyor. O nedenle Koruma Kurulu’nun aldığı kararın gereğini yerine getirmesi gerek. Koruma Kurulu’nu göreve çağırmak lazım. Kararı aldı ama kararı takip etmiyor. Kararda ‘kararla ilgili kurum’ denmiş, muğlak bir ifade var. Bu işlemi ya mülk sahibi olan vakıflar ya da belediye yapar. Tuhaf bir dönem yaşıyoruz. Kendilerine doğrudan soru soruyorum. Yazı yazıyorum. ‘Kim sorumlu’ diyorlar. Dolaylı bilgi alma halindeyiz. CİMER’in denetiminden geçiyor, ondan sonra bilgi alabiliyoruz. Tabi bu da süreci uzatıyor.”

Kaplan Mustafa Paşa Vakıf Çarşısı temelinden çıkan tarihi kalıntılar kurtarılmayı bekliyor

Cangı, sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda konuyu şu sözlerle kamuoyuyla paylaşmıştı: 

“İzmir Konak’ta Kaptan Mustafa Paşa Vakıf işhanı temelinden çıkan kalıntıların görüntüsünü paylaşıyorum. Yeşil renk almış suyla kaplı. En son, Cumhurbaşkanlığı İletişim Merkezi’ne (CİMER) 19.09.2018 tarihinde yapmış olduğum başvuru üzerine İzmir 1 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğünün vermiş olduğu 16.10.2018 tarihli yanıta göre; ‘İzmir İli, Konak İlçesi, 214 Ada 1 parselde yer alan Kaplan Mustafa Paşa Vakıf Çarşısı temelinden çıkan kalıntılara ilişkin Kurulca sondaj yapılmasına dair alınan kararlar sonrasında ilgili Müze Müdürlüğü denetiminde başlatılan sondaj ve kurtarma kazıları 10.07.2018 tarihinde tamamlanmış, kalıntıların rölövesi alınmıştır. Bunun üzerine iletilen kazı sonucu ve rölöve; İzmir 1 Numaralı kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu tarafından değerlendirilmiş ve 03.10.2018 tarih ve 8013 sayılı karar alınmıştır’.

Antik Roma Dönemi’ne ait imparatorluk salonu ve liman hamam kalıntısı çıktı

Buna göre; ‘… yapılan sondaj ve kurtarma kazısı sonucu ortaya çıkan Antik Roma Dönemine ait liman hamam kalıntısı, imparatorluk salonu, bir dönemin sosyo-kültürel yaşamını göstermesi ve mevcut alanda kompleks yapı olgusu olduğu anlaşıldığından, mutlak korunması gerekli alan olduğuna, ancak alanda mevcut zemin suyunun giderilmesine ve önlenmesine ilişkin ilgili uzmanlarca hazırlanacak raporun kurula iletilmesinden sonra alanın sit statüsünün ve/veya tesciline ilişkin konunun değerlendirileceğine, iletilen rölöve projesinin uygun olduğuna, sit alanın açık olmasından dolayı gerekli güvenlik önlemlerin ilgili kurumca sağlanmasına…’ karar verilmiştir.

“İzmir’in göbeğinde, önemli bir tarihi varlık, göz göre göre tahrip oluyor”

Koruma Bölge Kurulu böyle karar almış ancak, şu anda kararda belirtildiği gibi bir çalışma yok, yağmur suları yüzünden kalıntılar suya gömülmüş durumda. ‘Antik Roma Dönemine ait liman hamam kalıntısı, imparatorluk salonu, bir dönemin sosyo-kültürel yaşamını göstermesi ve mevcut alanda kompleks yapı olgusu olduğu anlaşılan’ ve ‘mutlak korunması gerekli alan’ olarak değerlendirilen tarihi varlık, suda çürümeye mi terk edildi? ‘Alanda mevcut zemin suyunun giderilmesine ve önlenmesine’ ilişkin çalışmayı kim yapacak, neden yapmıyor? İzmir’in göbeğinde, önemli bir tarihi varlık, göz göre göre tahrip oluyor.”

Yeşil rengin nedeni alg patlaması

Alanda biriken suda yüksek oranda alg çoğalmasının söz konusu olduğu belirtildi. Uzmanlar aşırı alg (sulu ortamda yaşayan tek hücreli organizmalar) üremesinin tarihi yapıların rengini değiştirerek, yerleştiği yerlerden temizlenmesini olanaksız kılacağı uyarısında bulunuyor.   

