Ana Sayfa Blog Sayfa 2579

Müze’de Sefarad Ezgileri

500. Yıl Vakfı Türk Musevileri Müzesi’nde “Müze’de Pazar Etkinlikleri” kapsamında NES Hanımlar Korosu,  İzzet Bana’nın yönetiminde Sefarad Ezgilerinden oluşacak bir konser verecek.

24 Mart Pazar günü saat 16:00 da gerçekleşecek olan konseri Müze ziyaretçileri ücretsiz dinleyebilecek.

İzzet Bana

Yahudi Sefarad müziği araştırmacısı. Dünya Sefarad folk grupları ve otantik sesleri üzerine çalışmalarıyla tanınıyor. Karen Gerson Şarhon, İzi Eli ve Rıfat Özkohen ile 1980-1986 yılları arasında Sefarad şarkıları seslendirdi. Los Paşaros Sefaradis müzik grubunun kurucusu ve grup üyesi. Yurt içi ve dışı turnelerde bu müziğin seçkin örneklerini seslendirdi.  Estreyikas d’Estambol çocuk korosu kurucusu ve yönetmeni.

(Yeşil Gazete)

Bu Sindirella başka Sindirella

Kuşaktan kuşağa çocuklara hayaller kurduran Külkedisi Sindirella’yı hiç böyle görmediniz. Yıldızlar Arası Sindirella’nın ocağın başında oturmaya ayıracak zamanı yok. O alet çantasını elinden düşürmüyor! Yıldızlar Arası Sindirella’nın, prenses olmaktan çok daha başka hayalleri var ama bu Prens’le tanışamayacağı anlamına gelmiyor!

Hiç düşündünüz mü kırmızı başlıklı kızın başlığı neden mavi değil de kırmızıydı? O güzel kurabiyeleri annesi değil de babası yapsa olmaz mıydı? Büyükannesini koca ağızlı kurttan kurtaran köylü, erkek değil de kadın olsaydı, Rapunzel uzun saçlarını kuleden sarkıtacağına, prensin uzun sakallarına tırmansaydı, Pamuk Prenses’in annesi “Ayna ayna söyle bana, benden daha güzeli var mı bu dünyada?” yerine “Ayna ayna söyle bana kadınların başaramayacağı ne var bu dünyada?” diye sorsa daha hoş olmaz mıydı?

Hiç şüphesiz hayallerimizi hatta hayatımızı şekillendiren, toplumsal cinsiyet rolleri, kadınlar ve erkekler üzerine düşünmemizi sağlayan belki de en önemli kaynaklardan birisi masallar. Çocuk kitaplarındaki ezberi bozmak isteyen Güldünya Yayınları feminist çocuk yazınının kült kitaplarından birini daha Türkçeye kazandırdı.

Daha önce Dünyanın en iyi feminist çocuk kitapları arasında gösterilen Küçük Feministin Kitabı, süslenmeyi seven bir oğlanı konu alan Morris Micklewhite ve Turuncu Elbise, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin ve eşitlik mücadelesinin farklı ülkelerde nasıl farklı biçimlerde geliştiğini anlatan Feminizme Devam gibi birbirinden değerli pek çok kitabı Türkiye’deki çocuk okurlarla buluşturan Güldünya Yayınları şimdi de Yıldızlar Arası Sindirella’yı baskıya hazırladı.

Deborah Underwood

Yıldızlar Arası Sindirella Deborah Underwood’un imzasını taşıyor. Part-time Princesss, The Quiet Ook ve Part-time Marmeid gibi çok satan kitapların yazarı olmakla kalmayıp bir oda korosunda şarkı söyleyen, ukulele çalan, vegan kurabiyeler yapan ve önüne çıkan tüm hayvanları besleyen yazarın, Yıldızlar Arası Sindirella kitabı Amazon tarafından verilen Yılın En İyi Kitabı ödülünü aldı.

Deborah Underwood klasik bir peri masalını neden yeniden yazdığını şöyle anlatıyor: “Uzayda gecen bir peri masalı fikri hoşuma gitmişti. Ayrıca Cinderella’nın geleneksel hikâyede olduğundan daha fazla güce sahip olmasını istedim. Küçükken okuduğum prensesler kendi kaderlerinin sahibi değildi. Pamuk Prenses ve Uyuyan Güzel, sadece uyumakla kalmaz, aynı zamanda hikâyelerinin kritik bölümlerinde komadadır. Külkedisi prensin onu kurtarmasını beklediği evde hapistir. Tanıdığım kızlar zeki, güçlü̈ ve cesur. Bana öyle geliyor ki, akıllı, güçlü̈ ve cesur bir peri masalı kahramanını okuma seçeneğini hak ediyorlardı.”

Kitabı resimleyen ise küçüklüğünden beri evrenin sırlarına ve maceralara ilgi duyan illüstratör, baskı sanatçısı, eğitimci Meg Hunt. Yıldızlar Arası Sindirella Disney, DreamWorks Animation, Cartoon Network, Scholastic, Storey Publishing, Oxford University Press, Plansponsor gibi hatırı sayılır şirketlerle çalışan Meg Hunt’ın ilk resimli kitabı.

Arzu Karacanlar ve Ayşe Düzkan tarafından yayına hazırlanan kitabı Kristine Brogno tasarladı. Feminist yazar Ayşe Düzkan tarafından Türkçeleştirilen kitabın tasarım uygulamasını ise Minife Yıldızhan yaptı.

Nisan 2014’te kurulan Güldünya Yayınları adını, 2004 yılında, iki ağabeyi tarafından sokak ortasında vurulduktan sonra kaldırıldığı hastanede yine ağabeyleri tarafından öldürülen Güldünya Tören’den alıyor. Güldünya Yayınları, feminist teori ve politika kitaplarının yanı sıra dünyanın dört bir yanından kadın hareketi, farklı feminist örgütlenme deneyimleri, kadın biyografileri, tanıklık derlemeleri, kadın edebiyatçıların eserleri ve kadın sanatçılar tarafından ya da onlar üzerine hazırlanmış kitaplar yayınlıyor.