Haber: Merve Damcı

(Yeşil Gazete)

İki nehir arasında boğulmak – Fehim Taştekin

Bu yazı gazeteduvar.com.tr sitesinden alındı

Kürtlerin kırılgan durumu avantaja çevirmek için Şam-Moskova hattıyla diyalogu güçlendirmekten başka şansı gözükmüyor. Bir bakıma “Kürtleri de memnun eden bir uzlaşma, bölgede kalıcı istikrarı da temin edebilir” önermesi, Şam-Moskova-Tahran üçgeninde karşılık bulabilir.

ABD Başkanı Donald Trump’ın Suriye’den ani çekilme kararı sonrası sorular taş gibi ağır. Türkiye’nin harekât planı nedir? Kürtleri ne bekliyor? Rusya ve Suriye ne yapacak? İki nehir arasında sıkışan Kürtler için bir çıkış yolu var mı?

Hiç birbirimizi kandırmayalım. Kimse önünü göremiyor. “Planlar hazır” diyenler bile. Sahanın aktörleri poker masasındaymış gibi birbirinin mimiklerini çözmeye çalışıyor. Yine en çok konuşan Tayyip Erdoğan.

Suriye renk vermiyor. Şam’ın tarz-ı siyaseti bu; konuşmaz, hissettirir. Bir de ayak izi bırakır, görelim diye.

Rusya ise hızlı pozisyon almaktan kaçınıyor. Ruslar, ABD’nin biçtiği IŞİD’le mücadele misyonunu kuşanan Türkiye’nin Rakka ve Deyr el Zor cenahlarına kadar inmesine yeşil ışık yakacak mı? Kendini şimdiden bağlayacak bir şey söylemiyor. Öncelikli mesele aman Türkiye’yi Astana’ya sac ayağı yapan ‘yararlı’ ortaklığa halel gelmesin. Sonra Astana-Soçi paslaşmasından Cenevre’ye yuvarlanan siyasi çözüm sürecine dair yeni yol haritası çizik yemesin. Ve daha da önemlisi İdlib kördüğümü çözülünceye ve Kürtlerle ilgili orta yol bulununcaya kadar üç ayaklı iskele çökmesin. Bunun için Putin’in taktiği belli-belirsiz olmak. Erdoğan, eli kulağında bir Moskova seyahatinden bahsetti ama Kremlin öngörülen bir plan olmadığı yanıtını verdi. İllaki bir heyet gidecek ve yeni Türk-Amerikan ortaklığı Rus boy aynasına çıkarılacak.

Belli ki Putin önce Türk-Amerikan taslağını görmek ve ona yönelik kendi seçeneklerini değerlendirmek istiyor.

***

Ya Kürtler? Direnmek, çekilmek ya da Rusya’nın yardımıyla Suriye yönetimiyle anlaşmak. Hangisi?

Kürtler bir umut farklı başkentlerin kapılarını çalıyor ama asıl pazarlık Şam-Moskova hattında.

Demokratik Suriye Meclisi’nin (SDM) Eş Başkanları İlham Ahmed ile Riyad Dırar geçen cuma Paris’te Êlysêe Sarayı’ndaydı. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Trump’ın manevrasını ortaklığa sığdıramadı. 20 Aralık’ta Rakka’ya bağlı Ayn İsa’da Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile görüşen Fransız komutanlar, IŞİD’le savaş bitinceye dek sahada kalmaktan bahsetti. Fakat ABD yoksa Fransa çeyrektir. İngilizler ve Almanlar da öyle. Bunu bir demecinde Dırar’ın kendisi de söylüyor:

“Diğerleri gibi Fransızlar da Amerikan koruması olmadan hareket edemez. Çünkü ABD kararları alan ve harekete geçiren bir güç.”

Trump’ın kararını doğru bulmayan Fransa, Almanya ve şu sıralar Ankara ile arası pek iyi olan Britanya, Kürtler için fazladan el kaldırmaz.

Yine de Kürtler belki uluslararası toplumu tetiklemek için beklenti çıtasını hayli yukarıda tutuyor. Dırar isteklerini şöyle sıralıyor: AB ülkeleri ve IŞİD’e karşı uluslararası koalisyon net bir pozisyon alsın; dış tehditlere karşı bölgeyi korusun ve BM Güvenlik Konseyi’nden uçuşa yasak bölge kararı çıkartılsın.

ABD, Kürtleri bırakıp Türkiye’ye el vermişken ve işin içinde Rusya varken bu taleplerin şansı yok. Hele uçuşa yasak bölge imkânsız. Suriye hava sahasını kontrol eden Rusya. Bırakınız Rus vetosunu uçuşa yasak bölge gibi büyük bir askeri yığınağı gerektiren plan için Trump’tan ne oy çıkar ne de zırnık kuruş. Zaten bu projelerden kaçmak için çıkıyor.

Asıl bakılması gereken yer Moskova. İlham Ahmed haklı olarak, “Bütün oklar Moskova’yı gösteriyor” diyor. SDM’nin dış ilişkiler sorumlusu Dr. Abdülkerim Ömer başkanlığında bir heyet birkaç gündür Moskova’da. Teyit edilmiş hiçbir bilgi yok. İddialar ise Suriye ordusunun sınırlara konuşlanmasının konuşulduğu yönünde. SDM zaten işin başında Türkiye’yi durduracak şekilde Suriye ordusunu sınırlara davet etmişti. Tabii önceki müzakere denemelerinde Şam’ın değişmez şartı, ordu bölgeye dönecekse kontrolün tamamen merkeze devredilmesi yönündeydi. Kürtlerin eli zayıfladığına göre dayatılan koşullar ağırlaşabilir.

Teyitsiz bir bilgiye göre, Kürtler, Moskova’da siyasi bir çözüm bulununcaya kadar Suriye ordusu yerine Rus sınır muhafızlarının gönderilmesini önerdi. Bir başka bilgiye göre Kürtler, geçen yıl Afrin’de olduğu gibi Türk uçaklarının tamamını öldürdüğü (İran bağlantılı) milis güçlerinin değil düzenli ordu birliklerinin gönderilmesi gerektiğini vurguladı.

***

Sahada Suriye yönetimiyle de temaslar sürüyor. Biri Kamışlı, diğeri Menbic, bir diğeri Ayn İsa’da olmak üzere bilinen üç buluşma sözkonusu. Suriye İnsan Hakları Gözlemevi’ne göre Kamışlı’daki görüşmede sınırlar ve petrol sahalarının devri müzakere edildi. Dün Menbic’deki görüşme hayli heyecan yarattı. Anadolu Ajansı gelişmeyi kendi üslup ve ifadesiyle şöyle servis etti:

“Esed rejimi güçleri, terör örgütü YPG/PKK ile koordinasyon içerisinde Suriye’nin Münbiç bölgesine askeri unsurlarını soktu. Terör örgütü YPG/PKK elebaşlarıyla kısa bir toplantı yapan rejim güçlerinin konvoyu, görüşmenin ardından ilçenin batı kırsalında yer alan Arimah beldesine yöneldi. YPG/PKK, Arimah’ın kontrolünü rejim güçlerine bıraktı.”

Arima, Menbic ile El Bab arasında bir koridor. Menbic’e değil El Bab’a bağlı bir nahiye.

2016’da Fırat Kalkanı, El Bab’dan sonra Menbic’i hedef aldığında Suriye ordusu güneyden bir set çekip Arima’ya çıkmıştı. Yani Suriye ordusu zaten Arima’daydı. Son gelişmeler ışığında ordunun burayı tahkim ederek Menbic’e girme hazırlığı yapması muhtemel.

***

Bütün bu trafikte Kürtler için bir çıkış yolu gözüküyor mu? Temaslardan somut olarak elde edilen ne var?

Dün görüştüğüm TEV-DEM Dış İlişkiler Sorumlusu Salih Müslim’in ifadesiyle, “SDM herkesle görüşüyor. Somut bir şey yok.”

Ruslardan beklenen nedir? Müslim’e göre ‘bilgi yok’.

Kürtlerin seçenekleri nedir? Ortaya çıkan tabloda Kürtlerin yol haritasına dair neler söylenebilir?

Müslim’in yanıtı: “Biz kendi varlığımızı savunmaya çalışıyoruz. Başka seçenek yok.”

Rusya, Türkiye’nin bir harekat geliştirmesine izin verir mi? Suriye asker göndermek dahil Türkiye’nin girmesini engellemeye dönük herhangi bir çözüm geliştirebilir mi?

Müslim, “Bir şey söyleyemeyeceğim çünkü tablo çok karışık” deyip ekliyor: “Ancak bildiğim şey durum hem Kürtler hem Türkler için bataklık.”

Bataklık? En mühimi bu nokta.

Müslim serzenişle noktalıyor: “Kusura bakmayın! Daha fazla bir şey söyleyemeyeceğim. Bizim önümüzde direnişe hazırlanmaktan başka bir şey göremiyoruz.”