Bilgi ve röportaj talepleriniz için:

Röportaj talepleri için: Mehtap Doğan [email protected]

Bilgi için: [email protected]

(Yeşil Gazete)

Kriti-İstanbul Dostluk Konseri Kadıköy’de

“İnişli çıkışlı olan devranın döngüleri/ feleğinkiler de bazen aşağı bazen gider yukarı/ ve zamanın olayları da istirahat bilmezler/ ama iyiliğe ve kötülüğe koşarlar ve giderler/ ve silâhların kargaşası, düşmanın ağırlığı/ ve aşkın kudreti, dostluğun iyiliği/ bunlar bugün beni harekete geçirdi/ ne yaptıklarını, ne getirdiklerini anımsamaya zorladı/ bir genç kız ve bir toy oğlan birlikte dolandılar/ kötülüğü olmayan el değmemiş bir dostluğa…”

Erotokritos Destanı’nın ilk 10 dizesi, Çeviri: Prof.Dr. Hakkı Bilgehan

***

Girit’ten gelen korolar 24 Mart Pazar günü saat 19.00’da Kadıköy- Yeldeğirmeni Sanat Merkezi’nde şarkılarını barış ve dostluk için seslendirecekler.

YTÜ Öğretim Görevlisi Doçent Özgül Tugay’ın Türkçe ve Rumca şarkılar konusunda araştırmalar yapıp, makaleler yazmaya başladığı dönemde Girit’te tanıştığı müzik öğretmeni Eva Koutsagiannaki- Pitsikaki ile başlayan dostluğu bugün bu konserin gerçekleşmesini de beraberinde getirdi. Eva Koutsagiannaki, Girit’te babadan kalma evini bir enstrüman müzesi haline getirdi.

Girit’ten gelen Anapnoi Korosu, Choir of Municipality Gazi, Agios Polikarpos of Assosiation Asia Minor ve Vocal Group Thirathen koroları konserde Türkçe ve Yunanca şarkılar seslendirecekler.

Eva Koutsagiannaki- Pitsikaki’ nin yönetiminde sahne alacak olan “Agios Polikarpos of Assosiation Asia Minor” korosu şarkılarını bir orkestra eşliğinde seslendirecekler. Muammer Ketencoğlu’nun akordeonuyla yer alacağı orkestrada, Türkiye’den Rüya- Esin Özkan, Ceyda Toğrul ve Duru Yücebaşoğlu viyolonselleriyle; Özgür Günay ve Oskay Noyan çellolarıyla; Kaan Akbulut klarinetiyle; Neva Günaydın kemençesiyle; Kamer Arzuman ve Cem Utku vurmalı çalgılarıyla koroya eşlik edecekler.  Orkestrada Aris Koutentakis gitarıyla; Eleanna Pitsikaki kanunuyla ve Lefteris Navrosidis uduyla koroya eşlik edecek diğer müzisyenler. Konserin bu bölümünde Özgül Tugay da solist olarak sahnede yer alacak.

Bu konserin gerçekleşmesinde Kadıköy Belediyesi Çocuk Merkezi yöneticisi Yeşim Altınay önemli katkılar sundu.

Konsere katılım davetiyelidir.

(Yeşil Gazete)

Avrupa ve Türkiye arasında çokdisiplinli bir sanatçı değişim programı: “Be Mobile – Create Together”

Türkiye’de faaliyet gösteren dört kültür kurumu, Fransız Kültür MerkeziHollanda BüyükelçiliğiGoethe Enstitüsü ve İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV), Fransa, Hollanda, Almanya ve Türkiye’deki misafir sanatçı programlarını bir araya getiren kültürler ve disiplinlerarası bir proje için güçlerini birleştirdi: Be Mobile – Create Together!

Avrupa Birliği ile Türkiye Cumhuriyeti tarafından desteklenen Türkiye-AB Kültürlerarası Diyalog programı kapsamında gerçekleştirilen Be Mobile – Create Together! projesiFransa, Hollanda, Almanya ve Türkiye’de 16 farklı misafir sanatçı programını bir araya getiriyor.

Avrupa ile Türkiye arasındaki sanatsal ve kültürel etkileşimi güçlendirmeyi öngören Be Mobile – Create Together! genç yetenekleri teşvik etmenin yanı sıra Türkiye ile Avrupa’nın sanat ortamları arasında kalıcı bağların oluşumuna katkı sunmayı amaçlıyor.

Projeyle birlikte sanatçıların yerel kültürü daha derinlemesine tanıması ve anlaması, yerel sanat ortamına dâhil olmaları, yeni bağlantılar kurmaları, fikirlerini paylaşmaları, birbirlerinden ilham almaları, sanat projeleri ve araştırmaları yürütmenin yanı sıra konuk oldukları ülkelerin sanatçılarıyla birlikte çalışma ve üretme olanaklarından faydalanmaları hedefleniyor.

Farklı kültürlerle tanışmak ve birlikte üretmek isteyen sanatçılar için açık çağrı

Be Mobile – Create Together! projesi kapsamında, dijital ve görsel sanatlarperformans sanatları veya edebiyat alanlarında faaliyet gösteren, kariyerlerinin başındaki Türkiye’den sanatçı ve yazarlar Avrupa’da, Avrupa’dan benzer sanatçı ve yazarlar ise Türkiye’deki misafir sanatçı programlarına katılım olanağı bulacak.

Temmuz 2019Mayıs 2020 tarihleri arasında gerçekleşecek proje süresince 26 sanatçı farklı zamanlarda ve sürelerle Fransa’da Paris, CassisIssy-les-Moulineaux; Almanya’da DresdenBerlin ve Stuttgart; Hollanda’da AmsterdamMaastricht ve Lahey; Türkiye’de ise İstanbulAyvalıkBursa ve Şirince’de yer alan ve farklı disiplinlere odaklanan misafir sanatçı programlarında ve sanatçı evlerinde kalacak.

Proje kapsamında Türkiye’den 13 sanatçı Fransa, Hollanda ve Almanya’ya giderken; Fransa, Hollanda ve Almanya’dan 13 sanatçı Türkiye’ye gelecek. Türkiye’deki sanatçılar sadece Fransa, Almanya ve Hollanda’daki misafir sanatçı programlarına; Fransa, Almanya ve Hollanda’daki sanatçılar ise yalnızca Türkiye’deki programlara katılabilecek. Katılımcıların kalma süreleri ise misafir sanatçı programına göre değişiklik gösterecek. Seçildikleri programa göre sanatçıların kalma süreleri minimum 1,maksimum 6 ay arasında değişecek.

Sanatçıların seyahat ve barınma masraflarının yanı sıra işlerini üretmek için yapacakları harcamalar proje tarafından karşılanacak.

Başvurular 30 Nisan’a kadar

Fransa, Hollanda, Almanya ve Türkiye’den görsel ve dijital sanatlarperformans sanatları alanlarında kariyerlerinin başındaki sanatçıların yanı sıra yazarlara da açık çağrıda bulunan projeye, son üç yıldır katılımcı ülkelerin birinde yaşayan ve çalışan, ilgili alanlardaki yetkinliğini ve istekliliğini ortaya koyabilecek olan tüm adaylar başvurabilir.

Kariyerinin başında, daha önce sergi deneyimi olan, yeterli bir portfolyo sahibi ve pratiğini geliştirmeye açık tüm sanatçılar, hiçbir yaş sınırı olmaksızın, projeye başvuruda bulunabilir.

Başvuru şartlarını sağlayan sanatçılar, 20 Mart – 30 Nisan 2019 tarihleri arasında dolduracakları başvuru formuna portföylerini ekleyerek başvurularını gerçekleştirebilirler.

Adaylar uluslararası bir seçici kurul tarafından değerlendirilecek. Programa kabul edilecek sanatçılar, başvuru koşullarını sağlama, ön eleme ve uluslararası jürinin değerlendirmesi olmak üzere üç aşamalı bir süreç sonunda belirlenecek.

(Yeşil Gazete)

Fransız Kültür Merkezi’nde yeni sergi: “Yolda”

Fransız Kültür Merkezi, 22 Mart – 27 Nisan 2019 tarihleri arasında, küratörlüğünü Merih Akoğul’un üstlendiği “YOLDA” sergisine ev sahipliği yapıyor.

Sergi, etkinliklerini 1978-1989 yılları arasında sürdüren Grup f, FOG Fotoğraf Grubu ve Grup 9’dan toplam 24 fotoğrafçının o dönemde çektiği işlerinden oluşuyor.

Sergi, ilk grubun kurulduğu zaman dilimiyle, en son etkinliğin yapıldığı 11 senelik bir süreyi kapsıyor. “Bizimkisi bir fotoğraf yolculuğu. Biz mi fotoğrafın yoluna çıktık, yoksa fotoğrafın yolu mu bizlerle kesişti… Bu yolda ilerlerken birbirimizi tanıdık ve bizden sonra gelenlere ışık tuttuk. Fotoğraf tutkumuz, bitmeyen bir yolculuğa dönüştü. İşte bu yüzden sergimizin adı Jack Keruac’ın bir ruhsal ve bedensel deneyimler toplamı romanı “YOLDA” ile aynı adı taşıyor. Bizler ne öğrendiysek yolda öğrendik. Fotoğraf her ne kadar bireysel bir sanat dalı da olsa, bizler fotoğraf üzerine konuşmanın ve çektiğimiz fotoğrafları gruplar içinde paylaşmanın keyfini yaşadık.”

80’li yıllar Türkiye fotoğrafında sıra dışı işlerin üretildiği ilginç bir zaman dilimidir. Siyasi anlamda değişimlerin yaşandığı o günlerde hem belgesel, hem de zihinsel anlamda ürettikleri işlerle adlarından sıkça söz ettiren bu üç fotoğraf grubunun üyeleri, üretimlerini belirli bir görüş açısı ve mantık bütünlüğü içinde toplu olarak sergilemeyi yeğlemişlerdi.

Hem fotoğrafçıların, hem de grupların fotografik yaklaşımlarını gösteren işlerden yapılan bu seçki, aynı zamanda dönemin sosyolojisini, psikolojisini, görsel anlayışını ve belge ile sanat arasında konumlanan fotoğraf eğilimini anlamak açısından da çok önemli. Özellikle Türkiye’de 12 Eylül 1980 darbesinden sonra değişen politik ve ekonomik süreç, farklı bir görüntü estetiğini de yanında getirdi.

Sözünü ettiğimiz dönemin Türk fotoğrafına bugünden bakıldığında gerçekten çarpıcı ve öncü işlerle karşılaşırız. Bireysel çalışmaların bir grup bütünlüğü içinde değerlendirilmesi, o fotoğrafların çoğunun günümüze güçlü bir biçimde gelmesi ama hepsinden de önemlisi o günün şartları içindeki yeni anlatım biçimleri ilgi çekicidir.

“YOLDA” sergisi aracılığıyla o günlerdeki üretimi ortaya çıkarmak ve aradan geçen 40 yıla rağmen günümüzün bakış açısı eşliğinde bu fotoğrafları yeni nesillerle paylaşabilmek heyecan verici. 

Gruplar ve üyeleri

Grup f: Mehmet Akgül, Nadir Ede, Ayhan Erolgil, İsmet Gürer, Yılmaz Kaini, Rauf Miski, Celal Oflaz, Sabri Özsezginler, Reşat Tekelioğlu, Levent Tekeş

FOG Fotoğraf Grubu: Nevzat Çakır, İlyas Göçmen, İzzet Keribar, Mehmet Kısmet, Bülent Özgören, Yusuf Tuvi

Grup 9: Merih Akoğul, Hüsnü Atasoy, Kamil Fırat, İhsan Gerçelman, Aydın Karadöller, Mustafa Kocabaşı, Yaşar Saraçoğlu, Ali Selen

(Yeşil Gazete)

“Arşivden Sonra?” Konuşma serisinin yeni konuğu araştırmacı Talat Ulusoy

2016’dan bu yana arşivin toplumsal hafızadaki yeri ve işlevine dair sorular sormayı amaçlayan Arşivden Sonra? oluşumu, İzmir yangınını tartışmaya açıyor. Arşivden Sonra? konuşma serisinin yeni konuğu araştırmacı Talat Ulusoy. Etkinlik 26 Mart Salı günü saat 19.00‘da, DEPO‘da gerçekleşecek.

Türkiye’de hatırlama kültürünün gelişmesi için çalışmalar yapan Yüzleşme Atölyesi’nin yürütücüsü Talât Ulusoy, 1922 yılında meydana gelen İzmir Yangını üzerine yapacağı Gölgeler ve Hakikat: İzmir Üzerine Bir Yüzleşme başlıklı konuşmasında, yangınla birlikte kaybolan Smyrna kültürünü, mülkiyeti el değiştiren malların akıbetini ve savaş sonrası bölgede gerçekleşen demografik değişimin günümüze kadar ulaşan etkilerini inceleyecek. 

Ulusoy’un 1990 yılından beri kendi çabalarıyla oluşturduğu kişisel arşivinde İzmir ve çevresinin yangın öncesi ve sonrası durumuyla ilgili sayısız belge ve fotoğraf bulunuyor. Ulusoy, bu arşivden yararlanacağı konuşmasında Evangeliki Okulu, Takfor Efendi Yalısı, Esir Hanı gibi hafıza mekânlarının hatırası ışığında İzmir’e, sıfırlanan bir geçmiş üstüne inşa edilmiş bir şehir olarak bakacak.