***

Koşullar Kürtleri düne göre Şam’dan koparacaklarının çok azına razı olmak durumunda bırakabilir. Önümüzdeki süreçte, iki koldan, Kürtlerin ‘demokratik özerklik’ projesindeki ortakları üzerinde de birliği bozucu çalışmalar artabilir.

Ankara, Türkiye’yi mesken tutmuş aşiretlerin temsilcilerini YPG’ye karşı örgütlüyor. Suriye yönetimi de geleneksel olarak rejime bağlı aşiretlere sadakatlerini hatırlatıyor. Ki gerilimin tırmanması halinde pasif bağlantılar aktifleşecektir. Bir zamanlar İstanbul’da muhaliflerin ‘devrim’ toplantılarında başköşeye oturtulan Bakara aşiretinin lideri Nevaf el Beşir’in nedamet getirip Şam’a yerleştiğini hatırlatalım. Beşir’in Deyr el Zor ve Rakka’da etkisi hâlâ büyük.

Kürtler, Cezire bölgesinde Arap ve diğer halklarla ortaklığı ‘cihatçıları ve savaşı şehirlerden uzak tutma’ konsepti üzerine tesis etmişti. Bu, “rejim mi Kürtler mi” sorusunu sordurtmayan bir ortaklıktı. Güneyde yani Rakka ve Deyr el Zor’da Kürtler zaten misafir. Hatta kimilerine göre ‘istenmeyen misafir’. Başlarında Kürtleri görmeyi kabullenemeyen bazı Araplar şehir meclislerinde etkilerinin sınırlı olduğundan yakınıyordu.

Yani bıçak öyle bir yere dayandı ki Türkiye ile savaş ‘yıkım’ demek, Şam’la kavga ‘bozgun’ demek.

Kürtlerin kırılgan durumu avantaja çevirmek için Şam-Moskova hattıyla diyalogu güçlendirmekten başka şansı gözükmüyor. Bir bakıma “Kürtleri de memnun eden bir uzlaşma, bölgede kalıcı istikrarı da temin edebilir” önermesi, Şam-Moskova-Tahran üçgeninde karşılık bulabilir. Elbette Türkiye, Kürtlere bir şey verilmemesi için de tehditkâr olacaktır.

Kürtler göz ardı edilebilecek bir potansiyel değil. Bu, Şam ve müttefikleri için kıymete dönüşebilir. Çünkü Suriye’nin sahadaki kazanımları barışı garantilemiyor. Açık ve örtülü tehlikeler çok. En azından Fırat hattında IŞİD hâlâ tehdit. YPG komutanı Sipan Hemo’nun, “Türkiye’nin saldırısına karşı koymak için Şam’la koordineli hareket edebiliriz” sözü, mesele bir varoluş mücadelesine dönüştüğünde sıra dışı bir ortaklığın ihtimal dışı olmadığını gösteriyor. Kuşkusuz bunun gerçek bir seçenek olup olmadığı yine Ankara-Moskova-Şam üçgenindeki pazarlıkların gidişatına bağlı.

Fehim Taştekin – Gazete Duvar

Rusya: ABD’nin boşalttığı bölge Suriye’ye bırakılmalı

Rusya Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Mariya Zaharova, Suriye’den çekilen ABD’li askerlerden boşalan toprakların Şam’ın kontrolüne bırakılması gerektiğini ifade etti.

Haftalık basın toplantısında konuşan Zaharova, “ABD’lilerin terk ettiği toprakların kontrolünün kime bırakılacağı sorusu doğuyor. Uluslararası hukuku ve Suriye ile Suriye halkının geçtiği süreci göz önünde bulundurduğumuzda, bu Suriye hükümeti olmalı” dedi.

‘Çekilme takvimi net değil’

Sputniknews’un haberine göre Zaharova, ABD’li birliklerin Suriye’den çekilme takvimi ve bu kararın nedenleriyle ilgili bir netlik olmadığını kaydetti.

Zaharova,”Hiç kuşkusuz, bu kararın önemini anlıyoruz. Değerlendirmelerimize göre bu, kapsamlı bir çözüm sağlanmasına yönelik. Moskova, Suriye topraklarının önemli bölümünün ABD tarafından ‘fiili işgali’ Suriye krizinin çözümü için ciddi bir engel olduğu konusunda birçok kez uyarıda bulunmuştu” ifadelerini kullandı.

Moskova’nınbu adıma teşvik eden tüm nedenleri tam olarak anlamadığını ve çekilme takvimiyle ilgili belirsizlikler olduğunu söyleyen Zaharova, Rus tarafının basındaki haberleri baz aldığını ve buna göre Suriye’nin kuzeyinden, güneydeki Tanf bölgesinden tam çekilmenin 2-3 ay içinde gerçekleşeceğini kaydetti.