Talât Ulusoy

1948 yılında İzmir’de doğan Talât Ulusoy, 1971’de İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık-Mühendislik Fakültesi’nden mezun oldu. Yüksek Lisans eğitimini 1974 yılında Ege Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’nde tamamlayan Ulusoy, 1990’da Türkiye’nin ilk legal komünist partisi olan Türkiye Birleşik Komünist Partisi’nin kuruluşunda yer aldı. 2009 yılında, Türkiye’de yakın tarihle yüzleşme bilincinin yaygınlaşması amacıyla Yüzleşme Atölyesi’ni kurdu. 2017’de Hrant Dink Vakfı’nın düzenlediği İzmir ve Çevresi: Toplumsal Değişimin Yüz Yılı başlıklı konferansın katılımcılarından olan Ulusoy’un son dönemde yayınlanan yazıları arasında “Spartalıyanlar ve Kordon’daki Konak” (Toplumsal Tarih, 2016), “İzmir’in Hafızası” (Birikim Dergisi, 2017) ve “İzmir’in 6-7 Eylül’ü” (Agos Gazetesi, 2018) bulunmaktadır.

(Yeşil Gazete)

Aras’tan bir çizgi roman: Ermeni Ninem

Aras’ın çizgi roman dizisinin bu ilk kitabı, Fransa’ya, Toulon kıyılarına götürüyor bizleri. Hikâyenin başlangıç noktasında ise Cezayir, hatta ondan da önce Anadolu var.

Küçük Mahmud’un hayatı, daha önce hiç görmediği ninesinin Cezayir’den gelmesiyle kökten değişir. Ninesinin geçmişinde Mahmud’un vâkıf olamadığı bir sır vardır. Nine torunlarının hayatında günden güne daha fazla yer edinirken, Mahmud onun gizemli geçmişinin izleriyle gittikçe daha fazla karşılaşmaya başlar. Ninesinin unutmak istedikleri, konuşmakta zorlandıkları onun için giderek bir bilmeceye dönüşür. Bilmece günbegün aydınlanırken, Mahmud keşfetmeye başladığı köklerinin iç içe örülmüşlüğü karşısında bocalayacaktır.

Hande Topaloğlu Hartmann’ın Fransızca’dan çevirisiyle yayımlanan bu canlı, renkli kitap, geçmişin geçmiş olmadığını, bugünde ve gelecekte yaşanmaya devam ettiğini gösteriyor ve yaşama sevinci, neşe, muziplik ve kederi birbirine ustaca teyelleyerek hem görsellik hem de okuma zevki açısından ustaca kotarılmış bir hikâye sunuyor. 

(Yeşil Gazete)

[Arada Bir] “Öyküleriyle Türküler” ve “TRT yitikleri”– Yaşar Özürküt

Yeşil Gazete’yi istemeyerek de olsa ihmal etmek zorunda kaldım. Ama iyi ki yazılarımın yayımlandığı köşemin adını; ”Arada Bir” olarak seçmişim de, sürekliliği sağlayamadığımda göğüsleyecek bir mazeretim, sığıntım olmuş…

Ama değerli okurlarımızın hoş göreceğini umduğum bir gerekçem var: TRT kurumundan dışlandığımdan tam 38 yıl sonra, İstanbul Radyosu yönetiminin önerisi ile mikrofonla yeniden buluşma olanağım oldu. Birikimim olan bir alanda, benden bir program önerisi istendi. Ta 1974’lerde Ankara Radyosu’nda ürettiğim, dinleyicilere ulaştırdığım Öyküleriyle Türküler programını, daha zengin bir içerikle, TRT TÜRKÜ kanalında yayınlama şansı doğdu. Çocuklar gibi sevindim. Şundan ki; bir kere elimdeki belgeleri ve belleğimdeki birikimleri, TRT arşivi kanalıyla, gelecek kuşaklara ulaştırabilecektim. Ki bunlar arasında, gerçekten çok özgün, çok değerli belgeler, söyleşiler var.

İkinci olarak da, doğduğum Ceyhan’ın Mercimek Köyünden sonra, ikinci doğum yerim ve aşk ile, sevgi ile bağlandığım TRT mikrofonlarına, siyasal çalkantılar nedeniyle, sürgünler, ayrılıklar yaşadığım ve doyamadığım mesleğime ucundan, kıyısından da olsa, yeniden ulaşmış olacaktım.

Gerçi, 38 yıllık TRT dışılığa rağmen, ben kendimi hep orada duyumsamıştım. 12 Eylül sonrası, en güç yaşam koşullarında bile; gizli yaşam günlerinde, binlerce kilometre uzaklıktaki mültecilik dönemimde, kendimi hep Ankara Radyosu koridorlarında hissediyordum. Kılıç artığı, meslektaşlarımın programlarını izliyor, kendimce eleştirilerini, övgülerini yapıyordum.

Türkiye’ye gelemediğim dönemde, mesleği fiilen uyguladığım dönemlerim de oldu… İsveç Radyosu Türkçe yayınlar servisi Merhaba’da bir süre çalıştıktan sonra, evimizin olduğu (Stockholm) Nacka semtinde, ortak bir yerel radyo kuruluşuna katılarak, ailece haftada bir Türkiye bağlantılı haber program üretimini yürüttük. İzmir Radyosu program eski Müdürü, prodüktör Aslan Alp ile bağlantılı canlı yayınlar yaptık.

Uzun sayılacak bir ayrılıktan ve de ceza yasasının 141-142’nci maddelerinin kaldırılmasından sonra, 1991 yılında Türkiye’ye döndüm. Mesleğe dönmem için yoğun girişimlerim oldu. Tabii ilkgözağrım, “meslek okulum” TRT ilk başvuru hedefim oldu. Ama olmadı… Olamadı. Siyasal geçmişim, hep kamburum gibi sırtımda oldu.

101’ler olayı ile kurum dışı olan arkadaşlarım, dava açarak kuruma dönmüşlerdi. Ben 101 değildim. Çünkü o süreçte can derdindeydim. Evi, işi terk ederek, gizli yaşama geçmiştim. Süreç uzadıkça uzamış; üç yıla yakın bir süre, ele geçmeden ülkemde yaşayabilmiştim. Ama hem giderek daralan siyasal alanım; hem sağlık koşullarım yurt dışına çıkmam için zorladı beni. Barış Derneği ve Dünya Barış Konseyi üyeliğim, siyasal bağlarım destek oldu yurt dışına çıkışıma. 1984 yılı, Mart ayında mültecilik süreci başladı.

Ve Türkiye’ye dönme fırsatını yakaladığım, 1991’de gelebildim ülkeme. Ama birçok arkadaşımın, TRT yönetim kademelerinde görev almış olmalarına karşın, ne eski kadroma dönüş, ne de dışarıdan program yapma olanağım olmadı. Prof. Anıl ÇEÇEN, aracılığıyla açtığım davaları da kaybettim. Özel kanallarda çalışma gibi bir istemim hiç olmadı. Düşünmedim.

O nedenle, şimdi zevkle, özlemle ve korkunç bir koşturuyla, teknik ekip ve sunucumuzun da büyük katkıları ile ürettiğimiz ve her pazartesi günü, saat 12.30-13.00 arasında yayınladığımız ÖYKÜLERİYLE TÜRKÜLER programı, tüm zamanımı alıyor. Okurlarımızın anlayışına sığınarak, zaman zaman da ‘ARADA BİR’ demeye çalışacağım.

Bizim Adana yöresinde bir laf vardır:”Çerçi başındakini satar” derler. Benim başımdakilerin çoğu da TRT üstüne… Mültecilik üstüne. Türkü öyküleri üstüne. Zaman zaman da, doğduğum köye, çocukluk günlerine gidiyorum.

Bugün TRT yitikleri üstüne yazmak istiyorum

TRT DER, İzmir, 1 Mayıs 1979
 

2014 yılının, 20 Nisan günüydü. TRT-DAŞ’larıma bir çağrı yaptım. TRT’yi TRT yapan, ana kadromuzdaki yitikleri anmak ve olanaklar ölçüsünde bir kitapçıkla arkadaşlarımızı belgeleyerek gelecek kuşaklara aktarmak istedim. Çağrım şöyleydi:

BİR ÇAĞRI…

24.Nisan.2014 B.Ada

Değerli Dostlar, Meslektaşlar, TRT’daşlar!


Yaşadığımız siyasal çalkantılı yıllar, hepimizde derin izler bıraktı. Günden güne azalıyoruz. Bitip tükenmeden bir araya gelip, yitiklerimizi birlikte anmayı öneriyorum. Yitiklere ilişkin anılarımızı tazelemeyi, hatta koşullar elverirse anlatılanları belgelemeyi, bizden sonraki kuşaklara yaşanmışlıkları aktarmayı öneriyorum. TRT’nin tekel olduğu, hatta sadece”Mikrofon” olduğu dönemden başlayıp, 12 Mart ve 12 Eylül baskıcı dönemleriyle TRT’den tasfiye olan,101’lerden olan, 1402’lik olan, 1402’lik bile olamayan, hapislere düşen, işkenceler gören, mültecilik yaşayan, ya da ekonomik güçlükler içinde, geçim kaygısıyla ayakta durmaya çalışan birçok arkadaşımız oldu… Türlü türlü baskılar, yaşam koşulları belli kopuklukları getirdi. Kırgınlıklar, dargınlıklar oldu. Kendi adıma, ihanetçilerin, ispiyoncuların, işbirlikçilerin ötesindekilerle sorunum yok!

Örgütsel, siyasal farklılıklar; hatta günümüzde bile çok ayrışmış olan siyasal yelpazedeki tercihlerin anlayış ve sabırla karşılanmasını diliyorum.


“DEMOKRATİK ÖZERK TRT” ve “TÜM KAMU ÇALIŞANLARINA GREVLİ TOPLU SÖZLEŞMELİ SENDİKAL HAK!” savaşımını verdiğimiz günler çok gerilerde kaldı. Hem, TRT tekeli yok artık; hem de dünyadaki sosyal, ekonomik ve sınıfsal gelişmeler, yeni söylemler gerektiriyor. Yüreğimiz ve beynimizle benimsediğimiz, severek uğraş verdiğimiz ve de yaptığımız programlarla katkıda bulunduğumuz demokratik savaşım yöntemleri artık çok değişik. Dinleyicilerimiz, seyircilerimiz de farklıydı. Çok kanallı yayın yaşamındaki TRT’nin yayın stratejisi de artık çok farklı.


Aslında bunları değerlendirmek değildi muradım. Ama sözüm kaydı, nerelere vardım. Diyorum ki, yaz sıcakları basmadan, millet deniz kıyısına kaçmadan, daha da eksilmeden, İstanbul’da Büyükada’da bir araya gelelim. Hem yitiklerimizi analım, hem de anılarımızı tazeleyip, kopukluğu giderelim. Var mısınız? Size hangi tarih uyar? Gününü anketle saptayalım ve tüm arkadaşlara duyuralım. Benim facebok sayfasına, ya da;
[email protected] sayfama yazarsanız sevinirim. Ayrıca saptayabildiğim kadarıyla yitirdiğimiz arkadaşların listesini ekte sunuyorum. Benim bilmediğim adları ve eksik kalan ölüm tarihlerini tamamlarsanız sevinirm. Sevgi ve dostlukla kalın. ADA’da görüşmek üzere…

Yaşar Özürküt

Ankara Radyosu Emekli Prodüktörü ve TRT-DER Genel Sekreteri

Jülide Gülizar, Yaşar Özürküt ve Selçuk Altan, 12 Eylül 1991

TRT ve yitirdiklerimiz

Oktay Arayıcı (21 Ocak 1984), Turan Dursun (11 Ekim 1990), Aslan Alp (1 Mayıs 1996), Süleyman Ayberkin (3 Mayıs 2001), Ümit Kaftancıoğlu (11.Nisan 1980), Beldan Kabalak (20 Eylül 1998), Mehmet Koç (22 Şubat 1998), Azer Yaran (5 Ekim 2005), Turhan Sabuncuoğlu (8 Haziran 2012), Şevki Balkan (3 Nisan 2011), Bilkur Akademir, Enver Delikçi (01 Mayıs 2003), Erol Mutlu (8 Mart 2005), Ateş Köyoğlu (14 Temmuz 2004), Dinçer Sezgin (21 Ocak 2010), Ertuğrul İmer (31 Aralık 2003), Ersin İmer (21 Temmuz 2004), Saffet Uysal (23 Kasım 2018), Nevzat Şenol (25 Ocak 2009),Yılmaz Selanik, Sacit Oman (12 Kasım 2010), Güngör Tüzün, Mete Bilginer (24 Mart 2000), Göksel Zilan (Aralık 2013), Yusuf Kurçanli (22 Şubat 2010), Leyla Durukan, Gültekin Kabukçuoğlu, Cevat Taylan (4 Kasım 2011), Jülide Gülizar (14 Mart 2011), Çetin Özer (2 Nisan 2014), Servet Somuncuoğlu (6 Ağustos 2013), Gürsu Arat, Lütfi Oktay Berk, Batu İşmen… Bu sayı sonra 64’e yükselmişti. Bugün sayı 150’yi aşmıştır sanıyorum.