Zaharova, ABD’li birliklerin çekilmesinin uluslararası koalisyonun Suriye’deki saldırılarının sonlanacağı anlamına gelip gelmediğini de anlamadıklarını belirtti.

“ABD’li yetkililerden Washington’un stratejisi hakkında net, anlaşılır açıklamalar gelmiyor. Açıklamalar çok üstü kapalı şekilde yapılıyor. Bundan hareketle, terörle mücadele operasyonunda bir sonraki aşamaya geçildiği çıkarımı yapılabilir” diye devam eden Zaharova, koalisyon tarafından düzenlenen saldırıların geleceğinin soru işareti olduğunun altını çizdi.

Sputnik News

Tarımda 2018’de neler oldu neler? – Ali Ekber Yıldırım

Bu yazı tarimdunyasi.net sitesinden alındı

Dünyada, iklim değişikliğinin etkileri,kuraklık, ticaret savaşları, ambargolar, yaptırımlar, açlık ve obezitenin sürekli gündemde olduğu 2018 yılında Türkiye tarımında da çok önemli değişimler oldu. Tarımda 2018’e damgasını vuran gelişmeleri şöyle özetleyebiliriz:

1-Bu yılın en önemli gelişmesi kuşkusuz; 24 Haziran’da yapılan Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimi sonrasında yönetim sisteminin değişmesiydi. Parlamenter sistemden Cumhurbaşkanlığı sistemine geçildi. Bakanlıklar birleştirildi. Gıda,Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı ile Orman Bakanlığı birleştirildi. Tarım ve Orman Bakanlığı oldu. Yeni sistemde bakanların milletvekili olma şartı kaldırıldığı için parlamento dışında atama yapıldı. Yeni sistemin ilk Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli oldu. Cumhurbaşkanlığı bünyesinde tarım, gıda ve sağlık politikalarını belirlemek üzere Sağlık ve Gıda Politikaları Kurulu oluşturuldu. Tek kararname ile Tarım ve Orman Bakanlığında 10 genel müdür görevden alındı, 22 yeni atama yapıldı.Bakanlığın yapısı değişti. Buna bağlı olarak tarım politikası da değişti.

Üretim,büyüme,kredi ve destekler

2-Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre, 2018’in ilk 9 aylık döneminde ülke ekonomisi yüzde 4.5 büyüme kaydederken, tarımdaki büyüme yüzde 0.7 oldu.

3- Türkiye İstatistik Kurumu’nun 2018 ikinci tahminine göre, bitkisel üretim her alanda azaldı. Bir önceki yıla göre tahıllar ve diğer bitkisel ürünlerde yüzde 4.2, sebzelerde yüzde 3, meyvelerde üretim yüzde 1.7 oranında düştü. 2017 yılında 68.4 milyon ton olan tahıl üretimi 65.5 milyon tona geriledi. Aynı dönemde sebze üretimi 30.8 milyon tondan 29.9 milyon tona düştü. Meyve üretimi ise, 20.8 milyon tondan 20.5 milyon tona geriledi.

4- Tarıma 2018 yılında 14.5 milyar lira destek sağlandı. 26 Şubat 2018 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan Tarımsal Destekleme Kararnamesi’ne göre, mazot,yem bitkileri,bakliyat ürünleri ve hayvancılıkta destekler artırılırken, prim desteklerinde bakliyat ürünleri dışında herhangi bir artış yapılmadı. 2017’de kaldırılan besilik hayvan kesim desteği 2018’de yeniden uygulandı.

5- Tarım sektörüne kullandırılan kredi tutarı 100 milyar lirayı aştı. Ziraat Bankası ve Tarım Kredi Kooperatifleri’nin tarıma verdiği düşük faizli krediler ilk kez 3 yıllık yani 2020 yılı sonuna kadar açıklanmış oldu.

Hayvancılıkta ithalat,hastalık,konkordato ve ihracat

6- Canlı hayvan ve et ithalatı 2018’de de devam etti. Yıl boyunca, kırmızı et ve süt fiyatı, ithalat, hayvan hastalıkları,yatırımlar,krediler ve yılın son günlerinde ise et ihracatı ile hayvancılık sektörü hep gündemdeydi. Türkiye yılın ilk 8 aylık döneminde 1.4 milyon baş canlı hayvan ve 46 bin ton et ithal etti. Sığır ithalatında Avrupa lideri,dünyada ise ikinciliğini sürdürdü. Yılın ikinci yarısında döviz kriziyle kurlarda meydana gelen artış nedeniyle ithalat cazip olmaktan çıktı.Et ve Süt Kurumu depolarında biriken 20 bin ton etin ihracatı için çalışma başlatıldı.