Hangi birini nasıl yazmalı? İlk Ümit Kaftancıoğlu’nun acı haberi geldi. Tarih 11 Nisan 1980. Yani 12 Eylül gongu vurulmadan tam 5 ay önce. Evinin önünde vurdular Ümit’i. Celavuz Köy Enstitüsü mezunu bir köy çocuğuydu Ümit Kaftancıoğlu. Tırnaklarıyla kazıya kazıya TRT İstanbul Radyosu Prodüktörü olmuştu. Özellikle Türk Folkloru, Türk Halk Müziği konularında yaptığı programlarıyla tanıdı onu kamuoyu. Yarı dramatize Köroğlu destanını dinlemek için haftayı iple çekerdi dinleyici. Ankara’da TRT DER Lokalinde nöbete kaldığım için, İstanbul’daki cenaze törenine katılamadım. 11 Nisan 1980’de, Ankara Sanat Sevenler Derneği’nde TRT DER olarak düzenlediğimiz, benim yöneteceğim anı toplantısını da son anda polis basmış ve toplantıyı yasaklamıştı.

Sonra, 12 Eylül karabasan gibi çöktü toplumun üstüne. Üç yıllık bir kaçaklık serüveninden sonra, kapağı İsveç’e attım. Tek başıma, bizimkilerden çok uzak bir semtte, tek odalı bir evdeydim. Biriktirdiğim parayla, Türkiye’yi de dinleyebildiğim bir radyo almıştım. 20 Ocak 1985 gününü 21 Ocağa bağlayan gecenin sabah 05’inde TRT’yi dinliyordum.

Oktay Arayıcı

“TRT İstanbul Radyosu eski prodüktörü Oktay ARAYICI’yı yitirdik” diye iki satırlık bir haber geçti TRT. Yıkıldım… Oktay’ı kaçaklık dönemimde sıkça görmüştüm. Her evsiz kaldığımda, paraya gereksinim duyduğumda çekinmeden kapısını çaldığım bir dostumdu. Eşi Semiha ve çocukları Murat ve Zeynep’le mutlu bir yaşamları vardı.

Oktay, TRT DER’in son genel kurulunu yönetmiş; seçim sonrası da Onur Kurulu Başkanlığı görevini üstlenmişti. 12 Eylül zulmü onu da çok sevdiği mesleğinden koparmış 101’ler operasyonuyla İstanbul Liman Lokantasına muhasebeci yapmıştı. Yılmadı Oktay. Bir yandan davalar açtı, öte yandan evi geçindirmek için oyun yazımını hızlandırdı. Benim kaçaklık günlerime rastlayan dönemde “RUMUZ GONCAGÜL”ü yazıyordu. Çok dolgun maaşlı iş teklifleri de alıyordu. Ama reklam sektörü işi olduğu için elinin tersiyle itiyordu Oktay.

1983 yılıydı, gizli yaşam sürecinde, Pangaltı’da sığındığım eve getirilen Cumhuriyet Gazetesinde, akciğer kanserinden ameliyat olduğunu okudum. Ev sahibimden izin alarak dışarı çıktım. Evine telefon ettim. Kendisi hastanedeymiş. Kayın validesi ile konuştum. “Geçmiş olsun diyorum. Yurt dışından Yılmaz aradı dersiniz” deyip kapadım telefonu.

Sonradan, Cumhuriyet Gazetesi’ndeki teşekkür ilanına, sağlık ekibinin yanı sıra “…yurt içi ve yurt dışından arayan dostlara…” diye bana da gönderme yapmıştı Oktay.

Turan Dursun’un mezarı başında, 4 Eylül 1990
 

Sonra sıra kime geldi. Anımsamıyorum. Belki de Turan Dursun’du sıradaki. 6 Eylül 1990’da Hollanda üstünden, otobüsle İngiltere’ye geçerken duydum. Ümit gibi; karanlık güçler,  onu da vurmuşlardı. Ertesi günkü gazetelerde ilginç bir resmi vardı Turan Bey’in. Sağ elinin işaret parmağı dudaklarındaydı. Olan biteni anlamamış, “Ne oluyor” der gibiydi. Turan Dursun, TRT’de din programları yapan eski bir müftüydü. Din programları yapardı, ama kendi bildiği gibi yapar; TRT’nin yayın politikasının sınırlarını sürekli zorlardı. 1970’li yılların sonuna doğru, Mardin çevresinde, kendine özgü Arapça diliyle yazılı çok zengin bir kütüphane bulmuştu. İnatla oradaki kitapları okuyacak şekilde o Arapça dilini öğrendi. Ve de Salman Rüşti’yi sollayacak kadar bir birikim edinerek, onu kitaplarına dökmeyi hedefledi. Amacı bir “İslam Ansiklopedisi” hazırlamaktı. Birinci fasikülünü “A” harfiyle başlattı. Ve de sonunu hazırlamış oldu.

1991’de ülkeye döndükten sonra kimler gitti. İlkin Mehmet Koç’un hazin sonuna ilişkin haberi aldım. Ölüsünü üç gün sonra evinde, öğretmen arkadaşları bulmuştu. Koç, evlenmemiş yalnız yaşayan bir prodüktör arkadaşımızdı. 1970’de TRT sınavlarına beraber girmiştik. 12 Mart’ın, 12 Eylül’ün işkence hanelerinden geçmiş olan Mehmet’in ruh sağlığı da bozuktu son zamanlarda. 1991’de yurda dönüşümde, Ankara’da arkadaşların verdiği yemeğe çağrıldığı halde gelmeyeceğini söylemişti Koç. Ben aradım.

“Abim hangi yüzle geleceğim senin yemeğine. İçerde bana ne sordularsa sana yükledim. Çünkü sen nasıl olsa yurt dışındaydın. İçeriden çıkınca bunu kayın pederin Seyfettin Amca’ya da anlattım. Onun için ben yemeğe gelmeyeceğim” dedi.

“Koç, senin yerinde kim olsa öyle davranırdı. Benim için bunların önemi yok. Ben sana hep güvendim; yine de güveniyorum. Ve de özledim. Görmek istiyorum” deyince, dayanamayıp gelmişti yemeğe. Sonra, Rıza Gül, Musa Emmi ve Remzi İnanç’ların benim için verdiği öğretmenlerin ‘hoş geldin’ yemeğine de katıldı. Bir daha da görmek, görüşmek kısmet olmadı.

Nevzat Şenol

Arslan Alp’i 1995’te, Ateş Köyoğlu’nu 2003’te yitirdik. 1999’da Süleyman Ayberkin’i; Erol Mutlu’yu, daha sonra Azer Yaran’ı 2005’te, Enver Delikçi’yi 2006’da, Nevzat Şenol’u 24 Ocak 2009’da:  Güngör Tüzün’ü Ekim 2009’da yitirdik.