7- Ziraat Bankası’nın kredi desteği ile “500 bin koyun projesi” ve “250 bin damızlık düve projesi” başlatıldı.

8- Et ve Süt Kurumu’nun “2017 Yılı Sektör Değerlendirme Raporu” yayınlandı. Rapora göre küçükbaş ve büyükbaş canlı hayvan ihracatı tamamen sıfırlanırken, 2017 yılında küçükbaş canlı hayvan ithalatı yüzde 4581 oranında artarken, Büyükbaş hayvan ithalatındaki artış yüzde 72 olarak gerçekleşti. Kasaplık ithalatı büyükbaş için yüzde 397, damızlık küçükbaş ithalatı ise yüzde 757 oranında artarak rekor üstüne rekor kırdı.

9- Et ve Süt Kurumu’nun Brezilya’dan ithal ettiği sığırlarda şarbon hastalığı tespit edilmesi günlerce tartışıldı.

10- Türkiye’nin en büyük hayvancılık işletmesi olarak bilinen Kayseri Develi ve Adana’da toplamda 36 bin baş kapasiteli Saray Halı Hayvancılık İşletmesi konkordato ilan etti.

11- Yılın son günlerinde yapılan açıklama ile Ocak,Şubat ve Mart 2019’da çiğ süt destekleme primi litre başına 15 kuruşluk artışla 25 kuruşa çıkarıldı.

Gıda enflasyonu,özelleştirme

12- Yıl boyunca gıda enflasyonu hep gündemde oldu. Özellikle her ay açıklanan enflasyon verilerinde fiyatı en çok artan ürünler arasında tarım ürünleri, süt ve et fiyatı ön plana çıkarıldı.Merkez Bankası raporlarında gıda enflasyonuna dikkat çekildi.

13- Türk Şeker’e ait 14 şeker fabrikasının özelleştirilmesi gündemi sarsan ve 24 Haziran seçimi öncesinde en çok gündemde olan konulardan biri oldu. Fabrikalar özelleştirilirken Nişasta Bazlı Şeker(NBŞ) üreticisi Cargill’in hazırladığı ve şeker fabrikalarının özelleştirmenin fitilini ateşlediği iddia edilen “Şeker Piyasası:Mevcut Durum ve Değerlendirme” raporu ve bu rapora yanıt olarak Pancar Ekicileri Kooperatifleri Birliği(Pankobirlik),tarafından hazırlanan rapor uzun süre gündemde kaldı.

Tarım ve çevre duyarlılığı

14- Ülke genelinde 286 büyük ova koruma altına alındı. Fakat, bu ovalardan Eskişehir Alpu Ovası ve Kırklareli Ovası’na termik santral kurulmak istenmesi büyük tepkilere neden oldu. Tema Vakfı ve yerel yönetimler, bölge halkı,çiftçiler bir yandan eylemlerle bir yandan hukuki süreçle ovaları kurtarmak için mücadele verdi.

15- Ege Bölgesi’nde jeotermal enerji santrallerinin tarım ürünlerine zararı, ülkenin bir çok bölgesinde tarım arazilerinin amaç dışı kullanımı, enerji, madencilik yatırımları ile tehdit altındaki alanların korunması için verilen mücadele 2018 boyunca sürdü.

16- Fiyatı artan Antep Fıstığı, kuru soğan ve patateste ithalatı gündeme geldi. Savaşın sürdüğü Suriye’den patates ithal edildi. Yılın son günlerinde ise soğan fiyatının yeniden artması üzerine soğan depolarına yapılan baskınlar çok tartışıldı.

17- Ziraat,gıda,su ürünleri mühendisleri, veteriner hekimler ve teknikerlerin atama hayali bu yıl da gerçekleşmedi.

Bakan Pakdemirli’nin gafları

18- Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli’nin kendisine soru soran Fox Haber’den Damla Yıldız Söken’e yanıtı, “Yunan adalarından zeytin yağı alıp yiyorum ve mutlu oluyorum”, “kırmızı et yemeyin” gibi gafları 2018’e damga vuran unutulmaz olaylardı.

19- Yılın en üzücü olayı, tarımın ve çiftçinin dostu; kendi tanımlamasıyla “Saf ve Bakir Anadolu Çocuğu”, Güngör Uras’ın yaşama veda etmesiydi.

20– Bireysel olarak 2018’de de tarım konusunda bir çok haber ve yazı ile gündem oluşturduğumuz için bizim açımızdan verimli geçti. Dünya Gazetesi’nde 30. yılımızı geride bıraktık.
Sağlık, mutluluk, barış dolu,bereketli bir yeni yıl dilerim.

Ali Ekber Yıldırım – Tarım Dünyası

Japonya ticari balina avcılığına yeniden başlıyor

Japonya, hayvan hakları savunucuları ve çevrecilerin tepkilerine rağmen yaklaşık 30 yıllık balina avlama yasağını kaldırıyor. Temmuz 2019’dan itibaren balina avcılığına başlanacağı duyuruldu.

Tokyo, 1986’da balinaların neslinin korunması için ticari av yasağı getiren Uluslararası Balina Avcılığı Komisyonu‘ndan (IWC) çıkacağını açıkladı. Japonya, 1951 yılından bu yana Komisyon üyesiydi. Japon yetkililer balina yemenin ülke kültürünün bir parçası olduğunu savunuyor.

‘Bilimsel araştırma’ gerekçesiyle Japonya’da yıllarca balina avcılığı yapılmıştı. Balinaların etleri de satılıyordu. Tokyo’nun ticari balina avcılığına getirilen yasağın kaldırılmasına karşı çıkan çevreciler ve hayvan hakları savunucuları bu kararın çok ciddi sonuçları olacağı konusunda uyarıyor.

Yasağın kaldırılması, IWC koruması altındaki minke balinaları gibi çok sayıda farklı balina türünün de serbestçe avlanabileceği anlamına geliyor. Hükümet sözcüsü Yoshihide Suga, ticari balina avcılığının Japon karasuları ve ekonomik bölgesiyle sınırlı kalacağını söyledi. Dolayısıyla Japonya, Antarktika sularında ve güney yarımkürede avlanamayacak.

Uluslararası hukuk uyarısı

Japon hükümetinden yapılan açıklamada IWC’nin ‘amaçlarından biri olan sürdürülebilir ticari balina avcılığına yeterli destek vermediği’ eleştirisi de yapıldı. Japonya’da sahil kesiminde yaşayan topluluklar yüzyıllar boyunca balina avcılığı yaptı. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ana et kaynağının balina olmasıyla tüketimi de hızla arttı.

Japon Asahi gazetesine göre balina etinin tüketim oranı, Japonya’da satılan tüm etin yalnızca yüzde 0,1. Japon hükümetinden av yasağının kalkacağı açıklaması gelmeden önce açıklama yapan, Avustralya’daki Uluslararası İnsan Toplumu Başkanı Nicola Beynon, Japonya’nın ‘uluslararası hukuk sınırları dışında davrandığını’ söyledi.

Greenpeace’in Japonya temsilciliği hükümete kararı yeniden değerlendirmeleri uyarısı yaptı ve Haziran’da G20 zirvesine ev sahipliği yapacak Japonya’nın eleştirilerin hedefinde olabileceğini söyledi.

Japonya, IWC’den ayrılsa da yine de bazı uluslararası yasalar çerçevesinde hareket etmek zorunda. Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne göre ülkeler, uluslararası kuruluşlarla birlikte ‘balinaların korunması ve bilimsel faaliyetler kapsamında incelenmesi’ konularında işbirliği yapmalı. Metinde hangi uluslararası kuruluş olduğu belirtilmiyor.

(BBC Türkçe)

Ekoloji aktivisti stklardan yerel seçimlere dair ortak açıklama

Diyarbakır’da bir araya gelen ülke genelindeki ekoloji hareketi oluşumları, 15 Aralık’ta düzenledikleri toplantının sonuç bildirgesini açıkladı. Bildirgede, 31 Mart yerel seçimlerine yönelik talepler sıralanırken yerel yönetimlere iklim değişikliğine karşı mücadele için kömür, petrol, gaz, asfalt ve betona bağımlılıktan kurtaran politikalardan kurtulma çağrısı da yapıldı.

Mezopotamya Ekoloji Hareketi, DTK Ekoloji Komisyonu, HDP Ekoloji Komisyonu, Hasankeyf’i Yaşatma Girişimi, Hevsel Bahçeleri’ni Koruma Platformu’nun çağrısıyla Ekoloji Birliği, Yeşil Sol Parti, HDK, Ekoloji Meclisi, EGEÇEP, İstanbul Kent Savunması temsilcileri ve akademisyenlerin katıldığı toplantı 15 Aralık’ta Diyarbakır’da yapıldı. 31 Mart yerel seçimlerinde nasıl bir tutum alınacağı da tartışılan toplantının sonuç bildirgesinde dikkat çekici noktalara değinildi.