Ertuğrul İmer’in ölümünden bir gün önce Serpil Erim’e yazdığı mektup çok ilginç. Dünyadan göçüp gitmeden önce; 1950’li yıllardan beri devşirdiği gözü gibi koruduğu, tiyatro oyunları bantlarını, halk müziği, sanat müziği taş plaklarını bir vasiyet olarak iş arkadaşı Prodüktör Serpil Erim’e emanet ediyordu mektubunda.

Yaşar Özürküt ve Arslan Alp, 1989

Bu dostların tümünün TRT’nin demokratik ve özerklik savaşımında katkıları var. Kimi az, kimi çok. Ama hepsi aynı saflardaki insanlardı. Ayrıca Aslan Alp’in benim yaşamımda çok önemli ve özel bir yeri var. Ayrı bir kitap olacak kadar yaşanmışlığımız var Alp’le. Bir kere TRT-DER içinde, Genel Sekreter Yardımcım olarak, büyük yüküme ortak olmuştu. Sonra siyasal yapılanma içinde, aynı saflarda olduk. Aslan ALP olmasaydı, ben kaçaklığı yüz akıyla tamamlayıp, canımı kurtaramazdım.

Önce İzmir’de İzmir Radyosu Program Müdürlüğünden kalma çevresini kullanarak, ev sorunumu çözdü. Sonra örgütlü olarak her ay bir kere görüşmeye gelerek, hem parasal gereksinimimi karşıladı; hem de Ankara’da olan biteni aktardı. TRT tabanından toplanan dayanışma paraları, Sermin’in kattıkları, yalnızca benim değil, yanımdaki kimi arkadaşlarımın günlük gereksinimini karşılamaya yetiyordu.

Sonraki günlerde İstanbul’da daha güvenli bir ortamda, örgütlü korumadayken de her ay bir kere geldi. Ve de son görüşmemizde riskler çok artmış, alan daralmıştı. Ankara’ya dönüşte, TRT’ci 101’lerle yediği bir yemek sonrası gözaltına alındı. 17’inci gün randevumuz vardı İstanbul’da. Her zaman olduğu gibi, Şişli Camiinin bir kapısından giriyor, öbür kapısından çıkıyordu. Arkasında kimsenin olmadığına kanaat getirince yanına yaklaşıyordum. Sonra uygun bir yere oturuyor, aylık görüşmemizi yapıyorduk. Eğer en gaddar işkencelere direnmeyip, o randevu günümüze polisi sürüklese; yalnız benim değil ama; bağlı olduğum siyasal yapının da tüm Türkiye yapısı kolayca çökertilebilirdi. Çünkü ben o günlerde, siyasi hareketimin en üst sorumlusu olan Türkiye sorumlusu ile bağlıydım. Aslan Alp yiğitçe direnmese, Filistin askısına, hortumlu suya, falakaya direnmese işimiz çok zor olurdu.

Yıllar sonra, İsveç’teki mültecilik günlerimde kurduğum yerel radyoya haftalık haber geçti Aslan. Sonra 1989’u 1990’a bağlayan yılbaşında İsveç’e davet ettim. Birlikte olduk. Özlem giderdik. Mültecilikten Ankara’ya döndüğüm Temmuz 1991’de Aslan, (CHP) Altındağ Belediyesi Başkan yardımcısıydı. Benim için de orada bir kadro ayarlamıştı. Ama benden iş istememek koşuluyla, “Aydan aya bordroya imza at” dedikleri için reddetmiş, Ankara bürokrasisinden sıkılarak, Kuşadası’ndaki tamire muhtaç yazlığa atmıştım kendimi. 1995 yılı 1 mayısında yitirdik Aslan’ı. Altındağ Belediyesi seçimini kaybettikleri için, kazanılmış İzmit Belediyesine yaklaşık tüm bürokrat kadro transfer olmuştu.

Süleyman Ayberkin, 12 Mart 1971 askeri darbesi sonrası oluşan TRT yapılanmasındaki demokratik dayanışmada, en çok birlikte olduğumuz arkadaşlardandı. O dönemde, ben Diyarbakır’a sürgüne gönderilirken, Süleyman da Erzurum’a sürülüyordu. 12 Eylül 1980 sonrası, Mersin’de ekonomik güçlüklerle boğuşarak geçirdi yaşamını. Tüm bu baskılar, gerginlikler iz bıraktı yaşamında. Ve erkenden terk etti bizleri.

Ateş Köyoğlu, Sarısözen’le başlayan bağlama serüvenini Nida Tüfekçi ile sürdürmüş TRT’nin usta saz çalarlarından biriydi. TRT DER’in son genel kurulunda onur kurulu üyeliğine seçilmişti. 1991’de Türkiye’ye döndüğümde Ateş, İzmir Radyosu kadrosunda idi. Benim “Öyküleriyle Türküler” projeme önemli katkılar yaptı Ateş.

Bunlar ilk aklıma gelen yitikler. Ama daha bilmediklerim, duymadıklarım da var elbette.

Nisan 2014’te yaptığım bu çağrıya katılmak için epey arkadaştan yanıt aldım. Mayıs ayı içinde yapmayı planladığımız bu anı gününü o tarihte gerçekleştiremedik. Çünkü ADA’daki evimin bahçesinde ayağıma batan paslı bir çivi, sonu ölüm olabilecek ağır bir yaşam sürecine zorunlu kıldı beni. 30 Nisan’da tetanos teşhisiyle başlayan bu süreç, ilkin Özel Hisar Hastanesi’nde; sonra da Çapa yoğun bakım servisinde, 46 gün uyutulmuş olarak sürmüş. Gözlerimi açtıktan sonra da, üç ay Çapa’nın çeşitli ünitelerinde, yaşama tutunma ve az hasarla arızayı giderme çabalarım oldu.

Büyükada Mavi Kulüp, 15 Mayıs 2016
 

Ama yine de çağrımızı iki yıl gecikmeyle, 15 Mayıs 2016’da, ilk çağrımızdaki mekân olan Büyükada Mavi Kulüp’te 20 kişi bir araya gelerek, yitik TRT’daşlarımızı andık. Bu çağrıya katılan meslektaşlarımızın yanı sıra; yitiklerimiz Oktay Arayıcı’nın eşi Semiha Arayıcı, Aslan Alp’in eşi Keriman ve kızı Sıdıka ile meslektaşımız ve Mete Bilginer arkadaşımızın eşi Neş’e Bilginer de katıldı. Sanatçı arkadaşlarımız Ali Gürlü, Tuğrul Şan ve Kıymet Unutma Şenli’nin türküleri eşliğinde, yitik TRT’daşlarımızı andık. Anılarımızla onları konuştuk. Alaettin Bahçekapılı’nın kamerasıyla da epey görselle günü zenginleştirdik. Ama ilk çağrıda küçük bir kitapçık ile anıları kalıcılaştırma amacımızı gerçekleştiremedik.

O güzel insanlar, o güzel atlara binip gittiler. Anıları yaşayanlarımızla olacak hep.

Yaşar ÖZÜRKÜT

Sıcaklık kaynaklı kalp krizi riski artıyor

Çevre, insan kardiyovasküler sistemi üzerinde büyük bir etkiye sahip olabilir. Yapılan son bir araştırma da bu varsayımı destekliyor ve sıcaklık kaynaklı kalp krizi riskinin arttığı belirtiliyor.

Uzun süredir sıcaklıktaki şiddetli ani artışların kalp krizi riskini artırdığı varsayılıyor. Yapılan son bir çalışma, sıcaklıklardaki artışların kalp krizi riskini artırdığını ortaya koyuyor. Helmholtz Zentrum München Epidemiyoloji Enstitüsü araştırmacılarından Dr. Kai Chen özellikle çok yüksek ve çok düşük sıcaklıklar söz konusu olduğunda, bu durumun açıkça ortaya çıktığını söylerken, çalışmada sıcak ve soğukla ​​ilgili kalp krizi riskinin yıllar içinde ne ölçüde değiştiğini görmek istediklerini ifade ediyor.

Münih’teki Ludwig Maximilian Üniversitesi, Augsburg Üniversitesi Hastanesi ve Nördlingen Hastanesi’nden araştırmacılar, Myocardial Infarction Register Augsburg’un verilerini inceledi. Çalışmada, 1987-2014 yılları arasında 27 binden fazla kalp krizi geçirmiş hastanın kayıtları araştırıldı. Çalışılan hastaların yaş ortalaması 63 iken, hastaların % 73’ü erkekti ve yaklaşık 13 bini kalp krizi nedeniyle hayatını kaybetmişti.

Vakalar, kalp krizlerinin yaşandığı günlerdeki meteorolojik verilerle karşılaştırıldı ve haftanın hangi günü olduğu ve sosyoekonomik durum gibi bir dizi ek faktöre göre düzenleme yapıldı. Dr. Chen, çalışma ile son 28 yılda ısı kaynaklı kalp krizi riskinde bir artış tespit ettiklerini söylüyor.

Araştırmacılar bunu göstermek için 1987’den 2000’e kadar olan verileri 2001’den 2014’e kadar olan verilerle karşılaştırdılar. Dr. Chen, “ Analiz, son birkaç yılda, günlük ortalama sıcaklık artışıyla birlikte ortaya çıkan ısı kaynaklı kalp krizi riskinin, önceki araştırma dönemine kıyasla arttığını gösterdi” diye açıklıyor. Diyabet veya hiperlipidemi hastası olanlar son dönemlerde özellikle risk altındaydı. Araştırmacılar bunun kısmen küresel ısınmanın bir sonucu olduğundan şüpheleniyor, ancak aynı zamanda nüfusu ısıya daha duyarlı hale getiren diyabet ve hiperlipidemi gibi faktörlerdeki risk artışının bir sonucu olduğunu da düşünüyor.

Çalışmanın Başaraştırmacısı Dr. Alexandra Schneider, “Çalışmamız, kalp krizi için potansiyel bir tetikleyici olarak, özellikle iklim değişikliği açısından yüksek sıcaklıklara daha fazla önem verilmesi gerektiğini öne sürüyor” diyor ve ekliyor: “Avrupa’daki 2018 sıcak hava dalgası gibi aşırı hava olayları gelecekte kardiyovasküler hastalıklarda artışa neden olabilir. Aynı zamanda, Almanya’da soğuk kaynaklı kalp krizlerinde bir düşüş olması da muhtemel. Analizimiz gelecekte daha düşük risk olduğunu gösteriyor, ancak bu düşük risk anlamlı değildi ve çok soğuk günler kalp krizi için potansiyel bir tetikleyiciyi temsil etmeye devam edecek.”

Dr. Schneider, sıcakla ilişkili kalp krizlerindeki artışın, soğukla ​​ilişkili kalp krizindeki bir düşüşle ne denli dengeleneceğinin henüz belli olmadığını belirtiyor. Çalışma grubu şu anda hem Paris Anlaşması’nın 1,5 derece ve 2 derece hedeflerini karşıladığı senaryolarda hem de bu hedeflerin kaçırıldığı senaryolarda, riskteki bu değişikliğin modellenmesini hedefleyen ekstrapolasyonlar (dışdeğerbiçim) yapıyor.

Araştırmacılar ek olarak çok merkezli çalışmalar yaparak bulgularını desteklemeyi planlıyorlar.

Araştırma ile ilgili daha fazla bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.

(İklim Haber)

Macaristan’da akademide özgürlük protestosu: Düşünmek sağlığınıza zarar vermez

Macaristan’da hükümetin Macaristan Bilim Akademisi’ni revize etme kararı protesto ediliyor. Yaklaşık bin kişilik protestocu grup “Düşünmek sağlığınıza zarar vermez” pankartları taşıyorlar.

Macaristan’da yaklaşık bin kişi Macaristan Bilim Akademisi’nin hükümet tarafından revize edilmesi kararını protesto ediyor. Akademinin önünde toplanan kalabalık bilim insanlarının akademik özgürlükleri için tehdit olarak nitelendirdikleri hükümetin kurumu elden geçirme adımını eleştiriyor.

2010 yılında iktidara gelen Başbakan Viktor Orban, hukuk, ekonomi, eğitim alanlarını da içeren Macaristan’nın toplumsal hayatı üzerindeki baskıyı artırdığı biliniyor.

Avrupa Parlamentosu’nun sağ merkez kanadı Çarşamba günü Orban’ın Fidesz Partisi’nin hukukun üstünlüğü konusundaki Avrupa Birliği ilkelerini ihlal ettiği yönünde karar vermiş ve partinin üyeliğini askıya almıştı.

Bazı protestocular Perşembe günü Avrupa Birliği bayrakları taşıyarak “Düşünmek sağlığınıza zarara vermez” pankartları taşıdılar.

Akademi Çalışanları Forumu, Macaristan Bilim Akademisi’nin Macar kültürünün ve bilimin geliştirilmesi ve korunması için güvence olduğu açıkladı. Açıklamada “200 yıllık ulusal araştırma kurumumuz hayatta kalabilmek için mücadeleyi bıraktı” ifadeleri kullanıldı.