Toplantıda 31 Mart yerel seçimlerinde demokrasi güçlerinin belediyeleri kazanmasının önemli olduğu tespiti yapıldı. Bildirgede, “Ülkedeki hak ve özgürlüklerin gelişmesi, doğa üzerindeki baskının azaltılması ve merkeziyetçi politikalara karşı yerel yönetimlerin güçlendirilmesi gerektiğini savunuyoruz. Bu doğrultuda mücadele eden partiler ve adaylarla birlikte çalışacağımızı deklare ediyoruz. Bu kapsamda özgürlükçü, ekolojik toplumun hayat bulduğu, özyönetimi esas alan, yurttaşların aktif katılımının sağlandığı yerel yönetimlerin oluşturulmasını zorunlu görüyoruz” ifadeleri yer aldı.

Doğaya ve kente karşı işlenecek suçlarla mücadele edileceğine dikkat çeken bildirgede, yerel seçimlerde ekolojik bir belediyecilik siyaseti ortaya koyan adayları görmek istendiği, böylesi adaylarla gerekli dayanışmanın gösterileceği taahhüt edildi.

Ekoloji örgütleri yerel yönetimlerden olan taleplerini de şu şekilde sıraladı:

1. Belediye kaynaklarının artık dar bir kesime değil, halka ve doğaya aktarılması temel şarttır.

2. Kaynakların halka aktarılması ile temel ihtiyaç kadar su ücretsiz verilmeli, ücretsiz toplu taşıma, ücretsiz belediyecilik hizmetlerine geçilerek sosyal adalet için adım atılmalıdır.

3. Tarımın ana vatanı Anadolu ve Mezopotamya için gıda artık temel bir sorundur. Belediyeler üretici ve kentlinin ortak olacağı kooperatiflerin kurulmasını örgütlemeli, kaynak ayırmalı, yerel tohumlarla gıdada kendine yetebilen bir kent modeline geçerek tarım şirketlerine boyun eğmeden, halkına ucuz, sağlıklı gıda sunabilmelidir.

4. Küçük çiftçiliği desteklemek için, tarımda kullanılan makineler için halkla beraber çalışmalar yapılmalı, belediyeler, araç ekipmanları için tarım araçları hangarları kurmalıdır. Bu alandaki kooperatiflerle birlikte hareket edilmelidir.

5. Kentler enerjiye, çöpe ve binaya doymuştur. Şirketlerin ve tekelci sermayenin ihtiyaçlarına göre değil, yurttaşların ihtiyaçları önceleyen ve enerji tasarrufunu önemseyen enerji politikaları geliştirilmelidir. Enerji ihtiyacı kamu ve/ya enerji kooperatifleri eliyle sağlanmalıdır. Atık üretmeyen bir politika ekolojik belediyecilik ile mümkündür.

6. Yerel yönetimler, kapitalist üretimin ortaya çıkardığı iklim değişikliğine karşı mücadeleyi sosyal adaleti temel alarak başarmalı, kömür, petrol, gaz, asfalt ve betona bağımlılıktan kurtaran politikalar uygulanmalıdır.

8. Suyun ticari bir meta ve stratejik bir silaha dönüştürülmesine karşı suyun tüm canlılar için erişilebilir kılınıp, su kaynaklarının kullanım süreçlerinin ekoloji öncelikli ve demokratik katılımcı yöntemlerle yapılması gerekir. Suyu hapseden ve gasp eden şirket faaliyetleri, barajlar, maden ocaklarına karşı mücadele yürütülmelidir.

9. Dere, nehir ve göl yataklarındaki yapılaşmaya karşı mücadele edilmelidir. Zarar veren uygulamalar sökülüp atılmalıdır. Su havzalarının korunmasında, halkla beraber politikalar ve pratik uygulamalar geliştirmelidir.

10. Özelleştirme ve taşeronlaştırmaya son verilerek, daha önce özelleştirilen bütün hizmetlerin geri alındığı, halkçı ve sosyal belediyecilik anlayışına uygun olarak tüm hizmetlerin, belediye kurumları ve personeli tarafından yürütüldüğü, hizmetlerin piyasalaştırılmasına ve kâr aracı haline getirilmesine son verildiği, hizmetlerin halka ucuz, kaliteli ve sürekli bir şekilde ulaştırıldığı bir yerel yönetimden yanayız.

.

(Gazete Duvar)